Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

-10-


ANNE, VAKTİYDİ, İYİ Kİ ÖLDÜN! -FİKRET DEMİRAG

Sen öyle annelerden değildin, olamazdın da;
serin yaz geceleri çıplak omuzlarında lahuri şal
mum ışıkları altında, Türkçe tangolar eşliğinde
bir ‘yaz bekârı romantiği yle ‘Aşk yemeği’ yiyen,
gümüş çatal-bıçak, dalgaların sesini dinleyerek...
İyi ki 'öyle bir anne' değildin, anne!

Sen nasıl bir anneydin? Yuvadan atılmış yavru
bir kuştun; 'besleme’ sesini korkudan yutmuş,
gönül kanatları kırık-kırgın, bir zengin eşiğinde.
Sen nasıl bir anneydin? Kendi yavru kuşlarını
zengin eşiklerine düşürmemek için, yıllarca
zeytin taneleri gibi toplayandır günleri, yerden.

Lalenin çoktaan masal olduğu bir sokakta, yıllardan
'yaşlı periler’e artık yer olmayan bir yıl, aylardan
bir hüzün-eylülünde, günlerden ıssız bir gün,
“SON” dedin, ve bize hüzünler hüzünler bıraktın,
suçluluk duyguları, her şeye sağır boş vakitler...
Daha çok kaldıramazdın bu dünyayı, iyi ki öldün!


ÖLÜ TADI -MEHMET TANER

Soğumuş yemekler ölü tadında
Yağlı mağara duvarları;

Çıkıp gitmedikçe kış, içimizden
Fırtınalar
Suç, ölü tadında.

Dönüp gelen kalgı;
- İkindi’yi kıldım mı,
Yedim mi Sabah’ı?

Bulutlar
Yapılar arasında
Tanıdık fısıltı.

Sustu salâ,

Ahşap merdivenli, dökük
Bir otel ahçısı;
Kaldım
Babanı tadında.


BEYAZ BİR GEMİDİR ÖLÜM -BEHÇET AYSAN (1949-1993)

sen hu şiiri okurken ben
belki başka bir şehirde
olurum

kötü geçen bir güzü
ve umutsuz bir aşkı anlatan

rüzgârla savrulan
kâğıt parçalarına
yazılmış

dağıtılmamış
bildiriler gibi

uzun bir yolculuğa hazırlanan
yalnız bir yolculuğa.

çünkü beyaz bir gemidir ölüm

siyah denizlerin hep
çağırdığı

batık bir gemi

sönmüş yddızlar gibidir

yitik adreslere benzer
ölüm

yanık otlar gibi.

sen bu şiiri okurken
ben belki başka bir şehirde
ölürüm.

Ana rahmimdi gittiğim her yer
Dünya diye avundum.

Küller güz ağaçları duvar dipleri
Yazgınızdı büyüdüğüm.

Güneşin sevincini
Yıldız mezarlarına gömdüm.

Bitti kalbin suçu
Suya su demeyi öğrendim.

Acı güzellik
Sana inandım senden korktum.

Anladım ve öldüm
Bir hoş mutsuzluk içinde yaşadım*

 

ÖLÜM MELEKLERİNİ KISKANMAZ -HAYDAR ERGÜLEN

Ben o melekli şarkılar söyleyen ölümü
eski akşamların birinde dinlemiş olmalıyım
zamanın bir su gibi akıp geçtiği
ve bundan çok sıkıldığımız o siyah kasabada
hatırlayacak kadar yaşamışım meğer bazı şeyleri
öyleyse anlatabilirim öyle ağır ki her şey
zamanın geçmek bilmediği bu yağmur sonrasında
Nastenkayı hatırladım, ‘Beyaz Gecelerin in kadını,
iki sene birisine iğneyle tutturulmuş
vaziyette yaşadım’ diyordu, ölüm de bana
öyle geliyordu: Hangimizdik bir türlü düşmeyen
diğerinin yakasından? Yeterince iğretiydi zaten
benim hayatım ve ölümün ne kârı olacaktı
bilmem böylesine düştü düşecek birinin ziyan
ömründen? O günden beri, ne zamansa o
diyemem, yağmurun anısını üzmek olur bu,
hem ölümü hem hayatı omuzlanma öylesine
tutturulmuş iki iğne ile taşıyorum, hangisi
kopsa benden önce melek düşecek ve o an
Çökecek omuzlarıma zaman, ve üstümde boş kalan
göğe doğru bir karanlık yükselecek külün ağırlığından,
iğreti bir bulut ne anlarsa yağmurlu zamanlardan
ben de onu anlıyorum bir provada gibi
birbirine öylesin? tutturulmuş ölüm ile hayattan
anladım iğreti olan daha çok yoruyor
insanı bir şeye sıkıca tutunmaktan! Yine de
bıktım: Herkes tutunamayan'. herkes tutmamak için
hayatı yakasından, ölümü bir ucundan, hayatla
bağlıyor kendini sıkı sıkıya ve bir labirent gibi
dolambaçlı yollardan geçilerek ulaşılsın istiyor ona
kim ulaşabilir, o hem ulaşılmaz hem tutunamayan!' Bir
bilge aramıyorum kurtarsın diye bizi tuzaktan,
şair sözü de yeterince sıradan ve doğru olabilir bazen:
Hayatını nasıl tutuyorsan ölümünü de öyle
tutarsın ve hayat incinmez bundan, ölümse
meleklerini kıskanmaz böyle tutkuyla kucaklanmasından!


