Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

ŞEMSEDDİN SÂMİ

Tanzimat çağının ilim hareketlerini gözden geçirenler, dağ gibi yükselen bir şahsiyetle karşılaşırlar. Bu büyük adam, Şemseddin Sami Bey’dir.

Gençliği nasıldı? Bilmiyorum. Bize yadigâr kalan ve onu ömrünün altın çağında gösteren resimleri yoktur. Başına ihtiyarlığın ak tacı konduktan sonra çekilmiş bir fotoğrafına rastlamıştım. Azıcık Bernard Shaw’ı andıran, yağsız fakat iri kemikli bir tip. 0 da Bernard Shaw gibi ak pak, kupkuru. Yalnız gözlerinde daha derin bir vakar ve ağırbaşlılık var. Gür, bembeyaz kaşları, alnında viziyerimsi bir çıkıntı yapıyor. Dümdüz ağzında da gözlerinin ciddiyetini tamamlayan bir keskinlik var. Karşıdan bakınca, alnın azamet ve heybetinden âdeta baş fark olunmuyor. Yanındaki sandalye ve etajerin verdiği ölçü fikrine göre, üstâdın hayli uzun boylu olduğunu da kabul etmek gerek. Zaten büyük bir faaliyet ve yorucu çalışmalarla dolu bir ömrün, ihtiyar yaşa varışı da gösteriyor ki Şemseddin Sâmi Bey’in beyni kadar sağlam bir gövdesi de varmış. Başka türlü bir bünye, asla bu kadar çok eser veren bir başın mihnetini çekemezdi.

Ben bu muhterem varlığı görmeye eren bahtiyarlardan değilim. Fakat eserlerini her tavaf ettikçe, ona karşı içim minnet ve şükranla dolar.

Arnavut olduğu halde Türklüğe ettiği hizmeti pek az Türk başarmıştır. Ağabeysi Abdül Bey, Preveze’de kılıcı ile Türk saltanatına yararlık göstermişti. O da kalemiyle yüzümüzü ağarttı.

Şemseddin Sâmi Bey, memlekette ikiliğin hüküm sürdüğü, yeni ile eskinin çarpıştığı günlerde yaşamıştı. Genç ve uyanık neslin zafere ulaşmasında onun da emeği vardır.

Muallim Nâci’nin bayraktarlığını ettiği zümre, hem daha kalabalık hem daha atılgandı. Muhit, anane, itiyat bakımından, memleketin büyük bir kısmı onlarla beraberdi.

Gençlerin dâvâsındaki hakkı ortaya koymak, hayli zor, çok çetin bir işti. Şemseddin Sâmi Bey, ilmini, bu ümitsiz işe bağlamak fedakârlığından çekinmedi. Etrafa yayılan sultasını tehlikeye koymaktan yılmadı. Hak bildiği yoldan dönmedi.

Meşhur “İmlamız ve Lisanımız” makalesi, o zamanki münakaşacıların cinaslı, telmihli, oynak yazıları arasında birdenbire top gibi gürledi. Osmanlıca diye bir lisan olamayacağını; dilimizin Türk dili olduğunu, ilk defa İlmî esaslara dayanarak söyleyen odur.

Gerçi bu hakikati sezenler hiç gelmemiş değildi. Fakat lengüistik esaslarına göre izah şerefini ona bağışlamak haklı olur.

Şemseddin Sâmi Bey, bütün ömrünce kolaydan kaçtı. Zorun, muazzamın tunç kapılarını devirmekten hoşlandı. Onda fikir dünyasının Kaf’larıyla boğuşmak ihtirasıyla tutuşan bir dev ruhu vardı.

Kamusu ’l-A’lâm'a hele bir bakınız! Bir adamın tek başına girişeceği iş midir bu? Arşivleri zengin, tasnifli ülkelerde bile, bu türlü büyük ilim hamlelerini tekler değil, komisyonlar, cemiyetler, encümenler, akademiler yapar.

Kamusu’l-A’lam'ı basit bir tercüme gayreti sanan zavallılara acımak bile çoktur. Çünkü böyle diyenler, şark ve garp ansiklopedilerindeki hususiyetleri fark etmemiş biçarelerdir.

Yakut-ı Hamevî’nin Tabakatü’l-Udeba'sını görenler, bizdeki ferdî mesaî ve kudretin hayranı olurlar. Düşünün ki her cildi kucaklar dolduran bu eser, on sekiz muazzam kitaptan mürekkeptir. Tabakatü’l-Fukaha, Tabakatü’l-Hükema, Tabakatü’l-Etıbba gibi eserler de meslekî tasnife tâbi tutularak yazılmıştır. Burada hepsini ayrı ayrı sıralamaya imkân yok.

Kamusu’l-A’lâm'ı yazmaya heves eden adam, bunların hepsini görmeye, okumaya, kendine göre bir ehemmiyet ve derece tasnifi yapmaya mecburdur. Nakkaşlar, hattatlar, müzehhipler gibi hünerverlere ait ayrı ciltler de caba.

Eser bir tarih ve coğrafya lügati olduğuna göre de karşımıza yeni bir ufuk daha açılır. Garptakilerin tasnifli hülâsalarını bulmak kabil olsa bile, şarka ait mehazların hepsini bir bir gözden geçirmek şarttır. Bunun ne demek olduğunu ise, ancak bu beyin çilesini çekenler bilir. Bu yüzden değil midir ki Kamusu’l-A’lâm sahibini, başlarken size bir dev gibi takdim ettim.

Hâlbuki Şemseddin Sâmi Bey, yalnız bununla da kalmamış, lisan zihniyetini, imanını gösteren Türkçe kocaman bir Kamus' tan başka, Türkçeden Fransızcaya, Fransızcadan Türkçeye iki büyük lügat de yazmıştır ki hâlâ en sağlam hüccet olarak ellerde dolaşmaktadır.

Bu ağır şartlı didinme içinde üstâd, vakit bulup esatire, edebiyata dair daha hafif mevzulu şeyler de yazdı. Hattâ tiyatro bile... Besa Yahut Ahde Vefa gibi.

Bu piyesin Arnavut âdetlerinden alınışını yadırgayan bazı kimselerle ve Kamus'unda Arnavut sözüne fazla yer verdiğini kınayanlarla karşılaştım.

Şemseddin Sâmi asıl böyle yapmasaydı, bence çekiştirilmeye lâyık olurdu.

Ben milliyetini açıktan açığa söyleyenlerden değil, damarlarındaki kanın cinsini zaman ve muhite göre değiştirenlerden çekinirim.

Şunu unutmayalım ki Arnavut olduğunu söyleyen bu muhterem adam, Türklüğe büyük hizmetler etmiştir. Bu hizmetin büyüklüğünü idrâk eden Türklerin hiçbiri ona imrenmekten kendini alamaz.

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi