KLASİK AKIM
(Classicisme)
Lâtince classicus kelimesi seçme anlamına gelir. Sonradan, Lâtince ve Grekçeyi iyi yazmak ve öğretmek için okutulan örnek eserlere denildi. Bugün de üstünden çağlar geçtiği hâlde değerini yitirmeyen şaheserlere; bir ilim veya sanat dalında doğruluğu kesinlikle benimsenmiş kurallara, ana dilini en güzel yazan sanatçılara ve onların yazılarına; okullarda öğretilen kesin bilgilere vb. klâsik sıfatı veriliyor. Hangi mânâya alırsak alalım, klâsik teriminin özünde kurallara sımsıkı bağlılık ve yetkinlik (mükemmeliyet) çağrışımı vardır. Klâsikler, ferdî ve şahsî olandan çok, insanlığı ilgilendiren umum değerler genel üzerinde durmuşlardır.
Burada Klâsik terimi, özellikle 17. yüzyılın İkinci yarısında Fransa'da gelişmiş olan bir akım için kullanılmaktadır. 17. ve 18. yüzyıllarda bütün Avrupa'ya yayılmış olan Klasisizm, iddiasına en uygun örnekleri 1650-1700 yıllarında Fransa'da vererek, Hümanizmin daha şuurlu ve kurallı bir devamı olmuştur.
Klasisizm'i Hazırlayan Ortam
Klâsik akım, her şeyden önce, mutlak krallık devrinde açılan bir çığırdır. Fransa'da 14. Louis, bütün derebeylerini dize getirmiş ve Tanrı'dan aldığı iddia edilen haklarla, tartışılmaz bir egemenlik kurmuştur. Krallık, o dönemde öylesine yüksek bir nizamdır ki, kral bütün sanatçıların koruyucusu, ülkenin sahibi, ilâhî kudretin, akıl ve mantığın timsalidir. Bu durumda sanat ve edebiyat adamları, rejim ve toplum konularını tartışamazlar; çünkü onlar kraliyetle kesinleşmiş ilahî kaidelerdir.
Hıristiyanlık ve ona dayanan ahlâk kuralları, son derece sert ve sınırlıdır. Aynı zamanda kilisenin de başı ve koruyucusu olan kralın dini, bütün uyruklarının dini sayılır. Bunun için herkes kralın dininde, yani Katolik olmağa mecburdur. Krallar, ruhanî kuvvetlerini Papa'dan almakta, dolayısıyla Papa'nın nüfuzu da artmaktadır, Bu yüzden edebiyatçılar, din ve inanç meselelerini de tartışamazlar.
1635'te Kardinal Richelieu'nün kurduğu Fransız Akademisi'nden sonra başka ülkelerde de kurulan akademi ve Arkadya'lar, eski Yunan ve Lâtin sanatlarına dayanan klâsik sanatı destekliyorlardı.
Saray ve salon hayatı (bazı tanınmış asil kadınların edebiyatçılara açık olan konakları) çok parlak ve ihtişamlıdır. İlim, sanat, zarafet barınağı olan bu salonlarda her davranış ve her söz usul ve nizama bağlanmıştır. Sosyete töresini ve kurallarını bilmemek yahut onlara uymamak buralarda, insanı gülünç eden ayıplardır. Bu çağ Fransız aydınlarının hayran oldukları ideal varlık, seçkin insan (honnete homine) tipidir ki onun da timsali yine Kral Louis'dir. Bu tip, iyi giyimli, hareket ve sözlerinde ölçülü, kibar, görgülü ve zariftir. Antikiteye (eski kültürlere) hayranlık, sağduyu ve mantık onun şiarlarıdır. Bu seçilen insan, mükemmele varan zevki ile Klâsik akımın sanattaki modeli ve aynı zamanda muhatabı olmaktadır.
Klasisizm'in Fikir Kaynakları
Klasisizm'in dünya görüşü, biri Yunanlı, biri Fransız, iki büyük akılcı filozofa dayandırılmaktadır: Aristo (M,Û. 384-322) ve Descartes (1596-1650).
Aristo, felsefeye ve metafiziğe mantık kapısından girilebileceğini söylemiştir. Zaten "Mantık'ın babası" unvanını taşır. O, Eflâtun'un diyalektik usulüne karşı is-bat'ı savunmuştur; hakikate kıyas ve tümdengelim (deduction) yoluyla varılacağını belirterek ilmin genel olanı incelemesi gerektiğini ifade etmiştir. Ancak genelin özü fertlerde saklı olduğuna göre; fertlerin duyumlarından hareketle kavramlara ulaşabiliriz.
