Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

ŞAHABEDDİN SÜLEYMAN-EDEBİ PORTRELER

Uzun bir boy, ince ve sanki yürürken hâsıl ettiği rüzgârdan esniyormuş hissini veren saz gibi hafif bir vücut. İri, koyu gözler. Hemen havalanacakmış gibi billûr kanatları titreyen bir kelebek gözlük, kırpılmamış bıyıklar. Geniş, ihtiraslı bir ağız.

Edebiyata mal olan üslûbuna hiç uymaz, sert, gürültülü bir ses. Şen şakrak kahkahalar. Ruhunun kalenderliği aslâ kıyafetine giremezdi. En züğürt günlerinde bile tertemiz ve zarif giyinir, kibar duruşuna toz kondurmazdı.

Onu ilk defa İstanbul Lisesi’nde görmüştüm. Sigara dumanlarıyla esatir seması gibi sisli muallimler odasında arkadaşlarıyla şakalaşıyordu. Bir elinde kahve fincanı, ötekinde siyah Erzurum kehribarı teşbih ortalığı parlak, akortlu bir sese boğuyor, kendisiyle birlikte etrafını da şenlendiriyordu.

Bu ilk tanışmadan sonra, hemen dostluğumuz ilerledi. Zaten ondan yabancılığı eriten, çekingenlikleri kaldıran bir sıcak dalgası yayılırdı. Şimdi takdim edilseniz bile, üç dakika sonra size:

- Gel, bize gidelim, lâf atarız! der, hattâ tereddüdünüzü görürse, kolunuza bile girip sürüklerdi.

En keyifli zamanları, nöbet geceleri idi. O zaman İstanbul Lisesi, Senbenuva binasına yerleşmişti. Çocuklar yattıktan sonra tâ tepedeki Kazaz Artin’in olduğu söylenen köşke çıkar, tatlı muhabbetlere dalardık.

Çok kere kendimize geldiğimiz zaman gecenin bitmek üzere olduğunu görür ve doğruca koğuşlara dağılarak talebeyi kaldırırdık. Bursa Sokağı’ndaki evi de ayrı bir maceradır. İhsan Raif’le evlendikten sonra derbederliği duruldu. Takvime ve saate itinaya başladı.

Nöbetçi olmadığı geceler, şayet yine lâfa tutulur, sıcaktan gevşeyerek bir yere serilir de eve gidemezse, ertesi günü hepimizin imzasını taşıyan bir ikamet tezkeresi alır, evine öyle giderdi.

Şahabeddin Süleyman çabuk unutuluşuna acınacak bir adamdır.

Kuvvetli bir nesri, güzel ve ileri bir zevki vardı. Edebiyat kitaplarına estetik umdelerini ilk koyan, edebiyat derslerini sanat hakkında etraflı izahatla başlatan odur. Bu hakkı için olsun, onu hafızalarımızda taşımaya borçluyuz.

Hocalık, edebiyat hocalığı da olsa, sanat tarihinde yer almaya bir sebep teşkil etmez. Fakat Şahabeddin Süleyman, hocalıktan ilham alarak sanatkârlık etmesini bilmiş bir adamdır. “Muallimin Tesellisi” gibi gerçekten güzel ve çok içli mensureler, ona hocalık kanalından geçerek mal olmuştur.

Sonra şurasını da unutmayalım ki o, derbederliğinden umulmaz bir mütetebbiydi de. Kütüphaneleri dolaşır, hafızıkütüplerle beraber örümcekli raflarda eser arar, fihristlerin kaydetmediği kitapları, toz yataklarından hayata çıkarırdı.

Yalnız elyazısı berbat bir şeydi. Sanki eski siyakatle kilise notasını birleştirerek bu yazı örneğini doğurmuştu. Bu satırları sökebilmek için zavallı mürettiplerin neler çektiğini ben bilirim.

Bir aralık tiyatro yazmaya da heveslenmişti. Çıkmaz Sokak bu hevesten doğmuştur. Eserde belki biraz pervasızca seçilmiş fakat herhalde orijinal bir mevzu işleniyordu.

0 zamanın taassubunu, dar ahlâk çerçevesini, müsamahasızlığını, içtihat düşmanlığını bir düşünün. Şahabeddin Süleyman’daki ruh ve inan kuvvetinin alkışlanacak bir dereceye vardığını anlarsınız.

Açık saçık bin bir gece masallarını, Behnâme’leri çırılçıplak görmekten çekinmeyen eski zihniyet, yenilerde biraz aykırı bir görünüşe asla tahammül edemezdi.

Çıkmaz Sokak, o zihniyeti de hiçe sayan cesur bir kafanın eseridir. Şahsî hayatında nazik, şen, ince ve uysal olan Şahabeddin Süleyman, bediî telakkilerinde, sanat bahsinde anarşist bir ruh taşırdı. İnandığı bir davayı ne pahasına olursa olsun ortaya fırlatmaktan çekinmezdi. Amma bu fırlayan şey kelimeden zarflara doldurulmuş bir bomba tesiri yapacakmış... Şen kahkahasını atar:

- Adam sen de... Ne çıkar? derdi.

Bıraktığı mensurelere Kırk Mahfaza ve Çıkmaz Sokak gibi büyükçe eserlerine bakanlar, onda gittikçe olgunlaşan bir sanatkârlığın izlerini görebilirler. Güneş, bulanık bir su birikintisinden nasıl parlak billûrlar çıkarırsa, zaman da onun kalemindeki darayı öylece yontup atmıştı. Bu tasfiye, daha uzun sürse, zaman imbiği daha birkaç yıl ona müsaade etseydi, öyle sanıyorum ki bugün tanıdığımız Şahabeddin Süleyman’dan daha büyük ve daha derin bir sanatkârla karşılaşacak, daha iri çaplı bir zekâyı alkışlayacaktık.

Ne yazık ki onu çok genç yaşında toprağa verdik. Neşredilmemiş yazıları var mıdır, yok mudur? Bunu da bilmiyoruz. Başka memleketlerde kimsesiz sanatkârların bile bir tek satırının kaybolmamasına canla başla çalışan teşekküller kurulduğunu duyup imreniriz.

Hâlbuki Şahabeddin Süleyman, münevver bir kardeşe, münevver bir hayat arkadaşına sahipti...

Bir aralık, bir türlü söküp parlamayan Fecr-i Âti’den ümidini keserek yeni bir edebî mektep kurmayı da tecrübe etti. Nâyî’ler, işte böyle bir gayretin yavrusudur. Fakat o, buna inanmamıştı. İşin sadece alayında idi. Çünkü edebî mekteplerin tesis edilmeyeceğini, ancak teessüs ede gelmekte olduklarını pekiyi bilirdi.

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER

SON EKLENENLER

Üye Girişi