Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

SABAHATTİN ALİ HAYATI ve ESERLERİ-3

(...)
 

SABAHATTİN ALİ VE AHMET HAMDİ TANPINAR ASKERDE İKEN

Roman bakımından değilse bile, hikâye yönünden, yazarın sanatını belirtecek kadar elimizde eseri var: Değirmen, Kağnı, Ses, Yeni Dünya. Kırk yedi hikâyeyi kapsayan bu dört kitaba, yazarın uzun hikâyesi Kürk Mantolu Madonna'yı da ekleyebiliriz.
Bugüne kadar küçük hikâye üzerinde çalışan sanatçıların eserlerini belli başlı iki tipe indirgeyebiliriz: Birinciler, öteden beri alışılagelen, başlangıcı, dönüm noktası, sonu olan hikâyelerdir. Guy de Maupassant'ın hikâyeleri bu türün iyi örnekleri sayılır, ikincilerse, Çehovla doğup gelişen ayrı yapıda hikâyelerdir. (...)Sabahattin Ali'yi birinci tip hikâyecilerden sayabiliriz. Onun hikâyelerini, edebiyatımıza Ömer Seyfettin'le yerleşen bu türün başarılı örnekleri olarak gösterebiliriz. (...) S. Ali, dış'a bakan, iç'i dışta arayan bir sanatçı.
S. Ali'ye göre hikâyede psikoloji şu olmalı: insanın iç dünyasını, dışa vuran yaşantısıyla göstermek.
Ne var ki bu, güç bir iş. İç hayatı dışa vuran davranışlarla vereyim derken, yalnız dış'ta kalmak tehlikesi var. S. Ali bu tehlikeyi sezmiş olacak ki, her zaman ruhu yansıtmanın güçlüğünü, bizi toplum sorunları üzerinde düşündürmekle gidermeye çalışıyor. Onun hikâyeleriyle çok kez bir psikolojiye yaramıyorsak da, belli sorunlarla karşılaşıyor, bunlar üzerinde düşünmek fırsatını buluyoruz. (...)
Sulfata, Asfalt Yol, Kazlar adlı hikâyelerde karşılaşılan dış gerçekler, bu gerçeklerle varılan düşünceler, insana, bu gerçekler üzerinde düşünmenin, bunlara kafaca hâkim olmanın bir bakıma özgürlüğünü kazandırıyor.
S. Ali'ye göre, sanatçının amacı insanları yükseltmektir.(...)
Bir defa, hiç şüphe yok ki, S. Ali çevreye dönük bir hikâyeci, "nabzını kütlenin nabzı ile aynı tempoda arttırmak" özleminde olan bir sanatçıdır. Sonra, gözlemlerine kendinden fazla şeyler katmamak isteği de oldukça güçlü. Hikâyelerinde hep kendini silmek yolunu tutuyor.(...)Bu uğurda çok kez, bile bile kuru bir gözlemci olmaya kalkışıyor. Öyle ki, hayattan topladığı gereçler üzerinde hayal gücünün, duygularının emeği oldukça silik kalıyor. Kaygısı açık: Bireycilikten, kendi deyimiyle "endividüalizmden" kaçınmak. Ona göre, gerçek sanat, sanatçının kendini silip çevreyi verebildiği zaman başlar, İçimizdeki Şeytan adlı romanının kişilerinden Ömer, yazarın bu düşüncesini şöyle dile getiriyor: "Bence sanatkâr, kendinden başkalarını vermeğe başladığı zaman sanatkâr olur."
(...)Sabahattin Ali, hikâyelerinin hep dışında kalıyor. Olayın akışını durdurup duygularını dile getirdiği yok. Hayır, var. Ama yalnız bir defacık. O da, Selâm adlı hikâyesinin sonunda. Bu hikâyenin kişisi sanki Yusuf değil de S. Ali'nin tâ kendisi. Bir kumpanya oyuncusu kadın uğrunda evini barkını bırakıp kaçan Yusuf'un ardından hikâyecinin yolladığı selâma bir bakın: "Dört elle sarıldığımız birçok kıymetlerin, uğrunda sahici bir insan gibi kalbimiz ve kafamızla yaşamayı feda ettiğimiz binlerce sözde mühim şeylerin ne kadar kolay fırlatılıp atılabileceğini bana öğreten Yusuf. Benden sana selâm olsun..."
Sanki hikâyeci burada, kutsal sayılan şeyleri, donmuş düşünceleri, kısaca, bağnazlığı birden fırlatıp atabilen insanlara içten hayranlığını gizleyemiyor.
Kurtarılan Şaheser, Kırlangıçlar, Birdenbire Sönen Kandilin Hikâyesi gibi alegorik çeşnide romantik hikâyeleri bir yana, konularının çoğu köy, köylü, köy-şehir ilişkileri ya da anlaşmazlığı üstüne. Yazar bize Anadolu'yu "Metruk, unutulan, bilinmeyen Anadolu'yu" aydınlarımızın "bir Amerikalı seyyah gözüyle" görüp anlayamadığı Anadolu'yu gösteriyor (Köpek'te olduğu gibi).
Olayları sık sık toplum dertlerimize dokunuyor. Ama çoğu yol üstü, ayaküstü toplanmış olaylar, gezi izlenimleri hissini veriyor. Hikâyeci bunları fazla işlemeden anlatmaya çalışıyor. Gerçekçiliği de buradan geliyor.
Yalnız, olayların duyulmuş, gerçekten olmuş olaylar hissini verme kaygısının doğurduğu kusurlar eksik değil. Bir defa, olayları süslememekteki direnişi, üslubu kuruluktan tâ anlatım düşüklüklerine kadar indirdiği oluyor. Sonra, hikâyelerinin bazıları fıkra çeşnisi veriyor. Örneğin, Bir Konferans adlı hikâye kaba nükteli bir fıkra olmaktan öteye geçemediği gibi, Bir Cinayetin Sebebi de mahkeme salonlarında duyulan olayların kuruluğundan kurtulamıyor.
(...)
Sabahattin Ali, duyarlık yerine, saplantı halinde açığa vurulmak istenen gerçekler var: Arabalar Beş Kuruşa, Apartman Çeşnisinde, Asfalt Yol, Sulfata gibi ayrı tatta hikâyelerle ispatlanmak istenen toplum sorunları, toplum bünyesinden doğan aksaklıklar...
Sabahattin Ali'de gerçek'e sıkı sıkıya bağlanış var.
Sabahattin Ali'nin romanlarına gelince: Sayıca az ama değerce ağır basan romanlar. Kuyucaklı Yusuf olsun, içimizdeki Şeytan olsun, en başarılı romanlarımız arasında yer alır. Bu romanların birleştiği nokta şu: ikisi de hem çerçeve, hem ruhça katıksız yerli birer roman, ikisi de çevre, töre romanı. Biri bir Anadolu kasabasını bütün ruhu ve yaşantısıyla veriyor, öbürü küçük bir aydın topluluğunu canlandırıyor.
S. Ali hikâyelerinde her zaman veremediği iç'i romanlarında verebiliyor. Kuyucaklı Yusuf'ta ruh incelemeleri yok ama davranışlardan çevrenin, bir bakıma da kişilerin psikolojisine girebiliyor. Olaylar öylesine ustalıkla seçilmiş, ayrıntılar sanki üzerlerinde hiç işlenmemiş gibi öylesine tabii tertiplenmiş ki, insan pek farkına varmadan kendini çevrenin ortasında buluveriyor. Romancı, işlediği ayrıntıları belli etmeden bütün'e gerçeklik vermesini biliyor.
(...) S. Ali, olayların bütün olanaklarından faydalanarak okuyucunun soluğunu olayın seyriyle ayni tempoda tutuyor. Hem olaylarına, hem duygularına hâkim. Onun için de roman gibi güç bir mimariyi daha ustaca başarıyor.
(...) S. Ali'nin kişileri bambaşka: Edremit'e gelen Kuyucaklı Yusuf'un geçmişini unutamıyorsak, bunun nedeni onun köylü olduğunu aklımızdan bir an çıkaramamamızdır. Yoksa romanla ilgimiz onun yaşadığımız an içinde gelişen davranışlarında toplanıyor. O davranışlardan psikolojiye inmeye bakı­yoruz. Çünkü önümüzde bir sorun var: Köyün kasabayla karşı karşıya gelmesi, ya da savaşması. Göz­lerimiz hep, kasabanın bozmaya çalıştığı ama bir türlü bozmadığı Yusuf'un davranışlarında. Bu davra­nışlardan onun ruh durumunu yakalamaya çalışıyoruz. Muazzez'e olan sevgisinin kasaba insanlarıyla karşı karşıya getirdiği Yusuf yine aynı Sevgi yüzünden onlarla ilişkisini kesiyor, ya da ters yönlü ilişkilere girişiyor.
S. Ali'nin kişileri çevrelerinin ürünüdürler. Birçoklarında ortak yan şu: İradesizlik. (...) Kişilerde ortak olan ikinci yan da şu: Topluma karşı içten olmadıkları halde, kendi kendilerine karşı içtendirler. Kişiler kendi kendileriyle hesaplaşır, davranışlarının hesabını yaparlar.(...) Kişilerin psikolojisi S. Ali'nin romanlarında yaşattığı çevrenin ruhuna götürür. Bu da bir başka yazının konusu olmağa değer sanırım.
Vedat Günyol, "Dile Gelseler"
 

 İLGİLİ İÇERİK


 SABAHATTİN ALİ HAYATI ve ESERLERİ

SABAHATTİN ALİ'NİN YAŞAMI VE ÖYKÜCÜLÜĞÜ

KÜRK MANTOLU MADONNA ÖZETİ - SABAHATTİN ALİ

KOŞMA - SABAHATTİN ALİ

FİRAR - SABAHATTİN ALİ

SON EKLENENLER

Üye Girişi