Kullanıcı Oyu: 1 / 5

Yıldız etkinYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

- HALİDE NUSRET ZORLUTUNA KİMDİR?

Sevmek.. Delicesine, deliler gibi sevmek!
Kuş uçar gibi sevmek, gök gürler gibi sevmek.


Bir çocuk inancıyla inanarak, kanarak
Ve bir günahkar fani azabıyla yanarak,


Hep onu arayarak baharda, yazda, kışta;
Nihayet "Büyük Sır"ra ulaşmak bir bakışta.

1901 yılında İstanbul'da doğan Halide Nusret Zorlutuna ilkokulu özel dersler alarak Kerkük’te okudu. Orta ve lise öğrenimini Erenköy Kız Lisesi’nde tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’ne girdi. Orada öğrenciyken sınavları vererek öğretmen oldu. Anadolu'nun çeşitli illerinde uzun yıllar öğretmenlik yaptıktan sonra 1957 yılında, Ankara Kız Teknik Okulu’nda görevli iken, kendi isteğiyle emekli oldu.

Şiir yazmaya mütareke yıllarında başladı. Kurtuluş Savaşı'nın etkisi ve heyacanıyla millî edebiyat akımına katıldı. Kadın duyarlılığıyla işlediği şiirlerinin yanı sıra hikâye, deneme, roman türlerinde de eserler verdi. Şiirlerinde çoklukla hece ölçüsünü, romanlarında ise konuşulan Türkçe’yi kullandı. Şiir, hikâye ve düzyazıları Kadınlar Dünyası, Salon Mecmuası, Çınaraltı, Türk Kadını, Çağrı, Hilâl, Defne, Hisar dergilerinde ve Zafer, Kudret, Haber, Yeni İstanbul, Sabah, Hürriyet gazetelerinde yayınlandı.

Birleşmiş Milletlerin, 1975 yılını Kadın Yılı ilan etmesinden sonra Kadınların Sosyal Hayatını İnceleme ve Araştırma Derneği tarafından Ümmü’l-Muharrirat (Yazarların Annesi) ünvanı verildi.

21.05.1983 tarihinde Basın Yayın Genel Müdürlüğü ile Türk Basın Birliği tarafından "Basın Mesleğinde 50 Yıl Şerefli Hizmet Belgesi" verilen Zorlutuna, 10.06.1984 tarihinde Ankara'da yaşamını yitirdi. Mezarı Ankara Cebeci Mezarlığı'ndadır.

BAZI ESERLERİ:

Şiir:
Geceden Taşan Dertler (1930)
Yayla Türküsü (1943)
Yurdumun Dört Bucağı (1950)
Ellerim Bomboş (1967)

Roman:
Küller (1921)
Sisli Geceler (1922)
Aşk ve Zafer (1923)
Gülün Babası Kim? (1933)
Beyaz Selvi (1945)
Büyükanne (1971)
Aydınlık Kapı (1974)

Anı: Benim Küçük Dostlarım (1977)

Çeviri:
Örümcek Dede (Jean Webster, 1931)

ÖDÜLLERİ:

1917 - Talebe Defteri Yarışması birinciliği (Ağlayan Kahkahalar)



İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

HALİDE NUSRET ZORLUTUNA ŞİİRLERİ



HALİDE NUSRET ZORLUTUNA-MEHMET ÇINARLI

Halide Nusret adını ilk defa Konya Lisesi'nin orta kısmına yatılı öğrenci yazıldığım yıllarda duydum (1937 -1940). Şiire meraklı olduğumu öğrenen, büyük sınıflardaki ağabeylerimiz, bana - ballandıra ballandıra - iki şair arasında çıkan bir kavgayı anlatmışlardı. Halide Nusret adında bir hanım şair, erkeklere çatan bir şiir yazmış, Faruk Nafiz de ona gereken cevabı vermiş. Hailde Nusret'e ve Faruk Nafiz'e ait olduğu söylenen manzumeler defterden deftere aktarılarak büyük bir hızla yayılıyordu. Bu manzumeleri ben de defterime not etmekte gecikmedim.

Karşı cinsi suçlayan, yerle bir eden her iki manzume de, ağır bir dille yazılmıştı. Yatılı bir erkek mektebinin öğrencileri olan arkadaşlarım ve ağabeylerim, Halide Nusret'e ait olduğu söylenen manzumeyi okurken öfkeden kuduruyor, Faruk Nafiz'in ona verdiği ileri sürülen cevaba gelince son derece keyifleniyorlardı.

İş bununla kalmadı: Fırsatı ganimet bilen bir sürü şiir heveslisi, Halide Nusret'e cevap yazıp, erkekleri yiğitçe savunmak ve bu yolla ucuz bir şöhrete ulaşmak hevesine kapıldılar. Şimdi, o yıllarda tuttuğum şiir defteri elim de olsa, bu kahramanların adlarını verebilirdim. Ama, yazdıklarını istesem de yaymlayamam. Çünkü, kadınlarla erkekler arasındaki manzum kavga düpedüz küfür ve hakarete dönüşmüştü.

Bize gelen şaheserlere (!) göre, hırsını alamayıp, kavgayı sürdürüp duran erkeklerdi. Acaba kız okullarına da kadınların cevabları mı gönderiliyordu? Bilmiyorum.

İşin aslına gelince... Bunu Halide Nusret'in kendisinden dinleyelim. "Bir Devrin Romanı" adiyle Hürriyet Gazetesi'nde tefrika edilen hatıralarında Zorlutuna, Erenköy Kız Lisesi'nde öğrenci iken, Faruk Nafiz'in Musaffa ve Zübeyde adındaki iki hala kızı ile arkadaş olduklarını söyledikten sonra, şöyle diyor:

"Musaffa ile Zübeyde dayılarının oğlu Faruk Nafiz'in şiirleriyle mağrurdular. Bir yandan da ona "Bizim sınıfta bir şaire yetişiyor" diye öğünmüşler.. O da "Kadınlar ellerinin hamuruyla bu işlere karışmasalar iyi ederler!" gibi sözler etmiş, onları kızdırmış, sonra da bu dediklerini Musaffa'nın sarı yapraklı müsvedde defterine yazarak bana göndermiş. Teneffüste üçümüz baş başa verip bu alaylı, küçümseyen yazıları tekrar tekrar okuduk. Sinirlendik. O zamanlar, kadın - erkek eşitliği davasının başlangıç seneleri; bu konuda tartışmak modası almış yürümüş.. Biz durur muyuz, hemen bir güzel cevap hazırladık; oturup Musaffa'nın defterine itina ile yazdım bu yazıyı; arkadaşlarım sevinçle alıp Faruk Nafiz'e götürdüler."

İşte kavganın esası bu. Erkekleri hicveden o şiiri kendisi yazmadığı gibi, kadınlara hakaret eden mısraların da Faruk Nafiz'e ait olmasına ihtimal vermediğini, Zorlutuna bir çok defa, yazı ile sözle açıklamıştır. Ama, yukarıda sözü gecen hatıralarında anlattığı sarı defterli kavgadan dolayı Faruk Nafiz'le aralarına uzun süren bir soğukluk girdiğini aynı hatıralardan öğreniyoruz:

"Daha sonraki seneler, Celâl Sahir, Halit Fahri, Orhan Seyfi... Nazım Hikmet gibi bir çok şairlerle tanışmış olduğum halde, Faruk Nafiz'le selâmlaşmazdık bile... Aramızda sanki bir düşmanlık vardı."

Halide Nusret'in erkeklere hitaben kendi ağzından uydurulduğunu söylediği manzume, o tarihlerde O'nun bütün şiirlerinden daha fazla bir yayılma ve okunma gücü kazanmıştır. Buna, şairin kendisi de, şaşıp kaldığını söyler.

Ben, Halide Nusret'e şöhretin kapılarını açan ve bütün şiir severlerin gönüllerinde yer eden, "Git Bahar" şiirini bile, senelerce sonra, ancak lise sıralarına geldiğim zaman görüp okumak fırsatını bulabildim.

Çekil, bu gölgeli yolda gezinme,
Bahar, bakışların yine pek sarhoş!
Yanılıp gönlüme misafir inme,
Kapısı kilitli, mihrabı bomboş,
Mabeddir orası, meyhane değil.

Git bahar, git bahar, uzaklarda gül,
Denize renginden bırak hediye.
Ufuklarda gezin, semaya süzül,
Kalbime sokulma "peymane" diye,
Gördüklerin kandil, peymane değil!

"Git Bahar" şiiri 1919 yılında yazılmıştır. Birinci Cihan Savaşı'nın verdiği acılar, üzüntüler, yokluklar ve çaresizlikler üstüne bir de Mondros mütarekenamesinin utanç verici ağırlığının çöktüğü; İstanbul'un düşman işgaline uğradığı, zulmün, işkencenin sınırı olmadığı yıl...

"1919 yılının baharı işte böyle bir İstanbul'a bütün güzelliği, bütün haşmeti ve çılgın neşesiyle çıkıp gelmişti. Ona : "Safa geldin, safalar getirdin!" demeye imkân var mıydı ? O harikulâde güzel renkler, gölgeler, kokular, ışıklar, deli bir neşeyle cıvıldaşan kuşlar beni boğuyorlardı sanki. Ben de elimde olsa baharı boğacaktım. Ama elimde değildi, onu sadece kovuyordum."

Böyle diyor, Halide Nusret. Fakat biz ilk gençlik yıllarımızda "Git Bahar" şiirini okurken, böyle şeyleri aklımıza bile getirmiyor, Şair'e bu şiiri olsa olsa bir aşk küskünlüğünün yazdırdığını sanıyorduk. Şiirin, üzerine basa basa tekrarladığımız kıt'ası da şu idi :

Ziyalar, kokular, sesler, çiçekler.. Ömrünün her günü bir başka düğün! Bülbüller koynunda aşkı çiçekler.. Güller dökülürler göğsüne bütün, Gerçekten güzelsin, efsane değil.

Biz, çok şükür, barış yıllarında doğmuş büyümüştük. Devletimizin katılmadığı İkinci Dünya Savaşı, zaman zaman yüreğimizi ağzımıza getirmiş, ekmeği az miktarda vesikayla yememize, şekere uzaktan bakmamıza sebep olmuşsa da, bize annelerimizin, babalarımızın çektiği cinsten dayanılmaz acılar getirmemişti.

O zamanlar esen havaya göre, en büyük üzüntünün erkek - kadın ilişkilerinden doğduğunu sanır, Çalıkuşu Feride'ye ihanet edip onu diyar diyar dolaştıran Kâmuran'a içerler, aşk yüzünden canına kıyan Graziella'ya gözyaşı döker, Verter'le ah ederdik.

"Git bahar" şiiriyle şöhrete erer Halide Nusret, git dediği baharın peşini de kolay kolay bırakmaz. Aynı mısra düzeni ve kafiyelerle 1939 yılında "Gel, Bahar!", 1949 yılında da "Bahar Geldi" şiirini yazar.

"Gel Bahar!" da şöyle diyor:

Ben mi çıldırmışım, sen mi delirdin?
Yalvaran sesimden bu kaçış neye ?
Git dediğim zaman koşar gelirdin,
Gel şimdi de inan bu efsaneye!
Şimdi günler birer peymanedir gel!

Şairimize, kovduğu baharı, yıllar sonra, yalvararak geri çağırtan, her halde, o sırada oturmakta olduğu Kars ilimizin uzun süren kışı ve şöhretli soğuğu değildir. Her ne kadar şiir:

Gel bahar, erit bu yolun karını diye başlıyorsa da, ondan hemen sonra:

Geçen seneleri anmayalım hiç. diyerek, bize sırrının kapısını aralıyor ve:

Şimdi günler birer peymanedir, gel! mısraıyla asıl yazılış sebebini açığa vuruyor. Üstadımız artık üzüntülü yılları geride bırakmış, mutlu bir aile yuvasında, huzur içinde yaşamaktadır. Baharı çağırmaz da ne yapar ?

1949 yılında yazdığı üçüncü bahar şiiri, 1951 yılında Hisar dergisinde yayınlanmış. Bu şiirde bir yandan geçmiş güzel yılların geri gelmeyeceğine hayıflanış, öte yandan Tanrı'ya yöneliş var :

Yıllardır kaybettim o tatlı sesi,
Bir türlü içimde ötmez o bülbül,
Bir ömre bedeldi bir tek nağmesi,
Hem ötmez, hem içten gitmez o bülbül
Kalbim sükûtuna kâşane oldu.

............

Hasret dedikleri zorlu ateştir:
Bekledim, bağrımı dağladı gül gül.
Artık gelse de bir, gelmese de bir
"Dermanı yanmada, bulan bu gönül"
Vahdet şarabına meyhane oldu.

"Bahar Geldi" şiiri 1951 yılında yayımlandığına göre, demek ki. Halide Nusret, Hisar'ın çıkışının daha ikinci yılında, derginin yazı ailesine katılmış.

O tarihte oturduğu ev de dergi idarehanesine pek yakındı. Hisar, benim oturduğum, Öncebeci, Bahadırlar Sokak'tan yönetilir, Zorlutuna'lar da Hukuk Fakültesi'nin yanından yukarı çıkan Erdem sokakta otururlar. İşime gidip gelmek için, her gün birinin önünden geçerdim. Böyle olduğu halde, bir kere bile ziyaretlerine gittiğimi hatırlamıyorum. Sanırım, benden yaşça da, şöhretçe de çok ilerde bulunan bir hanımla sert bir paşa olduğunu işittiğim eşini ziyaret edersem, çok resmi disiplinli bir hava içine girip sıkılacağımdan korkuyordum.

Üstad'la umumî yerler ve toplantılar dışında, ailece görüşmemiz ve O'nun iftihar ettiğim dostluğunu kazanabilmem, ancak bu çeşit korkuları attıktan sonra mümkün olabilmiştir. Yakından tanıyınca, Halide Nusret'in ne kadar samimî, nazik ve alçakgönüllü bir hanımefendi olduğunu anlamakta gecikmedim. Sanatçı heyecanını ve amatör ruhunu da - yılların geçmesine rağmen - aynen muhafaza ettiğine hayretle şahit oldum.

Halide Nusret, 70 yaşını geçtiği halde şiir yazmaya devam eden nadir şairlerimizden biridir. Hisar'a her şiir gönderişinde, beğenip beğenmediğimi merak eder ve heyecanla sorar. Yeni çıkan yazı ve şiirlerimizi, kendisi okuyamazsa, mutlaka birisine okutur, takdirlerini, tenkitlerini günü gününe bize ulaştırır. Bizden daha genç, daha yeni şairleri de oldukça yakından izlediğini biliyorum.

Bize son yolladığı ve Hisar'ın Nisan 1976 sayısında yayınladığımız "Yüzükoyun" başlıklı şiiri üzerinde özellikle durmuş, bu şiiri dikkatle okuyup, kanaatimi açıkça söylememi ısrarla istemişti. Şiiri, istediği gibi, dikkatle okudum, fakat neden bahsettiğini pek iyi anlayamadım.

Yalandı söylediklerin, Yüzde yüz yalandı, biliyorum. diye başlayan şiirin :

Ya inansaydım, sevgilim,
Düşünsene bir, Ya inanıverseydim sana?

mısraları özellikle beni şaşırtıyordu. Acaba, bu sevgili kim olabilirdi? Bu bir erkekse, şiir, Üstad'ın yaşına ve başına uymazdı; "Sevgili" den kastedilen Tanrı ise "Yalandı söylediklerin" "Ya inanıverseydim sana" mısraları ne oluyordu? Şiiri, o sırada dergiye gelen Yavuz Bülent Bâkiler'e gösterdim. O da işin içinden çıkamadı. Sonunda Üstad'a azıcık takılmaya karar verdik. Telefonu açtım :

- Şiirinizi okudum Üstad'ım,

- Beğendin mi?

- Beğendim, fakat ne demek istediğinizi pek iyi anlayamadım. Düşündüm, taşındım, sizin yeni bir aşka tutulduğunuza ve bu şiiri o sebeple yazdığınıza karar verdim. Yavuz Bülent de bu kanaatıma iştirak etti.

- Hay aklınızla bin yaşayın. Demek bu yaşta ha?

- Aşkın yaşı olmaz.

- Ayol, ben gençliğimde bile, sizin anladığınız manada bir aşk şiiri yazmadım.

Bunları söylerken, azıcık da öfkelenmiş olduğunu hissettim. Telefonu kapattıktan biraz sonra, bu sefer kendisi açtı :

- Durumu sana açıklamaya karar verdim...

Sesi kederli ve heyecanlı idi. Şiirde anlatılan olaya çok önem verdiği belliydi. Öyle bir ruh hali içindeyken kendisine takılmak istemekle baltayı taşa vurduğumu anladım.

Bana üstü kapalı anlattığına göre, yakınlarından birisi, o günlerde, kendisine çok kötü bir itirafta bulunmuş. İtirafın ne olduğunu söylemedi. Fakat üzerinde korkunç bir tesir uyandırdığı açıkça anlaşılıyordu. Bu itirafa inanmıyor, inanırsa yaşayamayacağını söylüyordu :

Ya inanıverseydim sana?
Hepten yıkılıp çökerdim; yerle bir.
Yok, hayır "yerle bir" nedir?
Uçurumlar boyunca, yerin dibinde
Ve...
Yüzükoyun!

Şiirin, bizim yaptığımız gibi, yanlış tefsir edilmemesi (!) için,

"Ya inansaydım, sevgilim, " mısraını, "Ya inansaydım, yavrucuğum," olarak değiştirmeyi uygun buldu ve şiiri o şekilde yayınladık. Son mısralardaki trajik ifadeye rağmen, konunun bu kadar ciddi ve önemli olduğunu hiç düşünmemiştim.

Halide Nusret'in 50. sanat yılı dolayısıyla yayınlanan "Ellerim Bomboş" adlı kitabına bakıyorum. Üstad'ın 50 yıl boyunca yazdığı şiirlerden seçmeleri içine alan bu kitapta karşı cinse duyulan aşkla ilgili bir parçaya rastlamak hemen hemen imkansız gibi.

Kitabın, "Aşk imiş her ne var âlemde" başlığını taşıyan bölümünde de Şair'in Tanrı'ya, yurda, annesine, çocuklarına, torunlarına duyduğu sevgiyi dile getirilmiş. "Aziz Eşime" başlığını koyduğu şiirde bile bir erkek değil, bir ırmak var: Tuna. Belki, bu dediklerimden "Hayali Cihan Değer" ve "Hatıran" başlıklı şiirleri istisna edebilirim. Onlarda da, sadece, maddî olmaktan çok uzak bir sevginin anıları ve belirsiz izleri görünüyor.

Halide Nusret gibi duygulu bir Şair hanım, ilk gençlik yıllarından itibaren kendisine âşık olan erkeklerin hepsine ilgisiz kalmış, onların sevgisine hiç karşılık vermemiş olabilir mi? "Bir Devrin Romanı" nda bu sorunun cevabını arıyor, zaman zaman da buluyorum. 1924 yılının ilk günlerinde, Ankara'ya öğretmenlik için başvurduğunu anlatırken, o zaman İstanbul hariç Türkiye'nin her hangi bir yerinde görev yapmayı kabul ettiğini söylüyor ve İstanbul'u istemeyişinin sebebini şu cümlelerle açıklıyor :

"Güzel İstanbul'dan, evet, yangından kaçarcasına kaçmak istiyordum. Bundan bir kaç yıl önce geçirdiğim bir his tecrübesini o zaman epeyce mühimsemiş "Aşk dedikleri şey acaba bu mudur?" demiştim... Bugün yarım yüz yıl geriye bakarken de rahatça "Evet aşk o idi!" diyebiliyorum. Ama, ne garip, inandığım, yaşadığım o şeyin, o çok güzel ve çok kutsal şeyin bir tarifini yapamıyorum. Hiç bir zaman da yapamadım".