Yine Aristo, bir zihnin şeref ve itibarını ancak mükemmel olmasında bulur. Tanrı'ya ve saadete yetkinlikle ulaşılacağını söyler. Estetiğini de güzellik, düzenlilik, kesinlik, simetri gibi üstün vasıflar üzerine kurmuştur. Aristo ahlâkına göre: "En iyi yaşamak, en iyi hareket etmeğe bağlıdır." Hatta aklını sürekli olarak kullanabilen bir kimse tanrılara eşit olur, der. Günlük hayatta tedbirli ve Ölçülü olmak bizi mutluluğa kavuşturur. Bu ise iki tarafı uçurum olan bir yolun tam ortasından (Juste milieu) yürümek gibi zor ama lüzumlu bir gayrettir.
Descartes ise, "akıl ve mantıkla yönetilen bir iradenin ihtirası ve güçsüzlüğü her zaman yenebileceğini, akıl için tek bir yol olduğunu, her şey gibi edebiyat ve sanatta da usûl ve metodların hâkim olması gerektiğini" belirterek klâsik estetiğin temellerini atmıştır. Boüeau'dan önce: "Hakikatin tek Ölçüsü, fikirlerin apaçıklığıdır. Bu da ancak akla bağlanmakla mümkündür, Çünkü fikirleri apaçık olarak kavrama imkânı, bulunmayan kişi, kararsızlık içindedir" sözlerini söyleyen de Descartes'tır.
Klasisizm'in Edebî Görüşleri
Bu edebî akımın esas görüşleri, Boileau'nun Şiir Sanatı (Art Poetique) adlı eserinde belirtilmiştir. Buna göre:
Sanatta mutlaka uyulması gereken kaideler vardır. Bu kaideler fantezi değildir. Yazarlık zor meslektir, şaheser, ancak sürekli çalışma ile meydana gelir. Yüksek bir ahlâk şuuruna dayanmayan sanat, boş ve zararlı olur.
"Akıl ve mantığı seviniz, eserleriniz en büyük süs ve kıymetini ondan alsın. Tabiattan hiç ayrılmamalı, Çünkü tabiat, hakikattir. Hakikatten başka hiçbir şey sevimli ve güzel değildir. Sahte şeyler, can sıkıcı ve yorucudur. Aklınızla bir seçim yaparak tabiatı taklit ve tasvir ediniz. Bize, insan kalbinde değişmeden kalan şeyleri tanıtan "eskiler"i inceleyiniz!"
Bu görüşlerin ve o devre hükmeden felsefî ve sosyal meyillerin ışığı altında buluşan Klâsikler, dilde ve zevkte ideal bir noktaya ulaşmak amacı güttüler. Sağduyu ile üstün zevki ve "hoşa gitme sanatı" denen şeyi kaynaştıran eserler yazdılar. Kraliyet ve Hıristiyanlık nizamı gibi, edebiyatın sert kaidelerini de tartışmasız kabul ettiler. Coşkunluğu, lirizmi, savruk ilhamları, aşırı tabiat hayranlığını ve yazıcıların şahsî eğilimlerini sanat dışına attılar. Hayatta nadir görülen, acaip, gülünç ve kaba sayılan vak'aları konu edinmediler. Onun gibi, yabancı, sakat, dağlı, köylü, çocuk gibi tipleri de hem seçkin insan idealine hem de tabiatın genel tiplerine aykırı buldukları için eserlerinde yaşatmadılar. (Sadece Moliere gülünç etmek için bu tipleri ele aldı). Zamanlarında yaşayan gerçek insandan çok, her çağda ve her yerde yaşaması gerektir diye düşündükleri ideal insanı ele aldılar. Kıyafet, çevre, yerli hayat, tarih, töre ve âdet gibi kavramları hiçe saydıkları için millîlik iddiası olmayan, hatta ona karşı çıkan beşeri bir edebiyat kurdular. Bu bakımdan Hümanizmdi devam ettirmiş oldular.
Bol ayrıntılara dayanan dış hayat, günlük yaşayış ve yerli insan bir yana bırakılınca, insanların iç hayatı ve ruh dünyası tüme varmak, genele ulaşmak gayretiyle, bilhassa incelendi. Bu yüzden Klâsik akım bir tahlil edebiyatı oldu. İnsanların şahsî özelliklerini ele almadıklarına göre bütün insanlarda ortak bulunan umumî duygu ve eğilimleri yaşattılar. Aşk, kıskançlık, cimrilik, şeref, kin vb. gibi beşeri temaları baş tacı ettiler. Bu ihtirasların insanlığın hayatı boyunca değişmez olduğunu belirtmek için bilhassa eski Yunan ve Lâtin eserlerini taklide çalıştılar. Nitekim Racine, İphigenie tragedyasının önsözünde bu hususu açıkça anlatmaktadır:
"Gerek Buripides'ten, gerek Homeros'tan taklit ettiğim şeylerin tiyatromuz üzerinde yaptığı tesir karşısında, sağduyunun ve aklın her çağda aynı olduğunu sevinçle kabul ettim. Paris zevki, Atina zevkine uygun düştü. Seyircilerim, vaktiyle Yunanistan'ın bilgili halkım gözyaşlarına boğan aynı şeylerle heyecanlandılar."
Ve böyle düşünerek günlük hayattan, millî konulardan, yerli halka ait tasvirlerden, Fransız tarihiyle ilgili vakalardan, ferdî duygulan, haksızlıkları, sosyal dertleri anlatmaktan sakınan Klâsikler, daha sonra Romantik akım temsilcilerinin sert tepkileri ile karşılaşacaklardır.
Klasisizm'in Edebî Türleri ve Başlıca Sanatçıları
Klasisizm, en büyük edebî atılımı tiyatroda (tragedya ve komedya) göstermiştir. Bu yüzden ilk bakışta bir tiyatro edebiyatı gibi görünmektedir. Ancak bu devrin yazarları, fabl, deneme, roman, hitabet, özdeyiş ve mektup türlerinde de güçlü eserler vermişlerdir. Bu türlerin başlıca temsilcileri:
Tragedyada Corneille ve Racine; komedyada Moliere; fabl türünde La Fonta-ine; denemede Pascal ve La Bruyere; roman'da Madame de La Fayette; hitabette Bossuet; özdeyiş'te La Rochefoucauld; mektup türünde ise Madame de Sevigne'dir.
Klasisizm'in Türk Edebiyatında İzleri
Türk edebiyatının batı tesirinde ürünler vermeğe başladığı 18601ı yıllarda Fransa'da klâsik akım, yerini romantik ve realist akımlara bırakmıştı, Bu yüzden Tanzimat yazarlarımız, bu akımı gereğince tanıyıp benimseyemediîer, Zaten Klâsikler, daha çok Yunan ve Lâtin kaynaklarına dayanıyorlardı. Biz ise bu kültürleri ancak İslâm medeniyet ve felsefesi yoluyla tanımıştık. Batı'da hazır bulduğumuzu almıştık. Çünkü onların Yunan-Lâtin-Hıristiyan temellerine gitmek, kültürümüze aykırı gelmişti.
Şu var ki, Tanzimat edebiyatının öncüsü Şinasî, Klasik akımın fikir kaynağı olan Descartes'ı az çok tanımış, onun bazı fikirlerinden faydalanmıştır. Bu akılcı filozofun etkisi, Şinasi’nin birçok makalelerinde ve Münacaat şiirinde açık şekilde görülmektedir. Şinasî, Racine'i de okumuş hatta onun Athaîie ve Andromaque tragedyalarından bazı parçalan Türkçeye de çevirmiştir.
Klasisizm, Türk edebiyatında bir akım olarak bilhassa Yunan ve Lâtin kaynaklarına bağlılığı ve bizim o kültürlerden uzaklığımız dolayısıyla benimsenmemiştir. Ayrıca akla dayanışı, sosyal problemlerden, milliyetçilikten, hürriyet fikirlerinden uzak oluşu da, Tanzîmatçılar'ın inkılâpçı, memleketçi ve heyecanlı tutumlarına uymamıştır. Bununla birlikte Klasisizmin bazı büyük şair ve yazarları Tanzimat'tan bugüne kadar bizde, çok tutulmuş ve sevilmişlerdir. Moliere ve La Fontaine'in pek çok adaptasyon ve tercümeleri yapılmış, onları izleyenler de görülmüştür. Abdülhak Hâmid ise Corneille'in tragedyalarına benzeyen eserler yazmıştır.
AHMET KABAKLI, TÜRK EDEBİYATI ANSİKLOPEDİSİ
- Önceki
- Sonraki >>