Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

ENVER GÖKÇE 'Yİ YENİDEN OKURKEN

“İnsan nasıl yaşarsa öyle düşünür. Sanatçı bizi nasıl düşündürmüşse öyle yaşamıştır. Ve bizleri de o türlü bir yaşayışa ve düşünceye çağırmaktadır. İnsan yaşayışının mahiyeti ve ortak özelliği budur.” Enver Gökçe’nin Yeryüzü dergisinde yayımlanan ‘Sanat ve Sanatçı Üstüne’ başlıklı yazısındaki bu bölüm, şairleri, özellikle Enver Gökçe’yi çözümlemek için önemli bir ipucu. Şairin şiirleri nasıl yaşadığının, bize neler düşündürmek istediğinin bir yansımasıysa, Enver Gökçe’nin Bütün Şiirleri’nde görüntü ne?

Bu sorunun ikili bir yanıtı var bence. Bir yanda “Gülden ağır söylenemiyecek” bir sevgili, bir yanda “kan gider, kan revan" bir yaşamak. “Bir yanda ölüm / Hayırlıydı / Yaşamaktan / Bir yanda / İçi sevdalarla / Dolu / Yemyeşil / Bir daldı” hayat.

Enver Gökçe (1920 -1981), biz 60 Kuşağı’nın, söylencesiyle tanıdığı kişilerdendir. 1962’de Pablo Neruda’dan çevirdiği şiirler kitaplaştığında, bu şiirlerin çeviricisinin usta bir şair olduğu seziliyordu. Bu şairin şiirlerini okumak istediğimizde, bu şiirlerin çoğunun hapishane günlerinde yitip gittiğini öğrenmiştik. Gündeme gelişi, kitaplarının yayımlanışı 70’li yıllan buldu: ‘Dost Dost İlle Kavga’ (1972), ‘Panzerler Üstümüze Kalkar’ (1977).

Bu yıl Evrensel Basım Yayın, sanat üstüne yazılarını, yarım kalan şiirlerini, bu kitaplarla birlikte Bütün Şiirleri başlığıyla yayımladı. Kitapta yer alan Yusuf ile Balaban Destanı, günümüzde yeniden okunduğunda değişik bir görünüm kazanmakta:

“Ve döne döne ateş / Döne döne madde /.../ Döğüşe döğüşe madde / Değişe tokuşa madde / Öyle bir vakte erdi ki devran / Döne döne esir / Döne döne gaz / Döne döne atom / Döne döne madde / Döğüşe çekişe madde / Ve zaman değişe değişe / Yosun titreşe, yeşilleşe / Işık dura değişe”.

Halkbilim açısından önemli

Gazlar dönmekte, bir bulutsu oluşmakta. Bir gezegen mi yoksa bir Samanyolu mu? Şairin neredeyse gürültü ve ışıltıyla yansıttığı bu oluşuma nereden geldik? Bir kıyamet görüntüsünden:

“Gökler yarıla dürüle / Dağlar savrula devrile / Kırıla döküle yıldız / Sular evrile çevrile”.

Enver Gökçe doğanın zincirlerinden boşandığı bir değişim anını anlatmaktadır. Bir yanda var olan bir dünya yıkılmakta, öte yanda ışıldayarak yeni bir dünya doğmaktadır. Bu kıyamet görüntüsü, bir başka görüntüyle noktalanır:

“Öyle bir vakte erdi ki devran / Ha dedi kırdı zincirini / İçerdeki adam / Demir bağrışa bağrışa / Zindan çağrışa çağrışa”.

Zindanda, zincirlerini kıran destan kahramanı Yusuf tur. Yusuf, zincirlerini kırışını, dört kitaptan daha büyük olduğuna inandığı şu görüşle açıklar:

“Demek su kimin / Toprak kiminse / Motor, elektrik ve ışık kiminse / Demek sultan odur. Demek insan bölük bölük / Yaşıyorsan ölüyorsun demek / Nasıl yaşıyorsan öyle düşünüyorsun demek / Demek insan / En yüce mertebede hayvandır / Yeni anladım / Alet kullanan ve yapan”.

