Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Ey cemaati müslimin!

Sakın bu sözlerimden benim ilim düşmanı, bilgi düşmanı, yenilik düşmanı olduğumu zannetmeyiniz. Benim, bütün insanlar hesabına, bilhassa dindaşlarım namına istediğim bir medeniyet varsa o da her manasıyla pak, yüksek, namuslu, vakarlı bir me­deniyettir, yani faziletli bir medeniyettir. Batı Medeniyeti, maddiyatındaki ilerlemesini maneviyat sahasında kat'iyyen gösteremedi. Aksine o yönü, büsbütün ihmal etti. Hayır, ihmal etmedi; bile bile ayaklar altına aldı. Avrupalıların ne mal olduklarını anlayamayanlar zannederim ki, bu sefer artık gözleriyle görerek hatalarını düzeltmişlerdir.

Ah! Siz, o düşmanın elinden zavallı Asya'nın neler çektiğini biliyor musunuz? Hindistan'ı ele alalım: Hangi şehrine gitseniz iki mahalle görürsünüz ki, biri İngilizlere, diğeri Hindlilere aittir. Hiçbir Hintli için İngilizlerin cemiyetine girebilmek mümkün değildir. Bir Hindli için İngilizlerin cemiyetine girebilmek mümkün değildir. Bir Hindli temiz giyinmek istese vergi vermeye mecbur tutulur. Trenlere binseniz görürsünüz ki. Hintliler için ayrı vagonlar vardır. Hastaneler gidiniz, ayrı koğuşlar var­dır. Biçareler o vagonlara binmeye, o koğuşlarda yat­maya mecburdur.

İngilizlere:

— Niçin bu biçarelere, insan muamelesi etmiyorsunuz? Diye soranlara:

— Maymunlar adam olur, Hindliler adam olmaz! Cevabını verirler. Bir İngiliz, Hindliyi istediği gibi döver; ceza lazım gelmez. Şayet öldürürse pek hafif bir para ce­zası ile kurtulur. Hindlinin kazancının yüzde tamam altmı­şı hükümet tarafından alınarak İngiltere'nin ihtiyaçlarına sarf olunur. Hindistan'daki bir kaç yüz milyon nüfusun üçte birinden fazlası karnını doyurmaktan acizdir. Bu sefalet gittikçe artıyor. Bundan bir asır evvel hesap et­mişlerdi: Seksen sene zarfında on sekiz milyon HindIi açlıktan ölmüştü. Bu son asrın ilk on altı senesi zarfında ise aynı sebepten helak olanların miktarı yirmi milyonu bulmuştur. Yetmiş sene evvel bir Hindli günde bizim para ile kırk para kazanırken, .bugün bu kazanç on beş paraya inmiştir. Bununla beraber zavallı Hindli, İngiliz'den üç kat fazla vergi verir. Peki, bu vergiler ne olur. Biliyor musunuz? İngiliz hazinelerine toplanıp sömürge­ler ahalisi arasında nifak çıkarmaya, fesat çıkarmaya sarf edilir. Evet, son yüz sene zarfında Hindistan gelirlerinden tamam yüz milyon İngiliz lirası sömür­gelerde sefer yapmak için kullanılmıştır. İngilizler, Hindistan'daki kumaş tezgâhlarını yok etmek için usta­ların başparmaklarını kesmekten bile çekinmemişlerdir. Bunlar yerli sanayii mahvetmek için hiç melanetten geri durmazlar. Seksen milyon Müslüman Hindli için tek bir lise mektebi vardır. İngilizler bu mektebe son derecede düşmandırlar. Hindistan'daki İngiliz liselerine girmek Hindlilere yasaktır. Bir Hindli en ufak silahı bile taşıyamaz. Büyücek çakı taşıyanlar şiddetli cezaya çarpılır. Mütarekeden beri kasapların bıçakları, berber­lerin usturaları akşamları polis karakollarına teslim edi­liyor. Hindistan'da dört çeşit insan var: İngilizlerin me­murları, İngilizlerin Hindistan'da oturup kalanları, me­lezler, Hindliler. Melezler beşeriyetin hakir bir sınıfı sayılırlar. Hindlilere gelince o biçareler adil! medeni! İngilizler nazarında hayvan makulesidir.

Gelelim biraz da Afrika’ya geçelim: Cezayir'de, Tu­nus'ta, Fas'ta Müslümanlara Fransızlar tarafından hay­van muamelesi edilir. Oradaki Hıristiyanlar, Yahudiler aşar gibi, ağnam gibi vergilerin hiçbirini vermezler. Müs­lümanlara gelince, bizim zamanımızdan kalma vergilerin hepsini verdikten başka Fransızların koydukları kapı, pencere vergilerini de verirler. Bunun için biçare Müslümanlar topraklarını, akarlarını, hayvanlarını muvazaa su­retiyle çok zaman Hıristiyanların yahut Yahudilerin üzerine çevirmeye mecbur olurlar. Bu mecburiyet yüzünden külliyetli para verdikleri gibi ekseriya mallarını da kay­bederler. Sırf Müslümanların vergisiyle yaşayan beledi­yelerde hiç bir müslüman aza bulunamaz. Şayet bulunsa rey sahibi olamaz. Gerek Cezayir'de, gerek Tunus'ta ka­bilelerin müşterek otlakları vardır. Lakin bu otlaklar devamlı Fransızlar tarafından bedava gasbedildiği için, biçare Müslümanlar hayvanlarını geçindiremiyorlar. Za­ruri olarak güneye, yani çöle doğru çekiliyorlar. Fransız­lar, Afrika'daki sömürgelerine kendi milletleri için köy teşkil edecekleri zaman, Arapların elindeki araziyi bedava alırlar. Bununla kalmayarak o yeni köye lazım olan suyu civardaki Müslüman köylerinden getirip Müslümanları susuz bırakırlar. Bu suretle vücuda getirilen her Hıristiyan köyüne gelir bulmak için yine Müslüman köylerine çullanırlar. Onlardan alacakları belediye vergisi ile o Hıristiyan köyünü refah içinde yaşatırlar. Bir Fransız, Müslüman aleyhinde dava açmaz. Çünkü gerek görmez. Onu isterse döver, isterse öldürür.

Ey cemaati müslimin!

Zaman, zemin müsait olursa, size İngiliz adaletinden! Fransız medeniyetinden! birçok parlak örnekler daha gösterirdim. Bununla, beraber, ibret alacaklar için bu kadarı da yetişir zannederim. İşte sefaletlerinin derecesini kısaca anlattığım o zavallı dindaşlarımızın imdadına yetişmek yahut hiç olmazsa onların düştükleri felakete düşmemek için artık gözümüzü açma­lıyız. Düşmanımızın bizi de onların haline getirmek için bu­gün elinde iki vasıtası var. Fazlası yok. Çünkü aslında gerek keyfiyet, gerek kemiyet itibariyle mühim olan kuvvetlerini dağıtmıştır. Ordusunun bir kısmı Hindis­tan'da, bir kısmı, Irak'ta, bir kısmı İran'da, bir kısmı İrlanda'da, bir kısmı bizzat İngiltere’de, bir kısmı Mısır'­da, bir kısmı Sudan'da, bir 'kısmı Filistin'de meşgul. Sö­mürge askerine itimadı kalmamış. Bilhassa Hind Müslümanları "Artık /biz, dindaşlarımıza karşı silah kullanmayız" Diyorlar.

Bundan dolayı şimdi söylediğim gibi bizi ezmek için ancak iki kuvvete malik bulunuyor: Birincisi Yunan or­dusu, ikincisi memleketimizde çıkaracağı, daha doğrusu çıkarmakta olduğu nifak! Zaten bu ikinci kuvvet olmasa birincisinin hiç önemi yoktu. Biz, aklımızı başımıza ala­rak el ele verdiğimiz gün Allah'ın yardımıyla memleke­timizi, istiklalimizi kurtarmaklığımız muhakkaktır. İşte doğu vilayetleri ahalisi gözümüzün önünde duruyor. Bunlar düşman istilası ne demek olduğunu gözleriyle gör­dükleri için bu sefer İngiliz iğfalatına kapılmadılar. Ara­larında tefrika çıkmasına, nifak çıkmasına meydan bı­rakmadılar. Can cana, baş başa verdiler; yurtlarını çiğ­nemek, kendilerini esaret altına almak için hudud boyun­da fırsat gözetip duran düşmanı dağıttılar. Kars gibi en müstahkem bir kaleye bayrağımızı dikerek ileriye doğru yürüdüler, gittiler. Cenabı Hak o kahraman mücahitlerimize yardımlar ihsan buyursun. Anadolumuzun batısındaki o sefil düşmanı da Ermenilerin hakli olarak uğra­dıkları akıbete uğratsın.