BÖCEK -SUNAY AKIN

Usulca verir misiniz
son nefesinizi
yolunu şaşırmasın
diye yastığınızda
gezinen
böcek


AMA ÖLÜM – SUNAY AKIN

Özgürlük kitabının
sayfaları arasına
cellatların kurduğu
darağacındaki ip
yarım kalan
sayfayı gösteriyor
okumaya devam edecek
nice insana
Evlilik fotoğraflarının yırtılarak
kırılan çerçevelerin
sokağa atılan
tahtalarıyla çakılıyor
çocuk tabutları
Hiçbir genç kız
taşımıyor kolyesinde
sevgilisinin fotoğrafını
ama ölüm
sayfaları oyulmuş
bir aşk romanının
içine gizliyor
tabancasını...
Sunay Akın


BEN ÖLÜRSEM- KÜÇÜK İSKENDER

ben ölürsem karakulumu bulamayacaklar
ne bir aşk zerafeti
ne bir hayâl tâbiri., küçücük ömrüm
hep rüzgâr gülleri kokacak!

bir sinek cenazesinden dönmüşüm de sanki
ağzım burnum kanyak
denizden yeni çıkartmışlar yağmurun ölüsünü
mevsimlerden napalm günlerden ilkbahar

hummalı sabrımın glayöllü dağ köyleri
sana hasret şakımak mı yakışacak
çok arayacak çocukluğum esas sırrını
benim yüzüm bir kedi amipidir
ben ölürsem o kendiliğinden çoğalacak!

ben ölürsem karakutumu bulamayacaklar
ne bir buz yorgunluğu
ne bir sinema perdesi yırtık., küçücük kabrim

bir çocuk kalbi gibi haylaz olacak!


BİR GÜN ÖLÜRÜM BEN -SALİH BOLAT

bir gün ölürüm ben
milad benim adımla başlar
alnımda at koşturur kanlı çocuklar
bileme nereye yağar
sokak ortasında bıraktığım yağmur
hangi hayatı savurur içimde büyüttüğüm fırtına
yüzümden bir kuş sürüsü havalanır
birden bir şarkıyı susar
kitaplarımda altını çizdiğim yerler

bir gün ölürüm ben
belki bir gece treninin camına düşer başım
dışarıda bir telgraf teli çizip gider karanlığı
içerde yolcular uyuduğumu sanır
yalnızca bir kız düşürdüğüm gülücükten anlar öldüğümü
yakama bir gözyaşı iliştirir

bir gün ölürüm ben
belki yığılıp kalırım bir dostun kollarında
güz vurgunu bir çınar gibi dökülüp kahrım
her yaprağım kendi rüzgârından sorumlu tutulur
tâ ki bir uzak kışlada toplanma borusu çalınır
tüfeğini yitirmiş bir asker suçluluğuyla giderim
derin sessiz ışıklı bir göl gibi
kendi kıyametimi beklerim

bir gün ölürüm ben
belki bir ölüm tezgahında terler içinde
hiç acı duymam seni düşündüğüm için
o anda kar fırtınasına tutulmuştur
dağ başında bir çiçek
ama ölmekten korka korka ölürüm
yaşamayı sevdiğim için


RÜBAİLER -ÖMER HAYYAM

Bir geldi mi derin ölüm uykusu,
Biter bu dünyanın dedi-kodusu.
Ölenden bir haber bekler insanlar:
Ne söylesin? Bilmez ki ne olduğunu!