Yusuf, “Bir yanda / Kurtuluş savaşları / Bir yanda esaret / Bir yanda termonükleer çağ / Bir yanda balistik şirret”in yaşandığı bu dünyanın gizini, bu uyanışla anlayacaktır. Sorunları da “Evvel madde, ahir fikir”le çözecektir.

Enver Gökçe’nin, bir düşünceyi bu kadar akıcı bir dille ve sinema benzeri görüntüyle yansıtmasının altında şiirinin köklerinden birinin doğup yaşadığı bölge türküleri oluşunun da payı var kuşkusuz.

Evrensel Basım Yayın’ın ‘Bütün Şiirleri’ ile birlikte bastığı ‘Eğin Türküleri’, onun bir gençlik çalışması. Bu çalışma halkbilim açısından olduğu kadar şiirsel açıdan da önemli. Doğduğu coğrafyanın türkülerini, bu türkülerin doğuş nedenlerini inceleyişi onun yeni türküler yazmasına olanak sağlamıştır. Gap sulan altında kalan topraklar için yeni ağıtlar:

“Munzurum / Pus / İçinde / Savrulur / Karla / Rüzgarla / Aşağıda / Domates / Biber / Fideleri / Çalışır / Derin / Kuyularda /... / Ve / Keban / Dedikleri / Bir / Küçük / Şehir / Yediğim / Ağu da / İçtiğim / Zehir / Oy kurban / Ölem / Ben / Ölem / Kuytularda” (Keban Dedikleri)

“Hepten / Suya / Verdik / Çünkü / Suyu / Yoktu / Toprağı / Gazı / Tuzu / Işığı / Yoktu / Bu / Köyleri / Suya / Verdik / Eli/ Ayağı/ Tekerleği / Kağnısı/ Yoktu/ Ve / Atı / Arabası / Yoktu /Bir / Kaç / Kıl / Keçi / Bir / Torba / Çökelik/ Ve / Tulum / Peynirine / Hasrettiler” (Ve De “Gavur İçinde Yesirdiler”)

Enver Gökçe, yine bir çelişkinin altını çizer. Bir yanda suya verilmiş ışıksız köyler, bir yanda suya verilen köylerin oluşturduğu barajlarda “türbinler döndükçe” hançer hançer ışıklar... Belki bu çelişkiyi çözmek içindir “Tortop edip Fırat’ı” göğe savurmak, “Kanlı görkemli Munzur’u” sapından tutup yere çalmak istemesi. Çünkü, her şey insan için olmalıdır.

“Biz olmasak gökyüzü, biz olmasak üzüm / Biz olmasak üzüm göz, kömür göz ela göz / Biz olmasak göz ile kaş, öpücük, nar içi dudak / Biz olmasak ray, dönen tekerlek, yıkanan buğday, / Ayın on beşi, / Biz olmasak Taşova’nın tütünü, Kütahyamn çinisi / Yani bizsiz / Anne dizi, kardeş dizi yar dizi / Güzel değildir”.

Enver Gökçe’nin şiiri, bugün de çelişkilerin altını çiziyor. Termonükleer çağ da, balistik şiddet de sürüyor çünkü. Ama Enver Gökçe, çelişkilerin gizlerini fısıldıyor kulağımıza, yılgınlığa düşmeyelim diye:

“Ne bizden geri, deniz aşırı şarkılar, / Ne tadılır ne bölünür nimetler bizsiz / İnan kardeşim inan / Ne yalan bu dünya / Ne insan fani”...

SENNUR SEZER
Radikal Kitap, Yıl: 1 Sayı: 41

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

ENVER GÖKÇE ŞİİRLERİ

ENVER GÖKÇE HAYATI ve ESERLERİ


BEN GİDER OLDUM KAR DAŞLARVE DE KIZ KARDAŞLAR-ULAŞ BİRGÖR

“Erzincan'ın Kemaliye (Eğin) ilçesine bağlı Çit köyünde doğdum...1920 yılında... Bir vesileyle Ankara'ya gidişimiz sayesinde, ilk, orta, lise ve üniversite öğrenimimi yapabildim. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nin Türkoloji Bölümü'nü bitirdim. Şiirlerim ise 1943'ten sonra 'Yurt ve Dünya', 'Ant'( 45'li yıllarda 'Garipçilerin' toplumcu akımı ve devrimci şiirleri yok sayan, yozlaştıran bakış açılarına karşı çıkardıkları dergi ), 'Gün', 'Söz', 'Yağmur ve Toprak' gibi dergilerde çıktı. Bir ara Ant dergisinin yönetimini yürüttüm.