Bu satırlarda. İstanbul'dan kaçıp, Anadolu'da çalışarak sevdiğini unutmak isteyen bir hoca hanımı (yeni bir Çalıkuşu Feride'yi) buluyoruz. Bu satırlar, Halide Nusret'te niçin ateşli bir aşk şiiri bulamadığımızı da açıklıyor.

"Onunla dokuz ay nişanlı kaldık, Onun güzel adını taşıyan altın halkanın parmağıma ilk geçtiği günkü o kanatlı sevinci ve onu parmağımdan âdeta sökercesine çıkardığım dakikadaki korkunç ve sefil acıyı hiç bir zaman unutamadım. Benim tam tersime anacığım onu hiç sevmemiş, sevememiş; o aileye bir türlü ısınamamıştı... Annemin onları reddetmek için, kendince pek kuvvetli sebepleri vardı."

Bu son satırlar da samimi ve derin bir aşkın nasıl feda edildiğini anlatıyor. Görüyoruz ki, Halide Nusret'in sevdiği adam Çalıkuşu Feride'nin Kâmuran'ı gibi hercailik etmemiş, fakat kendisinden zorla sökülüp alınmıştır. Annesinin kararına ve zevkine itaat etmekten başka bir şey düşünmeyen, kalbi parça parça olsa da annesine karşı saadetini koruyamayan, iyi yetişmiş eski zaman kızlarının çok görüp işittiğimiz acıklı kaderleri de bu satırlarda yatmaktadır.

Karşı cinse duyulan aşkı, şiirlerine pek uğratmayan Halide Nusret, Tanrı'ya içini döktüğü; Yunus'a, Mevlâna'ya seslendiği zaman, son derece coşkundur :

Avcumuz boş, gönlümüz boş,bağrımız sadparedir,
Yolcudur, yollarda şaşkın, çırpınır, âvâredir;
Koyma gafletlerde Râbbim kulların biçâredir,
Ya İlâhi, rahmetinden kimseler dur olmasın.

---------------------------

Gecenin bir saatinde
Eşiğine varan bendim
Kuşlar yuvada, kurt inde,
Karanlığı yaran bendim!

.......

Seni buldum Şahım seni
Tut elinden Üftadeni!
Koma karanlıkta beni
Mevlâna! Aman efendim!

---------------------------

Yunus'um! Aşkınla dil oldu bülbül,
Cehennem ateşi kızıl kızıl gül.
Seni bu illerde bulalı gönül
Karaman diyarı apaydın bana!

Halide Nusret, her şeyden önce büyük bir vatanseverdir. 50. sanat yılı dolayısıyle yapılan törende şöyle demişti: "Kalemimi 50 yıldan beri karınca kaderince milletimin hizmetinde, memleketimin hayrına kullanmağa çalıştım. Bunda ne dereceye kadar başarılı olduğumu bilemiyorum. Ama, memleket zararına tek satır yazmamış olmanın inanç ve sevinci içerisindeyim."

O gün (17 Mayıs 1967) bu inancı hepimiz paylaşmıştık, bugün de paylaşıyoruz. Gerçekten, Halide Nusret memleket zararına tek satır yazmamış, her şeyi memleketin hayrına yapmaya çalışmıştır.

Şair'in ilk gençlik yıllarına ait hayal ve tasavvurlarında dahi, her genç kızın düşüncesinden ayrı, millî bir intikam duygusu ön plâna geçer. Yukarda sözünü ettiğim hatıralarında şöyle diyor:

"Anamın ailesi asker oluyordu, miralaylar, paşalar, hatta müşirler ...Ve en önemlisi şehitler... Annemin babası gencecik bir yüzbaşı iken (93) de, bir Moskof kurşunu ile şehit düşmüştü. Zavallı anacığım, kundakta yetim kalmıştı. Subayla evlenmeyi kurduğum çocuk yaşlarımda-, parıl parıl apolet, şıkır şıkır kılıç kadar, şehit dedemin intikamını Moskof'tan alacak bir Türk zabitine eş olmak hevesi de yer alırdı." Kader, bu "Türk zabitini", Edirne'de öğretmenlik yaptığı yıllarda karşısına çıkarır. O zaman Kırklareli'ndeki süvari alayında binbaşı olan rahmetli Aziz Zorlutuna'yla evlenirler (9 Eylül 1926).

Halide Nusret, Aziz Paşa'nın vefatına kadar, tam 45 yıl, mutlu olduğunu sandığım, bir evlilik hayatı sürmüştür. Eşiyle birlikte Anadolu'nun bir çok yerlerini dolaşmış, çeşitli okullarda öğretmenlik yapmış, Türk çocuklarının kalplerine ve kafalarına ışık tutmuştur.

Öğretmenlikle ilgili hatıralarının toplandığı "Benim Küçük Dostlarım" kitabı için, rahmetli Arif Nihat Asya şöyle der :

... Onu yalnız bir hatıra değil, aynı zamanda bir meslek kitabı olarak ilgililere tavsiye ederim... Bunun, okul klâsikleri arasına girmesi gereken bir kitap olduğu kanaatindeyim."

Şairimizin, çocukluk hayatı sarsıcı olaylarla dopdoludur. Bir gazeteci ve hürriyet savaşçısı olan babası Avnullah Kâzımî önce istibdat idaresinin, daha sonra'-1908 yılında "Fedekaran-ı Millet Cemiyeti" adı altında bir siyasi parti kurup muhalefete geçtiği için- sözde hürriyet idaresinin (İttihat ve Terakki'nin) hışmına uğrayıp, ömrünün büyük bir kısmını sürgünde ve zindanda geçirir. Bir süre, siyasetten çekilmeyi kabul edip, Kerkük'e mutasarrıf tayin edilir. Orada çok değerli hizmetler görür. "Bir Devrin Romanı"nda, Halide Nusret'in Kerkük'e ve çocukluk yıllarına ait hatıraları canlı bir şekilde anlatılmaktadır.

Sevinci güller açmış, dertleri kor içimde,
Yurdumun dört bucağı sarmaşıyor içimde.

diyen Şair'in, gezip dolaştığı yurt köşelerinden pek çok renk ve kokuyu şiirlerinde bulabilirsiniz. Bu şiirlerde, Urfa, Suruç Ovası, Birecik, Antep, Bingöl Yaylası, Erzurum, Sarısu, Karaman, Erciyaş, Sarıkamış ve şimdi yurdumuzun dışında kalan Kerkük geçit resmi yapar.

Mehmetçiğe seslenirken, yüreğini koparıp, yiğit askerlerimize uzattığını hissedersiniz.

Köyde düşünceli, cenklerde şensin.
Yerlerde, göklerde, kalpde esensin,
Bir baştan bir başa tarihim sensin!
Ah arslan Mehmedim! Arslan Mehmedim.

Şairimizin vatan toprağıyla nasıl kaynaşıp , sarmaştığını şu mısralar anlatmaya yeter sanırım :

Allah azîm lûtfudur insanlara toprak
Ak ekmeği berrak suyu doğuran kara toprak.
Mevsimleri besler ve bezer onları bir bir
Can verdiğimiz uğruna beyhude değildir.
İnsanlar onundur , ona bağlanmış ezelden
Ey sevgili toprak önümüz sen, sonumuz sen
Hayran sana, kurban sana canlar, sana toprak!
Hür bayrağımın sahibi toprak! Ana toprak!

Şairimiz, Ana Toprak için iki de fidan yetiştirmiştir :

Sendendir, sana döner damarlarımdaki kan
Senin için büyüttüm bağrımda bir çift fidan.

Bu iki fidan, şimdi benim yakınlarım olan, oğlu Ergun Zorlutuna, kızı Emine Işınsu'dur. Ergun meslek olarak önce annesi gibi öğretmenliği seçmiş (Gazi Eğitim Enstitüsü'nü bitirmiş) sonra idarecilikte karar kılmıştır. Şimdi Devlet Hava Meydanları Genel Müdür Yardımcısıdır. Kendisini yazarlığa adayan Emine Işınsu da annesinin sanatçı ruhu ve kabiliyeti devam ediyor.

MEHMET ÇINARLI
Töre, Mayıs 1976

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

HALİDE NUSRET ZORLUTUNA ŞİİRLERİ

 


HALİDE NUSRET ZORLUTUNA'NIN ŞİİRLERİNİN SINIFLANDIRILMASI

Cumhuriyet devri Türk şiirinde gerek kullandığı dil ve şekil özellikleriyle gerekse ferdi ve toplumsal meseleleri işleyişiyle farklı bir yer edinen Halide Nusret Zorlutuna, lise yıllarında şiir yazmaya başlamıştır. İlk şiirini 1918′de kaleme alan Zorlutuna, başlangıçta daha ziyade içerik itibariyle Servet-i Fünun’un tesiri altındadır. Özellikle Tevfik Fikret ve Ahmet Haşim’in tesiri belirgindir. Bununla birlikte, şiire başladığı ilk günden beri Milli Edebiyat yanlısı olmuş, sade ve konuşulan Türkçe’yi, hece veznini kullanmıştır.

Şairlik macerasını ana hatlarıyla dört döneme ayırmak mümkündür. Esasen Zorlutuna her döneminde önceki dönemlerinde şiirlerinde ele aldığı konuları işlemeye devam etmiştir, ancak biz hakim temalar ışığında böyle bir tasnifin yapılabileceğini düşünüyoruz.

