MAKALE ORNEKLERİ-2
ATATÜRK
Atatürk'ün en büyük özelliği yaratıcılığıdır. Atatürk her şeyden önce bir eylem adamıdır. Atatürk'ü doğru olarak anlayabilmek için önce insandaki yaratıcılığın ne olduğunu, ne olmadığını anlamak gerekir. Onun için bu yaratıcılık konusu üzerinde biraz durmak istiyorum.
İnsanların yaratıcılığını başlıca üç döneme ayırabiliriz. Düşünce dönemi, duygu dönemi, eylem dönemi. Yalnız düşünen, yalnız inceleyen, yalnız açıklayan adam, duyan işleyen adam demek değildir. İşte kafası, aklı, mantığı ile konusunu işleyen insan bu dönemde kalabileceği gibi, duygu, istem dönemine geçmiş değildir. Ne zaman bu insan düşündüklerini, istediklerini yapma, yaratma alanına sokarsa işte o zaman iş adamı, yapıcı adam, yaratıcı adam olur. Yurt yönetme, yurt kalkındırma, yurt ilerletme işinde de böyledir. Bütün işleri düşünmek, anlamak, sevmek, istemek, yapmak demek değildir. Eylem dediğimiz, bu düşünceleri, istekleri yerine getirmekle, başarmakla belirir. Birinci dönemin adamı düşünce adamı, ikincinin adamı duygu adamı, üçüncününki yaratıcıdır. Birinci; ikinci dönem olmadıkça da üçüncü olamıyor. Ancak, birinci de, ikinci de, üçüncüsüz kalabiliyor.
Besbelli ki Atatürk üçüncü dönem kişiliğini taşıyan bir insandır. O, bir kafa adamı, bir gönül adamı olmakla birlikte hem de bir eylem adamıdır. Çünkü Atatürk yalnız düşünmekle, yalnız duymakla kalmamış, bütün düşüncelerini, duygularını eylem alanına götürebilmiştir.
Düşüncelerini eylem alanına kadar sürmek de yetmez. Bu alanda başarı elde etmek de gerek. Bunun için yalnız çalışmak da yetmez. Bu çalışmanın işin varlığına göre, fizik, biyoloji, sosyoloji kanunlarına uygun olması da gerektir. Böyle olmazsa bütün çalışmalar boşa gider. Öyleyse yaratıcılığın son koşulu verim elde etmek, başarmaktır. Bu başarı eylemlerin doğruluğu, iyiliği, güzelliği ile belirir.
Yapıcı, yaratıcı bir insan olan Atatürk'ün zekâsındaki özellikler herhangi insan zekâsında görülebilecek olan normal özellikler değildir. Bunlar normal üstüdür. Atatürk, olayları olduğu gibi, bütün çıplaklıkları ile gören, bu olayların oluşlarına dikkat eden, az konuşan, insanların yaratıcılığına inanan bir insandı. Tarih boyunca gelmiş geçmiş olan bütün büyük yapıcılarda, yaratıcılarda görülen bu özellikler onda tam olarak vardır.
Atatürk'ün zekâsının özellikleri arasında en çok göze çarpanı açıklık, kesinliktir. Atatürk olmakta olanları olduğu gibi, bütün açıklığı, bütün kesinliği ile görürdü. Bu gerçeklerin sınırlarını çok kesin olarak çizmek isterdi. O, büyük yapıcılar, büyük kurucular gibi oluşları sıkı bir denetim altında bulundururdu. Onun zekâsının özelliklerinden biri de olamazları, olumsuzları anlamak, onları zorlamamaktı.
Atatürk bütün yapıcılık, yaratıcılık işlerinde zaman etkeninin büyük etken olduğunu çok iyi bilirdi. Onun için kararlarını yıldırım hızı ile eylemleştirmesini bilen bu insan gerekince durmasını, beklemesini de bilirdi. İşte bu gerçek anlayışı iledir ki Atatürk bütün giriştiği yurt, devlet, kültür, uygarlık işlerinde olabilecekleri oldurmuş, olamayacakları da zorlamaya kalkışmamıştır.
Hiçbir insan zekâsı, Türklük gerçeğini onun kadar yakından, onun kadar içinden tanımış değildir. Hiçbir gönül Türk sevgisini bu kadar büyük olarak taşımamıştır. Hiçbir varlık Türk halkı ile onun kadar kaynaşmamıştır.
Atatürk düşünce adamları gibi Türk'ün ne olduğunu düşünmekte, gönül adamları gibi Türk'ü sevmekte kalmamış, Türk'ü kurtarmış, diriltmiş, tanıtmıştır. Onun için Atatürk ölmüyor, Türkleri, bütün insanların kafasında diriliyor. Her dirilişte de bir kat gençleşiyor.
Atatürk'ün milliyet anlayışı, milliyeti "din birliği, dil birliği" ya da "kültür birliği" diye tanımlamak isteyen Gökalp’ın anlayışından farklıdır. Atatürk'ün doğru bulduğumuz milliyet anlayışını iyice anlayabilmek için konuşma dilinde sık sık geçen, ancak anlamları birbirine karıştırılan kültür, gelenek, görenek terimlerini kesin olarak ayırmak gerekir. Kültür din, dil, sanat gibi kolektif duyunç ile ilintili olan değerlerdir. Bunlar toplumsal tipten toplumsal tipe değişirler. Gelenekler ise bu değerler arasında hiç değişmeyenlerdir.
Atatürk, milliyeti bir vicdan duyunç işi, bir bilinçaltı işi, değişmeyen gelenekler birliği olarak anlıyor; dini, dili ne olursa olsun kendini Türk duyan, Türk bilen, Türk yaşayan insanın Türk olduğuna inanıyordu. Çünkü yeryüzünde dini ayrı olmakla birlikte duyuncu, gelenekleri bir olduğu için bir tek ulus olarak yaşayan uluslar olduğunu görüyordu. Ayrı ırklardan, ayrı dillerden, ayrı kültürlerden meydana gelen Fransızlar, Belçikalılar, İsveçliler gibi. Dini Musevi olduğu gibi dini Ortodoks olduğu hâlde dilleri, sanatları, din, sanat, dil gelenekleri Türk olan Romanya'daki Gagavuz Türkleri gibi.
Atatürk'ün medeniyet anlayışı toplum bilimin anlayışına göre uygarlık ile kültür arasında tabiat ayrılığı vardır. Kültür din, dil, sanat gibi, bilinçaltı değerlerin tümüdür. Kültür ulusların öz malıdır. Ulustan ulusa değişir, uygarlığın bilinçaltı, vicdanla, duyunçla hiçbir ilintisi yoktur. Uygarlık da bir tümdür. Onun için uygarlık üzerinde hiçbir indirme, azaltma yapılamaz. Bugünkü dünyayı yöneten uygarlık Batı uygarlığıdır. Biz Türklerin bu uygarlığı kayıtsız şartsız benimsemesi gerekir. Bu anlayışla Türklüğümüzden hiçbir şey kaybetmemek koşuluyla hemen batılılaşmak zorundayız. İlk peygamberlerden son devrimcilere kadar insanlık tarihi, zamanları üzerinde büyük etkiler yapan büyük adamlarla doludur. Ancak, hiçbir büyük adam ulusunun alın yazısını Atatürk kadar değiştirmesini bilememiştir. Tarihin başladığı günden beri Türkler birçok büyük adamlar, bilginler, bilgeler, komutanlar, savaşkanlar yetiştirmiştir. Bunlardan hiçbiri Türk ulusunun can atılımına yaşama isteğine Ata'nın inandığı kadar inanmamıştır. Hiçbir yol gösterici, hiçbir önder, hiçbir devrimci, toplum göreneklerini onun kadar sarsmadı. Hiçbir ulusçu ulusun yaratıcısı olan ulus geleneklerine onun kadar sarılmadı.
Doğanın bütün varlıkları gibi büyük adamlar da tesadüf eseri olarak var olmazlar. Onları yetiştiren bir çevre vardır. Bu çevre ulus çevresidir. Atatürk'ü yetiştiren çevre de Türk ulusunun çevresidir. Atatürk de içinde olmak üzere bütün Türkler sonsuzluk şarabını işte bu tükenmez kaynaktan, ulus kaynağından içmişlerdir. Kevser şarabını kana kana içmesini bildikleri içindir ki sonsuzluk sırrına ulaşmışlardır.
İsmayıl Hakkı BALTACIOĞLU (hzl. Prof. Dr. Cahit Kavcar, Ferhan Oğuzkan, Türk Dili III)
İLGİLİ İÇERİK
MAKALE-TÜRK DİLİ ZENGİN BİR DİL MİDİR?
- Önceki
- Sonraki >>