İlk kez 1948 yılında tutuklandım. Üç ay yattıktan sonra beraat ettim. İstanbul'da Kadırga Öğrenci Yurdu'nda yönetici olarak çalıştığım bir sıra, 1951 yılında tekrar içeri alındım.( TKP tevkifatı denilen 'Büyük Tevkifat' sırasında tutuklanan, İstanbul'da ünlü 'Sansaryan Han' da sorgulardan geçen ve uzun süreli hapis cezalarına çarptırılan 168 kişiden biri olarak...) Yedi yıl hapis cezasına ve iki buçuk yıl Sungurlu'da sürgünlük cezasına çarptırıldım.

Bu dönem içerisinde yazmış bulunduğum, fakat yayımlanmamış olan yüze yakın şiirim yitiklere karıştı. Bunlardan bazıları hala emniyet dosyalarında duruyordur. Cezam bittikten sonra sürekli işsiz kaldım. Kimi zaman düzelticilik, çevirmenlik, ayak işleri gibi işler bulduysam da sürekli bir işim olmadı. Şimdi köyümde oturuyorum." 1 Temmuz 1977'de Milliyet Sanat Dergisi'ne verdiği röportajda böyle diyordu Enver GÖKÇE...

İlk şiiri 'Köylülerime' adındadır. Ahmet Kutsi Tecer'in şiiri 'kötü' olarak nitelendirip düz yazıya yönelmesi gerektiğini önermesi üzerine de; " Ben daha kötüsünü de yazarım" diyerek şiire olan tutkusunu o zamandan belli etmiştir Enver GÖKÇE. 1936 yıllarında 'Aydabir' ve 'Resimli Ay' dergilerinde Nazım'ın şiirleri ve Sabahattin Ali'nin öyküleri edebiyata olan bakış açısını büyük ölçüde şekillendirecektir. Sefer Aytekin, Arif Damar, Mehmet Kemal, A. Kadir, Rıfat Ilgaz, Ceyhun Atıf Kansu gibi isimlerle arkadaşlıkları ve oluşturdukları 1940'lı yıllar toplumcu şiir hareketi, Fakülteden Pertev Naili Boratav, Behice Boran, Niyazi-Mediha Berkes gibi öğretim üyeleriyle olan yakın ilişkileri şiirinin olgunlaşmasına önemli katkılarda bulunacaktır.

Üniversitedeki bitirme tezi de "Eğin Türküleri" dir. Dede Korkut Hikâyelerini o dönemin dili ile tekrar derleyip yayımlamış, Pablo Neruda'nın şiirlerini çevirileriyle Türkiye edebiyatına kazandırmıştır. 1948'de Türkiye Gençler Derneği'ni kurar bir kaç arkadaşı ile. Amaçları her türlü anti-faşist demokratik fikri ve çalışmayı bir araya getirmektir. Kısa bir tutuklama dönemi geçireceği Dernek davası sürecinde bir duruşmada, kendisini suçlayan ve " ben Türkçüyüm, ben milliyetçiyim " diyen bir öğrencinin görüşü üzerine yargıç sorar;" Ne dersin Enver? Enver Gökçe'de her zamanki az ve öz konuşan tavrıyla, ince nüanslar içeren üslubuyla ; " Sayın yargıcım sorun bu Türkçü, Milliyetçi tanığa, Türkçe grameri dersinden dört defa sınıfta kaldığı için fakülteden kovulmuş mudur, kovulmamış mıdır?" diyecektir.

1953 yılında Yusuf ile Balaban adlı destansı denemesini kaleme alır. Burada “Balaban” adlı bir ağa ile ağayı öldürüp mahpusa düşen, orada toplumsal gerçekleri öğrenen “Yusuf”'un hikâyesi anlatılır. Bu destanın sadece bir kaç bölümü saklanabilmiştir. Ahmet Arif'in Hasretinden Prangalar Eskittim kitabını da bu destandan ve Enver GÖKÇE'nin şiire olan bakış açısından büyük ölçüde etkilenerek yazdığı bilinmektedir...

Dönemin koşulları çerçevesinde dünyaya, sanata ve sanatçıya bakış açısını şu satırlar ile anlatıyor Enver GÖKÇE;

“Bir Sanatçının doğru, devrimci yönde bir şeyler verebilmesi, yaratabilmesi için pratik ile teori arasındaki birliği daima göz önünde tutması gerekir. Dünyayı ve olayları ancak diyalektik metodun ışığında kavrayıp yorumlayabilir. Sanatta bilinç ile duyarlık arasında tam bir uyum olmalıdır. Ne salt bilinç, ne salt duyarlık tek başına yeterli değildir. Biz sanattan, sanat eserinden söz ettiğimizde, devrimci bir görüş açısından hareket ederiz. Yani dünyamızı insanca yaşanacak bir hale getirmek için şiiri ve sanatı sosyo-politik bir mücadelenin tamamlayıcı araçları olarak görürüz. Bu açıdan bakıldığında asıl mesele insanın bir bütün halinde kavranılması ve bu bütünselliğin dile getirilmesidir. Sadece namuslu olmak yetmez. Hem namuslu hem de sapına kadar bilinçli olmak şarttır. Gerçek sanatçı pazarlıkların, kuşkuların, küçük hesapların insanı değildir...”


Enver GÖKÇE için dönemin yazılarından bazı seçmeler yaparak devam etmek istiyoruz yazımıza...

MUZAFFER İLHAN ERDOST

"Enver GÖKÇE'nin şiiri, güz ekini gibidir. Kırsal alandan gelenler bilirler, sonyazda, yani güzün ekilen buğday, ilkyazla birlikte eriyen karın altında filizlenir. Soğuğa, kırağıya dayanıklıdır. Kurağa dayanıklıdır. Nice boralar, fırtınalar ya da Anadolu'nun kavurucu sıcağı ortasında, eğilip bükülmez, boy verir, başak verir. Böyle dayanıklıdır, Enver GÖKÇE'nin şiiri. Enver GÖKÇE'nin şiiri harman olur, bağ olur. Savrulur. Bir yandan bizim bilincimizi ve direncimizi pekiştirirken, bir yandan da devrimci şiirimizde özgün bir tohum olarak yineler kendini..."
Enver GÖKÇE Şiir Yarışması konuşmasından, 1988

 


ASIM BEZİRCİ

"Enver GÖKÇE geçicideki sürekliyi, günceldeki yaşayanı bulup şiirine koyabilmiştir. Başka türlü söylersek, Enver GÖKÇE, topluma, yaşadığı ülkenin gerçeklerine geleceğin gözüyle bakmıştır. Devrimci bir görüşle bakmıştır. Toplumda, çevresinde olup bitenlerin en özlü olanını, en temel olanını yakalayıp şiirine koymuştur. Bu koyuş şunu da göstermiştir: Enver GÖKÇE'nin şiirlerinin yayımlandığı günden bugüne kadar toplumumuzda birtakım değişimler olmuştur, fakat bunlar temele inmediği için, parmak basılan gerçeklerde bir değişme olmadığı için O'nun şiirleri hala yaşamaktadır ve bundan sonrada yaşayacaktır. Çünkü Enver GÖKÇE çektiği acıya, işsizliğe, yoksulluğa, hastalığa, baskıya karşı sessizce dayanmıştır. Enver GÖKÇE'nin 'ben' dediğini göremezsiniz. Hep 'biz' der. Onun şiiri kendi 'ben'ini 'biz'in potasında eriten sıcak bir yüreğin şiiridir. Aynı zamanda direncin de şiiri olduğundan, direnenler yaşadıkça onun şiirinde yaşayacaktır. Yaşasın direnenler! Yaşasın namuslu kalemini, yüreğini, sağlığını cömertçe işçi sınıfının kurtuluş kavgasına verenler! Yaşasın Enver GÖKÇELER!..."
Enver GÖKÇE Gecesi ve Şenliği' konuşmasından, 1979

 


NİHAT TAYDAŞ

"Baskıya, hapishaneye, sürgüne boyun eğmeyen eşsiz bir insandır Enver GÖKÇE... Savaşsız sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyada yaşamanın savaşımını vermiştir. Duru bir şiir diliyle insanların, özgürce, eşitlik içinde ve kardeşçe yaşamaları gerektiğini söylemiştir. Enver GÖKÇE, Nazım’ın dediği gibi 'korkak, cesur, cahil, hâkim ve çocuk' olan bir halkın ozanıdır."

Kitapları; Dost Dost İlle Kavga (1973), Panzerler Üstümüze Kalkar (1977), Yaşamı Bütün Şiirleri (1981), Eğin Türküleri (yazımı: 1947, kitap halinde ilk yayını: 1982).

Adına kurulan www.envergokce.org web sitesinde kendi sesinden özyaşamöyküsü, şiirleri dinlenilebilir ve ayrıntılı bilgilere ulaşılabilir. Eğin’de geçtiğimiz Temmuz ayında adına bir de müze açılan Enver GÖKÇE, 19 Kasım 1981’de aramızdan ayrıldı. Tüm içtenliği ile halk türkülerinin barındırdığı güzelliği şiirine yansıtmış, devrimci duruşuyla tüm kuşaklara örnek olmuş, çektiği acılarını ve yokluğu hiçe sayan bir çaba içerisinde sanatını her zaman topluma tüm yalınlığıyla aktarmaya gayret göstermiş bir “Halk Şairi” olan Enver GÖKÇE’yi, ölümünün 27. yılında hala dimdik ayakta duran sıcacık şiirleriyle hatırlıyor, kendisini bir kez daha saygıyla anıyoruz.

ULAŞ BİRGÖR
Emo izmir Şubesi, Anılarda Kalanlar, S. 37-38

 

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

ENVER GÖKÇE ŞİİRLERİ

ENVER GÖKÇE HAYATI ve ESERLERİ




ENVER GÖKÇE 'NİN ANISINDANÜÇ DEMET GÖKÇE ÇİÇEK - NİHAT BEHRAM

(19 Kasım Enver Gökçe'nin ölüm yıldönümüdür. 1981 yani 80 Darbesi ve sürgünde oluşumun ertesi yılıydı. Soğuk bir Avrupa ülkesinde bir başımaydım. O gün, hiçbir yerde yayınlayamayacağımı bile bile, duygusunu yapayalnız soluyarak "Yok Edilmiş Bir Halk Cevheri: Enver Gökçe - Hey benim kara sevdam / kalleş kaderim" başlıklı bir yazı yazmıştım. Ancak 1986'da, 5. ölüm yıldönümünde ATİF'in Köln derneğinde ona bir anma toplantısı düzenleyebilmiş, yazımı da bu kesimden arkadaşların çıkardıkları 'Tohum' dergisinde yayınlayabilmiştim. Yine, ülkeden uzak, sürgün yıllarında yazdığım, "Enver Gökçe'nin Anısından Üç Demet Gökçe Çiçek" başlıklı anma yazım ise 1992 tarihini taşır. Yazılar 'Özlemin Dili Olsa' adlı kitabımdadır. Ölüm yıldönümüne rastlayan bugünkü köşemde, Enver ağabeyin anısıylayım.)

1

Panzerler / Üstümüze / Kalkar / Armut / Çiçeğindeyiz / Meğer / Sokakta / Düşenler / Var / Ve / Okulda / Gösteride / İşkencede / Ve / Mağarada / Kışda / Karda / Kıyamette / Silahlı / Silahsız / Ve / Yalnız...

Öfkenin bir rengi varsa, Gökçe'nin şiiri o renktedir. Zalime karşı duyulan kinin, haksızlığa karşı isyanın, mazluma karşı duyulan sorumluluğun, halka olan bağlılığın bir rengi varsa, Gökçe, şiirinin ışığını o renkten almıştır. Şiirinin tüm sözcükleri, tıpkı, gün gün acılar içinden süzülmüş yaşamı gibi, tek tek yaşam içinden süzülmüştür. Doğumdan ölüme dek, bir yanı doğulan yerde, bir yanı yeryüzünde bir yanı acılarda, bir yanı başkaldırılarda olmanın bir rengi varsa, Gökçe'nin yaşamı da, şiirleri de, gün gün, sözcük sözcük o renktedir. Acı işlidir. Kurşun dişlidir. Yaralıdır. Öfkelidir. Hem kendi köyünce ilgili, hem yeryüzünce bilgilidir.

Bedeli canla ödenmiş şiirlerdir. Eylül darbecilerinin, paletleri kanlı panzerleri, kanlı postallarıyla, mazlum halk ve uluslara karşı katliam sürdürdükleri günlerde, 19 Kasım 1981'de, Enver Gökçe, acısı bin misline katlanmış yüreğiyle, yalnızlık içinde, sessizce ayrılmıştı aramızdan.

Mezarı nerdedir, nasıldır, kimi kimsesi kalmış mıdır geride? Ölümünden sonra şiirlerine üşüşen şarkıcı takımından kaçı bilir? Halkın bir rengi varsa, o renktedir Gökçe'nin şiiri. Talan edildiği için bir avuç. Susuz bırakıldığı için kıraç. Ekmeği çalındığı için aç. Ve isyankâr bunun için. İhtilalci. Mazluma onur, zalime baş belası bir avuç cevher. Türkiye'de, 'aydın' geçinenlerinse, Enver Gökçe gibi bir utançları var. Çünkü uzlaşmaya, sessizliğe, güdümlü olmaya, onu bir türlü uyduramamışlar. Eceliyle öldü diyorlar. Oysa ki, katledilmiştir. Renklerinde yaşıyor.

2

Fidan diktim söküldü / Yaprakları döküldü / Ellerin yari geldi/ Benim boynum büküldü // Güldüğümü / Karşıda gül düğümü / Yarim burdan gideli / Kim görmüş güldüğümü

Halk kültürü bilgini Pertev Naili Boratav, Gökçe'nin 'Eğin Türküleri' çalışmasına yazdığı önsözü, "Bu satırlar onlara, uzak gurbetteki dostlarından selam ve sevgi iletsin!" diye bitiriyor. 1981'in Ekim'inde yazmış. Gökçe'nin ölümünden bir ay önce. Gökçe'nin bu değerli halk kültürü araştırmasını hazırladığı tarih ise 1947. Gökçe'nin şiirine ilk renkleri topladığı yıllar. Halkı soluyor. Tüm boyutlarıyla, sevdasıyla, acısıyla soluyor. Döne döne okuyorum. Halkı, kültüründen solumanın ders kitabı. Şair olabilme yolunda ilk kılavuz.

3

Dursun / Dursun yas esvaplarınız / Yığın, derleyin / Gözyaşlarınızı / Bir metal oluncaya kadar / Bununla vuracağız / Gündüz gece / Bununla çiğneyeceğiz gündüz gece / Bununla tüküreceğiz / Gündüz gece / Kin kapılarını / Kırıncaya kadar

Pablo Neruda. Dünyanın bir başka ucundan, Şili halkının öz evladı. Gökçe gibi, halkını soluyarak yeryüzüne sesleniyor. Ve biz, yüzyılımızın bu en engin şairini, ilk kez, 1960'ta, Enver Gökçe'nin çevirisinden öğreniyoruz. Bir ucu Erzincan'ın Çit Köyü'nde, bir ucu Şili'nin dağ yamaçlarında Enver Gökçe'nin. Yeryüzünde. Neruda'yla buluşması rastlantı değil. Aynı damardan soluyorlar halkı. Sevinçleri, acıları, umudu, başkaldırıyı.

Gökçe'nin Neruda çevirisi, Neruda çevirilerinin en seçkinidir. Ne ki, yayınlandıklarında, tıpkı Gökçe'nin yaşamı ve şiirleri gibi görmezden geliniyor. Çünkü, çevirileri de, yaşamı ve şiirleri gibi, büyük kent dükalığının gizemci, uzlaşmacı, halktan ve yaşamdan kopuk sanat anlayışı açısından kural dışı. Zaman Gökçe'den yana. Çünkü halk, sahte kimlik değil, öz köklerini arıyor. Gökçeleri karanlıktan seçerek....

NİHAT BEHRAM
Sol, 19/11/2008

SON EKLENENLER

Üye Girişi