Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 GENÇ İKEN ÖLENE ÖLÜM ZOR İŞTİR

Adı, soyadı açılır parantez
doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti
kapanır, parantez...
o şimdi kitaplarda bir isim, bir soyadı
bir parantez içinde doğum, ölüm yılları,
ya sayfa altında, ya da az ilerde
eserleri, ne zaman basıldıkları
kısa, uzun bir liste,
kitap adları
can çekişen kuşlar gibi elinizde,
parantezin içindeki çizgi
ne varsa orda
ümidi, korkusu, gözyaşı, sevinci
ne varsa orda,
o şimdi kitaplarda
bir çizgilik yerde hapis,
hâlâ mı yaşıyor, korunamaz ki,
öldürebilirsiniz.

Behçet Necatigil

Böyle anlatmış edebiyatımızın büyük ustası hayatı. Ne kadar uzun yaşarsan yaşa, bir gün duruverecek o yürek (bu cümleyi ya­zarken onlarca mısra hatırladım yürek üzerine, ölüm üzerine. Bir ikisini paylaşmadan geçemeyeceğim: “Yürek değil be Çarıkmış bu manda gönünden* Teper ha babam teper Paralanmaz Teper taşlı yolları Teper ha babam teper... İşte o yürek Nazım’ınki gibi inanda gönünden de olsa bir gün duruverecek. Biz bilmiyoruz yerini ve zamanım “Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?” duruverecek büyük usta Cahit Sıtkı’nın kırk altı yaşında duruveren o duygu yığını yüreği gibi.) Sonra kitaplarda geçecek adlan, Behçet Necatigil ustanın dedi­ği gibi: adı, soyadı açılır parantez doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti kapanır, parantez... İşte koca bir şairin, bir yazarın ya da sanatçının hayatı...( Gene de sanatçılar şanslı... Adlan kalacak yüzlerce yıl, birileri onları hatırlayacak, anacak, şiirlerini ezberleyecek, ezberletecek.. . Ya biz, sanatçı olamayan faniler... Bizim adımız nerede geçecek? onu da söyleyeyim, Ümit Yaşar ustanın ağzından:... Altı toprak üstü toprak. Kutu gibi bir evimiz olacak... Mezarımız yani... Bizden geriye kalan eş, dost, çocuk bir sevenimiz varsa mezarımızın başına mermer, mozaik bir taş diker: Adımız-soyadımız, doğum tari­himiz tire ölüm tarihimiz... Ruhuna el Fatiha... O kadar. Sevenimiz yoksa bu kadarı da fazla, adsız bir taş veya tahta...)

Derslerimde sanatçıları anlatırken doğum ve ölüm tarihlerine dikkat ediyorum, yaşlarım hesap ediyorum... Çok şükür bir kısım sanatçılarımız çok uzun yaşamışlar. Birçok sanatçımızsa maalesef öyle genç yaşlarda ölmüşler ki onlar için derin bir üzüntü duyuyo­rum. Yaşasalardı diyorum kim bilir daha ne güzel, ne olgun eserler verirlerdi... Bir yazar için ellili yaşlar olgunluğa eriştiği yaşlardır, en yetkin eserlerini bundan sonra verecektir. Uzun yaşayan yazarları­mızda bunu görüyoruz.

Edebiyatımızın önemli sanatçılarını şöyle bir taradım, hangi sanatçımız kaç yaşında aramızdan ayrılmış sorusuna cevap aradım. Ellili yaşlan göremeyen yirmi sanatçımızı tespit ettim. Listeye baktı­ğınızda bu sanatçılarımızın her birinin çok kıymetli edipler olduğunu göreceksiniz. İsterdim ki bu ediplerimizin hayatlarım anlatayım; ama her birinin hayatı bir kitap olacak kadar dolu, dergimizinse sayfa sayısı sınırlı. Listedeki sanatçılarımızdan ancak birkaçı hakkında kısa bilgiler vereceğim. Önce listeye bakalım:

Cem Sultan (1459-1495) :36
Kâtip Çelebi (1608-1656) :48
Nedim (1680-1730) :50
Şeyh Galip (1757-1799) :42
Şinasi (1826-1871): 45
Namık Kemal (1840-1888) ;48
Muallim Naci (1850-1893) :43
Nabizade Nazım (1862-1893) :31
Tevfik Fikret (1867-1915) :48
Ziya Gökalp (1876-1924) :48
Ömer Seyfettin (1884-1920) :36
Ahmet Haşim (884-1933) :49
Kağızmanlı Hıfzı (1893-1918) :25
Kemalettin Kamu (1901 -1948) :47
Ömer Bedrettin Uşaklı (1904-1946) :42
Sait Faik Abasıyanık (1906-1954) :48
Sabahattin Ali (1907-1948) :41
Cahit Sıtkı Tarancı (1910-1956) :46
Ziya Osman (1910-1957): 47
Orhan Veli Kanık (1914-1950) :36

 

Bu dünyada bir nesneye
Yanar içim göynür özüm
Yiğit iken ölenlere
Gök ekini biçmiş gibi

Yunus Emre

 

NEDİM

Klasik Türk şiirinin en büyük temsilcilerinden olan Nedim, kül­türlü bir çevrede medrese eğitimi alarak yetişip müderris olmuştur. Hayatının en parlak dönemini Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın kütüphane sorumlusu olduğu yıllarda yaşamıştır. Damat İbrahim Paşa ve Padişah III. Ahmet’in yakın çevresinde yer almış, keskin zekâsı ve ince nükteleriyle, zevk ve sefa devri olarak bilinen Lale Devri’nin Sa’dabat ve Çırağan eğlencelerinin aranan şairi olmuştur.

Gülelim, oynayalım, kâm alalım dünyadan
Mâ-i tesnim içelim çeşme-i nev-peydadan
Görelim âb-ı havai aktığın ejderhadan
Gidelim serv-i revanim yürü Sadabâd'e
Ben sana bâde içme güzel sevme mi dedim
Bana niçün bu güne girîzânsın gönül

 

Bir elinde gül bir elde cam geldin sâkiyâ
Kangısın alsam gülü yâhud ki câmı ya seni

Yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber

Nedim

Bir peri-sûret görünmüş bir hayâl olmuş sana
Bu şehri İstanbul kî, bî misi ü behâdir;
Bir sengine yekpare Acem mülki fedadır

 

Tadına doyum olmayan şiirlerinden ancak birkaç parça alabildi­ğim Lale Devri’nin ünlü şairi Nedim, tarihimizde Patrona Halil İsya­nı olarak bilinen ve Lale Devri’ni sona erdiren ayaklanma sonucu, en üretken çağında, elli yaşında ölmüştür.

ŞEYH GALİP

Klasik Türk şiirinin son büyük şairidir. Bir Mevlevi şeyhi olan Şeyh Galip Yunus Emre ve Mevlana gibi mutasavvıf şairlerdendir. Daha yirmi dört yaşında bir divan tertiplemiş, yirmi altı yaşında Türk edebiyatında mesnevi türünün en başarılı örneklerinden biri sayılan “Hüsnü Aşk” adlı eserini tamamlamıştır.

Yine zevrak-ı derunum kırılıp kenene düştü
Dayanır mı şişedir bu reh-i seng-sare düştü

(Yine gönlümün kayığı kırılıp kıyıya düştü. Sırçadan (yapılmış)dır bu, dayanır mı taşlık yola düştü.)

Şehid-ı aşkın oldum lâlezâr-ı dağdır sinem
Çerâğ-ı türbetim şem-i mezarım varsa şendendir

(Aşkının şehidi oldum. Göğsüm yaralarla lale bahçesine döndü. Eğer türbemin bu kandili varsa, mezarımda mum yanıyorsa senin sayendedir.)

Fariğ olmam eylesen yüz bin cefâ sevdim seni
Böyle yazmış alınma kilk-i kaza sevdim seni
Ben bu sözden dönmezem devr eyledikçe nüh felek
Şâhid olsun aşkıma arz u semâ sevdim seni

Bir baba için en acı, en dayanılmaz şey evladını toprağa koymak­tır, boşuna dememişler evlat acısı gibi koydu diye... İşte Şeyh Ga­lip5 in babası Mustafa Reşit Efendi de oğlunu tabuta yerleştirirlerken üzerine kapanıp onun siyah sakallarına bakarak,

- Oğulcuğum! Bu sakal bu tahtaya yakışmıyor, diye ağlamış, bu sözü duyan herkes gözyaşına boğulmuştur. Evet, Şeyh Galip daha sakalları bile ağarmamışken, erken bir yaşta, kırk iki yaşında aramız­dan ayrılmıştır.