— Âmin!

Bizi mahv için tertip edilen barış, anlaşması paçavrasını mücahitlerimiz Doğu tarafından yırtmaya başla­dılar. Şimdi beri taraftaki dindaşlarımıza düşen vazife, Anadolumuzun diğer cihetlerindeki düşmanları denize dökerek o murdar paçavrayı büsbütün parçalamaktır. Zi­ra o parçalanmadıkça İslam için bu diyarda yaşama imkânı yoktur.

Ey cemaati müslimin!

Hepiniz bilirsiniz ki, buhran­lar içinde çırpınıp duran bu din-i mübin bizlere Allah'ın emanetidir. Kahraman ecdadımız bu Allah emanetini ko­rumak uğrunda canlarını feda etmişler. Kanlarını seller gibi akıtmışlar. Muharebe meydanlarında şehit düşmüş­ler; İslam’ın bayrağını yerlere düşürmemişler. Mübarek naaşlarını çiğnetmemişler; şeriatın temiz, kutsal şeylerine yabancı ayak bastırmamışlar. Babadan evlada, asır­dan asıra intikal ede ede, bize kadar gelen bu büyük emanete hıyanet kadar zillet tasavvur olunabilir mi? Yoksa bizler o muazzam ecdadın torunları değil miyiz? Yabancıların eline geçen Müslüman yurtlarının hali bi­zim için en tesirli bir ibret levhasıdır. Endülüs diyarını gözünüzün önüne getirin. 0, cihanın en mamur, en me­deni, teknikte en ileri ülkesi vaktiyle sinesinde on beş milyon Müslüman barındırırken bugün baştanbaşa dola­şınız tek bir dindaşımıza rast gelemezsiniz. Allah'ın bir­liğini, Batının ufuklarına söylettiren o binlerce minarenin yerlerindeki çan kulelerinden bugün etrafa teslis velve­leleri aksediyor. Şevketin, medeniyetin, bilginin, ilerleme­nin son noktasına varmışken birbirlerine düşerek va­tanlarını üç buçuk İspanyol'a karşı savunmadan aciz kalan bu zavallı dindaşlarımızdan olsun ibret alalım da, İslam'ın son sığınağı olan bu güzel toprakları düşman istilası altında bırakmayalım, üzüntüyü, miskinliği, ihtirası, tefrikayı büsbütün atarak azme, din için savaşa, birliğe sarılalım. Cenabı Kibriya, Hak yolunda savaşmak için meydana atılan azim ve iman sahipleriyle beraberdir.

Ya İlahi bize tevfikini gönder!

— Âmin! Doğru yol hangisidir, millete göster!
— Âmin! Nur-u İslamı şedaid sıkıyor, öldürecek.
Zulmü tedip ise maksud-u muhibin gerçek,
Nare yansın mı beraber bu kadar mazlumun?
Bigünahız çoğumuz yakma İlahi!
— Âmin! Boğuyor Âlem-i İslamı bir azgın fitne;
Kıt'alar kaynayarak gitti o girdap içine.
Mahvolan aileler bir sürü masumundur;
Kalan avarelerin hali de malumundur.
Nasıl olmaz ki tezelzül veriyor arşa enin?
Dinsin artık bu hazin velvele Ya Rab.
— Âmin!:Müslüman yurdunu her yerde felaket urdu;
Bir bu toprak kalıyor dinimizin son yurdu.
O da çiğnendi mi, çiğnendi demek şer-i mübin.
Haksar eyleme Ya Rab onu olsun!
—Âmin Velhamdülillahi Rabbil Âlemin.

NOT: Mehmet Akif Kastamonu'daki ilk konuşmasını  Nasrullah Kadı tarafından 1506 yılında yaptırılan ve Kastamonu merkezinde bulunan Nasrullah Camii'nde yapmış­tır. Bu konuşma Sebilü'r-Reşad dergisinin 25 .Kasım 1920 ta­rihli 464. sayısında yayınlanmıştır.

SON EKLENENLER

Üye Girişi