PARÇADA KONU NASIL BULUNUR?
1. Konu Cümlesi Başta
Bu tür metinlerde yazar metinde işleyeceği konuyu ve/veya konunla ilgili düşüncesini genellikle ilk cümlede açıklar. Konuyu ve onunla ilgili ana düşüncesini, ileri sürdüğü tezini metnin girişinde söyledikten sonra bunu tanımlayan, açıklayan ve örnekleyen ayrıntıları sıralar. Metnin başında yer alan konu/ana fikir cümlesi, anlatılanların ne ile ilgili olduğunu, metnin geri kalan kısmında okuyucuyu ikna etmek için ana fikrini destekleyici yardımcı fikirlere yer verir. Bu tür metinlerde yazar ana fikri genelden-özele doğru izlediği bir anlatım planı ile okuyucuya aktarır. Bu anlatım biçimi genellikle bilgilendirici/öğretici metin türlerin de görülür.
Örnek: 1
AŞİNASIZ
Bize mekânları da, şehirleri de sevdiren, ortamın insanlarına duyduğumuz bağlılıktır. Sevdiğimiz insanlar çekilip gitsin yaşadığımız yerlerden, yabancı bir gezgin gibi kalıveririz ortalıkta. Bin yerinden bağlı bulunduğumuz sokaklar, semtler ve şehir, merhaba çakmaz olur yüzümüze.
Doğrusu bu ya, bugünün şehirlileri, sokağa çıktığında selam verip ayaküstü eğleşecek, hal hatır sorup yârenlik edecek âşinalar bulmakta pek şanslı değildir. Hep göçebe ve hep bir şehrin yabancısı olarak yaşamak, ne âşinalar ne de kalıcı dostlar kazandırır onlara. Şehirlilerin çoğu, birer mutsuz yabancıdır...
Ne zamandır, bir kasaba yaşamını özlüyorum biliyor musunuz? Herkesin birbirini tanıdığı; sokaklarında, çarşılarında yürürken adım başı selâmlaşılan, her dükkânın önünde bir sigara içimi durulup laflanan; yürüyüşlerin, alışverişlerin koşuşturmayla değil, âsûde ve hakiki bir zevkle yapıldığı küçük şehir ve kasaba yaşamına hayranlığım ve özlemim her gün biraz daha artıyor.
Aynı şehri, aynı semti, sokağı ve hatta aynı apartmanı paylaştığınız insanlarla büsbütün 'bağlantısız' yaşamak, adamakıllı yoruyor insanı. Bir sokak boyunca kimseye selam vermeden yürüdüğünüzü fark ediyor ve ürperiyorsunuz. Bakkalla, manavla, kasapla, kırtasiyeciyle bütün ilişkiniz, "Hayırlı işler!" ve "İyi günlerden öteye gitmiyor. Ne korkunç, bu iyi niyet sözleriniz bile çoğu zaman karşılıksız kalıyor. Aldığınız ekmeğin, sütün, elmanın, domatesin, gazetenin hatırı kadar olsun bir muhabbet kurulmuyor aranızda. İlişkiniz, yalnızca paranın el değiştirmesiyle sınırlı kalıyor.
Sokakta biri selam verip hâlinizi hatırınızı sorsun istiyorsunuz. Biriyle şakalaşmak, birinin kapısının önünde çömelmek, birisiyle hayatı paylaşmak... Olmuyor bütün bunlar. Yalnızlığınızla baş başa geçiyorsunuz sokakları; o kişisel cennetinize, eve atıyorsunuz kendinizi. Orada, uzak ve meçhul bir adada yaşar gibi kendi maceranızı yaşıyorsunuz.
Muzaffer Tayyip Uslunun dizeleri tam da içimin türküsünü söylüyor. Ne zaman okudum bu şiiri, bilmiyorum. Fakat hafızamın kuytusunda tazecik duruyor:
"Ben seviyorum insanları
Bana benziyor hepsi
Meselâ sokakta birisi
Sigarasını yakıyor sigaramdan
Bir başkası meselâ
Durup bakıyor arkamdan
Saatlerce
Kim bilir kime benzetmiş beni
Ve akşam karanlığında
Dönerken evime
Uğurlar olsun diyor bir ses
Eyvallah diyorum hemşerim."
Küçük bir şehir, bir kasaba özlemi git gide büyüyor içimde. Oralarda insanların, sokakta dertleşerek - bu ‘dertleşmek’ kelimesine bayılıyorum- içlerini dökerek daha mutlu yaşadıklarına inanıyorum. Aşinaların, dertleri yarı yarıya unutturduğuna inanıyorum. Konuşan ve dertleşen insan, sokaklar boyu yalnızlığını sürükleyen insandan daha huzurlu olmalıdır. Orada, sokaktan gelen sesler de gürültüler de yabancı değildir insana. Onlar da yumuşar ve sevdirir kendini. Ve yaşama sevincinin bir parçası olur ne varsa.
Edip Cansever’in şiiri, âşinâlar içinde yaşayan ‘adam’ı anlatıyor olmalıdır:
"Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kâseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini, çıkrık sesini
Ekmeğin havınım yumuşaklığını koydu."
Bahar geldi ya, insanın her zaman, her yerde, herkesle konuşup yârenlik edesi geliyor. Sevincini de, üzüntüsünü de, memleketin gidişatını da konuşmak, paylaşmak istiyor biriyle. Hele sokakta, dükkânda, çarşı ortasında... Sokaktaki adamla, ayaküstü girişilen sohbetlerin tadına doyum yoktur.
Hey de hey! Onlar âsûde zamanlardı ki çokça muhabbet vardı...
(Ali Çolak, 2000, s.33-35)
- Önceki
- Sonraki >>