 

KAĞIZMANLI HIFZİ

Ecel tuzağını açamaz mısın
Açıp da içinden kaçamaz mısın
Azad eyleseler uçamaz mısın
Kırık mı kanadın kolların hani

Sen de Hıfzı gibi tezden uyandın
Uyandın da taş yastığa dayandın
Aslı hanım gibi kavruldun yandın
Yeller mi savurdu küllerin hani

Tam da ölümü anlatmış ozanımız, gencecik ölüvereceğini sezer gibi... Edebiyatımızın en güzel ağıtlarından biridir ozanımızın bu şii­ri. Henüz yirmi beş yaşında, daha “mor çiçekli dal gibiyken" kırılıveren Kağızmanlı Hıfzının sevenleri, kendi yazdığı bu ağıdı mezarının başında okumuşlardır herhalde...

1893’te Kağızman’da doğmuş olan ozanımızın asıl adı Recep’tir. Dört yaşında medrese eğitimi görmeye başlamış ve sonraki beş yıl içinde Kuran’ı ezberleyerek hafız olmuştur.

Küçük yaşlarda şiire ilgi duyan Hıfzı, kendi adından çok Hafız adıyla bilinir. Kendisi de zamanla bunu Hıfzı biçimine dönüştürerek mahlas olarak kullanmıştır. Ozanımız 1918’de I. Dünya Savaşı’nın sonunda Rus işgali sırasında birçok vatandaşımız gibi öldürülmüştür.

Uyan Ey Gözlerim

Uyan ey gözlerim hab-ı gafletten
Âlem ür’şan oldu vakit şafaktır
Günde yüz bin katar gelip de geçer
Faniden bakiye geçmesi haktır

Ömrüm bir bahardır cismim bir yaprak
Bir gün gazel olur döker el firak
Ayağın altında bastığın toprak
Akıbet serinden üst olacaktır

Hıfzi çok salınma kaddin eğersin
Felek koymaz dal budağın göversin
Gönül yücelenme kabre değersin
Asıl hakkın senin kara topraktır.

 

SABAHATTİN ALİ

Göklerde kartal gibiydim
Kanatlarımdan vuruldum
Mor çiçekli dal gibiydim
Bahar vaktinde kırıldım


Cumhuriyet dönemi edebiyatımızın önemli şair ve hikâyecilerinden olan Sabahattin Ali tam da kendi söylediği gibi mor çiçekli dal gibiyken, henüz kırk bir yaşındayken öldürülmüştür. Sabahattin Ali tam bir Türkçe ustasıdır. Bunu yazarın öykü, roman ve şiirlerini oku­yanlar göreceklerdir. Sanatçımız kırk bir yaşma, üç roman, her biri birbirinden güzel onlarca öykü ve şiir sığdırmıştır. Birçok şiiri beste­lenmiş şarkı-türkü olmuştur. Ah, sanatçımız yaşasaydı Türkçemize, edebiyatımıza kim bilir daha nice ölümsüz eserler kazandırırdı... Sabahattin Ali şiirlerinden örnekler:

Leylim Ley

Döndüm daldan kopan kuru yaprağa
Seher yeli dağıt beni, kır beni
Götür tozlarımı burdan uzağa
Yârin çıplak ayağına sür beni

….

Ayın şavkı vurur sazım üstüne
Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne
Gel ey hilal kaşlım dizim üstüne
Ay bir yandan sen bir yandan sar beni


Yedi yıldır uğramadım yurduma
Dert ortağı aramadım derdime
Geleceksen bir gün düşüp ardıma
Kula değil, yüreğine sor beni


Eskisi Gibi

Seneler sürer her günüm,
Yalnız gitmekten yorgunum;
Zannetme sana dargınım,
Ben gene sana vurgunum.

Başkalarına gülsem de.
Senden uzakta kalsam da,ne
Sevmediğini bilsem de
Ben gene sana vurgunum.

Dağlan aşınca başım,
Geri kaldı her yoldaşım,
Gel sevgilim, gel kardaşım,
Ben gene sana vurgunum.

Gönlüm seninkine yardı,
Aynı şeyleri duyardı;
Ayaklarımız uyardı...
Ben gene sana vurgunum

SON EKLENENLER

Üye Girişi