AHMET HAMDİ TANPINAR İLE MÜLAKAT
AHMET HAMDİ TANPINAR YENİ ESERİNİ ANLATIYOR
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" yarın Yeni İstanbul’da çıkmaya başlıyor.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü.. Acayip bir isim değil mi?
Bir pazar sabahı üstadı evinde ziyaret edip, bana bu romanın nasıl bir şey olduğunu anlatmasını rica ettim...
Henüz saat onu biraz geçtiği hâlde, Hamdi Tanpınar tiril tiril giyinmiş, masa başında çalışıyor. Sayın profesörün Avrupa dönüşü pek şıklaştığını hep biliriz ama sabahın bu erken saatinde sayfalar dolusu yazı yazmış olacağını kim tahmin ederdi?
Üstü başı ne kadar düzgünse, masası o kadar karışık. Bir atölye masası gibi uzun yazı masasının üstünde kitap mı, resim mi, renkli "reproduction"(röprodüksiyon) mu ne isterseniz hepsi var, hatta bir Sokrat heykelinin fotoğrafı bile. Acaba Hamdi Tanpınar "Saatleri Ayarlama Enstitüsü"nü yazarken, Sokrates (Sokrat)in satire benzer yüzünden mi ilham alıyor? Son zamanlarda mizahı, hicve meylettiği şüphesiz. Bu yeni romanı ile bizi bol bol güldüreceğe benziyor. Kendisi de suallerime pek neşe ile cevap veriyor.
-Yeni romanınızın belli başlı bir tezi var mıdır?
- Ben tezli roman yazmam, hiçbir zaman yazmadım Bu sonuncu romanıma gelince, o daha ziyade kahramanı olan Hayri İrdal'a bağlı bir şeydir. Onun hayatıdır. Bu hayatın kendi ağzından hikâyesidir. O söyledi, ben yazdım. Kendisine sorarsınız.
-Bu şahsı nasıl buldunuz?
-Bulmadım kendi geldi. Şehir saatlerinin birbirini tutmaması yüzünden vapuru kaçırdığım bir günde Kadıköy iskelesinin saatinin altında birdenbire onunla karşılaştım ve bir daha beni terk etmedi. Ondan kurtulmak için bu hikâyeye başladım Bütün eserlerim böyle olur. Onun içindir ki, çok defa birisi tarafından anlatılır.
-Hayri İrda’lın hayatta bir benzeri var mı?
-Hayır. Zaten anahtarlı romandan hoşlanmam, yazılabileceğine de inanmam. Hatta Proust (Prust)’un romanlarındaki M. Charlus (Şarl)'un bile tam manasıyla yaşamış bir insanın portresi olduğuna kani değilim. Kaldı ki Proust (Prust), ne de olsa Goncourt (Gonkur) kardeşlerden gelir. Benim bu ananeyle alâkam yoktur. Benim kahramanlarım muhayyilemde yaşayan insanlardır ve daha ziyade terkibi varlıklardır. Şüphesiz bu terkibin muhtelif unsurları insan tecrübeme, yani hayatın tesadüflerine bağlıdır. Fakat bu unsurların etrafında birleştikleri nüve hayalîdir. Sanat eserine ancak yaratıldıktan sonra hayatta rastlarız, hani Oscar Wilde (Oskar Vayld)in dediği söz yok mu, "Tabiat sanatı taklit eder" ben onun doğruluğuna inanırım
-"Saatleri Ayarlama Enstitüsü"nün diğer eserlerinizle bir yakınlığı var mıdır?
-Bazıları ile evet... "Abdullah Efendi'nin Rüyaları" ile ufak tefek yakınlığı vardır. Henüz neşrettiğim "Mahur Beste" de, "Sahnenin Dışındakilere benzer çizgilere rastlanır.
-Bu kitabın bir mizah ve hiciv tarafı var, değil mi?
-Belki.. Hayri İrdal neşeli adam, galiba biraz da görmesini biliyor. Kendi aleyhinde olsa bile, konuşmaktan hoşlanıyor.
-Şiirle romanı nasıl bağdaştırıyorsunuz?
-İşte en mühim sual. Bende daima bu cins ayrılıklara rastlanır. Fakat doğru düşünürsek, bu pek de imkânsız değil. Fransızların "état poétuique"(eta poetik) dedikleri şiir hâli, her zaman elde edilen bir hâl değildir. Her zaman bizde hazır olmaz ve bir kere sizi yakaladı mı, zaten başka şeye imkân vermez. Ömür, ne dersek diyelim, epeyce uzundur, israf etmesek daha çok vakit bulabiliriz.
-Nasıl çalışırsınız?
-Sabahlan çalışırım, bütün gün de düşünürüm. Birkaç gün üstüste aynı şeye çalıştım mı, içimde onun havası teşekkül eder ve bir daha bırakamam, hatta çalışmasam bile, günlerce bende o devam eder, meğerki araya büyük fasıla girsin. O zaman bu havayı yeniden bulmak için beklemek lâzım.
-Bu hikâyeyi ne zaman yazdınız?
-Başladığı güne bakılırsa, dört sene oldu. Fakat resmi işim, dersler, diğer yazılarım tabiatıyla araya girdiler. Zannedildiğinden az zaman verebildim.
-Romanda sizin için ehemmiyetli unsur nedir?
-İnsan. Her şeyden evvel insan, bütün etrafıyla insan ve onun havası.
-Üzerinde düşündüğünüz başka romanınız var mı?
-"Aydaki Kadın" diye bundan çok ayrı, çok başka, daha derin ve ferdi meseleleri ele alan bir romanım var. Fakat ne zaman bitireceğimi bilmiyorum.
-Sevdiğiniz sanatkârları sorabilir miyim?
-Bu günlerde, ne yalan söyleyeyim beni Breughel (Bröjel) ile Goya (Goya) çok yakaladı. Onlardan hemen hemen ayrılamıyorum. Goya, dinamit gibi adam; Breughel başka bir şey. İkisi de muazzam insanlar. Seyahatimde onlara rastladıkça, bayram yapıyordum. İspanya'da en sevdiğim şey Goya’lar oldu.
Hamdi Tanpınar masanın üstündeki bir Goya resmini bana gösterdi.
-Siz gelmeden onunla meşgul oldum. Şu dinamizme bakın..
Goya fotoğrafından Goya albümüne geçtik. Hamdi Tanpınar, romanı, hikâyeyi,- "Saatleri Ayarlama Enstitüsü"nü unutmuş gitmiş, Goya'yı anlatıyordu. Mevzuumuza dönelim diye çekingen bir teşebbüste bulundum:
-Ama sevdiğiniz romancılardan bahsetmediniz, Hamdi Bey..
-Artık yetişir, onlardan o kadar bahsettim ki... dedi ve başka bir şey de söylemedi.
(Konuşan: Ayşe Nur, Yeni İstanbul Gazetesi, nr. 1646, 19 Haziran 1954)
İLGİLİ İÇERİK
BEŞ ŞEHİR - AHMET HAMDİ TANPINAR
SAHNENİN DIŞINDAKİLER ÖZETİ - AHMET HAMDİ TANPINAR