Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

YOLPALAS CİNAYETİ 

1.ROMANIN ÖZETİ

İstanbul'un zengin semtlerinden birinde Yolpalas adlı büyük bir apartman vardır. Apartmanın sahibi Murat Sallabaş, uzun yıllar Anadolu'da yaptığı yol taahhüt işlerinden milyonlar kazanmış bir adamdır. Bu adam bir gün Sacide adlı bir genç kıza rastlar. Sacide, Edirnekapı dolaylarında oturan çok mütevazı bir memurun kızıdır. Murat Sallabaş onu beğenmiştir; ailesinden ister, evlenirler.

Baba evinde türlü yoksulluk hatta sefalet çekerek büyümüş olan Sacide birden değişmiştir. Şimdi artık tek meziyetleri zenginlikten ibaret bulunan yalın bir sosyetenin yıldızıdır. Giyeceklerini yabancı ülkelerden getirtmekte, bir eğlence salonundan ötekine, bir poker partisinden başkasına koşmaktadır. İçinden çıktığı fakir fukara tabakasını "aşağılar" olarak nitelendirmekte, bunların yaşamak için direnmelerini manasız bulmaktadır.

Sallabaşların Bülent adında, biraz da illetli, bir çocukları bulunmakta, bu çocuğa Akkız adlı bir köylü kızı dadılık yapmaktadır. Annesi zevkten, eğlenceden baş alamadığı için, Akkız, Bülent'in yakınıdır ve çocuğun üstüne titremektedir.

Yolpalas apartmanının ve Sallabaş ailesinin tanınmış bir üyesi de şoför Mükerrem'dir. Mükkerrem, çevresine biraz korku, biraz da tiksinti veren sevimsiz bir kimsedir.

Bir gün Yolpalas apartmanında bir cinayet işlenir. Bülent'in dadısı Akkız, şoför Mükkerrem'i öldürür. Akkız suçunu kabul etmekte fakat sebebini açıklamaya yanaşmamaktadır. Hapse atılan köylü kızının savunmasını, Sacide'nin Paris'te hukuk öğrenimi yapmış yeğeni Rıfkı üstüne alır.

Rıfkı, Sacide'yle hiç anlaşamayan, onun bencil ve basit görüşlerinin tam karşısında olan, biraz da sol eğilimli bir gençtir. Bütün sevgisi yoksullara, kimsesizlere yönelmiştir; Akkız’ın savunmasını da bu nedenle üstüne almıştır.

Genç avukat, Akkız’ın sırlarım çözmek için, elinden geleni yapar. Bizzat köyüne gidip incelemelerde bulunur. Sonunda Mükerrem'in, Akkız’ın annesinin tek varlığ olan öküzlerini çaldırdığını, öğrenir. Şoför, bundan başka köylü kızının tek sevgilisi ve tesellisi bulunan kaz palazı Sırmayı da öldürmüştür. Bütün bu olanlardan dolayı, kendini bildi bileli Mükerrem'e dinmez bir kin besleyen Akkız, zamanla İstanbul'a gelmiş, bir aileye evlatlık olarak verilmiş, oldukça öğrenim de görmüş, fakat şoföre olan kinini bir türlü unutamamıştır.

Ve nihayet tesadüf bir gün olanları Yolpalas'ta aynı çatının altında buluşturduğu zaman Mükerrem, Akkız'a burada da rahat vermemekte, türlü istek ve tehditlerle baskı altında tutmaktadır. Bu haller genç kızın bunalımlarını arttırmakta, sinirlerini zayıflattıkça zayıflatmaktadır.

Olay günü Mükerrem yine Akkız’ı tenha bir köşede kıstırmış, istekleri yerine getirilmezse bu sefer genç kızın artık dünyada tek avuncu olan Bülent'i öldüreceğini söylemiştir. İşte artık bundan sonradır ki, Akkız kendini tamamen yitirmiş ve Mükerrem’i öldürmüştür.

