NEDÎM - BAK SİTANBULUN ŞU SAD-ABAD-I NEV-BÜNYANINA
Berâ-yı Sitâyiş-i Sa'd-âbâd
(Sultan III.Ahmed ve Damad İbrahim Paşa için, Sadabad vasfında yazılmış çift methiye bölümü olan bir kasidedir. Nesib kısmında Sa'dâbad tasviri vardır.)
fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün
1.Bak Sıtanbulun şu Sa'd-âbâd-ı nev-bünyânına
Âdemin canlar katar âb u havâsı cânına
bünyân:yapı, bina; nev-bünyân: yeni yapılmış
Sa'dâbâd: A.F. (sa'd-abad):"Uğuru bol olan yer" demektir. III. Ahmed döneminde, İstanbul'da Kâğıthane deresinin Haliç'e aktığı yerde inşa edilen sarayın ve semtin adıdır.
Kâğıthane, fetihten itibaren tabiî güzellikleriyle, zevk ve sefa erbabının rağbetini çeken eğlence yerlerinden biriydi (bk.Latifî). Evliya Çelebi, XVII. Yüzyılda, burada çadırların kurulduğunu ve çeşitli oyunların tertip edildiğini anlatır. 1718'den sonra ise, Kâğıthane'de yeni bir dönem başlar. Bu tarihlerde, III. Ahmed ve veziri aynı zamanda damadı Nevşehirli İbrahim Paşa'nın gayretleriyle, Kâğıthane merkez olmak üzere İstanbul'un her tarafında bir imar ve güzelleştirme faaliyeti başlatıldı. Önce , Kâğıthane Deresinin yatağı genişletilerek iki tarafı mermer rıhtımlar içine alındı. Derenin etrafında küçük kanallar, gölcükler, fıskıyeler üzerinde de çağlayanlar oluşturuldu. Nehrin kenarlarına sütunlar dikilerek "kasr-ı hümâyun" inşa edildi. Baruthaneye kadar, yolun kenarlarına saray erkânı için köşkler yapıldı. Bunlara Kasr-ı neşât, Çeşme-i nûr, Hurrem-âbâd, Cedvel-i sîm gibi isimler verildi. Bütün bunlar, İbrahim Paşa'nın gayretleriyle iki ay gibi kısa bir sürede tamamlandı.
Sa'dâbâd'ın açılışı, 27 şevval ll34 / 31 Temmuz 1722'de III. Ahmed'in katıldığı muhteşem bir törenle gerçekleştirildi. Sa'dâbâd, bu tarihten itibaren l730'a kadar, devlet erkânının, şairlerin ve zevk erbabının toplandıkları bir mekân oldu. Padişah, ilkbaharı bu köşkte geçirir ve sık sık devlet büyüklerine, yabancı elçilere ziyafetler verirdi. İlkbaharla birlikte başlayan eğlenceler, geceleri helva sohbetleri ve çerâgân eğlenceleriyle sabahlara kadar devam ederdi. Tarihte Lâle devri olarak adlandırılan bu dönem, Nedîm'in dilinden en güzel bir şekilde yankılandı. Bu eğlencelerde, ney ve tambur sedaları arasında Nedim'in gazelleri okunurdu. Sa'dâbâd'ın bu görkemi, l730'daki Patrona Halil isyanıyla sona erdi. İsyan sırasında tam bir harabeye döndü. 1740'da Sultan Mahmud yeniden tamir ettirdi. Cumhuriyet döneminde bir süre askerî amaçla kullanıldı; 1941'de ise tamamen ortadan kaldırıldı.
"İstanbul'un yeni yapılmış şu Sa'dâbâd köşküne bak! Suyu ve havası, insanın canına can katar."
Bak: Nida; Sitanbul-Sadabad, ab-heva : Tenasüp
2.Ey sabâ gördün mü mislin bunca demdir 'âlemin
Püşt-i pâ urmakdasın İrânına Turânına
püşt: taban, sırt , püşt-i pâ: taban
"Ey sabah rüzgârı! Bunca zamandır dünyanın İran'ında da, Turan'ında da taban vurmaktasın (gezmektesin); Bu zamana kadar bunun benzeri bir (şehir) gördün mü?"
Turân, İran Mitolojisindeki Feridun şahın uç oğlundan biri olan Tûr'dan gelmektedir. Şah, dünyayı oğullan arasında paylaştırır. Türklerin oturduğu Orta Asya'yı da Tûr'a bırakır. Turan buradan gelmektedir. Şair, İstanbul'un ne İran'da ne de Turan ülkesinde benzerinin olmadığını anlatıyor.
İstifham, teşhis (Ey saba), nida, kinaye (püşt-i pâ) ve tenasüp (İran-Turan)
3.Ey felek insâf ey mihr-i cihân-ârâ aman
Bir nazîri var ise söylen konulsun yanına
"Ey gök kubbesi, ey dünyayı süsleyen güneş! İnsaf, bir benzeri daha varsa, getirsinler yanına koysunlar da görelim."
mihr-i cihân-ârâ: dünyayı süsleyen güneş.
Nazîr: benzer
Şair, bütün dünyayı dolaşan (gören) güneş, felek ve sabah rüzgarına seslenerek, onlardan İstanbul'un benzeri bir şehir olup olmadığını sormaktadır.
Nida, teşhis.
4.Ben de bilmem böyle rûh-efzâhğm aslın meger
Hızr tohm-ı 'ömr-i câvid ekdi nahlistânına
rûh-efzâ: ruh arttıran, gönlü ferahlatan câvîd: ebedî
"Bu (güzel şehrin), gönülleri bu kadar ferahlatmasının sebebini ben de bilmiyorum. Yoksa, onun bahçesine ölümsüzlük tohumu mu ekti?"
İstanbul'un toprağının, suyunun insana hayat vermesi, Hızr'ın ölümsüzlük tohumu ekmesine bağlanmaktadır (hüsn-i ta'lil). Ömür bir tohuma benzetilmektedir (teşbih-i beliğ).
5. Hey ne feyz-i câvidandır kim olur serv-i sehî
Sürseler bir katre âbın nâvekin peykânına
"Bu nasıl hayat (ebedîlik) bereketidir (feyzidir)? Bur damla suyu, okun ucuna sürseler, ondan düpdüzgün bir servi olur."
İstanbul'un farklılığı anlatılmaya devam edilmektedir. Onun bir damla suyu, bir oku bile uzun bir servi haline getirmektedir (Mübalağa). İstifham ve tenasüp (navek-peykan, ab-servi-feyz)
6.Şöyledir sahnındaki cûş u hurûş-ı nev-bahâr
Kim erişmişdir telâtum âsman eyvânına
cûş u hurûş: coşma ve gürültü
"(İstanbul)da, İlkbaharın coşkusu öyle (büyüktür ki), dalgaları bile gök kubbeye kadar çıkar."
İstanbul'un baharla gelen güzellikleri öylesine coşkuludur ki, dalgaları bile göklere kadar yükselir (Mübalağa). Cuş-huruş,telatum: tenasüp
7.Hey ne hâletdir ki dûdun sünbül-i sîr-âb eder
Uğrasa bâd-ı sabâsı dûzahın nîrânına
sîr-âb: suya kanmış ; dûd: duman, dûzah: cehennem, nîrân: ateşler "Bu ne hâldir? Tan yeli cehennem ateşine uğrasa dumanını suya kanmış taze sünbül hâline getirir."
Mübalağalı ifadelerle, İstanbul'daki baharın güzelliği, farklılığı anlatılmaya devam edilmektedir. Onda esen sabah rüzgarı, cehennem ateşinin dumanını bile sünbüle döndürür (mübalağa). Dumanla sünbül arasında şekil ve renk bakımından ilgi kurulmaktadır. İstifham; tenasüp (sünbül- dûd; duzah- niran)
8.Turfa reng-â-reng âheng eylemiş sahrâyı pür
Kûh ses verdikçe şeydâ bülbülün efgânına
"Dağlar, çılgın bülbülün feryatlarına ses (karşılık) verdikçe, ovayı görülmemiş, çeşit çeşit nağmeler kaplar."
Bülbülün nağmeleri dağlarda yankılandıkça, ovalar duyulmadık nağmelerle dolar. İstanbul'daki baharın coşkusuna bülbüllerin de katıldıklarını, her zamankinden daha güzel nağmeler çıkardıkları anlatılmaktadır.
9.Sabr u tâkatsız çıkup bir gül dahı peydâ eder
Hande sığmaz goncenin zîrâ leb-i handânına
"Goncanın gülen dudağına gülücük sığmadığı için, sabrı tükenir, dayanamaz bir gül daha çıkarır."
Gonca bile, bu coşku karşısında dayanamaz, ona ortak olmak için bir gül daha açar (dayanamayıp bir kahkaha atar). Teşhis, tenasüp (gül, leb, gonce)
10 Arşa dek çıkmakda mânend-i du'â-yı müstecâb
Uğrayan âb-ı musaffâ râh-ı şâdırvânına
mânend: eş, benzer; musaffa: saf, temiz.
"Şadırvanın yoluna uğrayan tertemiz su, kabul edilen dualar gibi arşa kadar yükselir."
Şadırvan (aslı şadurvan), genellikle cami avlularında bulunan içinde su bulunan, çok musluklu yapıdır. İnsanların bu su ile abdest alıp ettikleri dua, nasıl Allah'a kadar ulaşırsa; İstanbul'un tertemiz suyu da şudırvana uğradığında dularla birlikte göklere kadar çıkar. Mübalağa, kişileştirme ve tenasüp (arş, dua; ab, şadırvan)
11.Sizde böyle müşk olur mu deyü hâkinden birâz
Âh göndersem sabâyile Hoten hâkânına
"Onun toprağından birazcık, sizde böyle misk olur mu diye, Huten hakanına bir gönderebilsem."
12Cedvel-i Sîm içre âdem binse bir zevrâkçeye
İstese mümkin varılmak cennetin tâ yanına
"Cedvel-i sîm içinde insan küçük bir kayığa binse, istese Cennet'in ta yanına kadar varabilir."
Cedvel-i sîm: Gümüş cetvel. Kâğıthane'de yapılmış bir su kanalının adıdır.
13.Olsa ger kasrındaki nakş u nigâra bir şebîh
Anı yazmaz mıydı Gaffârî Nigâristânına
"(Sadabad)'ın, köşklerindeki süslere bir benzer olsaydı, Gaffarî onu Nigâristan adındaki eserine yazmaz mıydı?"
Gaffarî, eski hikâyeleri topladığı Nigâristan adlı eseriyle tanınan bir kadıdır.
14.Olsa Kisrâlar zamânında ya Firdevsî anı
Eylemez miydi şeref Şehnâme'nin unvânına
"(Sadabad), büyük İran şahları zamanında olsaydı; Firdevsî onu Şehname'sinde anlatmaz mıydı?"
Kisrâ, husrev (padişah,şah)'in Arapça söylenişidir.
15 Gûş kıl ey rûh-ı Kâvûs ey revân-ı Cem işit
Ben kapılmam ehl-i târikin sühan-sencârınaa
"Ey Kâvus'un ruhu kulak ver, ey Cemşid'in ruhu işit! Ben tarihçilerin düşünerek söylenmiş sözlerine inanmam."
Kâvûs ve Cemşid, İran şahlarıdır.
16.İkiniz de olmamış mâlik ana aldım haber
Çarh-ı pîrin and verdim dînine îmânına
"İkinizin de, (Sadabad gibi bir köşke) sahip olmadığnı, yaşlı feleğe dinine imanına yemin ettirerek öğrendim."
17.Derseniz kim çarh-ı pîre yok yere verdin kasem
Kim o b16.î-îmandır anun kim bakar eymânına
"Şimdi siz, yaşlı feleğe boş yere yemin ettirdin, o imansızdır, onun yeminlerine kim inanır dersiniz."
18Vaktinizde çarh âmennâ ki bi-îman idi
Ehl-i dil makrûn idi endûh-ı bî-pâyânına
"Kabul, sizin zamanınızda felek imansızdı; gönül ehli insanlar onun sınırsız sıkıntılarını çekiyordu."
(Girizgah)
19.Şimdi ammâ ehl-perverdir müselmândır tamâm
Olalı mahkûm Sultân Ahmedin fermânına
"Fakat şimdi, Sultan Ahmed'in fermanına boyun eğdiğinden beri, Müslüman olmuştur, ehil insanları korumaktadır"
(Methiye)
20 Şehriyâr-ı şer'-perver pâdişâh-ı din-penâh
Kim erişmez dest-i Husrev dâmen-i derbânına
"Dinin besleyicisi ve koruyucusu (olan padişaha), Husrev'in eli onun kapıcısının eteğine bile erişemez.
Zûr-ı bâzû-yı celâdet kuvvet-i kalb-i zafer
Kâflar tâkat getirmez hamle-i şîrânına
"Yiğitçe bir güce ve zaferin kalbinin attığı kuvvete sahip (zafere inanmış) (bir padişah. Onun arslan (gibi korkusuz askerlerine) Kaf Dağları bile engel olamaz."
(...)
45 Elde hâmem zabt olunmaz yohsa mümkin mi vusûl
Lâyıkınca vasf-ı zât-ı pâkinin pâyânına
"Elimde kalemimi tutamıyorum yoksa senin tertemiz zatının özelliklerini layıkınca anlatıp bitirebilmek mümkün müdür?
Bir gazel tarh edeyim bâri ki kalsın yâdgâr
Sahn-ı Sad-âbâdda İstanbulun hûbârına
"Bari bir gazel söyleyeyim de Sadabad'daki İstanbul güzellerine armağan kalsın." (Tegazzül)
El yusun candan düşenler pençe-i müjgânrna
Tel takınsın dûş olanlar kâkül-i pîçânına
"Kirpiklerinin pençesine düşenler, canlarından vazgeçsinler. Senin kıvrım kıvrım saçlarına düşenler sevinçlerinden tel takıp oynasınlar."
(...)
57 Zûr-ı satvet şöyledir eyler girîbâniyle bir
Girse kûhun dâmeni ser-pençe-i fermânına
"O kadar cesaretli, atılgandır ki, dağın eteği bile fermanının pençesine bir girse yakası gibi paramparça eder."
Ya'ni İbrâhîm Pâşâ-yı Felâtun-re'y kim
Hızr erişdi lûtfu çok bî-çârenin dermânına
"O Eflatun gibi fikir adamı olan İbrahim Paşa'nin iyilikleri, pek çok çaresizin yardımına Hızır gibi yetişti."
(...)
(Dua)
Şâd-kâm olsun safâlarla hemîşe hâtırın
Bin sürûr âmâde olsun vaktinin bir ânına
"Gönlün daima mutlulukla şad olsun. Ömrünün her anına binlerce sevinç hazır olsun."
75 Gâh sâhil-hânelerde gâh Sa'd-âbâdda
Sen safâ kıl düşmenin endûh geçsin cânına
"Bazen sahildeki köşklerde, bazen Sadabad sarayında, sen zevk u sefa kıl. Düşmanların ise üzülsünler.
Sen otur ikbâl ile taht-ı şehenşâhîde şâd
Mülkler olsun müsahhar 'askerin şîrânına
"Sen, zenginlik ve heybetle padişahlık makamında otur. Bütün ülkeler askerlerinin aslanlarına boyun eğsin."
Prof. Dr. Osman HORATA - TDE 472 Eski Türk Edebiyatı Ders Notları