Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

HAMDULLAH SUPHİ/EDEBİ PORTRERLERDEN

Bembeyaz saçlarından, gümüş şakaklarından sonra genç yüzü, karlar içinde bir çiçek tazeliğini andırır. Kemer kemer yükselen kara kaşlarında hiç silinmez bir soruş vardır. Sanırsınız ki Hamdullah, herkesin ve her şeyin dış görünüşü altındaki gizli hakikati sorup arıyor.

Işık ve mânâ dolu gözleri, bazen güzelliği, keskin ve yalçın bir hale kor. Bu, belki de dik, sert çizgilerle sıçrayan kavgacı burnunun ifadesidir. Fakat böyledir. O kadar tatlı gülen, âhenkli konuşan, sese bir kucak sıcaklığı veren ağzı da, gergin hatlı bir çene ile biter ve bu bitiş insana katı ve keskin şeyler düşündürür.

Duruşu, oturuşu, yürüyüşü, bakışı ayrı ayrı yumuşak ve zarif olduğu halde, hepsi bir araya gelince Hamdullah’a görünmez amma hissedilir yaylı bir ayrılık verirler.

Onu Ocak’ta tanıdım. Orada sevdim ve geçen zaman gönlümdeki bağın ipliklerini halat yaptı.

Yalnız Hamdullah’ı yakından tanıyanlar bilirler ki o, uyandırdığı muhabbeti denk bir sevgi ile karşılayamaz. Bir orman üstüne yaldız gibi serpilen güneş, nasıl her yaprağı aynı ışık ve hararet bolluğuyla kucaklayamazsa, o da bütün kendini sevenlerin gönlünü alamaz.

Yanında bin kişiyi anınız. Hepsi için:

- Yavrum! der ve sesi aynı şefkatli akortla titrer.

Türk Ocağı’nın bir ateşgede oluşunu biraz da onun alımı-na borçluyuz. Bu mukaddes soy aşkını parlatanlar arasında, onun payı büyüktür.

Sevimli varlığı, genç ruhların mıknatısı olmuştu. Üşenmez, yorulmaz, yeise kapılmaz, bıkmaz, usanmazdı.

Çıplak, soğuk odalar, çok geçmeden milliyet aşkının nuruyla ısındı, sevgiyle döşendi. Samanlık seyran, virane saray oldu.

Hamdullah’ı sonraları mebus, vekil, sefir hüviyetleri içinde gördüm. Fakat bütün bunlar, nihayet birer kıyafet değişmesidir. Ne nazır koltuğu, ne sefirlik makamı Hamdullah’ın kendisine yeni bir varlık verdi. O, bunların hepsinden üstün olmasını bilmişti.

Onu andığımız vakit, gözümüzün önüne ve ruhumuzun içine hep o eski hayaliyle gelip yerleşir. Yaldızı dökülmeyen tarafı sanatkâr cephesidir.

Hamdullah, bizde daha çok söz sanatının yaratıcısı olarak tanınır.

Fecr-i Âti’nin değerli bir şairi idi. “Annemin Derdi” gibi gerçekten güzel, samimiyeti derinlik haline koyan şiirler yazmıştı. Annesini bazen bir tek mısra ile canlandırırdı.

Yanımda başka bir akşam kadar hazin annem

Bizde galiba ilk madalyalı şair de odur. Fakat içli, duygulu mısralar onu doyurmuyordu. Bir gün bu dinmeyen susayıştan Türklerin Demosten’i çıktı.

Rahmetli Ömer Naci’nin Acem tecvitli, mübalağalı, çırpınış-lı hitabetinden sonra, onun aydınlık sesi, berrak ve menşurdan süzülmüş gibi renkli sözleri, bize gerçek hatibin ne demek olduğunu göstermişti.    

Hamdullah söylerken, biz kendi duygularımızın, kendi düşüncelerimizin söze sığdırıldığım, cümle kalıplarına döküldüğünü görüyor, zevkle kendimizden geçiyorduk.

Yukarıda işaret ettiğim büyük ve coşkun sevginin ilk kaynağı, işte bize verdiği bu zevktir. Ruhundan önce sanatını, kalbinden evvel yaratıcılığını görüp beğenmiştik.

Yaşıtlarım arasında ona imrenenler çoktu. Belki yüzlerce genç, Hamdullah’ın sesiyle konuşmaya, Hamdullah’ın hareketlerini benimsemeye çalışırdı. Ona yaklaşmak uğrunda oldukça, taklit bile bize küçük görünmüyordu.

Türkçülüğün yayılmasında ilk hamleyi yapan Hamdullah, Büyük Millet Meclisi’nde de bu kuvvetinin övünülecek izlerini bırakmıştır. Çerkez Ethem isyanından sonra, Millet Meclisi kürsüsünde saatlerce gürlediğini hatırlıyorum. Hamdullah o gün yarını görenlerin bayrağını açmış ve olgun ruhlardan kopan kasırgaların uğultusuyla haykırmıştı.

Onu dinlerken, içimden hiç silinmeyen bir derde uğradım. Parlak, derin, güzel sözleriyle ruhum kaynadıkça, kendi kendime:

- Yazık! derdim; yazık! Bu güzel şeyler, havanın boşluğunda eriyip gidiyor. Evet, çünkü Hamdullah bir Agora sofisti değildi. Hitabı, geçici heyecanlar uyandırmak ve kalabalığı herhangi bir yola sürüklemek mânâsına almazdı. Söz’de o, eski Hurufîlerin aşkını duyar, ağızda bir mihrap kutsiyeti sezerdi.

Evet, o yüzlerce nutuktan bugün ancak bir avuçluk şey kaldı. Dağ Yolu ve Günebakan ciltlerindeki birkaç yüz yaprak nedir? Otuz yılın Hamdullah’ını, bu kadarcık yere mi sığmış görecektik? Fakat kim bilir, dünya bu... Belki onu dinleyenler içinde not tutmuş olanlar vardır. Belki yarın bunlar el ele vererek tıpkı Demosten’le Çiçero’nun, Jores’in hayranları gibi emeklerini, notlarını ve hafızalarını birleştirerek Dağ Yolu ile Günebakan'a yeni ciltler katacaklardır.

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER

SON EKLENENLER

Üye Girişi