Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

DİVAN EDEBİYATININ MEYDANA GELDİĞİ ÇEVRELER

XIV. yüzyıldan itibaren Anadolu ve Rumeli’de divan edebiyatı belli bazı çevrelerde şekillenme ve gelişme imkânı bulmuştur. Bu çevreler, edebiyata önem veren, sanatkârı koruyan ve kollayan, başarılı eserleri ödüllendiren şahsiyetlerin varlığı ile oluşmuştur. Bu çevrelerin en önde geleni Anadolu Selçuklularının yıkılışından sonra Anadolu beylerinin konakları ve daha sonra padişah saraylarıdır. Beylikler döneminde özellikle Osmanlı Beyliği ile Germiyan Beyliği Anadolu’da bir Türk edebiyatının meydana gelmesinde özel gayret göstermişlerdir. Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde Yıldırım Bayezid, Emir Süleyman, Çelebi Mehmed ve II. Murad, şair ve yazarlara yakın ilgi göstermiş, onları çalışmalarında teşvik etmiştir. Bilhassa II.Murad’ın gayreti ile tercüme çalışmaları artmış, Arapça ve Farsça birçok eser Türkçeye tercüme edilmiştir.Edirne, edebiyatın gelişmesi için bereketli bir muhit olmuştur.istanbul’un fethinden sonra bu defa bu yeni saltanat merkezindeki padişah sarayı asırlarca canlılığını koruyan bir edebiyat muhiti oluşturmuş, devletin her tarafından edebiyat ve özellikle şiir alanında kendini gösteren kabiliyetler bu muhite girebilmek için gayret göstermişlerdir. Bu muhit padişahların ilgisine bağlı olarak genişlemiş veya durulmuştur. Padişahlardan sonra sıra ile şehzadelerin sarayları, sadrazamların, şeyhülislâmların, kazaskerlerin, çeşitli şehirlerdeki paşaların, beylerin konakları çoğu zaman şairlerin, ediplerin, musikişinasların korunup kollandığı birer özel sanat çevresi olmuşlardır. İstanbul dışında özellikle şehzadelerin bulunduğu sancak şehirleri Amasya, Manisa, Trabzon başka olmak üzere eski saltanat şehirleri Konya, Bursa, Edirne birer edebiyat muhiti olmaya devam etmiştir. Padişah ve şehzade sarayları ve devlet büyüklerinin konakları dışında başka edebiyat çevreleri de vardı. Bunlar daha çok şairlerin kendi aralarında yaptıkları toplantılarla oluşan edebiyat muhitleriydi. bu toplantılar, ya zengin bir sanat meraklısının ya da bir şairin evinde olurdu. Âşık Çelebi, Hasan Çelebi ve daha başka bazı tezkire yazarları bu muhitlere dair bilgi verirler. Şairlerin kendi aralarında toplanıp şiirlerini birbirlerine okudukları, tartıştıkları bu meclisler, sanatın gelişip yayılmasında yeni şairlerin ortaya çıkmasında önemli yer tutarlar. Şairlerin toplandıkları başka mekânlar da vardı. Bu mekânlar arasında dükkânlar ve meyhaneler önemli yer tutar. Zâti’nin Bayezid Camii avlusundaki remilci dükkânı şairlerin uğrak yeriydi. Şairlerin toplandığı meyhaneler daha çok Tahtakale, Balıkpazarı ve Galata semtlerinde bulunurdu. Bütün bu muhitler edebiyatın, özellikle şiirin gelişip yaygınlaşmasında yer tutmuştur.

 

DİVAN EDEBİYATININ BESLENDİĞİ KAYNAKLAR

Nazarî ve estetik unsurlarını İslâm kültüründen alan klâsik Türk edebiyatı, şiir ve nesir sahasında belli bazı kaynaklardan beslenmiştir. Bunların en önemlileri şunlardır: Kur’ân-ı Kerim: Klâsik Türk edebiyatının kaynaklarının başında Kur’ân-ı Kerim gelir. Kur’ân-ı Kerim’in inanış ve ibadetlerle, Hz. Muhammed’den önceki peygamberlerle ilgili âyetleri, bu edebiyatın her faaliyet alanında değişik şekillerde kullanıldı. Hadis: Hz. Muhammed’in çeşitli vesilelerle pratik hayat ve âhiretle ilgili söylediği sözlerden ibaret olan hadisler de klâsik Türk edebiyatının çok başvurduğu bir kaynak durumundadır. Bu sözler Arapça metni ile ya da Türkçeye tercümeleri ile şiir ve nesirde yer alırlar. Kısas-ı enbiyâ (peygamber hikâyeleri): Kur’ân-ı Kerim’de adları geçen peygamberlerin hikâyeleri Klâsik Türk edebiyatında ya telmih yolu ile belirtilir, ya da doğrudan işlenir. Bunların başında Hz. Muhammed’in hayatı gelir. Onun hayatını anlatan eserlere Siyer denir ve siyerler başlı başına bir tür teşkil ederler. ilk izleri Kur’ân-ı Kerim’de olan peygamberlerden, hikâyeleri en çok anlatılanlar, yaratılması ve cennetten atılması ile Hz. Âdem, Tûfan ile Hz. Nûh, Firavun’la mücadelesi ile Hz. Mûsa, sabır örneği olarak Hz. Eyyûb, uçan tahtı, yüzüğü ve hayvanlarla konuşması ile Hz. Süleyman, oğlu ismail’i kurban etmek istemesi ve Nemrut tarafından ateşe atılması ile Hz. ibrahim, oğlu Hz. Yusuf’tan dolayı ağlamaktan gözleri kör olan Hz.Yakub, güzelliği ve aşkı münâsebetiyle Hz. Yusuf, balık tarafından yutulması ile Hz.Yunus, ölüleri diriltmesi ve kör gözleri görür hâle getirmesi ile Hz. isa’dır. Menâkıb-ı evliya (evliya hikâyeleri): Birçok tanınmış velinin hikâyeleri de bu edebiyata konu oldu. Bunların başında, tacını tahtını terk ederek bir mağaraya sığınan Belh hükümdarı ibrahim Edhem gelir.Hallac-ı Mansur, Cüneyd-i Bağdadî, Bâyezid-i Bistamî de adı çok geçen veliler arasındadır. Tasavvuf: Tasavvuf düşüncesini işleyen eserler, klâsik Türk edebiyatının önemli bir bölümünü teşkil eder. Vecd, fenafillhah, vahdet-i vücud, insan-ı kâmil gibi kavramlar etrafında pek çok konu işlenmiştir. Şehnâme (iran mitolojisi): Klâsik Türk edebiyatının kahraman kadrosunda Türk şahsiyetler yer almaz. Bunların büyük kısmını iran efsanelerinde ve özellikle Şehnâme’de geçen şahıslar teşkil eder. bunların başlıcaları şunlardır: Cemşid; Feridun, Behmen, iskender, Sam, Rüstem, Nûşirevân, Behram-ı Gûr. iran mitolojisi sadece şahıslarla değil, çeşitli hadiseleri ile de klâsik Türk edebiyatına girdi. Yerli hayat manzaraları: iran şiirinden alınarak kullanılan ortak malzeme ile ortak bir dünya kuran klâsik edebiyat şairleri, eserlerinde yerli hayat tasvirlerine pek yer vermemişlerdir. Ancak XVIII. yüzyıldan itibaren şehir hayatı, ramazan, bayram eğlenceleri, çeşitli merasimler mahallî hayat manzaraları da şiire girmeye başladı.

ÖNEMLİ ESER: DİVAN

Klâsik Türk edebiyatı şairlerinin bir ömür boyu yazdıkları şiirlerini bir araya getirdikleri deftere divan denir. Bu edebiyata, tertip edilen bu şiir defterlerinden hareketle divan edebiyatı dendiğini biliyoruz. Şiirler divana gelişigüzel giremezler. Onların belli bir düzeni vardır. Bu düzen iki esas göz önünde tutularak kurulur: Nazım şekilleri ve konular. Nazım şekillerine göre şiirler şu sıra içinde divana alınırlar: Kasideler, terkib-i bend ve terci-i bendler, musammatlar, mesnevî tarzında tarih manzumeleri, gazeller, rubaîler, kıt’alar, beyitler, müstakil mısralar. Bu sıra değişmez, biri diğerinin yerini alamaz. Konularına göre de tevhid ve münâcâtlar, naatlar, miraciyeler, dört halifeyi öven şiirler, din uluları ve tarikat büyüklerini yücelten şiirler, devrin padişahını öven şiirler, devlet büyükleri için methiyeler. Bunlardan sonra çeşitli olaylar etrafında düşürülmüş tarihler gelir. Bir divanın oluşabilmesi için bu yapıya kavuşması gerekir. Tam olmayan devanlara divançe denir. Divanlardaki şiirlerin şairin hangi devresine ait olduğu, onu ne zaman yazdığı bilinmez. Çünkü şiirler divanlarda tarihî sıraya göre yer almazlar. Ancak şiirin içindeki bilgiler, telmihler bu konuda ilgilenene yol gösterir. Böyle olunca şairin şiirde gösterdiği gelişmeyi sağlıklı şeklide takip etmek zordur.

MAHLAS

Klâsik Türk edebiyatı şairleri eserlerinde kendi isimlerini kullanmamışlardır. Her şair şiirlerinde kullanmak üzere kendilerine “mahlas” denilen takma bir ad almıştır. Şalirler bu takma adı kendileri seçtiği gibi, onlara bu şairlik ismi başka şair, üstat kabul ettiği kişiler tarafından da verilirdi. Bu takma isim çoğunlukla mahlasnâme denilen özel bir şiirle de duyururlardı. Fuzuli, Bakî, Figanî, Nef’î, Nâbî hep birer mahlastır. Bu şairlerin asıl isimleri başkadır. Mahlas, şiirde imza yerine geçer ve özel bir yeri vardır. Gazel ve kasidelerde şairin mahlasının geçtiği beyte taç beyit denir.

SON EKLENENLER

Üye Girişi