KASİDE NAZIM ŞEKLİ
Kaside belli bir amaçla yazılmış şiir demektir. Divân edebiyatı nazım şekillerden olup daha çok din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla kaleme alınır. Kasîde yazan şaire ka-sîdegû (kasîde söyleyen), kasîde-serâ (kasîde yazan) veya kasîde perdâz denilir.
Kasîde, Arap edebiyatının ilk dönemlerinde doğmuş ve Cahiliye devrinde en parlak dönemini yaşamıştır. Muallakatü's, Seb'a yazarları ile İslâmî dönem Arap kasidecileri (msl. Ka'b. Züheyr, Hassan b. Sabit, Nabigâ, A'şâ... vs.) bu nazım şeklinin gelişmesinde önemli roller oynamışlardır.
Fars edebiyatında ilk kasideler Sasanîler devrinde görülür. Rudegî, Araplardan aldığı kasîde şeklini küçük değişikliklerle daha da olgunlaştırmıştır. Ancak kasîde altın çağını Gazneli Mahmud'un sarayında yaşamıştır.
Türk şiirinde kasîde XV. yy.'da kendini gösterir. Şeyhî ve Ahmet Paşa'nın ünlü kasideleri vardır. XVI. yy.'da Hayalî, Fuzulî, Nevî, Bakî ve Ruhî gibi şairlerin kalemiyle gelişen Türk kasîdeciliği XVII. yy.'da en büyük ustasını yetiştirir: Nef'î, Nef'î, Türk şiirinin bütün zamanlarındaki en büyük kasîde şairidir.
Kasîde beyitler halinde yazılır, ilk beyit kendi arasında, sonraki beyitler, ilk beytin ikinci dizesiyle kafiyeli (a-a, b-a, c-a, d-a gibi) olur. Beyit sayısı 31 ila 99 arasında değişir. Ancak daha az veya çok sayıda beyti içeren kasideler de vardır.
Kasîde nazım şekli altı bölümden oluşur: İlk bölüm nesîb (veya teşbih) 15-20 beyit kadar olur. Şiirin giriş bölümüdür. Değişik tasvirlerle doludur. Eğer bu bölümde âşıkane duygular anlatılıyorsa nesîb; afakî konular (bahar, tabiat, bayramlar vs.) işlenmişse teşbîb diye adlandırılır.
İkinci bölüm, girizgâh yahut griz (güriz) adını alır. Genellikle tek beyit olur. Bu beyit ile şair medhiyeye geçeceğini bildiririr. Girizgâh, konuya uygun, nükteli ve başarıyla söylenmiş olmalıdır.
Üçüncü bölüm medhiye (övgü)dir. Asıl konunun anlatıldığı bölümdür. Kasidenin sunulacağı kişinin övgüsüne ayrılmıştır. Beyit sayısı konuya ve şaire göre değişen bu bölüm, kasidenin en sanatlı beyitlerini içerir.
Dördüncü bölüm, tegazzül adıyla anılır. Tegazzül bazan kasidenin başında veya sonunda da bulunabilir. Kasîde içinde gazel söylemektedir. Her kasidede bu bölüm bulunmayabilir. Şair bir yolunu bulup tegazzül yapacağını önceden söyler. 5-12 beyit arasında değişir.
Beşinci bölümün adı fahriyedir. Şairin kendini övdüğü bölümdür, içerik yönünden medhiyeye benzer. Beyit sayısı değişebilir. Nef 'i'nin fahriyeleri sanatlı bir üslupla yazılmış ve uzun tutulmuştur.
Kasidenin son bölümüne dua denir. Önceki beyitlerde övgüsü yapılan kişi için dua edildiğinden dolayı bu adla anılmıştır. Bir kaç beyitten ibarettir.
Kasideler değişik şekillerde adlandınlabilir. Bunların ilki nesibde ele alınan konuyu esas alır. Bahariye, şitâiye, lydiye, hammâmiye vs. bu türdendir.
İkinci adlama redife göredir. Sözgelimi kasidenin redifi "güneş" ise şemsiye adını alır. Verdiye, sünbüliye, su kasidesi, tığ kasidesi vs. bu türdendir. Kasidenin son adlama şekli kafiye harfine göredir. Meselâ kasidenin kafiye harfi"rı" ise râiyye, "tı" ise tâiyye gibi
Kaside yaygın bir nazım şekli olduğu için çeşitli konuları işleyebilir. Konularına göre Divân şiirinin türlerini oluşturur, ileride, kaside nazım sekiliyle yazılan türler ayrıca ele alınacaktır. Kasideler divânların baş kısmında yer alır ve türlerine göre kendi içlerinde tasnif edilir.
