Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 

SÜRÛRÎ

Mizahçı şahsiyetlerin portrelerini yazmaya karar verirken, karşılaşacağım zorlukları bilmiyor değildim. Fotoğrafın pek yeni bir keşif oluşu ve resmin de bizde din yasağıyla kötürümleşmesi, tarihî şahsiyetlerimizin çoğunu maddî varlıkları bakımından karanlıklar içinde bırakmıştır.

Hilye ve Vücutnâme’ler ancak dinî mümtazlardan, tarikat yerlerinden ve keramet sahibi erlerden bahsederler. “Menâkıb-i Hünerverân” gibi mecmualarda ise yaratıcıların kendileri değil, eserleri yer almaktadır.

Portre, gerçekten bu adı taşıyabilmesi için, bahsettiği şahsiyetin hem gövde, hem ruh çizgilerini belirtmesi lâzım gelir.

Eserler elde bulundukça, sahibinin ruhuna girmek, taşıdığı iç hüviyetini belirtmek, manevî simasını çizmek mümkündür. Çünkü eserin kendisi, zaten gören göz için bir fotoğraf kadar sadakatle sahibini aksettirir.

Ne yazık ki eskiden gelip geçmiş büyük istidatlar, dehalarını hat’ta, tezhibe, nakışa harcadıkları halde resme hiç emek vermemişlerdir. Eğer bu emek, mânâsız zihniyetlerle körletilmemiş olsaydı bugün böyle kıvranıp kalmayacaktık.

Fatih’in resmini de nihayet bir Bellini’ye borçlu değil miyiz?

Edebiyat tarihlerinde Sürûrî’nin hezel, hiciv vadisinde şöhret sahibi olduğunu okuyoruz. Hezeliyat-i Sürûrî de elimizdedir. Fakat ne tezkirelerde ne de zamanına ait vesikalarda onun şekl ü şemaili hakkında hiçbir ize rastlanamaz.

Sürûrî, hiciv tarihimizde yer almış bir simadır. Bu nev’in taramasını yapan adam onu atlayamaz. Bu sebepledir ki ben onu yalnız iç yüzünü seyrettiren eserlerinin arkasından görüp göstermeye çalışacağım.

Sürûrî’nin 1751’de Adana’da doğduğunu, kadılıklarda bulunduğunu ve bir aralık Sünbülzâde Vehbi’ye kethüdalık ettiğini biliyoruz. İlk mahlası Hüznî idi. Sonraları mizacına daha yaraşan Sürûrî’yi kullanmaya başladı.

Edebiyat tarihimizde hezelden ziyade tarih söylemekle meşhurdu. En basit hâdiseler, en umulmaz, değersiz şeyler için pek güzel tarih beyitleri yazmıştır. İşte birkaç örnek:

Âb-ı hayvan doludizgin girdi at pazarına

Çâr-ı tak-ı adne çıktı Şeyh Koruk

Mevt ile dûr oldu gözden âh Çeşmîzâde

İçti Şerbetçi Emin cür’a-i ke’s-i mevti

Farenin hasretinden öldü kedi

Eğer bu tarih mısralarına dikkat edilirse şairin büyük kabiliyeti hemen göze çarpar. Divan edebiyatında “âb-ı hayat'a çok kere “âb-ı hayvan” da denir. “Doludizgin”, “at pazarı”, “girdi” tâbirleri de hep hayvanı tamamlayan sözlerdendir. At pazarında yapılan bir çeşmeye de ancak bu kadar güzel bir tarih söylenebilirdi.

Çar-i tâk, çardak demektir. Adn cennet olduğuna ve Şeyh Koruk mazanneden bulunduğuna göre yine tarihi mükemmeldir.

Çardak ile Koruk arasındaki münasebet ise herkese açık bir tenasüp cilvesi sayılabilir.

Hezeliyât-ı Sürûrî için aynı methi yapamayacağız. Zira bu yazma eseri dolduran kıtalar, beyitler ve müfredler içinde gerçekten zarif pek az mazmun vardır. Hemen hepsi yüz kızartacak kadar galiz birtakım telmihler, ihamlarla doludur.

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER

SON EKLENENLER

Üye Girişi