Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

SÜLEYMAN NAZİF NESİRLERİNDEN SEÇMELER:

İSTANBUL’DA MİNARELER EZANSIZ KALIRSA

Balkan Savaşı memleketimizde belaları başımıza yığarken, fikirlerdeki ve görüşlerdeki gibi, ortaya ayrılık ve kararsızlık yetmezmiş gibi, ortaya vakitsiz, lüzumsuz, münasebetsiz bir mesele daha atılmıştı. Harbin talihinin Bulgar hududunu İstanbul’a pek çok yaklaştırmış olması, bu şehri ansızın yapılabilecek bir istilânın daimî tehdidi altında daimi tehdidi altında duruyormuş ve bu felâketin birdenbire meydana çıkışından korunmak için başşehri Anadolu’nun iç taraflarına taşımak zaruriymiş!

Ben bu dedikoduyu o vakit üzüntü ve iğrenmeyle karşılayanlar arasındaydım.

İsterdim ki bir vatansever ortaya çıkarak sesinin bütün haykırma gücü ile “Eğer İstanbul tehlikedeyse başkenti değil, hududu öteye kaldırmak millî vazifemizdir” desin ve herkesin doğru yoldan sapması karşısında bir ayıplama kıyameti koparsın!

Fakat bu hiç böyle olmadı. O devrin ve o halin hasta sinirlerimize getirdiği hor görülme felci karşısında bu meselede ehemmiyetini kaybediyor ve taraftarlar da buluyordu.

Yaşadığı toprakları, hayaller, ihtimaller önünde terk edenler yalnız bir şeyden emin olabilirler ki dünyanın hiçbir yerinde hür ve müstakil yaşamak hakkını hiçbir zaman muhafaza edemeyeceklerdir.

Hazret-i Muhammed’in (sas) ümmetine ve Sultan Osman’ın milletine asırlarca önce işaret etmiş olduğu güzel şehir, bu Kostantınıye, bu İslâmbol, bu İstanbul bizim ebedî payitahtımız (başkentimizdir)!

Ey Müslüman evladı, ey Türkoğlu! Bu güzel şehrin eşsiz göğüne doğru en güzel birer mısra şeklinde yükselmiş olan minarelere daima şefkat ve hürmetle yüzünü çevir. Şerefelerinden dağılan ezan sesleri önünde ak saçlı ninelerin göklere açılan elleri Allah’tan bizim için günde 5 defa saadet dilemeye 400 bu kadar seneden beri devam ediyor. Var olan veya hayal edilen hiçbir sebep mücadele azmine karasızlık vermesin. Bu diyarın minaresiz ve minarelerin ezansız kalmasına razı olma. Ve kat’î olarak bil ki, İstanbul minaresiz ve minareler ezansız kalırsa hepsi yetim olur. Ve hepimiz yetim oluruz.

 


KARA BİR GÜN
«Fransız generalinin dün şehrimize varışı münasebetiyle bir kısım vatandaşlarımız tarafından icra olunan nümayiş, Türk’ün ve İslâm’ın kalbinde ve tarihinde müebbeden kanayacak bir yara açtı. Asırlar geçse ve bugündü hüzün ve düşkünlüğümüz zevk ve saadete de dönse yine bu acıyı hissedecek, bu hüzün ve teessürü evlat ve torunlarımıza, nesilden nesile ağlanacak bir miras olarak terk edeceğiz:
Alman orduları 1871 senesinde Paris’e dâhil olarak büyük   Napolyon’un zaferlerinin taş halindeki şiirleri olan «Tak-ı Zafer» altından geçerken bile Fransızlar bizim kadar hakaret görmemişti. Ve bizim dün sabah, saat dokuzdan on biçe kadar hissettiğimiz yeis ve azabı duymamıştı. Çünkü Fransız adını taşıyan her fert, çünkü yalnız Hıristiyanlar değil Yahudi Fransızlarla, Cezayirli Müslümanlar matem-i millî karşısında, aynı yakınma ve utanç ile ağlamış ve kızarmışlardı.
Biz İse millî ve lisani varlıklarını âlicenaplığımiza borçlu olan bir kısım halkın «hayu huy» şamatalarıyla aziz matemimize en acı hakaretlerin bir tokat şeklinde atıldığını gördük.
«Buna müstahak değil idik» diyemeyiz. Müstahak olmasaydık bu felâkete düçar olmazdık. Her kavmin hayat kitabında, birçok düşkünlük ve ikbal sahifeleri vardır. Fransa Kralı Birinci François’yı Charles Quint’in zindanından kurtarmış ve koca Viyana şehrini defalarca sarmış bir ümmetin mukadderat defterinde böyle elemli bir satır da yazılı imiş. Her hal değişecektir. Arapların güzel bir sözü var:
«Usbûr feinneddehre la- yasbir» (Sen sabretsen de dünya sabretmez.)

ANNEME
Kabrini on senede ancak iki defa ziyaret edebildim. Hissizliğe ve vefasızlığa pek benzeyen bu günahı unutturmak ve affettirmek için şimdi sana öyle bir mezar inşa ediyorum ki, vatan muhabbeti fezâl-i beşeriyeden madud oldukça ve vicdanların harimi samiminden yükselen eninler insaniyetin kalbinde ca-yi kabul ve câ-yi tahassüs buldukça tavaf olunacak...
İtiraf ederim ki ben bu dertlerimi kâğıt üstüne döktüğüm günler seni değil, senden daha büyük —kıskanmayacağını, memnun olacağını bildiğim için söylüyorum anne— senden daha muazzez valide olan vatanımı düşünüyorum. Ve münhasıran onu düşündüm. Sen gözlerimin menâbi-i sirişkiyle kalemin midadı feryadı kuruduktan sonra hatırıma gelebildin.
On sene evvel cismini Büyükada’nın —matemimle istihza edecek derecede şûh ve şaaik olan--topraklarına gömmüştüm. Bugün de ruhunu —mukadderatınla bu sahifeler ağlayan— diyâr-ı tarumarın kumlarına defnediyorum. Sen dünya yüzündeki bîkeslerini daha az hissedersin. O çöller ki en yüksek bir ufk-i temaşası olan Mardin kasabasındaki mezarından babam da, ihtimal ki, bu dakikada benim gibi nevha-nişâr oluyor.
Ah anne! Keşke ben yalnız senin öksüzün olsaydım. Ve yalnız senin öksüzün olarak kırk sene evvel ölseydim ve böyle yetim-i vatan ve yetim-i tarih kalmasaydım!

SON EKLENENLER

Üye Girişi