Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

KÜBİZM

(Cubisme)

Yirminci yüzyılın başında ortaya çıktı.

Önce resim alanında, sonra diğer sanat dallarında ve özellikle şiirde kendini gösteren Kübizm, gerçeküstücülük yolunda basamak oldu.

Kübist sanatçılar, geçici bir anı değil, kişilerin ve eşyanın ebedî özünü, şuuraltının gizlerini yansıtmak istediler. Nesnelerin tabiî düzenini bozup, onları değişik açılardan ele aldılar. Konuları bir yönüyle değil, üç boyutuyla derinlemesine ve geometrik biçimde görmek istediler. Bu uç boyutu sağlamak için, örneğin, çizdikleri bir adamın, yalnız görünüşünü, duruşunu, bulunduğu yeri değil, aynı zamanda akımdan ve gönlünden geçenleri, hayal ve arzularını, hatta günah ve sevaplarını da aynı kompozisyona, aynı tabloya sığdırmaya çalışırlar. Dış gerçeği sarsıp, iç benliği yansıtmaya yöneldiler.

Kübizm’in edebiyattaki amacı, anlatımı daha canlı kılmak, bunun için de duygularla olayları karıştırarak birlikte olduğunu kabul edilir hale getirmektir. Tabiî ki bu durum karmakarışıklık da yaratır. Konuyu bir bütün olarak kavramak, iç ve dış âlemi birlikte işlemek bu akımın temel özelliğidir. Kübist şair, ressam gibi, tasvirini yapmak istediği bir nesnenin bir yanını değil, her yanını tanıtmak, tasvir etmek, anlatmak ister.

Kübistler, sanat ülküsünü duygudan çok, düşüncede ararlar. Bilim yoluyla değil, sanat yoluyla sanata ulaşmak isterler. Kübizm anlayışına göre Empresyonizm, duyumların, yani devamlılık arz etmeyen, gelip geçici şeylerin tasviridir. Kübizm ise, sürekli olan ve değişmeyen özün tasvirine gayret göstermektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi eşyanın dış görünüşüyle birlikte, özünün de gösterilmesi gerekmektedir. Sözgelimi, insanın yalnız dış görünüşü ele alarak değerlendirirsek, onu sadece bir madde olarak anlamak ve düşünmek olur. Hâlbuki insan denilen canlı varlık, birtakım duyguların ve fikirlerin de sahibidir. Sanat, o varlığın bu yönlerini de göstermek mecburiyetindedir. Yani olaylarla duyguları ayrı değil, bir bütün olarak düşünmek gerekiyor. Konuyu bütün halinde tutmak temel amaçtır.

1910 yıllarında, Empresyonizm’e tepki olarak ortaya çıkan Kübizm, 1913'te edebiyat alanında kendini hissettirmiş ve 1914'ten sonra da önemini kaybetmeye başlamıştır.

KÜBİZM’İN TANINMIŞ SANATÇILARI:

Paul Cezanne, Georges Seurat, Picasso, Braque, Lhite, Leger (resim alanında), edebiyat alanında ise ilk öncüsü “Guillaume Apollinaire” olmuştur. Daha sonra edebiyat alanında Jacob, Cendrars, Cocteau da başarılı örnekler verdiler.

KÜBİZM’E SANATÇILARININ GÖZÜYLE BAKIŞ:

“Kübizm; esrarlı bir biçimde organik olan ne varsa hepsini inceden inceye eleyip yerine uzak geometriyi koydu. Kübistlerin sanatı, insana ait olmaktan çıkarışları çokluk romantik, duygulu bir makine hayranlığı ile birleşiyor.”

(Aldous Huxley)

“Bizim dışımızda gerçek bir şey yoktur. Biz ancak duygularımıza çarpan nesnelerin zihnimizde uyandırdığı hayal hakkında kesin bilgiye sahip olabiliriz.”

(Albert Gleizes)

“Ey ağızlar, insan hiçbir gramercinin tanıyamayacağı yeni bir dil istiyor. Gramer bir yazarın sanatına ne derece yardımcı bir araç ise, geometri de plâstik sanatlar için o derece yardımcı bir araçtır.”

(Guillaume Apollinaire)

“Kübist” denilen resim bize, nesnelere Bakışın daha İnsanî, daha gerçek şartlarının bilincine ulaşma imkânını verdi; örneğin, çevresinde dönerek baktığınız bir nesneyi, bir tuval üzerinde birbirini izleyen bir sıra görünüşle gösterdi bize; bir kişinin ya da bir sahnenin karakteristik öğelerini, bizim anımızda veya düşümüzde gözümüzün önüne geldikleri gibi bir tek imajda birleştirdi.”

(Roger Garaudy)

Şiirde noktalama şart değildir. Şiir, noktalamaya muhtaç değildir. O, kendi kendine yeter. Virgüllere, noktalara, soru ve ünlem işaretlerine ne lüzum var? İyi bir şair şiirine ahenk verebildi mi yeter. Biz çirkini arıyoruz. Eserde ayrıcalı bölgeler yoktur. En bayağı gerçekler de en üstünleri kadar beğenilebilir.

(Guillaume Apollinaire)

 

ÖNCELEYİN

Önce bir ellerin vardı yalnızlığımla benim aramda 

Sonra birden kapılar açılıverdi ardına kadar 

Sonra yüzün onun ardından gözlerin dudakların 

Sonra her şey çıkıp geldi

 

Bir korkusuzluk aldı yürüdü çevremizde 

Sen çıkardın utancını duvara astın 

Ben masanın üstüne kodum kuralları 

Her şey işte böyle oldu önce ”

                               CEMAL SÜREYA

 


KÜBİZM - AHMET KABAKLI

1910'lu yıllarda, önce resimde belirip sonra Guillaume Appolinaire'in öncülü­ğünde şiire geçen ve etkilerini 1930 yıllarına kadar sürdüren Kübizm de, Gerçe­küstücülük yolunda bir basamak sayılır.

Küb'cü ressam ve şairler, Empresyonistlere zıt olarak, "geçici bir ân"ı değil kişilerin ve eşyanın ebedî özünü, şuur-altının gizlerini yansıtmak istemişlerdir. Dış âleme, o zamana kadar yöneltilmiş olan görüş açısını değiştirdiler. Nesnele­rin tabiî düzenini bozarak, onları başka başka açılardan göstermek yolunu tuttu­lar. Konuları (obje) sırf bir yüzü ile değil, üç boyutu ile derinlemesine ve geomet­rik biçimler altında çizmek istediler.

Bu üç boyutu sağlamak için (sözgelişi) resmini çizdikleri bir adamın, yalnız gö­rünüşünü, duruşunu, bulunduğu yeri değil, aynı zamanda aklından geçenleri, ha­yallerini, arzularını, hatta günah ve sevaplarını da aynı tabloya sığdırmaya çalıştı­lar. Üstelik o kişinin çehresine diledikleri anlamı vermekte serbest davrandılar. Tek bir çerçeve içine konulan bu duyum, hayal ve mecaz bolluğu, resmi, dış âlem­den ve tabiattan iyice uzaklaştırdı. Küb'cü şairler de bu yöntemi şiire uyguladılar. Bir anda gelen, çeşitli duyumları, düşünce ve görünümleri aynı şiirde topladılar.

Bütün amaçları, o zamana kadarki dış gerçek anlayışım sarsmak ve bozmaktı. "Eserlerimizi halkın anlamaması olağandır, çünkü onları biz de anlayamıyoruz." diyorlardı. Hiçbir şuur hâli karıştırmaksızın iç benliği yansıtmak derdindeydiler.

Hem ressam, hem şair olan Salvador Dalı (1989'da öldü) tablolarının birine, al­tı ayrı görünüş vermeyi başarmıştı: Bir atlet gövdesi, bir arslan başı, bir general, bir at, bir çoban, bir de sfenks çehresi... İstiyordu ki, bu tabloya bakanlar, tıpkı bir senfoniyi dinleyenler gibi ayrı ayrı mânâlar çıkarsınlar.

Kübizm akımına bir süre katılıp sonra ayrı yollar tutturan şairler arasında Gu-Mallerme Appolinaire, Andre Salmon, Max Jakob, Jean Cocteau adları önde gel­mektedir.

AHMET KABAKLI, TÜRK EDEBİYATI ANSİKLOPEDİSİ


KÜBİZM-3

Kübizm, XX. yüzyılın başında ortaya çıkan ve daha çok resim alanında kendini gösteren, sonradan öteki sa­nat dallarına da etki yapan, konunun sadece görünen ta­rafını değil, görünmeyen yönlerini de göstermeye çalışan bir akımdır.

1911 yılında kendini gösteren kübizm, dört yıl kadar bir ömür sürdükten sonra 1914'de değerini yitirmiştir. Aslında aklın realitesine aykırı düşen ve her şeyi geo­metrik şekil içinde görmeye ve göstermeye çalışan kü­bizm, 1913 yılından itibaren edebiyat alanına da geçmiştir.

Empresyonizme bir tepki olarak meydana gelen kü­bizm edebiyata Gaulaunme Apollinaire'in çabalarıyla gir­miştir. Bundan sonra Andre Salmon, P. Reverdy, Jean Cocteau, Blaise Cendrars, Mak Jacob gibi şairler, kü­bizmi edebiyatta kökleştirmeğe ve geliştirmeğe çalışmış­lardır. Fakat bütün çabalara karşın, kübizmin ömrü uzun olmamıştır.

Kübizm, hemen her memlekette zaman zaman de­nenmiştir. Kendi memleketimizde bile Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, özellikle resim alanında kübizme bağlı çabalar görülmüşse de köklü bir akım olmak durumuna gelmemiştir. Kübizmin genel nitelikleri:

a) Kübizmin, empresyonizm karşısındaki tutumu:

Empresyonizm, konunun belli bir ışık altındaki gö­rünüşü, yani doğrudan doğruya kendini değil de yarat­tığı duyumları saptamaya çalışan bir sanat yoludur.

Kübizme göre empresyonizm, duyumların, yani sü­rekli olmayan, gelip geçici şeylerin tasviridir. Kübizm ise, sürekli olan ve değişmeyen özün tasvirine çaba gös­termektedir. Eşyanın dış görünüşüyle birlikte özünün de gösterilmesi gerektir. Örneğin insanın yalnız dış görünü­şünü ele almak, onu, sadece bir madde olarak düşünmek olur. Hâlbuki o, birtakım fikirlerin ve duyguların da sahibidir. Sanat onun bu tarafını da göstermek zorunda­dır. O halde olaylarla duyguları birbirinden ayrı olarak düşünmek doğru değildir. Konuyu bir bütün halinde tut­mak gerektir.

Sözgelimi «Ressam, balkonda bulunan, fakat içeriden görülen bir adamın resmini yapmak istediği zaman, sah­neyi, pencereden görülen kısmına inhisar ettirmeyecek; bi­lâkis balkondaki adamın sokağa ait bütün duyumlarını da aynı tablonun içerisine yerleştirecektir.»

Bu, şu demektir: Yaşam, büyük bir olaydır. İnsan bu olayın içinde birçok şeyi hep birden görmekte ve ya­şamaktadır. O da bu büyük döngünün içinde olanlardan biridir. Şu halde balkondaki adamı, seyrettiklerinden ayrı olarak düşünemeyiz. Bu adam balkondan, geçen trenleri, otomobilleri, koşan duran insanları, caddeleri, damlan, bacaları görmüş; fabrikaların düdüklerini işitmiştir. Hat­tâ balkondaki adam o anda vücudunu bile unutmuş, sey­rettiklerinin içine düşmüş, ya da onların arkasından koş­maktadır. Şimdi nasıl olur da sanatçı, bu adamı, sadece kendi bulunduğu yerden gördüğü kısmiyle eserine geçi­rebilir? Hâlbuki o anda, bu adamın kafasında bir fabri­kanın dişlisi, bir otomobilin direksiyon simidi dönmekte; beyninde bir cadde akmaktadır. Peki, bütün bunları ne yapacağız? Sanatçı olarak bunlara dokunmayacak mı­yız? Bunlarsız bir anlam nedir?

Bütün bunları sorup düşünen kübizmin sanatçısı, in­sanı dış görünüşü ve duyumlarıyla birlikte bir bütün ha­linde geometrik şekillere bağlayarak sanata getiriyor. Bir ressamın tablosunda insan, camdan yapılmış, içinde­kileri gösteren bir varlık olarak düşünülüyor ve içinde ne varsa ortaya konuyor.

«Şu tabloya bakınız: Bir pipo, yarısı görünen bir kitara, bir şömendöfer diski, makinecinin bıyıklan... Res­samın karısına ait bir porofil. Bunların hepsi bir arada, aynı çerçevenin içinde; telgraf tellen ve güneş ışınlarıyla karışmış bir halde.»

İşte bu düşüncelerle kübizm, empresyonizmin sade­ce duyumları tasvir etmesini yermiş, konuyu içi ve dişiy­le 'birlikte bir bütün halinde işlemeye çalışmıştır.

b) Kübizmin izlediği yol ( metot) :

Önce görünüşün ( manzaranın) ya da olayın geç­tiği yer, ana parçalarına ayrılır, sonra bu parçalar sa­natçının kişisel görüşüne göre yeniden birleştirilir. Böy­lece konunun tümü, aslındaki gibi değil, sanatçının du­yumlarına göre geometrik bir yapı içinde şekil alır. Eğer konu, doğadaki biçimiyle sanata girse, sanatçının iş payı (rolü) kalmaz. Onun için, önce çözümleme (analiz) yardımıyla konu olan şeyin parçalan tanınacak, ondan sonra da bireşim (sentez)le o şey, sanatçının isteği­ne göre yeniden meydana gelecektir.

Kübizmde XX. yüzyıl başlarındaki toplumlarda gö­rülen sosyal gerginlik ve dengesizliklerin etkilerini bul­mak mümkündür.

Bu metot edebiyatta da kullanılmış, şairler de şiirle­rinde, çözümleme-bireşim metodu ile mısralar sıralamış, kır resmini (peyzajı) ve yaşamın sahnesini kendi ki­şisel görüşlerine göre anlatmaya çalışmışlardır.

SON EKLENENLER

Üye Girişi