I.    Santimantalizm-Lirizm Dönemi

II.    Hamasi Duygular ve Yeni Kurulan Cumhuriyet’in İlanı

III.    Anadolu Coğrafyası IV Ferdî Meseleler

I. Santimantalizm-Lirizm Dönemi:

Yukarıda bahsedildiği üzere Halide Nusret, ilk şiirlerini Servet-i Fünun tesiri altında şekillenen bir lirizm içerisinde

kaleme almıştır. Bu dönem şiirlerinde söz konusu edilen temalarda aynen Servet-i Fünun’daki gibi duyarlı, hassas bir tavır ortaya konulur. Servet-i Fünun’un kahramanlarını hatırlatan benzetmeler, Fikret’in duyarlılıklarını hissettiren mısralar bu dönem şiirinde sıklıkla karşımıza çıkar. Ancak bu dönem şiirleri sadece lirizm kapsamında mütalaa edilebilecek cinsten şiirler değildir. Vatan teması da bu dönemde söz konusu edilir. Bu dönemde kaleme alınan şiirler, daha ziyade Geceden Taşan Dertler kitabına dahil edilmiştir. Şaire ününü kazandıran, bestelenen ve çokça okunan ‘Git Bahar’ şiiri bu dönemi en bariz şekilde ortaya koyan metindir. Şiirde şairin lirizmi çok canlı şekilde ortaya koyabildiği görülür. Kenan Akyüz’ün değerlendirmeleri çerçevesinde Halide Nusret, “Bazı kadın sanatçılarımıza zaman zaman ârız olan samimiyetsizlikten, yani kadın hüviyetiyle görünmek korkusundan kurtularak, olduğu gibi görünüp konuşabilen şairlerimizdendir.” İçerikte Servet-i Fünun ve Haşim tesiri gözlemlense de dil ve şekil özellikleri itibariyle bu tesirin etkisini devam ettiremediği anlaşılır. Zor-lutuna, daha ziyade hece veznini ve sade bir dili tercih eder.

II. Hamasî Duygular ve Yeni Kurulan Cumhuriyet’in Hanı

Milli Mücadele ve akabinde kurulan Cumhuriyet, dönemin bir çok sanatkarı tarafından heyecanla karşılanmış, bu heyecan hamasi duyguların ve hitabet üslubunun hakim olduğu bir edebiyatı vücuda getirmiştir. Halide Nusret de ilk dönemde kaleme aldığı lirik temaları arka plana iterek toplumsal meseleleri öne çıkarmış, yeni kurulan cumhuriyetin heyecanını, bu idareyi kuran kadroları, kurumları ve topyekûn cemiyeti anlatmaya başlamıştır. Ancak hamasi duyguların yoğun şekilde işlenmesi ve hitabet üslubunun öne çıkması önceki şiirlerinde belirgin şekilde görülebilen şiirsel gücü zayıflatmış, şiirsel söyleyişin yerini didaktik kaygılar almıştır. Şair, bu kapsamda kaleme aldığı şiirlerinde kurulan Cumhuriyet’in büyüklüğünü dile getirmekte, bunun kıymetinin bilinmesinin lüzumuna vurgu yapmakta, Cumhuriyet’i kuran insanların ve kadroların değerini öne çıkarmaktadır. Dil ve şekil özellikleri ise büyük oranda önceki dönemiyle aynı özellikleri göstermektedir. Halide Nusret’in Cumhuriyet’in ilanının ardından işlemeye başladığı hamasi tem, şairin Anadolu’ya açılmasıyla Anadolu üzerine çevrilir.

III. Anadolu Coğrafyası

Halide Nusret, Cumhuriyet’in ilk yıllarında kaleme aldığı şiirlerindeki idealizmi hayatında temsil etmiş ve yaşamıştır. Cumhuriyet’in ilk kadın öğretmenlerinden olarak Anadolu’nun birçok vilayetinde görev yapmış, doğudan batıya hemen bütün Anadolu’yu yakından görüp tanıma imkanı bulmuştur. Anadolu’yu yakından müşahede, onun şiirlerinde Anadolu’nun çok canlı ve başarılı bir şekilde ortaya konulmasını sağlamıştır. Anadolu’ya karşı duyduğu sevgi sebebiyle yer yer romantik söyleyişlerin yer aldığı şiirlerde şair, Anadolu’nun birtakım problemlerine de vurgu yaparak gerçeki hassasiyet sergiler.

Anadolu coğrafyasını işleyişini iki döneme ayırmak mümkündür. İlk evresinde daha ziyade Faruk Nafiz’de gördüğümüz tasvirî bir Anadolu yer alır. Bu kapsamdaki şiirlerde Anadolu coğrafyası dağları, ovaları ve güzellikleriyle ön plana çıkar. Öne çıkarılan fizikî özelliklerdir. Zaman zaman bu coğrafyada yaşanan hayatın zorluğuna değinilse de bu değini, emek-sömürü ekseninde şekillenen bir ideolojik bakış değildir. Şairin bu çerçevede sayılabilecek şiirleri daha ziyade Yayla Türküsü adlı kitapta toplanmıştır.

Anadolu’nun işlenişinde ikinci evre diyebileceğimiz evrede ise coğrafyanın fiziki özelliklerinden ziyade insanının ve kültürel değerlerinin öne çıktığı görülür. Halide Nusret, Anadolu insanıyla iç içe yaşamanın verdiği imkanla bu insanı ve bu insana hüviyetini kazandıran kültürel dünyayı yerinde gözlemleme imkanı bulmuştur. Bu dönemde de tasvirî anlatım vardır ancak hakim olan tema Anadolu insanıdır. Şair, Anadolu insanının büyüklüğüne ve güzelliğine vurgu yapar. Onun yaşadığı hayatın çeşitli zorluklarını da dile getiren şair, burada da ideolojik bir bakış ortaya koymaz.

Şairin bu dönemdeki şiirlerinde öne çıkan bir konu da halkın yaşattığı ve halka kimliğini kazandıran kültürel özelliklerdir. Halide Nusret, bir aydın olarak kültürel değerlerin bir milletin var oluşunda oynadığı büyük rolün farkındadır. Bu kültürel değerlerin yeni eserlerle yaşatılması gerektiğine inana şair, halk yaşayışında ve türkülerinde varlığını devam ettiren birçok unsuru şiirine kaynak olarak kullanmış, bir anlamda bu kültürel değerlerin devamına katkıda bulunmuştur. Şair ayrıca Türk sanatkârı için Anadolu’nun kültürel dünyasının taşıyabileceği zengin kaynağa da dikkati çekmiş olmaktadır.

IV. Ferdî Meseleler

Halide Nusret, emekli olduktan sonra kaleme aldığı şiirlerde, yaşlanmanın da getirdiği bir etkiyle daha ziyade ferdî meselelere yer vermiştir. Ferdin iç dünyası, ölüm, din-tasavvuf çokça işlenen konulardır. Kore savaşı gibi çeşitli toplumsal meselelere yer verilse de ferdî meselelerin belirgin bir ağırlığı fark edilir. Şairin yer yer modern şiir türünü de denediği bu dönem şiirlerinde, didaktik kaygının arka planda kalması sebebiyle de olsa gerek, şiir gücü kuvvetli metinler kaleme almayı başarmıştır. Özellikle sembolik yönü ağır basan tasavvufî içerikli şiirlerde, şiir sanatı bakımından çok ciddi bir nokta yakalanmıştır. Şekil olarak serbest şiirin de yer yer denendiği bu dönem şiirlerini Halide Nusret, Ellerim Bomboş adlı kitabında toplamıştır.

* * *

Halide Nusret’in şiirlerinin içeriğinin yanı sıra şekil özellikleri de önemlidir. Şair, ilk şiirlerinden itibaren büyük çoğunlukla hece veznini ve sade bir dili tercih etmiştir. Öyle ki döneminde birçok incelemeci ve şair Halide Nusret’i ‘Beş Hececiler’in devamı saymış bazı eleştirmenlerce ona çıkartılan hececi şairlerden biri olarak kaydedilmiştir.1 Şiirdeki dilin anlaşılır bir dil olmasını önemsemiş, bütün şiirlerini açık bir dille kaleme almıştır. Aruz vezniyle şiir yazmayan Halide Nusret, hece vezninin dışında serbest tarzda da şiirler kaleme almıştır. İçerik itibariyle yer yer divan şiirini modern şiire bağlama gayretleri de görülen şair, divan edebiyatında mazmun olarak işlenen bazı unsurları, modern şiirin söyleyiş biçimi içerisinde yeniden inşa eder. Bu onun dayandığı kültürel dünyayla kurduğu sağlıklı ilişkinin bir göstergesidir. Nitekim özellikle Yurdumun Dört Bucağı, Yayla Türküsü ve Ellerim Bomboş şiir kitaplarında gözlemlendiği üzere şair, bu toprakların yetiştirdiği önemli edebî kaynaklardan olan Mevlana, Yunus Emre ve Karacaoğlan’dan da faydalanmıştır. Gerek divan şiirinin dünyasını gerekse halk şiirinin dünyasını şiirlerinde yeniden kurgulaması, şairin bu edebî kaynaklara verdiği önemi de göstermektedir. Poetikası mahiyetinde değerlendirebileceğimiz bir metin kaleme almayan Halide Nusret’in şiir dünyasını, şiirlerinden hareketle, ana hatlarıyla bu şekilde ortaya koymak mümkündür. O, şiir ve şiirin meseleleri üzerine fazlaca…

 

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

HALİDE NUSRET ZORLUTUNA ŞİİRLERİ

HALİDE NUSRET ZORLUTUNA HAYATI ve ESERLERİ

SON EKLENENLER

Üye Girişi