Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 

Servet-i Fünûn edebiyatında hatıra türünde bazı eserler verilmiştir.

Servet-i Fünûn’a kadar yazınımızda hatıra, yazınsal değerde bir tür değildi. Her alanda Batıyı örnek alan Servet-i Fünûncular, Batılı anlayışa uygun eserler vermede başarılı olmuşlardır. Bu bağlamda “hatıra” türünü de geliştirmişlerdir.

Servet-i Fünûncular hatıralarını şiirlerine göre daha yalın bir dille yazmışlardır.

Hatıralarında dönemin sosyal ve siyasal olaylarına ışık tutmuşadır. Şiirlerinde sosyal ve siyasal konulardan uzak kalmalarına karşın, hatıralarının çoğu bu konularla ilgilidir. Bununla birlikte özellikle Halit Ziya Uşaklıgil’in kendi dünyasına odaklanmış, hatıra türünde eserleri de vardır.

Dönemin hatıra türündeki eserlerinde edebiyat ortamına ait ayrıntıları görmek de mümkündür. Bu hatıralarda dönemin sanatçıların özel yaşamıyla ilgili bilgiler yer almaktadır.

Türk edebiyatında yazınsal değerdeki hatıraları ilk kez Halit Ziya Uşaklıgil yazmıştır.

Halit Ziya Uşaklıgil, hem yazınsal hem siyasal nitelikte olan bu hatıraları dokuz ciltte toplamış ve kırk yılı kapsayan ilk beş cildine “Kırk Yıl” (1936) adını vermiştir. Halit Ziya, kitabında, bu eseri yazış amacını şöyle açıklamaktadır: “Anılar arasında bu gezintiyi nasıl düşündüm ve niçin buna başlıyorum? İnsanların duyguları ile kararları, tutum ve davranışları arasındaki bağlar o kadar dolaşık ve karışık bir yumaktır ki bunu çözmeye bilmem her zaman imkân var mıdır? Bir gece derin bir acı ile uyumuştum ve daha derin bir acı ile uyandım: Düşümde annemi arıyordum. İşte, ona katılmak için önümde alınacak pek az yol kalmış olan ben, kırk yılı çoktan geçmiş bir zaman süresi oluyor ki, hep böyle dertlerle doluydum. Uykularımın içinde onun arkasından koşuyor, onu arıyordum. Gene koşuyor, gene onu arıyordum.” demektedir.

Halit Ziya Uşaklıgil’in, hatıra türündeki bir başka eseri ise saraydaki görevi sırasında tanık olduğu olayları anlattığı “Saray ve Ötesi” (1940) adlı yapıtıdır. Anılar, tarihle yakından ilgilidir. Anılarda olduğu gibi tarihi de çekici kılan, “insan” faktörüdür. Anılar tek başına sübjektif (kişisel bakış açısını yansıtır nitelikte) olmasına rağmen tarihi kuruluktan kurtarır, onu “insan” faktörü aracılığıyla çekici kılar. Bu yönüyle, tam olarak tarihin yerini tutmasa bile, ondaki bilinmez karanlık noktaları aydınlatmada rolü büyüktür. Bu kitapta yazar, “İstibdat” diye anılan II. Abdülhamit döneminden sonra gelen ve büyük ümitlerle beklenen özgürlük ortamında gelişen olayları, beklentilerin boşa çıkmasından doğan hayal kırıklıklarını, saray insanlarını anlatır. Yani tarihe ışık tutar.

Acı Hikâye” (1942) adlı bir eseri daha vardır. Bu, Halit Ziya’nın edebî nitelik ve kaygı taşımayan tek eseridir. Yazar, bu kitabını ömrünün son yıllarında uğradığı, gerçekten çok talihsiz ve çok büyük bir matem üzerine, o matemin dinmez acısı ile yazmıştır. Eserde, intihar eden oğlu Halil Vedat için çektiği acıları dile getirmiştir. Bu kitabın ön sözünde yazar, katlanılması imkânsız denebilecek ıstıraplarını haykırmak, biraz olsun nefes alabilmek amacıyla bu eseri kaleme aldığını açıklamıştır. Yazar, eseri yazdığı sıralarda yayınlamayı hiç düşünmemiş olduğu hâlde, aradan dört beş yıl geçtikten sonra kitap, yakın dostlarının ve akrabalarının rica ve ısrarları sonucu basıma sunulmuştur. Kendisinin ölümü de bundan üç yıl sonradır.

Servet-i Fünûn dergisinin sahibi Ahmet İhsan Tokgöz’ün de “Matbuat Hatıralarım’’ adlı bir hatıra kitabı vardır. Bu kitap, yazarın 1888 ile 1914 dönemine ait anıları içermektedir. Kitapta hem dönemin edebiyat ve gazetecilik çevrelerinin “kulisi”, hem de II. Abdülhamit devrinde basın üzerindeki baskılara, sansüre, Meşrutiyet’ in ilanından sonraki politik ortama, dönemin önemli olaylarına ilişkin bilgiler;

Ahmet Mithat, Tevfik Fikret, Recaizade Ekrem ve daha niceleri hakkında anekdotlar yer almaktadır.

Servet-i Fünûn edebiyatında hatıra türündeki diğer eserler arasında Mehmet Rauf’un “Edebî Hatıralar” adlı eseri de yer almaktadır. Bu eser, Mehmet Rauf’un farklı yayın organlarında çıkan ve büyük kısmı “edebî hatıralar” üst başlığıyla yayımlanan yazılarından oluşmuştur. Kitapta sonradan farklı dergilerde çıkmış ve yazarın hayatına ışık tutan hatıra niteliğindeki bazı yazılara, bir de mülakata yer verilmiştir.

Servet-i Fünûncular içinde hatıra türünde eser veren diğer bir sanatçı da Hüseyin Cahit Yalçın’dır. Hüseyin Cahit Yalçın,

“Siyasal Anılar” adlı eserinde 1908-1918 yılları arasını, yani Meşrutiyet döneminin ilginç olaylarını açıklar. Bilindiği gibi, Meşrutiyet dönemi, Osmanlı Devleti’nin dağılma çağının son aşamasıdır. Bu nedenle söz konusu dönemin olayları, devletin kurtuluşu için yapılmış son ve umutsuz çırpınışlardır. Gazeteci ve politikacı kimliği olan Hüseyin Cahit Yalçın’ın aynı zamanda İttihat ve Terakki Partisi üyesi, hatta partinin sözcüsü olması, bu anı kitabının değerini daha da artırır. Siyasal Anılar’ın odaklandığı başlıca konular arasında İttihat ve Terakki Partisi’nin idealizmi; yenilik ve gericilik çatışmaları; reform denemeleri; azınlıkların yıkıcı faaliyetleri; parti kavgaları; iç isyanlar; Balkan ve Birinci Dünya Savaşlarında Osmanlı politikası yer alır. Kitabın son bölümünde ise Hüseyin Cahit Yalçın’ın Malta’da sürgün olarak geçirdiği yıllar ve Atatürk dönemi anılarının özetleri de bulunmaktadır.

Hüseyin Cahit Yalçın’ın hatıra türündeki diğer bir eseri de “Edebiyat Anılarındır. Hüseyin Cahit Yalçın, Türkçenin güzel ve sağlıklı kalemlerinden biridir. Edebiyata erken başlamış, onu erken bırakmıştır; ancak yazdığı pek çok deneme, sohbet ve anıları edebiyatımızın en güzel eserleri arasındadır. Hüseyin Cahit’in bu kitabında, Abdülhamit döneminin siyasal baskıları, edebiyat dünyasının içinde bulunduğu durum ve Tevfik Fikret, Mehmet Rauf gibi 5ervet-i Fünûn’un ünlü yazarları; bu yazarların idealleri, öfkele-i, küskünlükleri ve aşkları anlatılır.


 

Hüseyin Suat Yalçın (1867 - 1942)

Hüseyin Cahit Yalçın’ın ağabeyidir. Asıl mesleği doktorluktur. Servet-i Fünûn edebiyatına şiir, fıkra, oyun, mizah yazıları ve çevirileriyle katkı yapmıştır. Nükteli, esprili bir dili vardır. Lirizmin ege- ; men olduğu şiirlerinde özellikle “aşk” ve “kadın” konularını işlemiştir.

Servet-i Fünûn şiirinin genel duyarlılık ve hayal atmosferi içinde, bazen içine kapanık hâlinin ve hafif bir lirizmin yansımalarını taşıyan şiirlerini, sonraları “Lâne-i Melal” (1910) adı altında toplamıştır. Cenap Şahabettin’den etkilenmiştir. Bu etki, Leyl-i Şitâ manzumesinde olduğu gibi, bazen çok açık şekilde kendini gösterir.

Suat, Gâve-i Zâlim mahlasıyla mizah yazıları yazmıştır. Manzum ve mensur olarak genellikle Kalem dergisinde çıkmış olan mizahî yazılarında, bayağılaşmaktan hep uzak kalma, nükteye ve zarafete dayanan temiz bir çığır açma başarısını göstermiştir. Bu tarz şiirlerinde, Divan edebiyatı nazım şekillerini ve bu şekillere uygun bir anlatım tarzını kullanmıştır. Şekil ve dil bakımından olduğu gibi; konularını çok geniş tutması, toplumsal olaylara yoğunlaşması bakımlarından da diğer arkadaşlarından ayrılır.

Suat’ın 1908’den sonra ilgilendiği diğer bir alan da tiyatrodur. Dram ve komedi, mensur ve manzum olan bu piyesler, zamanlarına göre oldukça kuvvetli bir tekniğe sahiptir. Bunları o zamanki adı Darül-bedâyi olan “Şehir Tiyatrosu’nda” oynatmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarında şairler arasında büyük bir ilgi gören bu tarz piyes modasından kendisini kurtaramayarak kaleme aldığı manzum piyeslerinde, hecenin ve sade Türkçenin kullanılışında, genç nesil kadar başarı göstermiştir. Duru ve doğal bir dille eserler vermiştir.

Eserleri: Lâne-i Melâl (Servet-i Fünûn dönemi şiirleri, 1910); Gâve Destanı (Mizahi şiirleri, 1923) Dehhak-i Zalim, Gâve-i Zalim imzalarıyla mizah ve hiciv manzumeleri yazmıştır.

Tiyatro eserleri: Şehbâl yahut İstibdâd’ın Son Perdesi (1908), Devâ-yi Aşk (tefrika, 1910), Kirli Çamaşırlar (1911), Çürük Temel (adaptasyon oyun, 1915), Kayseri Gülleri (1920), Yamalar (1920), Harman Sonu, Ahrette Bir Gün, (Manzum tiyatro, 1926), Hülle, Şehbal, Kundak Takımları.

Süleyman Nazif (1869 - 1927)

Servet-i Fünûn şairlerinden Fâik Ali Ozansoy’un ağabeyidir. Diğer Servet-i Fünûn’un çoğu sanatçısı gibi, Nazif’in de ilk edebî kültürü Divan edebiyatına dayanır. Ancak, babasının tavsiyesi ile henüz çocuk denebilecek bir yaşta iken, Namık Kemal’in eserlerini de okuyarak ilk şiirlerinde onu örnek almıştır.

1892-1897 yılları arasında yazılmış ve istibdada karşı olan şiirlerini içeren “Gizli Figânlar”, gerek tema gerekse üslup bakımından, Namık Kemal’in etkisindedir. Servet-i Fünûn şairlerinin ilk şiirleri genellikle bireysel konularda oldukları hâlde, Nazif’in daha ilk şiirlerinde sosyal temalara yönelmesi onun ayrı, bir özelliğidir. Nazif’in bireysel konulara eğilişi, 1898’de Servet-i Fünûn’a girmesi ile başlamış ve 1908’e kadar sürmüştür. Bu şiirlerinde, romantik duygu ve hayallerin ve Servet-i Fünûn söz varlığının bütün özellikleri vardır. 1908’den sonra şair, yeniden sosyal temalara yönelmiştir. Bu şiirlerindeki dil de, Servet-i Fünûn şiirinin dilindeki aşırılıklardan ayrılarak, daha doğal bir yön alır.

1908’den sonra gazetecilikle yakın ilgisi dolayısıyla Nazif, bu tarihten ölümüne kadar, nesirle de uğraşmıştır. Genellikle Servet-i Fünûn nesrinin devamı sayılabilecek olan bu nesir, dilce, 1908’den sonraki şiirleri gibi, yer yer doğallaşır. Kökleri yazarın millî, dinî ve İnsanî heyecanlarında olan düşünceleri anlatan bu nesirlerin üslubunda ciddi bir özenti göze çarpar. Bu üslup, içeriğe uyarak, yer yer bir hitabet biçimini alır. Zihniyet bakımından tamamıyla Batılı olan Nazif, Doğu edebiyatının da büyük değerler taşıdığına inanmış ve bütün yazılarında millî değerlerin de koruyucusu olarak kalmıştır.

Samimi bir vatansever olan sanatçı aynı zamanda da oldukça tutucudur. Geçmişin her türlü olumlu değerlerine büyük bir inançla bağlıdır. Bu nedenle, duru ve yalın Türkçenin karşısın-dadır. Servet-i Fünûncular “Sanat, sanat içindir.” anlayışını kabul edip buna göre eser vermesine rağmen, o, sanatı genelde toplumun ve ulusal sorun ve davaların emrinde kullanmıştır.    

Dil ve düşünce bakımından bir hayli eski olan Süleyman Nazif,   vatan ve millet davaları konusunda bütünüyle yeni ve çağdaş bir görüşe sahiptir.

Süleyman Nazif, kişisel hayatında olduğu gibi, manzum ve © mensur tüm eserlerinde de heyecanlıdır. Sevdiğini ölçüsüzce yüceltir; beğenmediğini de alabildiğine küçültür.

Servet-i Fünûn’a bağlı olmakla beraber, Namık Kemal geleneğini devam ettirmiştir. Duygu ve düşüncelerini çok canlı, çok ateşli bir şekilde ifade etmiştir. Nesirlerinde bile kelime ahengi-ne önem vermiştir. Düz yazıları, şiirlerinden güçlüdür. Türklüğe hayran bir toplumcudur. Nazif, Osmanlı Türkçesinin en güçlü dönemindeki yazarların çoğundan daha sağlam ve daha sanatlı bir dile sahiptir. Ne var ki dilinin anlaşılabilirlikten uzak oluşu onu günümüzden uzaklaştırmıştır.

Eserleri

Boş Herif (1910), İki İttifakın Tarihçesi (1914), Batarya İle Ateş (vatan ve kahramanlık şiirleri, 1918), Âsitân-ı Tarihte (1918); Kara Bir Gün (1919); Fuzuli (1920); Piyer Loti Hitabesi (1920); Nasreddîn Şah ve Bâbîler (1923), Hazret-i İsa’ya Açık Mektub (1924); Mehmet Âkif (inceleme, 1924); Çalınmış Ülke (1924),

İmâna Tasallût-Şapka Meselesi (1926); İki Dost (Ziya Paşa ve Namık Kemal, 1924); Kâfir Hakikat (1926); Yıkılan Müessese (1927); Gizli Figanlar (II. Abdülhamit’i tenkit ettiği gençlik şiirlerini yayımladığı imzasız eseri, 1906); Firâk-ı Irak (Irak’ın vatandan kopuşunu anlatan ağıtlar, 1918); Tarihin Yılan Hikâyesi

(1922) ; Malta Geceleri (nesir, şiir karışık, 1924); Çal Çoban Çal

(1923) , Yılan Hikâyesi.

ZAMBAK 

SON EKLENENLER

Üye Girişi