Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

DÜŞÜNMEK-SEVİNÇ ÇOKUM

Şimdi hayatta olmayan değerli bir fikir adamımız “Biz düşünmeyen bir toplumuz, derdi... Tabii onun bu düşüncesi, ülkemizin Batıyla yapılmış bir kıyaslamasından doğuyordu... Bu hükmü daha çok da günümüzdeki gevşekliğe, kolaya, basite kaçan düşünme tembelliğine, taklitçiliğe, şekilciliğe, kalıplaşmaya bakarak veriyordu. Haksız da değildi. Düşünmek için sorumluluk, düşünmek için bilgi, düşünmek için istek, yetenek ve eğitim gerekli. Kısacası her işin başı sağlık ise her başarının temeli düşünmek...


Birçok hayati konuda geç kalışımız da düşünmeğe geç başlayışımızdan kaynaklanmıyor mu? Mesela çevre korumanın ne olduğunu yeni yeni anlamağa ve anlatmağa başladık. Çevre Bakanlığı, kayıplarımız telafi edilemeyecek şekilde büyüdükten sonra kuruldu. İşe artık Batıklar karışmağa başladılar da ondan sonra kafamıza dank etti. Bir taraftan çevreyi koruma tedbirlerini ararken, çevre gönüllülerini teşkilatlandırırken, bir taraftan da tabiatı bozmağa, çirkinleştirmeğe çalışıyor ve insanoğlunun sağlığı için kullanılamaz hâle getiriyoruz? Akıl almaz bir tezatlar ülkesi... Bugüne kadar kim bilir kaç hektarlık orman yok oldu, kaç çeşit şifalı ve denge unsuru bitkinin ve çiçeğin nesli tükendi, kaç kuş çeşidinin nesli köreldi, bilmiyoruz... Daha önce bunları tespit ettik mi ki kaybolduklarında ne olduklarını ortaya koyabilelim?


Geçenlerde bir radyo programında İzmir bölgesindeki el değmemiş yaylalardan, bu yaylaların halkın ilgisini çekecek şekilde değerlendirilip tanıtılmasından söz ediliyordu... Keşke kullanılır hâle getirilmese, el değmese de o canım yaylalar bilgisiz insanların, menfaat şebekelerinin kuracağı beton yığınlarıyla, havayı kirletebilecek unsurlarla mahvedilmese diye düşündüm...


1960-70 yıllarından bu yana süregelen büyük şehirlere göç hareketiyle ortaya çıkan çarpık şehirleşme ve sanayileşme problemleri, bugün ulaşılamayacak boyutlardayken hangi çevrecilik? Bu göçlerle kır kesiminin insanları, bugün geride artık hiç kimsenin oturmadığı metruk köyler bıraktılar... Uyum sağlamanın kolay olmadığını göze alarak doğup büyüdüğü, sevdiği, mutlu olduğu hayatını bir tarafa itip para kazanmak ümidiyle seçtiği büyükşehir hayatında mutlu olabildiğini de sanmıyorum... Şurası muhakkak ki ülkemizde insan hayatının ve insan geçmişinin hiç değeri yok. Geçenlerde Karaköy’de rastladığım mermer tıraşlayan yaşlı bir işçi de bu düşüncenin gerçekliğini ortaya koyuyordu. Adamda ne maske ne bir başka koruma aracı... Beyaz bulutlar misali mermer tozu içinde adam yavaş yavaş bir heykele dönmekteydi. Onu bu şartlarda çalıştıran veya ona bu korunmasız çalışmanın mahzurlarını öğretmeyen bir memlekette hangi çevrecilik? İçi dışı alçılaşan, mermerleşen bu adama başkaları değil kendisi de sahip çıkmadıktan sonra...


Bütün bunlar, düşünememekten kaynaklanıyor... İnsanımız önce düşünmeyi öğrenmeli... “Hayır, ben papağan değilim, benim de bir aldım var, ben sürü değilim, benim de bir kişiliğim var.” diyebilmeli. Erozyon sebebiyle Türkiye her yıl Kıbrıs Adası büyüklüğünde toprak kaybediyormuş. Bu, kimsenin umurunda değil. Oysa bazen bir karaçalı bile toprağı tutan değerli bir unsurdur. Bakın şair Ali Akbaş ne diyor “Karaçalı” şiirinde:
“Bir nisan sabahı iri bir gül, dalında kahkahayla sallanarak:

—    Hey karaçalı, karaçalı! Bu dikenler niye, korunacak nen var ki senin? dedi.
Üzüntüden biraz daha karardı karaçalı... İçini çekerek:

—    Sen yalnız kendi gülünü korursun gülüm, bense bütün bahçeyi, dedi.”

Sadece falan sokağı, filan kıyı kasabasını değil, ülkenin bütününü koruyabiliyorsak, o zaman çevrecilikten söz edebiliriz.


Korumamız gereken yalnız çevremiz mi? Bir de kültür değerlerimiz var... İnsanın emeğiyle, insanın düşüncesiyle ortaya çıkmış... Geçenlerde bir tiyatro-sinema İkilisinin programında, Fuzulî ve onunla birlikte divan edebiyatı alaya alınıyor, küçümseniyordu. Sığ düşünmenin, tipik bir örneği. Günümüz şairleri dururken Fuzulî’yi anlamağa ne gerek varmış? Bu ikili ayrıca Fuzulî’nin Hz. Muhammed i anlattığı ve övdüğü şaheseri “Su Kasidesini” de karalamağa çalışıyordu. Hiç Shakespeare (Sekspir) için bir İngiliz, Canım o 16-17. yüzyılda yaşamış, çok gerilerde kaldı artık. Shakespeare’i unutalım gitsin, biz bugüne bakalım, bugüne!” der mi? Demez elbette. Demediği gibi onunla kabara kabara övünür. Eğer Fuzulî ye Batılılar sahip çıkarsa bizim “enteller” de düşünmeğe, Fuzulî’nin edebiyatımızdaki yerini anlamağa başlarlar belki. Nasıl ki mimaride Sinan’ın adı büyükse ve o ada saygı duyuyorsak edebiyatımızda da Fuzulî aynı durumdadır. Bir yeni değeri kabul etmek için eskisini reddetmek mi gerekiyor?.. Bunun muhakemesi ne zaman yapılacak? Düşünmeğe başlayınca elbette...

21. asrın Türk asrı olacağından söz ediyoruz. Ama geçmişini reddeden, geleceğini koruyamayan milletlerin yükseldiği ne zaman görülmüş? Çevremizi koruyalım, tabiatı ve kültürümüzü koruyalım. Bunu, düşünmesini öğrenmekle gerçekleştireceğiz.


Sevinç ÇOKUM, Güzde Bahan Karınca

 

İLGİLİ İÇERİK

NASRETTİN HOCA FIKRA ÖRNEKLERİ

FIKRA ÖRNEĞİ-TEK GERÇEĞİN PEŞİNDE

DENEME ÖRNEKLERİ

MAKALE ÖRNEKLERİ

MAKALE ORNEKLERİ-2

GEZİ YAZISI ÖRNEKLERİ

GEZİ YAZISI ÖRNEĞİ- KIRIKKALE'YE GİDERKEN

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi