Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Hakkı Süha Gezgin, Edebî Portreler isimli kitabından bir değerlendirme

Geniş, ağır bir gövde, kalın bir gladyatör boyunu, irice bir baş, uçları keskin çizgilerle sımsıkı kapalı ihtiraslı bir ağız katı bir çene, dolgun yanaklar üstünde gömülü gibi duran dalın gözler. Serilir gibi oturuşunda bitmeyen bir hazım yorgunluğu var gibi­dir. Onda eski Roma kayserlerini andıran bir hal sezilir.

Yahya Kemal'i yirmi beş sene evvel Türk Ocağı'nda tanımış­tım. Sert, gür bir göğüs sesiyle, meşhur Kurdun Ölün ü şiirini gümbürdetiyordu. Bu ses, iri av bıçaklarının kurdun bağırsakları içinde kıskaç demirleri gibi çatıştıklarını duyuruyor, dinleyenle­re ürpermeler veriyordu.

O zamanlar henüz şöhreti yayılmamıştı. Yalnız ban mısralarının dillerde dolaştığını hatırlıyorum. Bir manzume sedefine enginlerin uğultusunu doldurduğu söyleniyor ve ondaki büyük sanatkâr titizliğini anlatmak için, bazı mısralarının yıllardan be­ri yarım kaldığı kulaktan kulağa fısıldanıyordu.

Çok gençtim. Coşkun bir Türkçülüğün taşırdığı gollümde, dilime büyüklük verenlere derin bir saygı çarpıyordu. Yahya Ke­mal'i böyle bir ruh kahramanı gibi alkışlamaya hazırdım. İşte bundan ötürüdür ki:

Fânileri gökten ayıran perdeye değdim

mısraını kendinden menkul bir keramet gibi değil, büyük ve zengin bir ruh hazinesinin tılsımlı anahtarı gibi karşılamıştım. Gerçi yine o günlerde elime geçen bir şiirindeki:

.... Bir kanlı sevinç

Kahkahâtiyle bu hevvalenin en genç, en dinç
Şehsuvârânı kılıç koymamak azmiyle kına
Doludizgin koşuyorlardı akından akma
parçası, bir tek cümleye dolanan şu "kahkahâtiyle" ve "azmiyle"siyle zevkimi incitmiş ve o meşhur titizlikle telifi güçleştir­mişti. Ama yine tesellimi buldum. Bu şiir, henüz basılmamış, yaratıcısının son tashihinden geçmemişti. Çünkü neşir yaratıcı­nın eseri hakkında mükemmellik kararıdır.

Gazel yolunda yazdıkları, onda çok kuvvetli bir mazi çeşni­sinin şahitleridir. Fakat bu gerçekten güzel şiirler ne yazık ki Nedim'in olmaktan kurtulamıyor.

Bu sıralarda Yahya Kemal Darülfünun'a müderris oldu. Üni­versite kürsülerine eser basamaklarından çıkılır. Biz onun ilmî değerini ortaya koyan böyle bir fikir merdivenini görmemiştik. Bugüne kadar hâlâ kitabını okumuş değiliz. Şu halde bu müder­risliği onun şairliğinin bir caizesi saymaktan başka çare yoktur.

Zaten yeryüzünde edebiyat ve sanata Yahya Kemal kadar borçlu, başka bir şair daha var mı bilmem. Bundan ötürüdür ki üç beş yıl önce bir mecmuada çıkan bir mülakatı beni hayrete düşürmüş ve kendisine düşündüklerimi söylemiştim. Yahya Ke­mal orada edebiyatın nankörlüğünden bahsediyor ve sanat uğ­runda, kendini boşu boşuna harcadığını söylüyordu. Hâlbuki sanat, onun kadar hiç kimseye yar olmamış, hiç kimseye bu ka­dar kolay şöhret, bol refah, zengin alkış getirmemiştir. Darülfü­nun profesörlüğüne esersiz çıkışı, ilham perisinin bir cilvesiydi.

Sonra yine onu İspanya'da sefir gördük. Hangi siyasî kari­yerden hız alarak bu geniş ve yüksek sıçrayışa erdi? Siyaset onun mesleği değildi. Hayatta böyle bir terbiye almamıştı. Ha­riciyemizle ne yakından, ne uzaktan alâkalı idi. Ama Madrid'e sefir oldu. Çünkü şairdi. Demek ekselanslığını da edebiyata borçludur.

