Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 

ORHAN SEYFİ

Süzgün, içi renk ve aydınlık olmuş bir şefkatle dolu mavi gözler. Genişlik hissi vermeyen mütehayyil bir alından sonra kendinden ondüleli kumral saçlar. Seyfi, sanatın tacından evvel bu tabiatın tacını taşıdı. Ben, onu tanıdığım zaman üst dudağı üstünde henüz altın bir gölge beliriyordu. Kartal burnunu görenler, onda kasırgalarla dolu yırtıcı bir iç vardır, sanırlar. Hayır, korkmayın onun huyu da gerdanı kadar yumuşaktır. Gözlerinde pek seyrek olarak hiddetin şimşekleri çaksa da, yakmak, yıkmak için değil, aydınlatmak içindir.

Seyfi'yi yirmi altı sene evvel tanıdım. Hukuku henüz bitirmiş, henüz ilk şiirlerini neşre başlamıştı, ilk görüşte birbirimizi sevdik. Bazı geceler, ben tâ Beşiktaş'tan kalkar, onun Sehzâdebaşı’ndaki evine giderdim. Pırıl pırıl bir mangalımla tarafına kurulur, ateşe adaçayı atar ve güzel kokulu dumanlar içinde eşyayı tatlı bir iphama büründürürdük. Arada sırada ölçüyü kaçırdığımız ve birbirimizi göremez hale geldiğimiz de olurdu.    

Bu uzun kış gecelerinde, yeni yazdıklarımızı birbirimize okur, açık yürekle konuşur, dertleşir ve daha kuvvetli bir sevgi ile ayrılırdık.

Araya uzun yıllar girdi, omuzlarımıza berbat hayat yükleri çöktü. Şimdi belki daha rahat ve daha müreffehiz. Fakat ağzımızın tadı kaçtı. Yüreklerimizde o kuvvetli ve ümitle dolu vuruşlar yok.

Orhan Seyfi, şiire aruzla başlamıştır. Genç yaşında şarkın sanattaki tefekkür sistemini kavramış, tekniğine sahip olmuştu. “Fırtına ve Kar”, bu hükmümün şahididir.

Kutupların geçerek müncemid denizlerini 

Ümidimin aradım her tarafta izlerini.

diyen ve uluyan rüzgârların sırtında doludizgin uçarken, buzdan asalı derviş:

Baharın âşıkıyım kıştır ismim ey dostum

haberini verir. Bu şiirdeki dil temizliği, ahenk kuvveti yeni bir şöhretin ilk müjdeleriydi.

“Fırtına ve Kar”da:

Kudurmuşsan denizden intikam al 

Bulutlardan zalâm al.

şeklinde müstezat tarzı gibi dalgalı bir akış vardır ki mısralar uzaya kısala sıralandıkça fırtına ve rüzgâr dile geliyor sanırsınız. Sanatkâr, bu şiirinde yalnız musikide kemalini bulacağını sandığımız ikam bütün sırrını toplamıştır.

0 hırçın fırtınalı başlangıçtan sonra, karın yumuşak durgunluğu da aynı kudretle ifade ediliyor.

Seyfi, içli bir gönüldür. Fakat bu içlilik, onda bir yanardağ fışkırması halinde görünmez.

Lirizminin öyle cana yakın bir ipeklenişi, bir kadifelenişi var ki sizi yükseklere uçurmaz, derinlere atmaz, tezatların kayalıklarında hırpalamaz; ince, ılık bir kucaklayışla alır, yumuşak bir his ve hayal sedirine uzatır.

Ancak pek canı yandığı demlerde sesine:

Bir tatlı bakışla öyle baktın;

Hep rü ’yeti gözlerimde yaktın;

Madem bana rehnümâ değildin,

Ey berk! Neden önümde çaktın?

gibi bir gümrahlık, bir sertlik gelir.

Seyfi’nin asıl hüviyeti hecede çiçeklendi. Gönülden Sesler adı altında topladığı şiirleri, ayrı ayrı güzel ve sıcacık şeylerdir. Sonra, hayat, ona başka bir ufuk açtı. Mizahçılık ufku.

Akbaba'da hemen yirmi senedir yazıyor. Arada sırada “Şeker Kasidesi” gibi baştanbaşa yekpare şiir olan eserler vermekle beraber, mizah Seyfi’nin aşçıbaşısından başka bir şey değildir.

Onun kadar içli bir adam, mizahın muhtaç olduğu zehirli usareyi bulamaz. Ancak ruhlarında istihza laboratuvarları kuranlardır ki başkalarının kıvranışından, başkalarını kıvrandırmaktan zevk alabilirler. Hâlbuki Seyfi kazara elindeki ısırganı birine sürse, kaşıma vazifesini de üstüne alacak kadar yufka yüreklidir.

Fiske'yi işte bu gözlüğün arkasından okumalısınız. Hâmid, ne kadar sefir idiyse, Seyfi de o kadar mizahçı olabildi. Tatlı şaka yapmak, zarif nükteler savurmak asla profesyonel mizahçılığın alâmetlerinden sayılmaz.

Her zeki adamda bu kadar nükte bulunur. Seyfi’nin bence bekaya nişanlı tarafı şairliğidir. Çünkü o, dünyaya yalnız bu hüviyetle geldi. Peri Kızıyla Çoban'& şimdiye kadar hiçbir ciddi tetkik adesesi çevrilmemiştir. Hâlbuki o küçücük eserde bütün bir masal cihanının zengin dekorları var. Ara sıra halkiyatla meşgul olanlarımıza rastlıyoruz. Bu türlü eserlere eğildiklerini bile görmedik.

Geçenlerde bir akşam -yirmi şu kadar yıldan sonra- Seyfi ile yine baş başa güzel bir gece geçirdik. Yeni yazdığı daha doğrusu yazmaya başladığı bir romanı okudu.  

Bizde hiç çeşnisi görülmemiş tarzda bir roman. Kapı tokmağından çatışma, kedisinden haminnesine kadar bütün bir devrin hususiyeti bu sayfalarda kucaklanmış, ilk kısmı, büyük  bir edebi, zaferle biten bu roman, eğer orta ve sonunda da aynı kudretle yürürse, korkarım ki Şair Seyfi’yi unutturacak. Enfes bir şey vesselam

Fakat o, hâlâ şüphede, tereddütte hâlâ:

Sarahaten acaba söylesem darılmaz mı?

şiirindeki ürkek ruh içinde. Zaten büyük başarışların psikolojisi hep budur. Bazen yaradanın da gözleri kapanıyor.

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER

SON EKLENENLER

Üye Girişi