Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 

KENAN HULUSİ

Esmer bir ten. Bu ten esmerliği yazın birkaç gömlek daha koyulaşır. Ama sanmayınız ki su sporları yaptığı, kumlarda yattığı, kürek çektiği, yelken kullandığı için böyle olur. Hayır, hayır onun sporla hiçbir münasebeti yoktur. Yumuşacık hareketlerini ürkek bakışlarını yelpazeleyen kirpik titreyişlerini görünce, bunu siz de anlarsınız. Kenan Hulûsi, hikâyelerini bahçelerde yazdığı için böyle kararır. Küçücük yüzünde, sık sık gülümsemelerin hâreleri vardır. Göz kenarlarına, elmacıklar üstüne doğru bu hâreler, çizgileşirler. Kırkından sonrası için fena haber doğrusu. Kenan Hulûsi’nin yüzü, ansızın buruş buruş olacak. Alnında da bir iki düşünce izi, daha şimdiden belirmiş gibidir.

Koyu renkli gözleri, tatlı, dost ve duygulu bakışlarla aydınlıktır. Düzgün ağzında zaman zaman candan gülümsemeler görünür. Çok meşgul ve her zaman telâşlıdır.

Matbaaya gelince, ceketini çıkarır. Bir tomar kâğıdı ıslatarak masasını siler. Bu işi öyle güzel başarır ki ben arada sırada ona:

- Kenan Hanım, diye sataşırım.

Zamanımızın en ideal kocalarından biri olduğuna hiç şüphe yok. Evde, elbette bu hamaratlık on kere fazladır.

Onu, daha minimini bir çocukken sınıfta tanıdım. Arka sıralardan birinde oturur ve zeki gözleriyle fıldır fıldır bakardı. Vazifelerinin beni zevkle meşgul ettiğini hâlâ hatırlarım. Tesadüf, o sınıfı birçok değerli yavrularla doldurmuştu.

Kenan Hulûsi, işte böyle süzülmüş bir sınıfta bile, kendini tanıtacak bir kabiliyetti.

Sonra onu kaybettim. Aradan yıllar geçti ve bir gün Vakit te tekrar birleştik. O sakin, ufak tefek çocuktan, yine sessiz, yine ufak tefek bir yazı işleri müdürü çıktı.

Ama bu sessizlik, bu ufak tefeklik yalnız dışa mahsus bir şeydir. Eğer gözlerinizde deriyi şeffaflaştıran bir kuvvet varsa, bu durgun alnın arkasında zengin bir âlem, mağrur bir ruh, uyanık bir muhayyile sezersiniz.

Daracık göğsünde bir kalem İskender’inin ihtiraslı kalbi çarpar. Yarın, istikbal eliyle alnına altın yapraklı bir defne tacın konulacağına inanmıştır.

Sanatı ferdin değil cemiyetin malı sayar. Bu iman onu titiz yapmıştır. Takdirlerini, eczane terazisiyle tartar. Hiç tenkit etmez fakat beğenmekte de hiç cömert değildir. Edebiyatı, sanatı, hikâye ve romanı köy ve köylünün çerçevesi yapmak ister. Bunun dışındaki mevzulara iltifat etmez.

Yazı âlemine Yedi Meş’ale’cilerin biri olarak girdi. Yedi Meş’ale, sanat mâbedi için ne güzel bir âvize idi. Yalnız galiba bazılarının gönül reçinası az gelmiş olacak ki ışıktan ziyade duman püskürdüler ve vakitsiz söndüler. Kenan Hulûsi bu meşaleyi sanat ufukları altında muzaffer bir maraton koşucusu gibi hızının rüzgârıyla gittikçe parlatarak uçuyor. Hikâyeleri, bu hızlı koşunun arkasında bir kıvılcım yağmuru halinde dökülüyor. Yarın, bu ışık parçalarının ciltten fanuslara girdiğini görecek ve aydınlıklar içinde kalacağız.

Yukarıda Kenan’ın sanat kadrosunu çizerken, İç Anadolu  köy manzarası ve köylü psikolojisi üstünde çalıştığını söylemiştim. İşlenmemiş toprakta verim hâzineleri yatar. Sanat için

Anadolu, köy ve köylü de böyledir. Değerli bir kalem, kuvvetli bir müşahedeci, sanatkâr bir bakış, psikolog bir hulul, bize bu yollardan özlediğimiz, beklediğimiz eserleri getirebilir. Kenan Hulûsi bu uğurlu yolu ilk açanlardan, bu savaşın ilk muzafferlerinden, ilk fatihlerindendir. Neşredilen Bahar Hikâyeleri, Son Öpüş, neşredeceği Paraşüt, Bir Otelde Yedi Kişi isimli eserlerini şahit diye gösteririm.

Yalnız bu işte geniş muvaffakiyet için iki şart vardır:

1.    Mevzuu yerinde ve yakından görmek. Dekor notları almak.

2.    Köylüyü müşahede altına almak, köylüyü, köy kahvesinde, köy odasında, aile içinde, ocak başında, tarlada, çapada, zeytinde, bağda, camide, düğünde, kur’ada, mahkemede taşıdığı hüviyetlerle görmek.

Dekor peteğine dolacak bal işte bu görünüşler içinde yaşar. Sanatkâr, eserinin altın ağını, bu hayat tezgâhından toplayıp bükeceği ipliklerle kurar.

Kenan Hulûsi, mutlak surette bu müşahede seyahatini yapmalıdır. Seziş ne kadar kuvvetli olursa olsun, bilinmeyen bir âlemin gerçek hüviyetini gösteremez.

Sonra köy ve köylü, dekorun basitliği, sanatkârı üslûp lâubaliliğine götürmemelidir. Bir ara, bazı gençler arasında, kabalık moda olmuştu. Bundan şiddetle sakınmak gerektir.

Hikâyeci, hayata giren, hayatı gören adamdır, ama hiçbir zaman bu işi bir fotoğrafçı körlüğüyle yapmaz. Esere can, hayata renk, ruha koku veren hayatın kendisi, gelişigüzel akışı değil, sanatkârın seçişi ve örüşüdür. Bu da zevk ve üslûpla olur.

Kenan Hulûsi’nin hikâyelerinde gerçi böyle lâubâlilikler yok. Fakat kaypak yerlerde yürüyüşün titrekliği var. Karanlıkta yabancı bir evin merdivenlerinden iner gibi tereddütlü bir şey... Bu el yordamıyla yürüyüş, müşahedesizliktendir. Eğer dolaşır, gezer, görürse, hikâyeleri yatağını bulmuş coşkun ırmaklar gibi köpüre köpüre akacak.

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER

SON EKLENENLER

Üye Girişi