Nihayet Yahya Kemal'i mebus seçtiren de yine şairliğidir. Şu halde onu yeryüzünün edebiyata en minnettar adamı olarak tanımak hiç de haksız olmaz.

Yoksa Yahya Kemal'in bu şikâyeti, şiirleriyle kendi kendini duyuramadığından mı ileri geliyor?

Herkesin bildiği gibi o, çok az yazar. Yıllar süren sancılardan sonra doğan mısralar belki kendisini de kandırmıyor. Sanata karşı söylenişleri belki de maddî hayatın tamamıyla üstünde ru­hî sitemlerdir.

Verimsizliği eskiden beri tarizlere uğradığı için bunu da ta­biî bulmalıyız. Çünkü kimi "tıknefes" dedi, kimi daha insafsız bir atılganlıkla "Edebiyatımızda 'Lâedri' imzalı birtakım şairsiz şiirler var. Bunları bari Yahya Kemal'e verelim de hem edebi­yatımız, şairsiz şiirlerden, hem şairimiz şiirsizlikten ki .-tul­sün!" hükmünü verdi.

Az yazmanın ızdırabını zaten olanca ateşiyle kendi yüreğin­de duyan şâiri, bu sitemler elbette çok yaralamıştır. Bereket ver­sin, onun imanları hiçbir şeyle sarsılmaz müritlerine. Onlar bütün bu hücumların altında bir kıskançlık sızısı oldu unu söyleyen makale merhemleri yazdılar.

Yahya Kemal'in sanat hayatında bu dâva eskidir. Daha ilk günlerde bile "Edebiyat masasında blöf yaptın herkese sen ey pokerci!" diyenler olmuştu.

Şu halde asıl Yahya Kemal nedir? Eski yazıları, divan kültü­ründe kuvvetli olduğunu gösteriyor. Kâh Nedim gibi, kâh Nailî-i Kadim gibi, kâh Nev'î gibi yazar. Bunları ona mal etsek bile, sahipliğin iğretiliğini gidermek elimizden gelmez. Yalnız Deniz ve Ses manzumelerinde hususî bir ahenk ölçüsünün bir Yahya Kemal diyapazonunun çeşnisi var. Bazı şarkılarında da bu iç ve dış ahengi duyulur. Son şiirlerinde ise bu iki varlığın da si indi­ğini görüyoruz:

Tanburi Cemil Bey çalıyor eski plakta

Şiir olmak şöyle dursun, değerli bir lâf bile değil. "Tanburi" kelimesindeki nispet ye'si topal topal basıyor. Onun meşhur ti­tizliğiyle bu korkunç ahenk bozukluğu nasıl yan yana gelebilir? Yabancı bir ülkede, yabancı sazların, ruha uzak orkestraların çaldığı bir memlekette Cemil'in tamburundan vatan bağrının sesini duymakta güzel ve içli bir derinlik var. Ama bunu mısra'ın kendisi değil, benim zihnî cephem söylüyor.

Fikr-i tâlin her kaçan bu kalb-i şeydâdan geçer

Dil safadan mest olur gûyâ ki sahbâdan geçer

matla'lı gazeli andıran bir eserinde Yahya Kemal:

Bir hıyâbândır ki hasret kûy-i canandan geçer

demişti. "Hıyâbân" ile "hasret" gibi bir cehennemi birleştiren bu satırı okuduğum zaman, dudaklarımdan.

- Hasret, yemyeşil kubbeli serin bir hiyâbân ha! Galiba vus­lat olacak bu hasret! hükmü dökülmüştü.

Bu mısra benim içimde gerçek şairlik imanını çürüten bir te­sir bırakmıştır.

Yukarıda:

Fânileri gökten ayıran perdeye değdim

mısraını bir müjde gibi karşıladığımı söylemiştim. Araya bir ömürlük zaman girdi. Henüz bizi o perdenin arkasındaki zengin ruh ve gönül âlemine yükselten eserlere eremedik. Belki hâlâ bakliyenler vardır. Fakat doğrusu benim artık tahammülüm kal­madı, ümidim de. Onda bir sanat mehdîsi varlığını görenlerle beraber değilim.

Hakkı Süha Gezgin, Edebî Portreler

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi