Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 



HAKKINDA
“Son on yılın şiir yazanları içinde dikkati çeken bir isim Ali Emre. Dergilerde imzası altında gördüğüm şiirleri okumayı ihmal etmediğim, değer verdiğim bir şair. Kendi kuşağı içinde de ayırt edilen bir özgünlüğü var.”
Turan Karataş

“Eleştiren, eleştirdiği gibi rahatsız olduğu gerçekleri de bize usuldan fısıldayan bir şair. Yine de özünü koruyor her defasında. Çizdiği tipler bize tanıdık geliyor. Çünkü şair, üstten değil hemen yanı başımızdan gözetliyor dünyayı ve hayatımızdan çekine çekile yiten bütün o iyi şeyler için bir tür tapu sicil kaydı tutuyor. İlk kitabından bu yana sürdürdüğü “melek” ve “çocuk” imgesiyle saflığın ve el değmemişliğin, kirletilmemişliğin altını çiziyor sık sık. Özellikle doksandan sonra artan bu ortak imgeleri kullanarak, saflığımıza dönemediğimizi, modern hayatın kirli ve ezici çarklarının arasına sıkışıp kaldığımızı tekrardan hatırlatıyor bize.”
Mustafa Akar

Onarılmış Yas Bitiği güzel bir şiir kitabına ad olmakla birlikte Ali Emre şiirinin hızlı bir değişime doğru gittiğinin de habercisidir. Kıyamet Mevsimleri'nden Milyon Sesli Mızıka'ya, oradan da Onarılmış Yas Bitiği'ne uzanan macerada soyutla somut arasında bir didişmeye tanık oluyoruz. Onarılmış Yas Bitiği böyle tek bir kelimeye sığdırılabilecek bir kitap değil. Belki benzerleriyle karıştırılmaması gereken bir epik ve lirik sesten bahsedilebilir. Sesi ve sözü gittikçe çoğalmış bir şairle karşı karşıyayız. İroni ve yergide aşkın, göksel eda Emre'yi Cemal Süreya'nın kısıtlı dünyasının çok daha üzerine çıkarmıştır. Politik, devrimci söylem, güncel zamana dair yaşananlar Ali Emre şiirinde "söylem" olmanın üzerinde ustalıkla özgün bir söyleyişe dönüşüyor.
Hüseyin Akın

***
MUSTAFA AKAR / MİLYON SESLİ MIZIKA

“Bir elime gül verdiler, bir elime zincir”
Ezgi’nin Günlüğü’nün bu hoş şarkısını ne zaman duysam, aklıma Ali Emre şiiri gelir. Çünkü Ali Emre şiiri okurun eline gül ile zinciri aynı anda sıkıştırır. Hem yitirilen geçmişin bütün o iyi taraflarını güle dönüştürür hem de zamanımızın (Jean Paul Sartre gibi söylersek: Yaşanmayan Zaman) insanı tedirgin edici bir “sursis”e ertelemeye dönüşen bekleyişini zincirler. Kıyamet hepimizin hayatında eskimeyen, eskimediği gibi günden güne süresini kısaltan bir olgudur. Ali Emre şiiri de kıyamet olgusunu dört bir yandan kuşatır. Belki de bu yüzden şairimiz, tedirginliğimizi daha da artırmak için ilk kitabına Kıyamet Mevsimleri adını vermiştir. Bu yazımızın konusu ilk kitabından çok, Ali Emre’nin ikinci kitabı Milyon Sesli Mızıka üzerine yoğunlaşacak.

En başından söyleyelim ki Milyon Sesli Mızıka, üzerinde çok fazla yazılmamasına, durulmamasına rağmen şanslı bir kitap. Bu şansı Ali Emre’ye yaşatan bir gerçek var. Şairler ilk kitaplarını yayımlayınca bir yükten kurtulduklarını zannederler. Kitabın şairin macerasında ilk olma özelliğine sahip olması da ayrıca bir sevinç verir. Oysa şair yazıp yayımlattığı her kitaptan sonra bir tedirginliğe girmelidir. Önceki kitaplarında saptığı yollardan sağ salim geçip, yeni bir yola doğru yollanmaya başlamasıyla, yürünen yolda deneyim sahibi olmanın şansını yakalar; ama şanstan çok tedirginlik veren önceki yolun aynısı bir yola sapıp orada yürümesi olacaktır şairin. Buysa kendi kendine barikatlar kurmaktan, bizzat kendi yolunu tıkamaktan öteye geçemez. Ali Emre bu açıdan şanslı bir kitapla geçti karşımıza. İlk kitabı Kıyamet Mevsimleri’yle imgeci-mısracı bir şairken, ikinci kitabı Milyon Sesli Mızıka’da bütünlüğe önem veren, söyleyişini ironiye teslim etmek adına zora sokup biçimsizleştirmeyen, öz dokuyu kıvrak atlamalarla koruyan bir şair oldu. Aynı hassasiyeti İbrahim Tenekeci’de de görmüştük. Hüseyin Akın’ın da çabası yadsınamaz. Özlerini korumakla birlikte hep değişerek, derişerek ilerlediler, ilerliyorlar. Ali Emre bu ilerleyişinde doksanlardan iki binlere geçen şairlerde gözlemlediğimiz imgesel-gerçeklik unsurunu göz ardı etmiyor. Eleştiren, eleştirdiği gibi rahatsız olduğu gerçekleri de bize usuldan fısıldayan bir şair. Yine de özünü koruyor her defasında. Çizdiği tipler bize tanıdık geliyor. Çünkü şair, üstten değil hemen yanı başımızdan gözetliyor dünyayı ve hayatımızdan çekine çekile yiten bütün o iyi şeyler için bir tür tapu sicil kaydı tutuyor. İlk kitabından bu yana sürdürdüğü “melek” ve “çocuk” imgesiyle saflığın ve el değmemişliğin, kirletilmemişliğin altını çiziyor sık sık. Özellikle doksandan sonra artan bu ortak imgeleri kullanarak, saflığımıza dönemediğimizi, modern hayatın kirli ve ezici çarklarının arasına sıkışıp kaldığımızı tekrardan hatırlatıyor bize.

Kim ne derse desin kitapta beni en çok etkileyen şiir Çelebi şiiri oldu. Yalınlığı ve ardında barındırdığı öyküsel gerçekliği, hiç de öykülemeci bir dile yaslanmadan net verişiyle, kitabı elime aldığımdan beri usumun köşelerinde bir yerlerde dönenip duruyor. Bir şair okuruna bunu yapmalıdır. Yapamıyorsa şairliği bırakmalı, becerebiliyorsa marangozluğa falan başlamalıdır. Gerçi öyle olsaydı eğer ülkemizde marangozhanelerden geçilmez olurdu. Çelebi şiirinin finali ise ortak yaramıza (müslüman duyarlığıyla okuyup yazan insanların ortak yarasına) parmak basıyor ve ne yalan söyleyeyim ki acıtıyor: “Eski evler, mezarlıklar / Cami önleri / De olması hani / Alıp başını gidecek şu çekilmez dünyadan”
Memet Fuat, Yaşlı Bir Şaire Mektuplar’ın bir yerinde “Başarılı şair, yaşamdaki şiiri görebilen, şiir düşünen, şiir duyan, iç-dış biçimsel şiirleştirme teknikleriyle, okura şiirsel bir içeriği aktaran kişidir.” der. Ali Emre de Milyon Sesli Mızıka’da bize, yaşamdaki şiiri tattırıyor bir bakıma. Bilinen insan gerçeğine uzak düşmemesiyle, şairane sıkmalara yüz vermemesiyle aramızda dolaşıp söyleyeceğini söylüyor ve susuyor. Bir tersinden mutluluk var bu kitapta. Bu mutluluk sığınacağı güvenli limanların hâlâ var olmasından doğuyor; tersinden olması ise bunların her an kaybolabileceğinden duyulan derin korkuyla su yüzüne çıkıyor. Hatta git git okurun da bu unsuru gözeterek korkması isteniyor. Tekâsür adlı şiir bunun en güzel örneği. Kur’an-ı Kerim’den bir surenin isminden müteşekkil olan bu şiir, handiyse şiir yollu modern bir tefsire dönüşüyor. Aynı surede “çokluk kuruntusu” eleştirilir. Bu kuruntu yüzünden mezarlarını ziyaret edip çokluğuyla övünen insanların, ahirette cehennem ateşini çıplak gözle göreceklerinden bahsedilir. “Yakında bileceksiniz” sözüyle başlayan ayet ise tekrarlanarak handiyse bir şiir olmaya doğru yönelir. Ali Emre de bunu kullanıyor. Şiirin en başından beri başat özelliği olan hatırlatıcı olma vasfını…

Birinci Tekil Şahıs şiiri de aynı duyarlığı yansıtıyor. Kitabın en güzel şiirlerinden birisi olan Kentin Bileğindeki Buhran, şiirsel sesin yükseldiği, söyleyişle de diğer bazı şiirlerde olduğu gibi düzyazıya yaklaşıp kaçtığı bir alandan ulaşıyor bize:

“ben hangi bir yıldızı kovalasam öyle upuzun
bir nemrut seyirtiyor gülgûn sunaklara
dinç Kudüsler topluyor bir azizin harmanisi
ve herkes terk ediyor bizi hayın ve suskun
ölüler duruyor bir katlanarak yaşamaya
pazarlara rakamlar tebelleş oluyor büyücüler
tırmıklarla giriyor evimize reklam ve efsun”

Milyon Sesli Mızıka’da, sesini böylesine yoğun ileten şiirlerin dışında, daha çok içteki sese doğru kıvrılan başka şiirler de var. Müşkül Bir Kureyş şiiri bunların ilkidir belki. Uzaklaşan esenlik dolu günlerin altını çizip onu koyulaştıran şiirler. Tabut Omzumda Kaldı şiirini de anmamız gerekir. Nedir peki bu! Şairin nostalji ihtiyacı mı! Değil. Ali Emre’deki “eskiyen derin suskunluk”, bu ihtiyaçtan doğmuyor. Dünyada ve yiten, yitirilen şeylere karşı güçlü bir duyarlığı var. Hatıraları değil, hatırlatıcıları var. Ustaki anı odasını harekete geçiren, bunu da yanıp sönen görüntülerle destekleyen hatırlatıcılar.

Zaten bir şiiri sevdiren, genelde, o şiirin biçimi ve sağlamlığından başka, şiirde anlatılan, andırılan, hissettirilen olguların hayatımızda ortak noktalarla çakışmasından ileri gelir. Aynı acıyı biz de duymuşuzdur; şairin zorlu macerasında kat ettiği yollardan belki biz de geçmişizdir.

Ali Emre bu anlamda yabancısı olmadığımız ve bir türlü de yabancılaştırılamadığımız bir evreni tanımlıyor. Bütün bunlardan sonra biz de soralım: “Bir şair ne zaman öper kendi kalbini”
--------------------------------
* Dergâh Yazıları Güldestesi, Hazırlayan: İbrahim Tenekeci, s. 176 – 179.

KAYNAK: http://sukrukirkagac.blogspot.com.tr

 

İLGİLİ İÇERİK

CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ

DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ

HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ

ALİ EMRE ŞİİRLERİ

SON EKLENENLER

Üye Girişi