EDEBİYAT TARİHİ-2
Edebiyat Tarihi bir milletin yüzyıllar boyu yarattığı edebî eserleri ve onları meydana getiren "edib" leri, tarihî seyri ve gelişmesi içinde inceleyen bilim koludur. Kurucu edebiyat tarihçimiz Fuad Köprülü'ye göre:
" Edebiyat tarihi, umumiyetle tarihin, daha sahih bir ifade ile medeniyet tarihinin çok mühim bir kısmıdır. Bir milletin uzun asırlar esnasında geçirdiği fikrî ve hissi tekâmülü gösteren bütün fikir mahsullerini tetkik ederek, onun manevî hayatını şe'niyette olduğu gibi yahut ona en yakın bir şekilde yaşatmaya çalışan canlı bir tarih şubesidir."
Edebiyat tarihini "canlı bir tarih şubesi" sayan bu görüşün yanında başka metot teklifleri de vardır. Bunlar yine az çok birbirine bağlı olan sosyolojik(edebiyatı toplum meseleleriyle izaha çalışan); estetik (eserleri daha ziyade, güzellik, sanat yönleriyle ele alan), psikolojik (sanatçıların ruh hallerini esas tutan); genetik (sanat eserini ve sanatçıyı hazırlamış olan vakayı başlangıcından alarak bütün halinde inceleyen) ve ekonomik (bütün sanat oluşumlarını alt yapı dedikleri ekonomi ile açıklayan) metotlardır. Fuat Köprülü'nün tarihçi usulünden ayrılarak, daha çok metin incelemelerine bağlı psikolojik bir metodun savunucusu görünen Prof. Ali Nihad Tarlan ise şunları söylemektedir:
"Edebiyat tarihçisi hangi cemiyetin tarihini yazıyorsa, o cemiyetin teessürî hayatına ait malzemeyi bir obje olarak eline alıp asırlar boyunca yürüyüşlerini bize gösterecektir. İlk iş olarak sanatkârın ruhî bina (yapı) ve teşekkülünün belirtilerini bulmak mecburiyeti vardır. Bu bina, onun biyografisinin psikolojik cephesini imkân mertebesinde son haddine kadar derinleştirmek ve verdiği edebî mahsulün aydınlığında psikoloji kanunlarına göre ruhî portresini resmetmekle meydana gelir."
A. Hamdi Tanpınar ise edebiyat tarihinde estetikçi bir metodun temsilcisidir.
Edebiyat tarihinin asıl konusu eserler ve kişilerdir. Fakat bir edibin yetişmesi ve bir eserin yazılması, tesadüfle olmaz. Edebî eserler bir toplumdaki çeşitli olayları yansıtan aynalar gibidir.
Belirli zamanlarda, millet hayatına tesir eden, maddî ve manevî olaylar vardır. Vatan değişmesi, göçler, din, estetik, iktisadî, siyasî, teknik olaylar, toplumda olduğu gibi, onun aynası olan edebiyat üzerinde de derin izler bırakırlar.
Meselâ İslâmlık öncesi Samanlık, Budizm ve başka inançlara dayalı devirler Türk edebiyatı ürünlerinin İslâmlığı benimsedikten sonra yazılmış eserlerimizden önemli farklar göstermesi dinin edebiyat üzerindeki etkisine canlı bir misâldir.
Şair ve yazarlarımız İran edebiyatını tanıdıktan sonra bambaşka şekil ve öz taşıyan bir Divan Edebiyatı meydana getirdiler. Bu olay estetik değişmesinin edebiyat üstündeki tesirini gösterir,
Bursa ve İstanbul gibi başkentler alındıktan sonra iktisadî, siyasî ve sosyal hayatımızda büyük değişmeler oldu. Osmanlı sarayı, İran şahlan ve Bizans kayser-leriıünkini andıran bazı töreleri benimsedi. Konaklarda zarif ve bilgili insanlar çoğaldı. Bu sosyal vakıanın sonucu, bir seçkinler edebiyatının meydana çıkmasıdır.
19. yüzyılda buharı makinaya uygulayan Batı tekniğinin hızla gelişmesi, Türk hayatım sarsmış ve iktisatça Avrupa'ya muhtaç kılmıştır. Hazin yenilgiler, yoksullaşan bünye ve uğranılan haksızlıklar arasında Batı'yı anlamak ve taklid etmek için harcadığımız gayret, bize Batı Örneğinde bir yeni edebiyat getirmiştir.
Tekniğin hızlı gelişmesi, ulaşım kolaylıkları köy-şehir arasındaki kaim duvarları yıktığı için, bugün Anadolu'da, sözgelişi, Karacaoğlan gibi bir saz şairinin yetişmesi imkânsız olmuştur. Radyo, televizyon, gazete ve okullar orta bir kültürü ve bazı genel bilgileri her tarafa yaymaktadır. Bölgeler arasındaki yaşayış farkları azalmaktadır. Bunun sonucu, şehirlerden uzak bir âlemin havasını yaşatan kaynakçıl saz şairlerinin azaldığı, üslûp ve tarzlarının değiştiği görülüyor.
Halkın okuması, aydınların çoğalması, demokrasinin varlığı, iç ve dış gezilerin artması gibi birçok sebepler, yalnız bir zümreye hitap edenseçkinler edebiyatını tesirsiz hale koymuştur. Onun yerini, büyük kütlelere seslenmek isteyen değişik türlerde eserler almıştır.
Batı'dan alınma ilmî sosyal görüşler, edebiyatı etkiledikçe, giyim kuşam tarzları başkalaştıkça, kadınlar her alanda günlük yaşamaya katıldıkça, şehirler büyüdükçe, sinema, radyo, televizyon gibi icatlar çoğaldıkça edebî eserlerde biçim ve öz değişmeleri sürüp gidecektir. Nitekim yeni edebiyatlarda halkın dertleri ön plâna geçmiş, aşk ve rastgele tabiata bakışlar değişmiş, yeni türler ve yeni sanat usulleri yazarları zorlamıştır.
Bu açıklamalarla örnekleri çoğaltabiliriz. Bütün bunlar, ediplerin ve edebî eserlerin rastgele değil; vakaların, tekniklerin genel kültürlerin, sanat ve fikir çevrelerinin etkisi altında meydana geldiğini, dünyada ve toplumda değişen her şeyin sanat ve edebiyatı da değiştirdiğini gösteriyor.
Edebiyat tarihi, 19. asırdan sonraya ait bir ilim koludur. Romantiklere kadar, "edebiyat tarihi" denilince, sadece Yunan ve Latin "antikite" eserleri düşünülüyordu. Romantikler, "beşerî klâsik antikite"nin yanında, millî edebiyatların da (özellikle Fransız edebiyatı) incelenmeye, korunmaya değer bir mazisi, görüş ve eserleri bulunduğuna dikkati çektiler. Fransa'da bu yoldaki çalışmalar, millî edebiyatların geçmişlerine dönük olarak 19. yüzyıl boyunca geliştirildi.
Edebiyat tarihinin metodunda ilmî yenilik, Fransız Profesör Gustave Lanson (1857-1934) tarafından yapılmıştır. Larousse sözlüğüne göre o, "edebî eserlerin incelenmesine tarihî ve kıyaslan) ah metodu uygulamıştır."
Lanson metoduna göre: Edebî eserler, ekollerin, çağın, çevrenin, tarih ve iktisat şartlarının yazarları etkilemesiyle meydana gelirler. O kadar ki eserin ortaya konduğu sosyal çevreyi tanımadan, onu hakkıyla izah etmek mümkün olmaz. Ayrıca devirlerin, yazar ve şairlerin, başka ülke edebiyatçıları ile "kıyaslanması" da, o eserleri anlamamıza yarayacak Önemli metot unsurlarındandır.
Ancak edebî eserleri dış sosyal tesirlere fazlasıyla bağlayan bu katı sosyal, biraz da kaderci anlayışa karşı görüşler zamanla gelişmiştir. Edebiyat tarihine ve edebî eserlere hem tarihçi hem de tenkitçi [yani objektif ve sübjektif) gözle bakılması gerektiğini söyleyen Rene Wellek, edebî eser dış şartlardan ziyade, kendi üslûbu ve şartları içinde incelenmelidir, görüşünü savunmuştur. Bu bakışa göre edebiyat tarihi ve tenkidin konusu, eserlerin ve yazarlarının kendileridir.
Bizde Fuad Köprülü'nün, edebiyat tarihinde Lanson metodunu benimsediği görülüyor. Wellek'in görüşleri ise, Prof. Dr. Mehmet Kaplan tarafından, kronolojik sıra içinde, edebî eserlere ve yazarlarına uygulanmıştır.
Bizde edebiyat tarihi ihtiyacının, 19. asra kadar "şuarâ tezkireleri" ve benzeri vefiyat kitapları, Şakayık ve ekleri, evliya menkıbeleri, Keşfü'z-Zünun ve ekleri gibi eserlerle karşılandığını görüyoruz. Bir bakıma edebiyat tarihi gibi monografi ve biyografi türlerim de karşılayan bu eserler, bugün dahi edebiyatımıza toplu ve sistemli bir bakış getirecek olan en değerli malzemeyi teşkil ediyor.
A. KABAKLI (TÜRK EDEBİYATI)