Akkız’ın yargılanması uzun sürer. Birçok tanık dinlenir. Avukat Rıfkı, Akkız’ın geniş, inandırıcı bir savunmasını yapar. Olayları en başından en sonuna kadar bütün oluşları çıplaklıkları ve gerçekleri ile ortaya serer. Bir insanın hele bir genç kızın, elini kana bulamak için daha önceden nasıl itici güçlerin örgütlendiğini açıklar. Sonunda mahkeme Akkız'ı hapse mahkûm etmez ama onun bir süre bir akıl hastanesinde kalmasına karar verir. Bu arada Akkız:

"Hayır, ben deli değilim. Ben bilerek öldürdüm. Can alan canını vermeli, beni öldürün. Ben anama ben Sırmaya gitmek istiyorum. Burada kalırsam, yemin ediyorum, Sırma’nın barsaklarını deşeni, topal Bülent’e el uzatanı, Şakire'yi ana kucağından alıp kahpeliğe salanı yine öldürürüm... Va... val... lahi..." diye, çırpınıp direne dursun, iki hademe onu kollarından yakalayıp sürüklüye sürükleye uzaklaştırdılar.

2. YAZAR HAKKINDA BİLGİ

HALİDE EDİP ADIVAR

1884 yılında İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Koleji'nde okudu ve zamanın tanınmış edebiyatçıları ile bilginlerinden de özel dersler alarak yetişti. Bir süre İstanbul'da öğretmenlik, Birinci Dünya Savaşı içinde Suriye ve Lübnan'da kız okulları müfettişliği yaptı. İstiklal Savaşı yıllarında Anadolu'ya geçti. 1926 yılından sonra uzun bir süre yurt dışında yaşadı. 1938'de yurda döndü. İstanbul Üniversitesi'nde İngiliz Dili ve Edebiyatı profesörlüğü yaptı. Bir dönem milletvekilliği dışında bu görevi ömrünün son yıllarına kadar sürdü. 1946 yılında İstanbul'da öldü. Topkapı dışında Merkez Efendi mezarlığında gömülüdür.

İlk romanlarında genellikle kadını, kadın ruhunun bunalımlarını ve aşkı - romantizme kaçan bir hava içinde - eserlerinde konu edinen Halide Edip, İstiklal Savaşı yıllarında ulusal konulara ve ulusal gerçekçiliğe yöneldi. Yurt dışına gittikten ve yurda döndükten sonraki romanlarında ise töreleri, toplumu, toplum sorunlarını ele alan gerçekçi bir yazar olarak kendini tanıttı. Romancı olarak dili ve anlatımı, başlangıçtan sona doğru hayli gelişmekle birlikte, daima biraz yetersiz kaldı. Bununla beraber o, çağdaş Türk romanının başta gelen kişilerinden biri olmak gücünü daima korumuş bir sanatçıdır.

Halide Edip'in kitabın sonunda gösterilen romanlarından başka Harap Mabetler, Dağa Çıkan Kurt adlı hikâye kitapları, Kenan Çobanları, Maske ve Ruh adlı tiyatro tarzında iki eseri, Türkün Ateşle İmtihanı, Mor Salkımlı Ev adlı anıları bulunmaktadır.

 

3.ROMANDAN BİR PARÇA

(Avukat Rıfkı, hapishanede, Akkız'ı konuşmaya razı etmiştir. Genç kız ona, annesinin nasıl çıldırıp öldüğünü anlatır ve devam eder.)

"... Rıfkı yerinden kalktı. Gözleri yere dikilmiş, yüzünden hayat çekilmiş, kendinden geçmiş, gibi duran bu kıza bir şey yapmak, teselli vermek istiyor, fakat ne yapacağını bilemiyordu. Onun gözleri hâlâ mâzide; fakat biraz sonra hikâyesine devam etti:

-    Anam ölünce Abidin'ler beni yanlarına aldılar. Gece gündüz çalıştırdılar. Verdikleri bir lokma ekmeği başıma kakarlardı. Bir gün Sivrihisar'dan bir alay şehirli oralarda atla dolaşırken bizim köyü de gezdiler. Aralarında Nuri ile karısı vardı. Refika beni gördü. Abidin'in karısıyla biraz konuştu. Bir besleme istiyormuş. Beni yarıma aldı. Biraz sonra da Sivrihisar’dan Bursa'ya gittiler, beni de götürdüler. Yanlarında çok rahat ettim.

-    Niçin onların evini terk ettin?

-    Sallabaşlar bir yaz Bursa'ya banyolara geldiler. Refika da romatizması için her gün banyolara geliyor, beni de götürüyordu. Bülent iki yaşında idi. Bir Alman dadısı vardı. Fakat çocuk, çok cılız, hasta ve bir düziye ağlıyordu. Bana ısındı; ben de onu çok sevdim. Çünkü... Çünkü Sırma’nın tüyleri gibi san ince saçları vardı. Hem de bir ayağı aksıyordu. Bir düziye güneşte bile üşürdü. Tıpkı Sırma gibi omuzlarını kaldırır, kafasını sokacak yer arardı. Bayan Sallabaş, bizim bayan Refika ile ahbap olmuştu. Beni dadı almak istedi; ben de gittim. Sırma'ya baktığım gibi Bülent'e de baktım. Çocuk bakımı için okumadığım kitap kalmadı. O kadar içim çocuğa ısınmıştı ki, anası ne yapsa çekiyordum. Zaten çocuğunu pek de sevmezdi. Yalnız süsleyip misafirlere göstermesini bilirdi. Beni çocuktan ayırmasınlar diye ne dese eyvallah diyecektim. Her şeyi unutmuştum... Mükerrem'i görsem barsaklarını bile deşmek istemeyecektim. Yemini çarptı.

Altı ay evvel Mükerrem, şoför diye geldi. Hemen tanıdım; ellerim buz gibi oldu. Fakat o hınzır beni hain hain süzerdi. Son günlerde çok peşimde dolaşıyordu. Kimse farkında olmadı; çünkü sinsi bir herifti. Güya çocuğu sevmek istiyordu.

Ziyafet akşamı adama geldi. Çocuğu yeni yatırmıştım. Sarhoştu. Çirkin tekliflerde bulundu. Çocuk olmasa mutlak o gece gebertirdim. Cebinden birçok para çıkardı:

-    Bak, zengin kadınlar bana bayılıyor, para veriyor, benim gözümde değil, benim bilmem nem olursan bu paraların hepsi senin, dedi.

-    Paran başında parçalansın, defol; çocuğu uyandıracaksın, dedim.

-    Beni bu topal piç için mi odadan kovuyorsun? Şimdi tutar, bacaklarından ikiye ayırırım, dedi.

Gözüm döndü. Elimde bir silah olaydı o gece sahiden barsaklarını akıtacaktım.

-    Anamın öküz parasını aldın, yüreğine indirdin, öldürdün. Sırma’nın canına kıydın. Ben şimdi gidip beye seni haber vereceğim, diye kapıya yürüdüm.

Zannederim, hemen o dakika, tanıdı:

-    Aşağıda misafir var, Beyi göremezsin. Fakat seni bayana yarın erkenden kovduracağım. Kadınlar elimde balmumu gibi. Sen bir defa git, gelen dadı derhal emrime girer. O vakit ben senin bu topal piçe, kaz palazına yaptığımı yaparım.

Dedi, kapıyı kapadı çıktı.

Sofada Etienette ile konuştuğunu duydum. Fakat fena halde korkmuştum. Bana, eğer ben konaktan gidersem, Bülent'in sahiden canına kıyacağına kanaat geldi. O gece hiç uyuyamadım; çocuğun başım bekledim. Sabah erkenden Etienette odama geldi:

-    Bohçanı al, şimdi git. Bayan seni kovuyor, çocuğa ben bakacağım, dedi.

Aklım başımdan gitti. Bayana gidip ayağına kapanacak, yalvaracaktım. Ben gidersem mutlak çocuğa bir fenalık gelecek zannediyordum. Bayanın odasına girince...

-    Sonra?

-    Bayan tırnaklarım parlatıyor, Mükerrem önünde diz çökmüş bayanın yüzüne bakıyordu. Benim girdiğimi duymadılar... Ve masanın üstündeki bıçağı kaptım..."

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi