Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

1980'e kadar şiiri ideolojik manada algılayan şair, ihtilalle birlikte bir iç hesaplaşmaya gi­rer. Bu hesaplaşmanın sonunda ideolojik anlamdaki şiir anlayışında bir çözülme görülür. Bu, şartların zorladığı bir geri çekilme değildir. Şairin ve şiirin olması gereken yerdir. i95o'den beri —biz fark etmesek de-Marksizm, kapitalizm karşısındaki üstünlüğünü ve söylem gücünü yitirir. Bu nedenle ideolojik doygunluk ve bıkkınlık sanatın prensiplerini ön plana çıkarır. Güzel şiir yazmanın hesabı yapılır. Metin Cengiz'in şiirdeki bu mevzi değişikliğiyle ilgili tes­pitleri önemlidir: 'Yalnızca şiirin öne çıkarıldığı, şairin hayatının, adı etrafında yarattığı hale­nin arka planda kaldığı ve şair nasıl bir kimliğe sahip olursa olsun, aslolan üründür, anlayışı­nın şimdiki kadar hiçbir zaman ön plana alınmadığı bir şiir anlayışıdır." (Cengiz 300?: 140).

 Düşünsel ve duyumsal birikimlerin sanatın üst diliyle anlatımı ön plana çıkar. İdeolojisine güvenerek şair olmaya çalışanlar, şiirle yüzleşmekten çekindikleri için 1980'den sonra mey­danı boşaltırlar. Pervasız atılmalar, yerini şiirin normlarına; ideolojik sağaltım ise yerini sözün gücüne bırakır. İnsani duyarlık ve evrensel tecrübeler şiirin gözde değerleri olur. Hasan Bü­lent Kahraman'ın tabiriyle: "Daha içe dönük, daha durağan, daha dinlendirilmiş bir edebiyat anlayışıdır öne çıkar." (Kahraman 300?: 303)

1980-2000 şiiri, bu iç hesaplaşmadan bir reddiyeyle çıkmaz. Çünkü bir önceki dönemin gözden uzak tutulmaması gereken kabulleri de vardır. Bu aşamada her şey şiirin lehine gelişir. Bir önceki dönemde dışlanan şiirsel formun yaraları sarılır ve kuru sıkı doldurulan imgenin içeriği daha saydam bir hâle getirilir. Bunun için İkinci Yeni şiiri yeniden gündeme gelir. İm­genin imparatorluğu, bu dönem şiirinin en önemli özelliğidir. Witgenstein'la başlayan ve Foucault'yla devam eden dil haritacılarının yanına, Husserl ve Heidegerre gibi bir dizi fenemenolog da oturtulur. Şair, şiiri adına arayışa çıkar. Arayış coğrafyasının sınırlan şiirin olduğu her yerdir. Bunun için çeviri, bu dönem şiirinin ana kaynaklarından birisidir. Şiirin ana ekseni dil üzerine kurulur ve şiirin şiir olması yolunda her türlü deneyimin yolu açılır.

2001'in eşiği, Türk şiiri için dil deneyiminin getirdiği büyük bir zenginliği yaşar. Metin Cengiz, bu yönelimi şu şekilde belirginleştirir:

"Bu şiirin temelde üç farklı kanalda aktığını söylemek gerekecek. İlki gelenek olanı yeni bir şiir için temel alan, bireysel sorunlardan ya da toplumsaldan hare -ketle gerçekliği irdeleyen, imgeye, metafora dayalı, görünür gerçekliğin yanı sıra gizil olanı yakalamayı esas alan hem açık hem kapalı bir şiir. ..Bir yeryüzü mistisizmi, gerçekliğin ötesine geçmek isteyen bir gizemcilik, toplumsal sorunları bir de bu anlatım olanaklarıyla anlatmak isteyen daha geniş bir gerçekçilik anlayışı da bu şiire dâhildir... İkincisi, aynı anlayış ve söyleyiş biçimden yola çıkarak, yer yer toplumsalı irdelese de daha çok bireyi, bireyin karmaşık sorunlarını yazan bir şiir... Üçüncüsü de geleneği yeni bir şiir için değil de yeni bir klasisizm için gerekli gören anlayış." (Cengiz 2003:140)

  

 

Hilmi Yavuz (d. 1986), Türk ve Batı şiirini çok iyi bilen bir şairdir. Bu iki güçlü şiir dün­yasının can alıcı özelliklerini kendi şiirinde birleştirerek şiir coğrafyasını oluşturur. Divan edebiyatı şairlerinin yanı sıra, modern Türk şairlerinden Ahmet Haşim, Asaf Halet Çelebi, Ahmet Muhip Dıranas, Behçet Necatigil ve Yahya Kemal'den de etkilenmiştir.

Yalnızlık, hüzün, kaçış ve ölüm tutkusu temlerini içsel beninin serüvenine dönüştürerek serbest tarzda yazdığı şiirleriyle dile getirir. Onun için-, dünya, bıraktığımız ve terk edildi­ğimiz sorunlu yerdir. Bu nedenle dil içindeki yolculuğunu daha çok hüznün ara duraklarında sürdürür.

"Özgün olmayı kendine ilke edinen Hilmi Yavuz, şiirlerindeki imgeler aracılığıyla, söyleyiş tarzıyla, mevcut dilin kalıplarını kıran diliyle özgün olmayı başarmıştır. Şair, mevcut dilin sınırlarını aşarak özgün bir şiir dili oluştururken yapaylıktan kaçınmıştır. Türkçeyi incitmeden doğal bir söyle­yiş tarzı ortaya koymuştur. Şiirlerindeki imgeler, dili anlaşılmaz kılmaz. Aksine okuyucunun zih­ninde zengin çağrışımlar, tasarımlar oluşturarak şiiri çok boyutlu bir şekilde okunmasını sağlar." (Demir 20o3: 206)

Hilmi Yavuz için dil en başlangıçta çözülmesi gerekendir. Bunun için eskinin içinde "bir başka lisan tekellüm eden" Şeyh Galip'in yakasını bir türlü bırakmaz. Anlamsızlığın peşinde değildir. Şiir dilinin peşindedir. Bu dil, çok yüzlü bir şiirin dünyasına yönelik ve her okuyanın kendisini bulduğu bir söz aynası görevini üstlenmiştir. Ahmet Oktay, onun şiirinin bu yönün şöyle tanımlıyor: "Hilmi Yavuz, her yeni kitabında bir izleğin peşine düşüyor, onu kuşatıyor şair olarak. İster tarihe (Bedrettin, Üzerine Şiirler) ister bireye (Zaman Şiirleri) bakıyor olsun, üzerinde yoğunlaştığı sorunsalı sadece dil düzeyinde ve imgesel/düşlemsel düzeylerde kurguluyor." (Oktay 1995= 345)

Şiiri, dünyanın zihinsel imgesi olarak gören Hilmi Yavuz; yaşanmamış ve tadılması mümkün olmayan dünyalık özlemlerini, geleğen imgelerle biçimlendirir. İmge alanı, çağrışı­ma yönelik ve çoğulcudur. Dilin etkileşim alanı bakımından da bir hayli zengindir;

Hilmi diyor ki annem

Çiçek işlemeli bir lambaydı

Karatma gecelerinde

Sen de denizleri anlıyor muydun

Yatağa girmeden

Duygusal bir öğeyi içeren imge, anneyle lamba arasında paralel bir benzeşimi oluşturarak anlam alanını öznel olandan nesnel olana doğru "ışık", "sıcaklık" ve "sevgi" figürleriyle ge­nişletmekle kalmıyor,- "karartma geceleri" tamlamasıyla da geçmişe gönderme yaparak şai­rin kökensel varlığına iz düşürüyor. "Deniz" imgesiyle de, 'ben'in bilinçaltında yuvalanan ya­şama dair; "endişe", "korku" ve "şüphe" olumsuz edilgenliğinin yalıtıldığı, belirsiz ana orta­mın koruyucu imgesi rahmin (deniz / karanlık) kendisine paralel bir gönderim yapılarak, im­gesel düzeyde benzeşim kuruluyor.

Hilmi Yavuz, şiirini öz yaşamının izlekleriyle oluşturmadığı gibi, şairin böyle bir mecbu­riyetinin olduğuna da inanmaz. Ona göre; tekdüzeliğin dar çemberine sıkışıp kalan şair, ya­şamında olmayan harikuladeyi şiiri aracılığıyla yakalayabilir. Şiirini kurgulama ve tasarım sonucu yapılan bir ürün gibi ortaya koyar. Bu nedenle onun şiirinin dünyasında rastlantıya yer yoktur. Şiir anlayışında nesnenin ve bilincin önemli bir yeri vardır. Şiiri aracılığıyla duyuların ulaşamadığı büyük boşluğu-eksik oluşu- tamamlamaya çalışır. Böylece dünyanın tamamlana­cağına inanmaktadır. Metinler arası ilişkiye büyük bir önem vermesi bir bakıma önceki şiirin bıraktığı boşluğu yeni şiirle tamamlamak niyetinden kaynaklanmaktadır. Bunun için; "her şiiri bir başka şiirin külünden doğan bir kaknüs" olarak değerlendirdiği gibi; her şiirin, kolektif bilinçdışı denilen büyük havuzdan çıkan ve onu besleyen bir nehir olduğu kanaatindedir. Şiir­lerini Bakış Kuşu (1969), Bedrettin Üzerine Şiirler (1975), Doğu Şiirleri (1977), Yaz Şiirleri (1981), Gizemli Şiirler (1984), Zaman Şiirleri (1987), Mustafa Suphi Üzerine Şiirler (1989), Hüzün ki En Çok Yakışandır Bize (1989), Söylem Şiirleri (1990), Ayna Şiirleri (1993), Göl Şiirleri (1996), Akşam Şiirleri (1999) ve Yolculuk Şiirleri (2001) isimli kitaplarında toplamış­tır.

 

Hasan Hüsrev Hatemi (d. 1989), Güney Azerbaycan kökenli olmasından dolayı hem saz şairleri geleneğine hem de divan edebiyatına kaynaklık eden klasik geleneğe aşinadır.

1963 yılında İslâm dergisinin açmış olduğu şiir yarışmasında birincilik ödülünü alır. 1994 yılında Gün Akşamdır adlı şiir kitabı ile Türkiye Yazarlar Birliği ödülüne layık görülür. Yozlaşma ve yabancılaşma, şiirlerinin en başat izleğidir. Bir fikri telkin etmek yerine göster­mekle yetinir. Onun şiiri, içerisinde eski günlerin anılarını saklayan bir tapu sicil defteridir. Etkilendiği şairler arasında Mehmet Akif, Nâzım Hikmet ve Attilâ İlhan'ı sayabiliriz. Serbest tarzda yazan şairin, kapalı bir anlatım tarzı vardır. İnci Enginün'ün ifadesiyle: "Eski edebiya­tımızda da gördüğümüz şekliyle şiirinin mazmunlardan oluşan dar bir bilmece dünyası vardır. Cemal Süreya'nın onu bir gönderme ustası, hatta hastası sayması" (2001:125-136) boşuna değildir. Şiirlerini Eski Bir Kentte (1968), Akşam Gümrükçüleri (1973), Şiirler (1984), Lodosçu (1987), Grili Çocuk (1988), Gün Akşamlıdır (1994) adlı kitaplarında toplamıştır.

 

Güven Turan (d. 1943), bireysel duyumlara önem veren; doğa ve insan birlikteliğini sınır ötesi bir duyuşla kavrayan, bir şairdir ve şiiri bir dil utkusu olarak görür. Dost, Ataç, Yordam, Soyut, Şiir Sanatı, Türk Dili vb. dergilerinde şiirlerini yayımlar. Merkeze aldığı sanat faaliyet­lerinin amacı; kendisini çağdaş şiirinin dünyasına sokabilmektir. Bunun için de geniş bir etki­leşim alanına sahiptir: Ahmet Haşim, Ahmet Muhip Dıranas, Behçet Necatigil, Edip Cansever, Turgut Uyar, Oktay Rifat, Cemal Süreya, Melih Cevdet Anday, İlhan Berk, Sezai Karakoç vb.

Şiir çizgisinin en belirgin unsuru dildir. Bu nedenle dilin bütün olanaklarını zorlar. Özel çağrışımlara yol açan birleşimlere kadar uzanır. Kelimeler yetersiz kaldığında yeni birleşimle­re giderek kendine özgü bir çağrışım ağı oluşturur. Güneşler... Gölgeler (1981), ilk şiir kitabı­dır. Bunu Peş (1982), Sevda yorumları (1990), Bir Albümde Dört Mevsim (1991), Toplu Şiir­ler (1995), Gizli -İlanlar (1998) kitapları izler.

 

Enis Batur (d. 1953), şiir kültürü bakımından donanımlı bir şairdir. Sadece şiir yazmakla kalmayan aynı zamanda şiir üzerine yazılar da yayımlayan bir entelektüeldir. Yirminci yüzyıl şiirinin haritasını çizebilecek kadar zengin bir şiir kültürüne sahiptir. Şiiri aracılığıyla modern görüntüler oluşturur.

Batur'un şiir metninin oturduğu platform, yatay ve dikey eksenlidir. Bu şiirin dünyasında derinleştikçe genişleyen bir coğrafyayla karşılaşılır. Metinler arası ilişki, evrensel bir düzeyde bütün zaman katmanlarını hesaba katarak oluşturulmuştur. Başkalışımlar'da şiirin musikiyle olan bağlantılarına yönelik deneyimlere girişir. Şiir ve İdeoloji, şiirin ideolojik manada yargı­landığı ve bu sargılanmadan alnının akıyla çıktığı bir gençlik deneyimidir. Ancak o, şiirle­rinde ideolojinin sığ sağaltımından uzakta durmasını bilmiştir. Bu şiir somut, nesnel ve dün­yaya açık bir şiirdir. Araçsal akıl, baş tacıdır. Enis Batur şiiri, Doğu ve Batı kültürünün kesiş­tiği yerde bir büyük anakaradır. Şiir dilinde her türlü deneyime açıktır. Onun şiirlerinde, sö­zün geometrisinin kıldan ince kılıçtan keskin hesabı vardır.

Şiirlerini; Eros ve Hgades (1973), Bir Ortaçağ Yalnızlığı (1973), Nil (i975), İblise Göre İncil (1979), Kandil (1981), Sarnıç (1985), Tuğralar (1985), Gri Divan

(1990), Koma Provaları, Darb ve Mesel (1995),Taşrada Ölüm Dirim Hazır­lıkları (1995), Opera (1996), Doğu Batı Divanı (1997), Sütte Ne Çok Kan (1998), Kanat Hareketleri (2000) kitaplarında toplamıştır.

Arif Ay (d. 1953), geleneksel şiir kültürü ile bağlantılı bir şairdir. Yedi İklim, Edebiyat ve Külliye dergilerinde şiir çalışmalarını devam ettirmektedir. Gittikçe ustalaşan sesi damı­tılmış bir şiir anlayışını kucaklar. İslami öz, şiirlerinin ana eksenini oluşturur. Şiirin bir dil işi olduğunu fark eden şair, gittikçe daha

Geniş çaplı bir şiir anlayışının kapısını zorlamaktadır. Tecride dayalı bir şiir anlayışı var­dır. Görüntüyü mümkün olduğu kadar sıradanlaştırarak arkasındaki cenneti ve cehennemi duyumsatmaya çalışır. Tanrısal idealizm, bu şiirin izleksel omurgasını oluşturur. Şiir kitapla­rı: Hıra (1978), Dosyalar (1980), Şiirin Kandilleri (1983), Gökyüzü Saatleri (1986) ve İmâ Kitabı'dır (1989).

Haydar Ergülen (d. 1956), 1980 sonrası Türk şiirinin kendine özgü sese sahip şairlerden­dir. Siyasi çalkantıların içinde yetişmesine rağmen, şiirlerinde popülist ve ideolojik angajman­lara girmez. Sade, ince ve lirik bir duyuşla insan-dünya ilişkisini ve insanın evrendeki temel varoluş problematiği olan ölüm-dirim karmaşasını sorgular. Şiirlerinin ana izleğini başta ölüm olmak üzere, yalnızlık, yabancılaşma ve yaşamın kutsal akışına hayranlık derecesinde duyu­lan saygı oluşturur. Ölüm, bu kutsal akışın en büyük tehdididir. Fakat Ergülen ölümden korkmak, kaçmak veya nefret etmek yerine-, onu, yaşamın öteki gizemli yüzü olarak niteler ve ölüm-dirim savaşımını, yaşamın en temel diyalektiği olarak görür.

Ergülen'e göre insan, ontolojik yapısı gereği ölümü bir kendilik değeri olarak içinde taşır: "Ölüm artık aramızdaki yabancıdır,/ oysa içimizden geliyordu bir yerli gibi/yerleşmişti topra­ğımıza öyle tamdık" Bu kaçınılmazı içinde duyan insan, ömrünü daha anlamlı ve daha derin yaşama gayretinde olmalıdır.

Şiirlerinde, zaman zaman etkilendiği yazar ve şairlerden aldığı cümle ya da dizeleri, ba­zen ilhamını tutuşturan bir kıvılcım, bazen de kendi duyuşlarının bir hiypogramı olarak kulla­nır. Ancak bu kullanımlar onun şiirsel özgünlüğüne bir zarar vermez. Şiirlerinde daha çok olgular arası birlikteliği örtük bir analojiyle anlatan batık imgeleri ve düşünceyi vülgarize ton­larda yansıtan radikal imgeleri kullanır. Ergülen şiirinin en önemli özelliği, her şiirin bütüncül bir imge etrafında kurgulanmış olmasıdır.

Behçet Necatigil Şiir Ödülü'nü de almış bulunan şairin, Karşılığını Bulmamış Sorular (1981), Sırat Şiirleri (1990), Sokak Prensesi (1991), Eskiden Terzi (1996), Lina Salamandre, Kabareden Emekli Bir 'Kızkardeş' (1996), 4,0 Şiir ve Bir (1997), Seçme Şiirler (1998), Hafızın Şiirleri: Hafıza (1999), Karton Valiz: Dergilerde Kalan Şiirler (1999), Ölüm Bir Skandal (1999) adlı şiir kitapları vardır.

A. Vahap Akbaş (d. 1954), İslami bir muhtevayı şiirin klasik kullanımını aşan bir rahat­lıkla kullanır. Üslubunda Necip Fazıl Kısakürek ve Asaf Halet Çelebi'nin belirgin bir etkisi görülür. Şiirinin, naif bir söylemi ve zengin bir içeriği vardır. Zaman gazetesinde yaptığı bir konuşmasında; "şiirde disiplinin ve 'mısraın' çok önemli bir unsur olduğunu, büyük şairlerin ancak güçlü mısralarıyla ayakta durduklarını söyleyen A. Vahap Akbaş, şiirlerinde sağlam ve yapılı mısra, nazım şekli ve kafiyeye dikkatle eğilmektedir." (Kabaklı 1991: 659). Söylemde sürekli kendisini yenilemeye çalışmasıyla dikkat çeker. Şiirlerim; Efgan (1983), Gül Kıyamı (1986) ve Mavi Sesli Şiirler (1988) adlı kitaplarında toplamıştır.

 

Küçük İskender (d. 1964), yeni şiirin çok yönlü deneyimi içerisinde gördüğümüz bir sa­natkârdır. Onun şiiri, her türlü kurulu düzene karşıdır. Söz dünyasının bu çokgen yapısını Mehmet Hicri Doğan şöyle açıklıyor: "Girmedik çıkar ya da çıkmaz yol, denemedik oyun, kullanmadık sözcük, alay, küfür, argo, ağız, terim, deyim, ön-ek, son-ek bırakmamış, her şeyi şiirin alanına sokmuştur." (1998: 25). Karşımızda, umarsız bir şair yerine, umursamaz bir şair vardır. Kurulu olan her türlü düzen anlayışına büyük bir öfke duyan Küçük İskender, başkal­dırının şiirini yazar. Bu başkaldırı, şair olarak şiirin kurulu düzenine saldırı şeklinde kendisini gösterir. Şiir kitapları: Gözlerim Sığmıyor Yüzüme (1988) ve Erotika (1991) adlarını taşır.

Bağımsız bireyci söylem, Türk şiirinin yüz yıllık serüvenin sonunda ulaştığı bir durulma hareketidir. Büyük bir tecrübeyi sırtında taşıyan bu şiir hareketi, kendi iç sorgulamasını yap­tıktan sonra yüzyılın sonunda şiirin yükü ne olursa olsun her şeyden önce şiir olması gerektiği hususunda bir uzlaşmaya varır. Bu hareketin temsilcileri arasında dünya görüşü bakımından büyük farklılıklar bulunmaktadır. Ancak şiirsel söylemin naif, duru ve derin olması hususunda uzlaşma söz konusudur.

Şiirde dilin kullanımının önem kazandığı bu şiir hareketinde, izleksel ve söylem bakım­dan belirgin bir tercih yoktur. Her şey şiirin güzelleşmesi içindir. Bu nedenle kendi içerisinde büyük bir zenginliği taşır. Çoğullanan şiir ikliminde önem kazanan unsurlar: Arıtma, damıt­ma, işçilik, güzeli öne çıkarmak vb.dir. Sanat endişesinin ön plana alındığı bu şiir hareketi, Türk şiirinin yabancısı değildir. Yüzyılın başında yaşayan Ahmet Haşim ve Yahya Kemal estetiğiyle benzeşen birçok ortak yanları vardır. 1950'lerin ikinci yarısında itibaren göğeren İkinci Yeni şiir hareketiyle de uzlaşır. Bireysel, ulusal ve evrensel manadaki duyarımlara da açık olan bu hareket, yeni bir yüzyıla giren Türk şiirinin geleceği açısından büyük bir şanstır.

 

RAMAZAN KORKMAZ-TARIK ÖZCAN, 1950 SONRASI, TÜRK EDEBİYATI TARİHİ, C.4, KÜLTÜR BAK. YAYINLARI, s.110-115.

 

FOTOĞRAF: www.fotokritik.com

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi