Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

MEVLİD -SÜLEYMAN ÇELEBİ
Dinî edebiyatımızın şaheseri olan Mevlidin asıl adı Vesiletü'n Necat (Kurtuluş vesilesi) tır. Şair Ziya Paşa, Harabat Önsözünde bu eseri:

Bilmem ne sühendir ol sühenler
Aşüfte olur hep işidenier
Dört yüz seneden beri efâzıl
Bir söz demedi ona mümasil.

gibi mısralarla övmüştür. Türk edebiyatında birçok mevlidler bulunduğu hâlde Süleyman Çelebi'nin samimî ve sade Mevlid'i hepsini unutturmuştur. Bugün Müslüman Türk halkı ona sanki Kur'an'dan çıkarılmış bir kutsal kitap gözüyle bakmaktadır. Bu eserin biçim ve muhteva bakımından taşıdığı nitelikleri biraz aşağıda inceleyeceğiz. Şimdi "mevlîd" kelimesinin anlamı ve onunla ilgili gelenekler üstünde duralım:


"Mevlîd" Arapça " v–l-d " kökünden çıkmış olarak (doğmak, doğurmak, doğum zamanı, doğum yeri) anlamlarında kullanılır. Fakat Müslüman töresince bu kelime yalnız Hazret-i Muhammed'in doğum zamanım belirtmek için kullanılmıştır. Nitekim "milâd" kelimesi de sırf İsa Peygamber'in doğumu için söylenir,
"Mevlîdü'n Nebî" denince hem Peygamber'in doğumu, hem doğduğu gün (12 Rebilüevvel) hem de Mekke'de doğduğu ev kast olunabilir. Sonraları Mevlid, "Peygamberin doğumunu kutlamak için yapılan tören" anlamına da gelmiştir.


İslâm tarihinde Peygamberin doğum günlerinde şenlikler yapmak âdeti ilkin Mısır'da Fâtimiler çağında başlamıştır (910-1171). Bu şenlikleri resmî tarzda kabul eden ilk hükümdar ise Selâhaddin Eyyubinin eniştesi Muzafferüddin Gök-Börü'dür (ölm: 1332).


Hazret-i Muhammed'in hayatını anlatan ilk Arapça eser İbnü'l Hişam'ın Siyret'ü Rasulülah (Tanrı Elçisi'nin Hayatı)'lir. Türkçe ve Farsçaya birçok defa çevrilmiş olan bu eser, Peygamber'in hayatına dair en sağlam kaynak sayılmıştır. Ondan sonra bu yolda yazılan bütün eserler gibi, Süleyman Çelebi'nin "Vesiletü'n Necât'ına da kaynak olmuştur.
Peygamber'in doğum şenliklerinde okunan ünlü bir Arapça eser de büyük bir hadîs ve fıkıh bilgini olan İbnü'l Cevzi'nin (Ölm: 1300) Mevlidü'n-Nebi adlı eseridir.
İran edebiyatında mevlid türünde bir eser yazılmamıştır


Türkçede Süleyman Çelebi'ninkinden başka iki önemli Mevlid daha vardır. Bunlardan biri 14. yüzyıl dinî edebiyatının ünlü kişilerinden Erzurumlu Mustafa Darir'in (İbni İshak'ın "Siyretü'n-Nebi "sinden çevirdiği) Tercümetü'd Datifidir. Bu eserin Süleyman Çelebi Mevlid'i üzerinde esaslı etkileri olduğunu görmüştük.
Çok değerli olan bir başka Mevlid de Fâtih devrinde yaşamış Ahmed adlı mutasavvıf ve olgun bir şairindir. Hatta uzun zaman Süleyman Çelebi'nin olduğu sanılan ve:

Cümle zerrât-ı cihan itti seda
Çağruşuban didiler kim merhaba

Merhaba ey pâdişah-i dü cihan
Senin için oldu kevn ile mekân

Merhaba ey cân-ı baki merhaba
Merhaba uşşâka saki merhaba

gibi pek güzel beyitler bulunan Merhaba, bölümü, halkın, zamanla Ahmed'in Mevlid'inden Süleyman Çelebi'ninkine kattığı parçalardandır.
Bugün Türkçede Mevlid denince Süleyman Çelebi'nin eseri hatırlanır. Bu eser, bestelenmiş olarak, doğum, ölüm, yıldönümü gibi her türlü fırsatlarda bir topluluk huzurunda okunur. Türk halkının bu esere verdiği âdeta kutsal değere, birçok aydınlarımız da söz birliği eder gibi katılmışlardır. Ziya Paşa'nın Mevlid hakkındaki övgüsünü yukarıda görmüştük. Tezkire sahibi Lâtifi de bu eserin Anadolu'da yazılmış ilk mevlid olduğunu belirttikten sonra:
Vesiletü'n-Necât’ın derhal büyük bir şöhret kazandığım, kendisinin yüz tane mevlid gördüğünü, hepsini iyi niyetle okuduğunu, fakat hiçbirinin bu kadar makbul ve meşhur olmadığını, halk arasında itibar ve şöhret bulmadığım söylemektedir.


Künhü'l-Ahbâr sahibi, tarihçi Gelibolulu Âli de, Mevlid'in sanat gücünü şöyle takdir etmektedir:
Elhak, övülecek kutlu bir kitap nazmetmiştir... Bu kitabın kalemden kâğıda dökülmesi, mesut ve kudsî bir saatte olsa gerektir... Başka, nice manzum Mevlidi'n Nebîler dahi var iken birisi ele alınır, okunur ve kimsenin gözüne dokunur (değildir). O, sanki Kudsî Ruh'un ilhamı (talimi) ile söylemiştir.
Mevlid, yalnızca Türkler arasında değil, bütün İslâm dünyasında çok beğenilmiştir. Arnavutça, Boşnakça ve Çerkesçeden başka Rumca ve İngilizceye de çevrilmiştir.

Mevlid niçin yazıldı?
Süleyman Çelebi, Vesilet'ün-Necâtını bir dâva için ve bir iddia üzerine yazmıştır. Kendisi Ulu Cami'de imam bulunduğu sırada, aşağı yukarı 1409 yıllarında İranlı bir vaiz, kürsüye çıktı, La nüferriku beyne ehadin min resülihi (Biz O'nun (Tanrı'nın) peygamberlerinden hiçbirini ötekinden ayırmayız.) Güya bu âyete dayanarak Allah'ın gönderdiği peygamberleri arasında hiç bir fark görmediğini, o hâlde, Hazret-i Muhammed'i İsa Peygamber'den daha üstün tutamayacağını söyledi.
Hâlbuki bu ayet, Allah'ın değil, kulların dilince söylenmişti. Yani insanlara, peygamberler arasında, sırf peygamber oluşları bakımından fark görmemeleri ve onları Tanrı elçisi olarak tanımaları emrolunmakta idi.


Aslında Acem vaiz, bu sinsi yorumu bile bile yapıyor ve Müslüman halkın Hz. Muhammed'e olan saygı ve sevgisini zedelemeye çalışıyordu. Nitekim bu vaiz kendilerini Bâtiniler diye anan yoldan çıkmış bir zümrenin adamıydı. Onlar, tasavvuf rengine bürünerek, kendilerine dinler ve milliyetler üstü geniş görüşlü insanlar süsü veren sapıklardı. Kur'an'ı olduğu gibi değil de, güya içinde bulunduğunu iddia ettikleri türlü, değişik anlamlar ile kabul ediyor, bu suretle İslâmlığı tanınmaz bir hâle sokmaya çalışıyorlardı. Bunlar dince haram edilmiş şeylerin mubah olduğunu, Müslümanlık, Hıristiyanlık ve Musevilik arasında bir fark bulunmadığını ve mülkiyetin kaldırılması gerektiğini iddia ederek, şehirlerde çoğunluk teşkil eden gayr-i müslüm yığınları, fakirleri ve zayıf ahlâklı kimseleri kendi yanlarına çekmeyi hesaplıyorlardı. Zaten Fetret devri sıkıntıları içinde olan genç Türk devletini yıkmak amacında idiler. Acem vaiz, böyle bir zümrenin kötü dilli temsilcisi olarak konuşuyordu.


İşte Süleyman Çelebi, Vesiletü'n-necâtın bu türlü iddiaları susturmak, Hz. Muhammed'in bütün ötekilere üstün, son peygamber olduğunu ispatlamak, bozuk Bâtınî akımlara karşı ehlisünnet imanını savunmak için yazmıştır. Batınî fikirlere karşı, Allah'ın mutlak iradesini ve âlemi yoktan var ettiğini meydana koymak istemiştir. Daha kitabının (Arapça) giriş kısmında bile:
Muhammed'i her varlığın sebebi, bütün yaratılmışların en şereflisi yapan... Onu başka peygamberlere üstün kılan Tanrı'ya şükürler" etmektedir. Mevlid'de Peygamberin yüceliği şu mısralarla anlatılır.


Ölmeyip İsa göğe bulduğı yol,
Ümmetinden olmak için idi ol.

Çok temenni kıldılar Hak'dan bular
Tâ Muhammed ümmetinden olalar

Gerçi kim bunlar dahi mürsel-durur
Lik Ahmed, afdal u ekmel-durur.

Enbiyânun şeksüz ol sultânıdur
Cümlesinün cam içre câmdur.

Anun için oldı bu varlık, kamu
Ay u yılduz, yir ü gök, uçmak tamu

Mevlid'in biçim özellikleri

Mevlid kitabı: Münacat, Doğum, Risalet (peygamberlik gelişi) Mirâc, Hastalık, Vefat ve Bitiş bölümlerinden ibarettir.

Nazım şekli: Mesnevî'dir. Yalnız bazı yerlere, gazel (nazım şeklinde) parçalar eklemiştir. Eserde çok olgun fikirler ve kompozisyon bütünlüğü vardır.

Vezin: Aruz'un fâilâtün, fâilâtün, fâiün kalıbıdır. Yalnız bir yerde, biteviyelikten kurtulmak için mefûlü fâilâtü mefâilü fâiiün veznini kullanmıştır. Çok yerde vezne uygunluk görülmekte ise de, 15. yüzyıl Türkçesinin aruza tatbikinden doğan imâle'lere de sık sık rastlanılmaktadır.
Kafiyeler güzel ve sağlamdır. Çünkü Çelebi, her mısranın mükemmel olması için açık bir sanatçı titizliği göstermiştir. Mevlid'in divan şairlerince bile sevilip beğenilmesinin bir sebebi budur.

Dil: Mevlidin halkımız arasında âdeta bir kutsal kitap sayılmasını ve 600 yıldan beri köyde ve şehirde okunmasını sağlayan büyü, şüphesiz onun sevimli, çekici, âdeta büyüleyen Türkçesidir. Hem olayları hem de kendi düşünceleri anlattığı yerlerde, en kısa, en uygun ve mümkün olan en sade anlatım tarzını bulmuştur. Son derece açık ve yabancı kelimelere pek az yer vermiştir. Öyle ki, onu okuduğumuz zaman bir ferahlık duyarız. Bu da sözleri tam yerinde kullanmasından, kelimeleri ustalıkla seçmesinden ve şiirine içinin sıcaklığını katmasından ileri gelir. En sade mısraları söylerken bile sanatçılığını, şairlik gücünü ve samimiyeti elden bırakmamıştır.

Mevlid'de muhteva özellikleri
Mısra ahengi yönünden Mevlid, sayılı eserlerimizden biridir. Çünkü Çelebi, büyük bir sanatçıdır. Bölümlerin ve kitabın bütünlüğüne önem verdiği kadar, her mısranın ayrı ayrı güzel ve mükemmel (eski deyimle) sehl-i mümteni olması için bütün hünerini göstermiştir.
Mecazlar: Mevlid'de hemen her türlü söz ve anlam sanatına rastlarız. Fakat en çok cinas, teşbih ve tekrir gibi sanatlara Önem verilmiştir. İşte iki cinas örneği:

Varı yok, yoğu var iden Oldu rur
Dünyada her olanı Ol oldurur

Kûmagıl hiç kimse ayıbına nazar
Sana ayruk kişi aybından ne zâr?

Temalar: Mevlid, bilindiği gibi İslam dini ve Hz. Muhammed üzerine yazılmış en güzel eserimizdir, Çelebi, her türlü şüphe ve riyadan uzak olarak, Allah'a olan büyük inancını, Kur'an yolunun güzelliklerini ve Peygamber'e derin hayranlığını anlatmaktadır. Bâtınî hattâ tasavvufi fikirlerin tümünü reddederek ehlisünnet görüşünü savunmaktadır. Onda tasavvufun sistemi şöyle dursun terimlerine bile rastlanmaz. Allah'ın varlığı ile onun yarattığı nesneleri kesin olarak birbirinden ayırır. Her mısraında Peygamber'in şeriatından ayrılmamak öğütleri verir.
Mevlid, içlilik (lirizm) ile öğreticiliği (didaktizm) iyice kaynaştırmış bir şiir kitabıdır. Kuruluktan uzak olduğu gibi sırf coşkunluktan ibaret de değildir.
Süleyman Çelebi, en çok ahlâkî öğütler vermiştir. Burada savunulan ahlâk dine bağlı olduğu kadar da yüksek ve beşerî bir ahlâktır. Ona göre en büyük kusurlar kibir (böbürlenme), riya (Tanrı'ya ve kullarına karşı iki yüzlülük) ve gıybet (dedikoduculuk)'tir. İşte İslâm ahlâkını anlatan mısralar:

Ümmet isen anun ahlâkını tut
Tâ ki ümmetlik bula sende sübût

Mustafa işlemedüğin işleme
İşleyüp sonra peşimanlar yime

Ayıbın görmez gözün herpilcesin
Görür ayruk ayıbının bir kılcasın.

Kimse hakkında dime hiç ayb söz
Çün değülsin sen dahi hiç aybsuz.

Sen eğer ayruğa dirsen, sana hem
Diyeler içün ve dışun dola gam.

SÜLEYMAN ÇELEBİ - MEVLİD'DEN


1. Ol gice kim doğdu ol Hayrülbeşer
Anesi anda neler gördü neler...

2. Dedi: "gördüm" ol Habib’in anesi
Bir acep nur kim güneş pervanesi;

3. Berk-urup çıktı evimden nâgehân
Göklere dek nur ile doldu cihan

4. Gökler açıldı vü feth oldu zulem
Üç melek gördüm, elinde üç alem.

5. Biri maşrık, biri mağrıpta anın
Biri damında dikildi Kâbe’nin.

6. İndiler gökten melekler saf saf
Kâbe gibi kıldılar evim tavaf.

7. Hem hava üzre döşendi bir döşek
Adı Sündüs, döşeyen anı melek

8. Yarılıp divar çıktı nâgehan
Üç bile huri bana oldu ıyan

9. Geldiler lutf ile ol üç mehcebin
Verdiler bana selâm ol dem hemin

10. Çevre yanıma gelip oturdular
Mustafa'yı birbirine muştular:
…..
11. "Bu gelen aşkına devreyler felek
Yüzüne müştakdürür ins ü melek"
…….
12. Amine der: "Çü vakt oldu tamam
Kim Vücuda gele ol hayrül'enam

13. Susadım gayet hararetten kati
Sundular bir câm dolusu şerbeti

14. İçtim anı oldu cismim nura gark
İdemezdim nurdan kendimi fark.

15. Geldi bir ak kuş kanadiyle revân
Arkamı sığadı kuvvetle hemân

16. Doğdu ol saatte ol Sultan-ı din
Nura garkoldu semâvat ü zemin

17. Yaradılmış cümle oldu şâdman
Gam gidüp âlem yeniden buldu can

18. Cümle zerrât-ı cihân edip nidâ
Çağruşuben dediler kim: Merhaba!
…….
19. Ey cemâli gün, yüzü bedr-i münir
Ey kamu düşmüşlere sen dest-gir

20. Ey gönüller derdinin dermâm sen
Ey yaradılmışların sultanı sen!"
                 SÜLEYMAN ÇELEBİ


KURTULUŞ İÇİN

Süleyman Çelebi'nin, "Mevlid” diye bilinen ve halkımızca isimli bir kitap gibi benimsenen VESİLETÜN NECAT isimli şaheserinde, Peygamber efendimize en güzel övgüler, senalarla birlikte... "Plastik", sahneye gelir, filme çekilir, senaryo haline konulabilir unsurlar ve hayaller de pek çoktur.

Özellikle Mevlid'in ilk bölümünü teşkil eden "Doğuş" kısmı, alıştığımız için gözümüzü almayan parlak mecazlarla doludur. Bu ikinci yazıda oradan bazı beyitler sunarak, sahnelik, temaşalık unsurlarını araştıralım:

Şiirin bu güzel bölümünde böylece kutsal ananın doğum esnasındaki hayalleri, arzulan ve kendisine yapılan hizmetler, doğum töreleri, harikalı destanlı bir dille, ayni zamanda kudsi havaya konularak "İslâmî menkıbe diyeceğimiz havada dile getirilmektedir.

Hz. Muhammedin annesi Âmine Hatun'un, loğusalık töreleri bakımından, Bursalı bir ana gibi ele alınması, ayrıca dikkate değer. Peygamber millileşmekte, annesi bizim yurda nakledilmektedir. Hayaller, tasarılar, manzaralar bize mahsustur.

1- İnsanların en hayırlısı olan Onun doğduğu gece, annesi birçok harikalar görüyor..

2- öyle garip bir nur, (Nur-ı Muhammedi) görüyor ki, güneş o parlaklığın etrafında âşık pervane gibi (uydu gibi) dönmektedir.