Öldük, dünyayı şaşkın bırakıp gittik;
Yüzlerce incimiz vardı delinmedik.
Sersemliği yüzünden bilgisizlerin
Renk renk düşünceler kaldı söylenmedik.

Can yoldaşı dostlar çekildi gittiler
Ecel çiğnedi hepsini birer birer
Yan yana oturmuştuk hayat sofrasına
Bizden birkaç kadeh önce sızdı gittiler.

Feleğin çarkı dönmeyecek madem muradımca
Gökler ha yedi kat olmuş, ha sekiz, bana ne?
Ölüm bütün isteklerimi yok ettikten sonra
Ha dağda kurt yemiş beni, ha mezarda karınca. ;

Ölüp yok olma korkuların saçma
Yoktan vara yükselen dalda oldukça;
Sevgiyle İsa gibi dirilmişsin sen;
Ölüm yok artık sana dünya durdukça.

Dilerim ölünce şarapla yıkanayım
Şarap şiirleriyle talkınlanayım
Mahşer günü arayan olursa beni
Meyhanemin önündeki topraktayım.

Benim halimden haber sorarsan,
Bir çift sözüm var sana, yürekten:
Sevginle gireceğim toprağa,
Sevginle çıkacağım topraktan.


AĞIT -MEVLANA
Kadr-i gam ger çeşm-i şer bigristi
Rûz u şebhâ tâ seher bigrîstî
Göz gamın ne olduğunu bilseydi,
gökyüzü bu ayrılığı çekseydi,
padişah bu acıyı duysaydı;
göz gece demez gündüz demez ağlardı,
gökler yıldızlarla, güneşle, ayla
gece demez gündüz demez ağlardı,
padişah bakardı ününe,
tacına, tahtına, tolgasına, kemerine,
gece demez gündüz demez ağlardı.

Gül bahçesi güzün geleceğini duysaydı,
uçan kuş avlanacağını bilseydi,
gerdek gecesi bu özlemi görseydi;
gül bahçesi hem güle hem dala ağlardı,
uçan kuş uçmaktan vazgeçer ağlardı,
gerdek gecesi öpüşmeye, sarılmaya ağlardı.

Zaloğlu bu zulmü görseydi,
ecel bu çığlığı duysaydı,
cellâdın yüreği olsaydı;
Zaloğlu savaşa, yiğitliğe ağlardı,
ecel bakardı kendine ağlardı,
cellât, yüreği taş olsa, ağlardı.

Kumru, başına geleceği duysaydı,
tabut, iiııe gireni bilseydi,
hayvanlarda bir parça akıl olsaydı;
kumru selviden ayrılır ağlardı,
tabut omuzda giderken ağlardı,
öküzler, beygirler, kediler ağlardı.

Ölüm acılarını gördü tatlı can,
koyuldu işte böyle ağlamaya.
Olanlar oldu, gitti dostum benim.
Şu dünya bir altüst olsa, ağlasa yeri var,
öylesine topraklar altında kalmışım.
(Türkçesi: A. Kadir)


AYRILIK -MEVLANA

Cenazemi gördüğün zaman
"ayrılık-ayrılık" deme!
Öldüğüm gün tabutum yürüyünce,
bende, bu dünya derdi var sanma.

Bana ağlama, "yazık-yazık, vah-vah" deme.
Şeytanın tuzağına düşersen
vah-vah'ın sırası o zamandır,
yazık-yazık o zaman denir.

Cenazemi gördüğün zaman "ayrılık-ayrılık" deme.
Benim buluşmam, görüşmem o zamandır.
Beni mezara koyunca "elveda" demeye kalkışma.
Mezar cennet topluluğunun perdesidir.

Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret.
Güneş'le Ay'a, batmadan ne ziyan gelir ki?

Sana batma görünür amma o, doğmadır, parlamadır.
Mezar, hapis görünür amma can'ın hapisten kurtuluşudur.

Yere hangi tohum ekildi de bitmedi, yetişmedi?
Niçin insan tohumuna gelince bitmeyecek,
yetişmeyecek zannına düşüyorsun?

Hangi kova suya salındı da dolu olarak, çekilmedi?
Can Yusuf'un kuyuya düşünce niye ağlasın?
Bu tarafta ağzını yumdun mu, o tarafta aç.
Çünkü artık hay-huyun mekansızlık aleminin boşluğundadır.

 

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

TASNİF DIŞI ŞİİRLER

SON EKLENENLER

Üye Girişi