Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

EDEBİYAT TARİHİ-2
 
Edebiyat Tarihi bir milletin yüzyıllar boyu yarattığı edebî eserleri ve onları meydana getiren "edib" leri, tarihî seyri ve gelişmesi içinde inceleyen bilim kolu­dur. Kurucu edebiyat tarihçimiz Fuad Köprülü'ye göre:
" Edebiyat tarihi, umumiyetle tarihin, daha sahih bir ifade ile medeniyet tari­hinin çok mühim bir kısmıdır. Bir milletin uzun asırlar esnasında geçirdiği fikrî ve hissi tekâmülü gösteren bütün fikir mahsullerini tetkik ederek, onun manevî hayatını şe'niyette olduğu gibi yahut ona en yakın bir şekilde yaşatmaya çalışan canlı bir tarih şubesidir."

Edebiyat tarihini "canlı bir tarih şubesi" sayan bu görüşün yanında başka me­tot teklifleri de vardır. Bunlar yine az çok birbirine bağlı olan sosyolojik(edebiya­tı toplum meseleleriyle izaha çalışan); estetik (eserleri daha ziyade, güzellik, sa­nat yönleriyle ele alan), psikolojik (sanatçıların ruh hallerini esas tutan); genetik (sanat eserini ve sanatçıyı hazırlamış olan vakayı başlangıcından alarak bütün halinde inceleyen) ve ekonomik (bütün sanat oluşumlarını alt yapı dedikleri eko­nomi ile açıklayan) metotlardır. Fuat Köprülü'nün tarihçi usulünden ayrılarak, daha çok metin incelemelerine bağlı psikolojik bir metodun savunucusu görünen Prof. Ali Nihad Tarlan ise şunları söylemektedir:
"Edebiyat tarihçisi hangi cemiyetin tarihini yazıyorsa, o cemiyetin teessürî ha­yatına ait malzemeyi bir obje olarak eline alıp asırlar boyunca yürüyüşlerini bize gösterecektir. İlk iş olarak sanatkârın ruhî bina (yapı) ve teşekkülünün belirtilerini bulmak mecburiyeti vardır. Bu bina, onun biyografisinin psikolojik cephesi­ni imkân mertebesinde son haddine kadar derinleştirmek ve verdiği edebî mah­sulün aydınlığında psikoloji kanunlarına göre ruhî portresini resmetmekle mey­dana gelir."

A. Hamdi Tanpınar ise edebiyat tarihinde estetikçi bir metodun temsilcisidir.

Edebiyat tarihinin asıl konusu eserler ve kişilerdir. Fakat bir edibin yetişme­si ve bir eserin yazılması, tesadüfle olmaz. Edebî eserler bir toplumdaki çeşitli olayları yansıtan aynalar gibidir.


Belirli zamanlarda, millet hayatına tesir eden, maddî ve manevî olaylar vardır. Vatan değişmesi, göçler, din, estetik, iktisadî, siyasî, teknik olaylar, toplumda ol­duğu gibi, onun aynası olan edebiyat üzerinde de derin izler bırakırlar.


Meselâ İslâmlık öncesi Samanlık, Budizm ve başka inançlara dayalı devirler Türk edebiyatı ürünlerinin İslâmlığı benimsedikten sonra yazılmış eserlerimiz­den önemli farklar göstermesi dinin edebiyat üzerindeki etkisine canlı bir misâl­dir.


Şair ve yazarlarımız İran edebiyatını tanıdıktan sonra bambaşka şekil ve öz ta­şıyan bir Divan Edebiyatı meydana getirdiler. Bu olay estetik değişmesinin edebi­yat üstündeki tesirini gösterir,


Bursa ve İstanbul gibi başkentler alındıktan sonra iktisadî, siyasî ve sosyal ha­yatımızda büyük değişmeler oldu. Osmanlı sarayı, İran şahlan ve Bizans kayser-leriıünkini andıran bazı töreleri benimsedi. Konaklarda zarif ve bilgili insanlar çoğaldı. Bu sosyal vakıanın sonucu, bir seçkinler edebiyatının meydana çıkması­dır.


19. yüzyılda buharı makinaya uygulayan Batı tekniğinin hızla gelişmesi, Türk hayatım sarsmış ve iktisatça Avrupa'ya muhtaç kılmıştır. Hazin yenilgiler, yok­sullaşan bünye ve uğranılan haksızlıklar arasında Batı'yı anlamak ve taklid et­mek için harcadığımız gayret, bize Batı Örneğinde bir yeni edebiyat getirmiştir.


Tekniğin hızlı gelişmesi, ulaşım kolaylıkları köy-şehir arasındaki kaim duvar­ları yıktığı için, bugün Anadolu'da, sözgelişi, Karacaoğlan gibi bir saz şairinin ye­tişmesi imkânsız olmuştur. Radyo, televizyon, gazete ve okullar orta bir kültürü ve bazı genel bilgileri her tarafa yaymaktadır. Bölgeler arasındaki yaşayış farkla­rı azalmaktadır. Bunun sonucu, şehirlerden uzak bir âlemin havasını yaşatan kaynakçıl saz şairlerinin azaldığı, üslûp ve tarzlarının değiştiği görülüyor.


Halkın okuması, aydınların çoğalması, demokrasinin varlığı, iç ve dış gezile­rin artması gibi birçok sebepler, yalnız bir zümreye hitap edenseçkinler edebi­yatını tesirsiz hale koymuştur. Onun yerini, büyük kütlelere seslenmek isteyen değişik türlerde eserler almıştır.


Batı'dan alınma ilmî sosyal görüşler, edebiyatı etkiledikçe, giyim kuşam tarz­ları başkalaştıkça, kadınlar her alanda günlük yaşamaya katıldıkça, şehirler bü­yüdükçe, sinema, radyo, televizyon gibi icatlar çoğaldıkça edebî eserlerde biçim ve öz değişmeleri sürüp gidecektir. Nitekim yeni edebiyatlarda halkın dertleri ön plâna geçmiş, aşk ve rastgele tabiata bakışlar değişmiş, yeni türler ve yeni sanat usulleri yazarları zorlamıştır.


Bu açıklamalarla örnekleri çoğaltabiliriz. Bütün bunlar, ediplerin ve edebî eserlerin rastgele değil; vakaların, tekniklerin genel kültürlerin, sanat ve fikir çevrelerinin etkisi altında meydana geldiğini, dünyada ve toplumda değişen her şeyin sanat ve edebiyatı da değiştirdiğini gösteriyor.
Edebiyat tarihi, 19. asırdan sonraya ait bir ilim koludur. Romantiklere kadar, "edebiyat tarihi" denilince, sadece Yunan ve Latin "antikite" eserleri düşünülü­yordu. Romantikler, "beşerî klâsik antikite"nin yanında, millî edebiyatların da (özellikle Fransız edebiyatı) incelenmeye, korunmaya değer bir mazisi, görüş ve eserleri bulunduğuna dikkati çektiler. Fransa'da bu yoldaki çalışmalar, millî ede­biyatların geçmişlerine dönük olarak 19. yüzyıl boyunca geliştirildi.
Edebiyat tarihinin metodunda ilmî yenilik, Fransız Profesör Gustave Lanson (1857-1934) tarafından yapılmıştır. Larousse sözlüğüne göre o, "edebî eserlerin in­celenmesine tarihî ve kıyaslan) ah metodu uygulamıştır."

Lanson metoduna göre: Edebî eserler, ekollerin, çağın, çevrenin, tarih ve ikti­sat şartlarının yazarları etkilemesiyle meydana gelirler. O kadar ki eserin ortaya konduğu sosyal çevreyi tanımadan, onu hakkıyla izah etmek mümkün olmaz. Ay­rıca devirlerin, yazar ve şairlerin, başka ülke edebiyatçıları ile "kıyaslanması" da, o eserleri anlamamıza yarayacak Önemli metot unsurlarındandır.
Ancak edebî eserleri dış sosyal tesirlere fazlasıyla bağlayan bu katı sosyal, bi­raz da kaderci anlayışa karşı görüşler zamanla gelişmiştir. Edebiyat tarihine ve edebî eserlere hem tarihçi hem de tenkitçi [yani objektif ve sübjektif) gözle bakıl­ması gerektiğini söyleyen Rene Wellek, edebî eser dış şartlardan ziyade, kendi üs­lûbu ve şartları içinde incelenmelidir, görüşünü savunmuştur. Bu bakışa göre edebiyat tarihi ve tenkidin konusu, eserlerin ve yazarlarının kendileridir.
Bizde Fuad Köprülü'nün, edebiyat tarihinde Lanson metodunu benimsediği görülüyor. Wellek'in görüşleri ise, Prof. Dr. Mehmet Kaplan tarafından, kronolo­jik sıra içinde, edebî eserlere ve yazarlarına uygulanmıştır.

Bizde edebiyat tarihi ihtiyacının, 19. asra kadar "şuarâ tezkireleri" ve benzeri vefiyat kitapları, Şakayık ve ekleri, evliya menkıbeleri, Keşfü'z-Zünun ve ekleri gi­bi eserlerle karşılandığını görüyoruz. Bir bakıma edebiyat tarihi gibi monografi ve biyografi türlerim de karşılayan bu eserler, bugün dahi edebiyatımıza toplu ve sistemli bir bakış getirecek olan en değerli malzemeyi teşkil ediyor.
 

A. KABAKLI (TÜRK EDEBİYATI)

SON EKLENENLER

Üye Girişi