3-O nur, bir şimşek çakışı gibi hızlı, ansızın Âmine Hatunun evinden çıkmış ve cihan, göklere kadar nur ile dolmuştur.

4- Bu ışıkta yedi kal gökler açılmış ve loğusa hatun, elinde üç bayrak ile üç meleğin kendisine doğru uçmakta olduklarını görmüştür.

5- Ellerindeki bayrakların birini dünyanın doğu ucuna, birini batı ucuna... Bir tanesini de Kâbe’nin damına dikmişlerdir. Böylece Kâbe ve bütün yönler, İslâmiyet adına zapt edilmiş olmaktadır.

6- Sonra melekler, gökten dizi dizi inmişler ve Kâbe’ye girer gibi kudsi duygular, tavırları ile Âmine Hatun’un evini tavaf etmişlerdir.

7- O sırada hava yani gökler üzerine bir sündüs kumaşından döşek döşenmiştir. Loğusamız Kâinatın Efendisini rahat ve kudsi alım gümüş işlemeli döşek üzerinde dünyaya getirecektir. Öyle ki o döşeği döşemek hizmetini de Allah bir meleğe vermiştir.

8- O kadar da değil, birdenbire, mübarek hatunun yattığı odanın duvarı yarılarak kendisine hizmet eden üç huri gönderilmiştir.

9- Ay kadar güzel olan o üç huri nezaketle gelip o an, kendisine selâm durmuşlardır.
10- Loğusa yatağının çevre yanma gelip oturmuşlar ve Mustafa’nın doğacağını birbirlerine müjdelemişlerdir.

11 Gelecek Peygamber'in vasıflarını ise şu şekilde anlatmışlardır:
“Ay ve Güneş, bu doğacak olanın aşkı için dönüyorlar Bütün melekler ve insanlar onu hasretle bekliyorlar."

12-13-Âmine Hatun daha sonra şunları anlatıyor: O eşsiz varlığın dünyaya gelmesi vakti tamam olunca beni bir hararet bastı… Bunun üzerine bir kâse dolusu şerbeti (huri ve melekler ) sundular.

14. O şerbeti içince öylesine bir nura karıştım ki, kendimi ayırt edemez oldum.

15- O sırada bir akkuş (belki Cebrail Aleyhisselam) kanat çırparak geldi ve arkamı sığadı (Doğum rahat olsun, loğusaya kuvvet gelsin diye)

16- Din Sultanı’nın doğduğu saatte, gökler ve yeryüzü nura boğuldu.

17- Allah'ın bütün yarattıkları sevinçten uçar gibi oldular. Yeryüzünden gam gitti. Dünya sanki yeni bir cana kavuştu.

18- Bu cihanın her varlık zerresi dile geldi ve doğan kâinat efendisine "merhaba” dediler.

19- 20- O’nu "Ey çehresi güneş gibi parlak ve ay gibi aydınlık olan ve ey bulun düşkünleri, yoksulları kurtaracak olan ey yaratılmışların sultanı ve gönüller derdinin dermanı, olan SEN diye selamladılar.

KELİMELER
Hayrülbeşer: insanların en hayırlısı-Hz. Muhammed
Habib: Sevgili, Allah’ın sevgilisi
Berk urup:
Şimşek gibi çakıp
nagehân: ansızın
feth oldu: açıldı
Zulem: karanlıklar
alem: bayrak, hilâl, alâmet.
maşrık: doğu, doğu ucu
mağrıp: batı, batı ucu
Sündüs: altın, gümüş tellerle işlenen çiçekli, parlak kumaş.
bile: birlikte, beraber yan yana
ayan: açık, görünme.
mehcebin: ay gibi parlak alınlı, ay çehreli
muştular: müjdelediler
müştakdürür: müştaktır, hasrettir; özlemiştir.
ins ü melek: insan ve melekler,
Hayrü’l-enâm: yaratılmış olanların en hayırlısı.
câm: bardak, kâse
semâvât: gökler
zemin: yeryüzü.
şâdman: neşeli, sevinçli
zerrât-ı cihan: dünyanın her zerresi (zerreleri)
çağruşuben( ban): çağırarak, seslenerek
kim: ki (dediler kim: dediler ki)
Cemâl: yüz, yüz güzelliği
bedr-i münir: parlak dolunay-
dest-gir: elinden tutucu, kurtarıcı.

AHMET KABAKLI, Tercüman, 29 Haziran 1975

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi