Kullanıcı Oyu: 2 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

TÜRK MİZAHI
Mizah, halk verimlerimizin ve yazılı edebiyatımızın türlü dallarına yayılmıştır. Tanzimat'tan sonra yazılı ve sözlü mizahın yanında çizgi mizahı da görülmeğe başlar. Fakat Türk mizahının en zengin kolu, şüphesiz sözlü halk verimleridir. Anlaşıldığı gibi mizahımızı üç kola ayırarak incelemek gerekecektir: Sözlü Mizah, Yazılı Mizah, Çizgi Mizahı. Karikatür (resim) sanatı içine giren çizgi mizahı konumuzun dışında olduğuna göre aşağıdaki sayfalarda, önce sözlü sonra yazılı Türk mizahını göreceğiz,
Sözlü Mizah
Sözlü mizah ürünleri, halkımız arasında söylenen ve kuşaktan kuşağa zenginleşerek geçen güldürücü fıkralar, tekerlemeler, monologlar, eğlenceli mâniler, mizahlı masallar, meddah hikâyeleri, bilmeceler, vs.dir. Bunlar arasında en zengin ve değerli malzeme güldürücü fıkralardır. Mizahlı fıkralar şu beş dalda toplanmış görünür:

  • Nasreddin Hoca fıkraları (Aşağıda incelenecek)
  • Bektaşi fıkraları

Bu fıkralar, katı, kaba ve hoşgörüsüz yobazlığa (dar görüş) karşılık aklın, ince zekânın, saldırgan olmayan, hikmetli hoş çıkışlardır. Hepsinin hazırcevap, nükteci kahramanı, güler yüzlü, yaşlı, rind bir Bektaşi dedesidir. Dede, bir bâtıl inancın veya manalı, manasız toplum kuralının püf noktasını bularak güldürür. Yahut gereksiz taassuba akıl mantık ışığı tutarak mizah yapar. Türk halkının Al¬lah ve Peygamber’e sonsuz saygı içinde çok dindar olduğu bilinmektedir. Fakat bu halk hiçbir konuda (milliyetçilik, ahlâkçılık, Atatürkçülük, din vs.) dar görüşlü ve fanatik (bağnaz) değildir. Bâtıl olduğu halde kedileştirilmek, "putlaştırılmak" istenilen konularda bile daima gerçekçi, şüpheci, tenkitçi ve hoşgörücüdür. İşte Türk halkı mizacının bu yanını en çok Bektaşi fıkraları ile yaptığı mizahta göstermiş bulanmaktadır.
Ancak Bektaşi fıkraları, daima alay ve istihzaya dayandığı için bunlarda Nasreddin Hoca fıkraları gibi yapıcı bir felsefe aransa bulunamaz.

3- Büyük-şehir fıkraları
Bunlar, daha çok eski büyük şehirlerimizin (İstanbul, Edirne, Bursa, Bağdat) saray ve konaklarında, çarşı pazarlarında, meyhane ve kahvelerinde geçen olayları anlatan güldürücü fıkralardır. Diğer bir kısmı, halkın iyi tanımadığı saraylı konaklı "yüksek tabakayı" hayale ve zanna dayanarak mizaha çekmektedir. Kimisi de söylentilere tahminlere dayanılarak imal edilmişlerdir.
Bazen da İncili Çavuş gibi hazırcevap bir mizah dehâsı icat edilip halkın saray ve konaklılara, zenginlere karşı tepki, alay ve istekleri, onun ağzı ile dile getirilir.
Bu sözlü verimler, yer, zaman ve kişi üzerinde kalmayıp (eğer yaşama güçleri varsa) bir bölgeden öbürüne, bir milletten başkasına, eski zamandan yenisine geçerler. Fıkraların kahramanları da değişebilir.
Fıkra kahramanları çeşitlidir. Bazen İncili Çavuş gibi saray ve konak dalkavukları; Bazen cüceler, nükte sever vezirler, sultan hanımlar, Bazen da Bekri Mustafa gibi "ayyaş"lar bu fıkraların hazırcevap kişileridir. Bu fıkraların bir kısmı da halkın, üst tabakaya meraklı bakışlarını aksettirir. Konak ve sarayların kaim duvarları ardındaki yaşayışları hayal ederek, gözde büyütsek ve alay karışığı anlatan güldürücü sosyal latifelerdir. Gereksiz yasakları ve eli sopalı idareci takımının yolsuzluklarını hicveden zekâ direnişleri de başka grup fıkraları meydana getirir. Birazı yabancı kültürlerden aktarılmış, birazı İstanbul'un ünlü meddahları veya bilinmez halk nüktecileri tarafından uydurulmuş olan fıkralarından bir kısmının da bizzat saray ve konaklarda teşekkül ettiği düşünülebilir.

4- Oflu Hoca Fıkraları
Bunlar daha çok cinsî konulan içine alan, bazı zümrelerdeki cinsî fantezileri dile getiren fıkralardır. Bazısı "müstehcen" olmakla birlikte, ince zekâ buluşlarına dayananları çoktur. Cinsî istek ve açlık konularının, dinî terimler, nükteler ve cinaslar arasında verilmesi, büyük kısmı da Karadeniz şivesine oturtulan bu fıkraların ayırıcı vasıflarıdır.

5- Bölgeleri ve Etnik Zümreleri Karikatürleştiren Fıkralar
Meselâ Karadeniz, Doğu Anadolu, Rumeli ve İstanbul insanlarına, Yahudilere, Rumlara dair birçok güldürücü fıkralar anlatılmaktadır. Bunlar, bölgelerde yaşayan kişilerin yahut ırk zümrelerinin mizaçlarını, olaylar karşısındaki tepkilerini kendi aralarında veya yeni girdikleri muhitle olan çatışmalarını ve Bazen da şivelerini mübalağalı bir tarzda işleyerek mizah konusu yapan fıkralardır. Bunları düzüp koşanlar da şehir halklarıdır. Şehirli Türk'ün kendisini öbürlerinden üstün görme zaafına dayanan bu türlü mizah ürünlerinin en güzelleri Karagöz ve Ortaoyunu nükteleri ve tipleri arasında görülecektir.
Sözlü fıkralar arasında halkımızca en benimsenmiş, milletimizin zekâ inceliğini, nükte gücünü ve hayat felsefesini en güzel yansıtanların Nasreddin Hoca fıkraları olduğu şüphesizdir. Halkımızın mizah dehasını Nasreddin Hoca temsil eder.
Bundan sonra gelen bölümde Hoca'nın gerçek ve millî kişiliği üstünde biraz durduktan sonra fıkralarını değerlendirmeğe çalışacağız.

Sözlü Mizah Parçaları
Bektaşi'den İslâm'ın Şartı
Zorba ve hayırsız zenginin biri, oradan geçmekte olan Bektaşi babasını, aklınca imtihan etmeğe kalkmış:
-De bakalım baba erenler, İslâm'ın şartı kaçtır? Bektaşi, hiç düşünmeden dikmiş cevabı:
- Birdir!
Adam ağzı köpürürcesine:
- Bre cahil, dinsiz, imansız! diye bağırmış. Daha İslâm'ın kaç şartı olduğunu
bilmezsin, bir de derviş olmağa kalkarsın...
Bektaşi gayet sakin:
-Kerem buyurunuz, kızmayınız! Bir hesap yapalım haksız mıyım? demiş "Hac" ile "Zekât'ı siz kaldırdınız. "Namaz"la "oruc"u da biz yok ettik. Şimdi kala kala "Kelime-i şahadet'ten gayri ne kaldı söyler misiniz?
Bekri Mustafa'dan Dünyanın Hali
Bekri Mustafa bir gün yine sarhoş, cami önünden geçerken bakmış ki cemaat toplanmış cenaze namazı kılacaklar. Ama imam hastalanmış, namazı kıldıracak adam bulunamıyor.
Başını kavuklu görünce cemaatten birkaç kişi koşmuş Bekri'ye yalvarmağa başlamışlar:
- Ne olursun, gel de şu namazı kıldır. Yoksa cenazemiz yerde kalacak.
Bekri şaşırmış. Önce reddedecek olmuş. Ben sarhoşum falan demiş. Sonunda bakmış ki dinletemeyecek, geçmiş cemaatin önüne. Lâkin namaz kıldırmaya baş¬lamadan önce ölünün kulağına eğilip bir şeyler fısıldamış. Bu işte bir keramet se¬zen cenaze sahipleri, namazdan sonra, onun mevtaya eğilip ne söylediğini sor¬muşlar. Bekri Mustafa:
- Merhuma dedim ki, demiş, bu dünyada neler olup bittiğini bir sorup sual
eden olursa: "Bekri Mustafa imam olmuş, namaz kıldırıyor. Varın siz o dünyanın
halini hesap ediverin artık!" dersin, dedim,

İncili Çavuş'tan
Tazı İle Çoban Köpeği
Çok pinti bir vezir, İncili Çavuş'un bir tazı getirmesini istemişti. İncili, gitti, be¬sili bir çoban köpeği bulup getirdi. Vezir, bu yersiz harekete sinirlendi:
Bana bak Çavuş, dedi, ben senden tazı istemiştim. Tazı dediğin böyle mi olur?
Ya nice olur paşa hazretleri?
Âlâ bilirsin ki tazı incecik, sıska, karnı sırtına yapışık bir hayvandır.
İncili, gevrek gevrek gülmeğe başladı:
- O ciheti merak buyurmayın paşam. Bu hayvancağız da devletli mutfağınızdan
bir ay yemek yesin, o tarif ettiğiniz tazıdan beş beter hale gelir.

AHMET KABAKLI, TÜRK EDEBİYATI TARİHİ 1.CİLT

SON EKLENENLER

Üye Girişi