Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR-3

Hürriyet ve müsavat kelimeleri, ahmakları kandırmak için kurnazların elinde oyuncak olmaktan kurtarılmalıdır.

Hüseyin Rahmi Gürpınar

HAYATI: 1864’te İstanbul’da doğdu. Hünkâr yaverlerinden Sait Paşa’nın oğludur Annesi, kendisi küçük yaşlarında iken öldüğü, babası da görevle taşrada dolaştığı için çoğunlukla akrabalarının yanında ve onların kadınları arasında büyüdü. Bunların çoğu eski İstanbul’un bugün artık nesilleri tükenmiş tipik mahalle kadınları idi. Onların yaşayışları, inanışları, zevkleri ve kederleri, konuşma tarzları ve hayata bakışları, pek küçük yaşta zihnen gelişmiş olan bu çocuk üzerinde büyük etkiler ve izlenimler bıraktı. İleride romancılığa başladıktan sonra Hüseyin Rahmi, bu «dokümanlardan geniş ölçüde yararlanacaktır.

Bir süre Aksaray’ın, o zamanların ünlü bir okulu olan Mahmudiye rüştiyesinde okuyan genç Hüseyin Rahmi, burayı bitirdikten sonra Mülkiye Mektebi’ne girdi. Mahmudiye rüştiyesinde iken özel öğretmenlerden aldığı Fransızcasını ilerleterek bu edebiyatın başlıca ürünlerini kaynağından okumaya başladı. Daha çok realistleri seviyor ve farkında olmadan bunlardan etkileniyordu.

Mülkiye’deki öğrenimini, sağlık durumu nedeniyle, tamamlayamadı. Buradan ayrılıp kısa bir süre Adliye’de, daha sonra Nafia Nezareti tercüme kaleminde memur olarak çalıştı. İkinci Ticaret Mahkemesi’nde üye adayı olarak da görev verdi. Fakat bu sıralarda, ilk romanlarıyla, oldukça geniş bir ün sağlamış bulunuyordu. Bundan dolayı, memurluğu bırakarak, hayatını kalemiyle kazanmaya yöneldi. Hüseyin Rahmi —yaşdaşı bulunan Ahmet Rasim gibi— o zamanlar yazılarıyla geçimini sağlayan pek az Türk yazarından biri oldu.

1908’de, Meşrutiyetken sonra kendisine önemli devlet görevleri teklif ettilerse de o bunları kabul etmeyip yazarlığını sürdürdü.

1909’da birkaç arkadaşı ile birlikte «Boşboğaz» adlı bir mizah dergisi kurdu ise de bu uzun ömürlü olmadı. Hayatının ikinci döneminde Heybeliada’da yerleşen Hüseyin Rahmi, kalan ömrünü hemen hep orada geçirerek, yazılarını da oradan göndermek ve pek seyrek olarak İstanbul’a inmekle yetindi. 1925 yılında, natüralist yapıdaki eserlerinden biri olan «Ben Deli miyim?» adlı romanı yüzünden mahkemeye verildi. Eser aşırı müstehcen bulunmuştu. Fakat yazar mahkemede kendi davasını bizzat kendisi savunarak romanının müstehcen olmadığını, bunun sadece natüralist bir karakter taşıdığını ispatlayarak beraet etti.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin beşinci ve altıncı dönemlerinde milletvekilliğine seçilen Gürpınar, sekiz yıl kadar bu görevde kaldı.

Ömrünün son günlerine kadar Heybeliada’daki köşkünde vaktini okuyup yazmakla ve devamlı eser vermekle geçirdi. 1944 yılı başlarında burada öldü. Mezarı, yaşamının ikinci yarısını içinde geçirdiği köşkünün yakınlarındadır.

EDEBÎ KİŞİLİĞİ: On dört yaşında ilk roman denemesini tamamlayan Hüseyin Rahmi, ilk eserini yayımladığı zaman on sekizini henüz doldurmamıştı. «Şık» adını taşıyan bu romanını «Tercüman-ı Hakikat» gazetesine yolladı, eserin müsveddelerini inceleyen Ahmet Mithat Efendi, karşısında yaşlı başlı bir adam göreceğini beklerken, çocuk denecek biriyle karşılaşınca, önce romanı onun yazdığına inanmadı. Hatta kendisine, başkasının eserine imza atmamasını tembih ederek bir çeşit azarlamada ve nasihatlerde bulundu. Ancak, genç çocuğun çaresizlik içinde ağladığını görünce onun doğru söylediğine kanaat getirdi ve romanın ikinci bölümünü isteyerek derhal tefrika etmeye başladı «Şık» umulandan çok fazla bir ilgiyle karşılandı.

