Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 


CUMALI'NIN ŞİİRİ-ADNAN BİNYAZAR

Mallarmé, “Doğrunun herkesçe güzelin anlatımı sayıldığı bir çağda yaşıyoruz” diyor. Şiir gerçeğine çok uygun düşen sözlerden biridir bu: Doğruluk ve güzellik... Söz’ün gerçeğini aramış tüm sanatçılar, bu iki kavramın gerçeğine de yönelmişlerdir. Şiir, doğruyu ve güzeli bulmaktır, güzelliğin soluk alışını duymaktır. Yüzyıllar, bu soluğu duymak isteyen sanatçıların çabalarıyla bir değer kazanmıştır. Bu çabalar çağdan çağa, kuşaktan kuşağa sürüp gelmektedir. Şiirin tarihi, bu çabaların da tarihidir.

Gerçek şiiri aydınlatan Mallarmé’nin bu sözü, Necati Cumalı’nın şiirine de uygun düşüyor. Kendi şiirlerini yaratma mutluluğuna ermiş tüm şairlere de uygun düşüyor. Gerçekte, doğruluk ve güzellik, sanatın, biri ötekinden ayrı düşünülemeyen temel iki kavramıdır.

Bu iki kavram arasında sanatsal bir eytişimin (diyalektiğin) var olduğu açıktır. Shakespeare’in “güneş her gün hem eskidir, hem yeni” dediği gibi, şiir de hem doğrudur, hem güzel. Homeros’tan günümüze değin, çağlarına adlarını kazımış sanatçılarda bu eytişimsel dengeyi görebiliriz. Yalnızca şiire özgü değildir bu denge. Resim, müzik, roman, deneme... hep bu doğruluk-güzellik dengelemi içinde düşünülmelidir.

Cumalı, 1941’lerden 1981’lere değin uzayan, aşağı yukarı kırk yıllık, ortalama insan ömrünün üçte ikisini dolduran emek ürününü Aç Güneş’te topladı. Böylece Cumalı’nın tüm şiirlerini bir arada görme olanağı da doğdu. Ayrı ayrı yayımlanmış yapıtların nasıl şiirsel bir bütünlük içinde Aç Güneş'i oluşturduğu da daha iyi anlaşılıyor.

Cumalı’nın şiirleri, bende, kendi günlük yaşamının, yaratılarının, sevinçlerinin, mutluluklarının, sevme denen o yüce başarısının, bunalımlarının, güzelliklerinin, yalınlık içinde gelişen imgelerinin yansıması etkisini bırakmıştır. Kızılçullu Yolu’yla başlayan bu şiir emeği, Aç Güneş’e değin, en son şiirlerine değin uzanır, insan yüreğinin ta derinlerinde kalmış bir dostlukla, sevgiyle kavrar insanı. “Bir Geziden Üç Fotoğraf” genel başlığını taşıyan şiirlerinde dostlarını, çağımızın vardığı en yüce duygularla anar. Yazarın vardığı bir sevgi aşamasıdır bu:

Dostum Dlmitri Despotidis
Bir deri bir kemik
Yaralar içinde.
Çektiği işkencelerden
Sürgünden sedyede döndü

Unutturamazsınız bana o günü
Yanyana belleğimde
Onun sıcak gülüşleri
Sizin yüzlerinizin
Kımıltısız ölü
Yabanıl karanlığı.

Dostları Antonis Samarakis’i de, Petros Markaris’i de aynı duyarlıkla, aynı dostlukla anlatır. Şiirin erdemlilik katı denecek denli yürekli ve özgürdür Cumalı. Yüreğinin üstünü gölgeleyen bütün perdeleri sıyırıp atmıştır. Duyarlık özgürlüğünü dostlukların son sınırına değin kullanmıştır. Ozanlığı ona bu olanakları sağlamıştır. İşte Cumalı’nın kendi yarattığı dünya budur.

Şiirini oluşturmuş, şiirinin olanaklarını geliştirmiş her şair bunu yapmıştır. Şiir, çok kişisel bir türdür, özneldir, önemli olan, bu öznelliği, bu kişiselliği, herkesin olabilecek bir yaşam’a dönüştürmektir. Baudelaire’in, Mayakovski’nin, Poe’nun, Valery’nin yaptığı da budur. George Thomson’un şu saptaması önemli görünüyor bana:

“Şair, hepimizde ortak olan çağrışımlardan yararlanarak, kendi kişisel yaşantısını toplumsallaştırır ve böylece ona evrensel bir boyut kazandırır.”

Şairin yaşamında bu çağrışımlar, kendi yaratı ürünü olarak dışa yansır. Şiirinin doğruluğu ve güzelliği de bu çağrışımlardan kaynaklanır. Onun biçimleyişi, imge düzeni, herkesin olabilecek bir doğruluğa, bir güzelliğe şiirsellik kazandırır. Cumalı’da yalın ve yoğundur bu. Umut ve yaşam dolu bir dünya, derinliğine ve beğeni öğeleriyle bu şiirsel güzelliği yaratıyor. Yaşam şöyle bir beğeni öğesiyle verilir:

“Akan suyu severim ben/ Işıldayan karı severim/Bir yeşil yaprak/Bir telli böcek/Yeşeren tohum/ Güneşte görsem/ Sevinç doldurur içime”

Kimi yerde bu yaşam, alabildiğine özgür çağrışımlar yaratır:

“Yanımda saçlarını, eteklerini uçuran
Şu rüzgâr çıksa da bir serinlesem”

Doğa içinde, uzay içinde, dopdolu geçen bu yaşamı da şöyle dile getiriyor Cumalı:

“Ben yeni gelen günü yaşarım/ Bir günüm bir günüme benzemedi.../Görürüm benim yıldızım gökte/Tek başına yanar geceleri”.

Cumalı’nın toplumsal yaklaşımında bile bu beğeni, bireysel sayılabilecek bu yaşam etkisini duyurur:

“Geceleri parkta otururduk/ Serin ilkbahar geceleri / Uzakta saat on biri vurur/Yanımızdan serseri adamlar geçerdi/Kimi yalnızdı, kiminin yatacak yeri yoktu”.

Toplumsal olaylarda da bu beğeninin dışına çıkmaz. Bağırmadan çağırmadan, ozanca yaklaşımda bulunur:

Geçtiler kamyon kamyon
Geçtiler türkü kıyamet,
Üst üste kasket, üst üste ceket.
Boyun damarları sap sap
Gözleri çiçek çiçek
Geçtiler oyun vurur davul zurna,
Al beyaz bayrak şahlanmış zeybek.

Çizdiği güzellikler, yer yer Nedim Günsür’ün, Neşet Günal’ın, hatta Balaban’ın çizgilerini, renklerini göz önüne getirir. Yani renginde ve çizgisinde özenli bir ressam gibidir. Anlattığı insanların yüzlerinde o insanların tarihlerini okursunuz; emeklerini, benliklerini görürsünüz. Cumalı’nın kişileri yerlidir. Şairin yanı başında gibidir. Yunan’ı, Rus’u, Amerikalıyı, Fransız’ı, İsrailliyi anlattığında da yerlidir. İnsan her yerde ne ise o’dur.

Kadınları anlattığında daha yoğun biçimde duyulur bu yerlilik. Romanlarında olsun, öykülerinde olsun, Cumalı, kadını gerçeği ve güzelliğiyle anlatabilmiş ender yazarlardan biridir. Kadın, ne denli gerçek boyutlarda anlatılırsa anlatılsın, Cumalı’nın şiirinde soyut sevgi diyebileceğimiz, insanoğlunun imgelem dünyasının ötelerine varan bir “güzellik” kazanır:

Ben en güzel aşk şiirlerimi
El sürmediğim kadınlar için yazdım da
Hep senin gibi kadınlar tanıdım hayatımda Sen, şimdi yatağımda uzanmış yatan
Yorgun gözleriyle süzen beni
Senin için başladım bu şiiri

Sen daha bu gece çıktın karşıma
Karanlıkta duruşunla tek başına
Evini kaybeden bir çocuğa benziyordun
Fakir kokusu saçlarının, esvabın
Hüzün veriyor insana

On yedisinde kötü yola düşen bir kadını, birinin kızı, birinin kardeşi gibi sayar. “Orospu” şiirinde en somut biçimde ortaya koyar, inandığı güzelliği. Bu güzellik, şiirin doğrusu’ dur, yaşamın gerçeğidir:

Çocuktum ben de
Suya giderdim evden
Fırından ekmek alırdım
Seksek oynardım sokakta
Çoraplarım düşük
Saçlarımda kırmızı bir kurdele

...............

İçip içip bana bakıyordu
Omuzu üstünden kocasının
Saçlarından ışıklar geçiyor
Gülüyor etrafında her söylenene
Yalnız iri siyah gözlerinde
Gölgesi yer etmişti yalnızlığının.

Kadın, Cumalı’nın her türdeki yapıtında olduğu gibi, şiirinde de temel amaçlardan biridir. “Biz aşk için yaşıyoruz / Ölüme karşı güzelim"diyecek denli belirgindir bu.

Bütün bu ayrıntılara karşın, ben, Cumalı’yı sevgilerin odaklaştığı bir ozanlık dünyası gibi görürüm. Buna belki “sevgi mahşeri” denebilir. İmgelemin yaratıcı dünyalarında öylesine renklenir, canlanır. Örneğin daha somut verilere dayanması gereken yurt sevgisi bile Cumalı’nın şiirinde, o güzellik öğesini içinde barındıran şiirsellikle yansır:

Dünyada hiç bir yer bence
Türkiye kadar güzel değildir
Madem emeğimi toprağına harcadım
Madem yorgunluğum göğüne dalmakla diner

Görülüyor ki, Cumalı’nın şiiri, bütün yaşam “maceraları”nın şiiridir. Bu şiir emeğinde, şiirimizin bütün gelişimlerine, bütün yaratıcı alanlarına yönelmiş ışıklar buluruz. Cumalı’nın şiiri, insanımızın aydınlık dünyasıdır.

Cumalı son şiirlerinde, gezip gördüğü yerlerle ilgili izlenimlerini “taze” imgelerle beziyor. Zaman’ı ve tarih’i çağrıştıran' bu imgeler, ozanca bir bilgeliği gün yüzüne çıkarır gibidir. Ceylan Ağıdı’nda “Paris Anıları”, “İki Muslukçu”, “New York İzlenimleri”, “Leningrad”, “Anna Karenina”, “Sofya’dan” adlı şiirleri bu bilgece ozanlık tutumunu, yaş yaşamış insanların soylu özlemini dile getiriyor.

Paris: “Dolansam sokaklarda / Koluma girmiş duyardım / Ölümsüz mutluluğu”.

New York: “Ekmek ufaladım cam kesen suya / Üşüyen gökleri baktım baktım ısıttım”.

Leningrad: “Neva’ nın kız oğlan kız mavisi”.

Anna Karenina: “Leningrad garında / Durmayan / Anna Karenina’ nın / Kalp çarpıntılarıdır”.

Sofya: “Yiter ölen güneşten son ışınlarla / Saçlarında kokusu solan güllerin / Salınan tay sağrılı kızlar ardından".

Bu dış izlenimlerle yaşamı yoğun biçimde algılar Cumalı. Aç Güneş’te, bu yaşamı algılayış bilgelik düzeyine ulaşır. İmge, şiirde bir düşünce boyutu yaratır. Her imge, anlatılanı görünür kılmanın değil, düşünceyi oluşturmanın aracıdır. İnsanın “zaman” içindeki gerçeği, zaman ötelerine aşışı, onun yarattığı her şeyin sonsuzluğu ... bu şiirlerin ana sorunudur. Akkâ’da kale avlusunda gölgesini gezdirirken şunları da düşünür Cumalı:

Ey benim elsiz dudaksız
Gençlik aşkım
Ey gözlerim budaklarında
Uzanıp yattığım
Yoksul bekâr odalarının tavanları
Açılın.

Hemen bunun ardından, sanki “Deniz Mezarlığı”nı, “Sarhoş Gemi”yi mırıldanır gibidir:

Ey yaşlı deniz
Hep gelip geçeceğiz
Bu aç güneşin altında
Esen rüzgârda savrula savrula
Toz toprak olacağız
Duvarlarda yazı
Okunmaz silik
Boş kaleler kıyılarında
Görkemli fosiller gibi kalacak
Bizden bir titreşim
Otların uçlarında
Üstümüzde keçilerin gözleri.

İki yıl sonra (1978) yazdığı “Yitik Kalyon” şiirinde de aynı duygu daha bir yoğunluk kazanır, ya da yaşam daha kesin bir değerlendirmeye uğrar:

Yeter aldatıldığın bugüne dek
Yeter ezik yüreğinin ağrısı
Geldiğin kapıdan geri dönemezsin
Bu sessizlikler içinde nabzı
Durmadan atan zaman değil mi
Senin için son yargıyı verecek

...............

0 yitik kalyondaydık uyandığımızda
Ne zaman yaşadık ne zaman öldük
Donmuş bir gülüş dudaklarında
Gözleri üzün dolu ölülerimiz
Durmuş bakarlardı prizmalarda.

Toz toprağın örttüğü "o gül tenler”i düşünürken, sonsuzluk içinde üreyen yokluğu şu dizeyle dile getirir: “Gün gelir bizimle deniz de ölür”.

Cumalı’nın şiirindeki doğruluğu ve güzelliği, onun bu içtenlikli ve gerçekçi tutumu sağlıyor. Böyle bir dengeyle ürediği içindir ki, bu şiir, insanımızın duyarlık dünyasını zenginleştiriyor, ona yeni şeyler duyma, algılama olanakları kazandırıyor. Kırk yıllık şiir yaşamında, şiirimizdeki gelişmeleri de gün gün izleyen Cumalı, yazınımızda, yalın söyleyişi, içtenliği, Türk şiirine getirdiği yepyeni duygularla anılacaktır. Bütün bu birikimler, Cumalı’nın, bir bayrak yarışçısı gibi, şiirimizi bir yerden alıp bir yere getirmesinde etkili olmuştur. Cumalı, Türk şiirine çok şey borçludur. Türk şiirinin de Cumalı’ya borçlu olduğu yanlar vardır.

ADNAN BİNYAZAR
Türk Dili, Şubat 1981, Özel Bölüm

 

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

NECATİ CUMALI'NİN ŞİİRLERİ

NECATİ CUMALI ÜSTÜNE

TÜTÜN ZAMANI-NECATİ CUMALI

BOŞ BEŞİK ÖZETİ - NECATİ CUMALI

ACI TÜTÜN ÖZETİ - NECATİ CUMALI

AKLIM ARKADA KALACAK - NECATİ CUMALI

KARABATAK - NECATİ CUMALI

 NECATİ CUMALİ HAYATI ve ESERLERİ

SON EKLENENLER

Üye Girişi