Genç yazarın bu ilk eseri, zamanının hazmedilmemiş alafrangalığını, başka bir deyimle züppeliğini yeren, bir çeşit «moeur» romanıydı. Bundan sonra Hüseyin Rahmi on yıl kadar «Tercüman-ı Hakikat»ın roman yazarı olarak hep bu gazetede çalıştı. 1896 yılında «İkdam» gazetesi roman ve hikâye yazarlığına geçti. 1908 yılından sonra ise çeşitli gazetelerde romanları ve büyük hikâyeleri çıktı. Bu romanların tefrika edilmelerinin bitişinin ardından, birçok kitapçılar onları basmak için adeta yarışıyorlardı. Fakat Hüseyin Rahmi romanlarının pek büyük çoğunluğunu devamlı olarak İbrahim Hilmi adlı yakın arkadaşının yayınevine bastırdı.

Hüseyin Rahmi de —Ahmet Rasim gibi— önceleri üstadı olan Ahmet Mithat Efendi’nin yolundan ve izinden gitmişti. Fakat kısa zamanda bundan sıyrıldı. Çünkü gerek roman tekniği, gerek gözlemcilik ve tasvir gücü, eserlerinin canlılığı ve hareketliliği ile üstadını çoktan geride bırakmıştı.

Servetifünun’cuların tam bir çağdaşı olan Hüseyin Rahmi, hiçbir zaman roman anlayışında onların paraleline girmedi. Servetifünun romanında konular, çevreler, kişiler toplumun dar ve belirli bir çevresinden almıyordu. Bu çevre ve onların kişileri özentili batıya dönük, ulusal zevk ve yaşayıştan kopuk, fazla alafrangalaşmış şeylerdi. Hiçbir yönleriyle yaygın ve geniş yerli halkın temsilcileri değillerdi. Hüseyin Rahmi romanlarında bütünüyle onların zıddı bir yön izledi. Konularını, çevrelerini, kişilerini tamamıyla İstanbul’un yerli ve geniş halk yığınlarından aldı. Zaman zaman eserlerinde okumuş ve alafrangalaşmış tiplere de yer verdi ama bunları köksüzlüklerini ve oturmamışlıklarını belirtmek için ele aldı. Onlara karşı mütevazı halk yığınlarının her tipini; küçük memuru, kenar mahalle insanlarını, esnaf tabakasını, eski ve geleneksel yaşama sıkı sıkıya bağlı mahalle kadınlarını, eski İstanbul’un göreneklere göre kökleşmiş evlerinin içini ve dışını, sokaklarını, çarşılarını, buralarda kaynaşan insanları, taşıt araçlarını... Ve bu türden yüzyıllardır oluşmuş, belli bir gelenek ve ortamın ortak atmosferinde kaynaşmış her yaştan ve her cinsten, ama gerçek anlamıyla yerli ve İstanbullu insanlarını, onların acı ve tatlı serüvenlerini romanlarına konu ve malzeme edindi.

Gürpınar eserlerinde şiire ve şairaneliğe pek yer vermediği gibi, hayale ve romantizme de yönelmedi. Çok katı gerçekleri çok yumuşak ve tatlı bir üslûp ve plan içinde birleştirip okuyucularının önüne sürdü. Onun okuyucuları, Servetifünun romancılarının okuyucuları gibi, toplumun genellikle aydın tabakasının temsilcileri değildi; onun okuyucuları, bu romanlarda kendilerini ya da kendi benzerlerini rahatça bulan geniş halk yığınları idi.

Öte yandan —pek az sapmaları dışında— Hüseyin Rahmi eserlerinde geniş halk yığınlarının kullandığı, konuştuğu, dolayısıyla anlamakta zorluk çekmediği duru ve rahat dili kullandı. Bu dil, onun çok ve kolay okunmasının en belirli nedenlerinden birini teşkil eder.

Hüseyin Rahmi, hemen bütün romanlarında, mizaha da geniş yer ayırdı. Ancak mizah onun için hiçbir zaman bir amaç değil, fakat çoğu zaman bir araç görevi gördü. Hattâ onun mizahına bir çeşit yapı, bir çeşit tuzak demek bile mümkündür. Çünkü romanlarının büyük çoğunluğuna mizahla başlayan Hüseyin Rahmi Gürpınar, bunların pek azını aynı tempo ve havada bitirmiştir. Tersine, mizahla başlayan, hatta zaman zaman yine böyle mizahla devam eden romanlarının büyük çoğunluğu elemli, ibret verici —sık sık da didaktik— sonuçlarla bitirilmiştir.

Halk için, halkın edebî zevkini tatmin için, halka okuma zevkini ve alışkanlığını aşılamak için yazan Hüseyin Rahmi’nin, üstadı Ahmet Mithat Efendi’nin etkisinden kopamadığı tek yönü bu «didaktikliği»dir denilebilir. Ahmet Mithat Efendi’nin, romanının akışını durdurup okuyucularına bilgi ve nasihat vermeye başlayışı çeşidinden, Hüseyin Rahmi’nin de birçok romanlarında, bunun biraz değişik bir benzerine rastlanır. O da zaman zaman romanlarının seyrini durdurup okuyucuları ile fikrî, felsefî, sosyolojik birtakım sohbetlere girişir. İşin tuhaf yönü bu sohbetler bazan uzun, çok uzun sayfalarla devam edip gider. Oysa —yukarıda da belirtildiği üzere— onun okuyucusu bu türden sohbetlerden hoşlanacak, hatta bunları anlayıp sindirebilecek yapıda kimseler değildir. Bu kimseler için önemli olan romanın konusu ve işin neye varacağıdır. Bundan dolayı okuyucularının büyük çoğunluğu böyle sayfalara Tasladıkları zaman, konuyu koptuğu yerden bulup tekrar yakalamak için, kendilerine pek bir şey söylemeyen böyle bölümleri hemen daima atlarlar. Sonuç olarak hem okuyucu tedirgin olmuş, hem de yazar bütün bunları uzun uzadıya anlatmakla boşuna bir zahmet harcamış olur.

Servetifünun’cularla çağdaş olan Hüseyin Rahmi, kendi inandığı yolda yürüyüp öbürlerinin kişilikleri ve eserleriyle pek ilgilenmediği halde, Servetifünun’cular —Mehmet Emin Yurdakul gibi— Hüseyin Rahmi’yi de küçümsemişler, hatta onu «avam romancısı» olmakla suçlamışlardır. Öte yandan, yine Mehmet Emin’de olduğu gibi, Hüseyin Rahmi’yi de Türk edebiyatının o zamanki büyük otoriteleri teşvik edip desteklemişlerdir. Örneğin bunlardan Abdülhak Hâmit’in, bu değerli halk romancısı için yaptığı savunmadan alınan şu:

Sen iken Türklerin Emil Zola’sı;

Ne demek kaale almamak üdebâ?

«Sen Türklerin Emil Zola’sı sayılacak değer ve ölçüde bir romancı olduğun halde edebiyatçıların seni umursamaması da ne demekmiş?» gibi bir anlama gelen beyiti, muhakkak ki sadece yazara teselli payı değil, gerçek payı da taşımaktadır.

Romanlarında güçlü ve çoğu zaman tezli olan Hüseyin Rahmi’nin, teknik bakımından, çağdaşı Servetifünun’cular kadar usta olmadığını belirtmek de yerinde olur. Öte yandan bu romancımız, romanda bir hayli başarılı örnekler ve ürünler meydana getirdiği halde, hikâye alanında genellikle başarısızdır. Onun hikâyeleri, basit günlük gazete hikâyesinin pek de üstüne çıkabilmiş sayılamaz.

Hüseyin Rahmi —Servetifünun’culardan ileride olmakla birlikte— asıl toplum sorunlarına da gereği kadar eğilip yönelmemiştir. Yine Servetifünun’cular gibi o da romanlarında —bir-iki zayıf deneme dışında— İstanbul’dan ayrılıp Anadolu’ya ve Anadolu’nun dertlerine, davalarına, insanlarına uzanamamıştır.

Bütün bunlarla birlikte bu büyük romancı, Türk edebiyatının yaşayan ve yaşayacak temsilcilerinden biri olmak mutluluğuna elbette ki ulaşmış bulunmaktadır.

BAŞLICA ESERLERİ: Hüseyin Rahmi’nin basılmış büyüklü küçüklü romanlarıyla hikâye kitaplarının sayısı 60’ı aşkındır. Bunlardan başlıcaları şunlardır.

Romanlar: Şık; İffet; Tesadüf; Metres; Cehennemlik; Şıpsevdi; Kuyruklu Yıldız Altında Bir Evlenme; Gulyabani; Cadı; Hakka Sığındık; Toraman; Son Arzu; Efsuncu Baba; Muhabbet Tılsımı; Ben Deli miyim? Tutuşmuş Gönüller; Nimetşinas; Kokotlar Mektebi; Mezarından Kalkan Şehit; Hayattan Sahifeler; Eşkiya İninde; Kaynanam Nasıl Kudurdu? Utanmaz Adam; Deli Filozof; Namusla Açlık Meselesi; Mutallaka (Boşanmış Kadın). Büyük, küçük hikâyeler: İki Hödüğün Seyahati; Tünelden İlk Çıkış; Meyhanede Hanımlar. Tiyatro tarzında romanlar: Hazan Bülbülü; Tokuşan Kafalar; Mesuduz. Tenkid ve tartışma eserleri: Cadı Çarpıyor; Şekavet-i Edebiye.

Bunların dışında daha birçok roman, hikâye, makale, sohbet, mizahî yazı ve Fransızcadan on kadar, çeviri roman.

ŞEMSETTİN KUTLU

SON EKLENENLER

Üye Girişi