(İskender PALA, Divan Edebiyatı, Ötüken Yay., İstanbul, 1996.)
KASÎDE-2
Kaside “niyet etmek, yaklaşmak” anlamlarında “kasada” kökünden gelen Arapça bir kelimedir. Bir kişiyi öğmek ve genellikle karşılığında yardım istemek için yazılan şiirlere denir. Arap edebiyatında doğmuş ve İran'da bazı değişikliklere uğrayarak gelişmiş, oradan -da. Türk edebiyatına girmiştir.
Kaside 9 beyitten 100 beyte kadar, aynı aruz kalıbıyla yazılmış ve gazel gibi aa ba ca da .. şeklinde kafiyelenen bir nazım şeklidir. Kasidenin ilk ve mukaffa olan beytine Matla’, son beytine Makta’, en güzel beytine Şâh beyt ya da Beytü’l-kasîd denir. Kasidenin sonunda, şairin mahlasını söylediği beyte Taç beyt adı verilir. Taç beyt kasidenin son yani makta’ beyti olabileceği gibi ondan önceki beyitlerden biri de olabilir. Şairler mahlaslarını genellikle du'a kısmında ve kasideyi bitirmeden birkaç beyit önce söylerler.
Kasideler, konuyu işleyiş bakımından dört kısma ayrılırlar: Nesîb veya Teşbîb ile başlayan kaside Medhiyye ile sürer ve 'Fâhriyye'den sonra Du’â kısmı ile sona erer. Şair kasidenin başında aşktan, aşkın verdiği acılardan, sevgilinin güzelliğinden ya da başka konulardan söz eder: bağ, bahar, kış, yaz, ramazan, bayram tasvirleri yapar. Konusu aşk ve sevgili olan bu başlangıç kısımlarına Nesîb, başka ve değişik konulan işleyen kaside başlangıçlarına Teşbîb adı verilir. Fakat genellikle bu adlar birbirine karıştırılmış ve konulara bakılmadan kasidelerin başlangıç kısımlarına Nesîb ya da Teşbîb denmiştir.
Kasideler bu nesib kısımlarının konularına göre adlandırılmışlardır. Nesihleri bahan anlatan kasidelere Bahariyye, kışı anlatanlara Şitâ’iyye ve böylece Temmûziyye, İdiyye, Sûriyye denmiştir. Kasidelere bir de rediflerine göre ad verilmiştir: Su kasidesi, Sünbül kasidesi, Sözüm kasidesi... gibi. Redifli olmayanlar da kafiyelerinin son harfleriyle anılırlar: Râ’iyye, Mîmiyye, Vâviyye kasidesi gibi. Şair nesib kısmının sonunda bir beyitle ve uygun bir geçişle asıl konusuna girer. Bu geçiş beytine Girizgâh (aslı gürizgâh: kaçış yeri) denir. Girizgâh beycinden sonra gelen bu ikinci kısma da Maksad, Maksûd veya Medhiyye adı verilir. Şair bu kısımda kasidesini sunacağı kişiyi Memdûh’unu aşırı sözlerle öğer, kahramanlığını, cesaretini, iyiliğini, adaletini, zenginliğini ve cömertliğini anlatır. Sonra kendi şiirini, sanatını öğer kadrinin bilinmediğinden yakınır. Bu da kasidenin Fahriyye kısmıdır. Sonunda Du'â kısmına geçerek memduhunun ömrünün uzun, devletinin ve zenginliğinin sonsuz olması için Tanrıya yalvarır. Bu arada fakirliğinden, kimsesizliğinden de söz ederek kendisine yardım etmesini ister. Kasidenin sonlarındaki Taç beyit'de mahlasını söyler ve kasidesini bitirir (Örnek 1).
80-100 hatta daha çok beyitli uzun kasidelerde kafiye bulma zorluğu kaside şairlerini aynı kelimeyi iki ya da üç kez kafiye yapmak zorunda bırakmıştır. Usta şairler aynı kelimeyi üstüste kullanmamağa; aralarında onbeş yirmi beyit bulunmasına özen göstermişlerdir. Ayrıca kaside uzadıkça kafiyedeki biteviye giden ahengi canlandırmak için bazı yollar aranmış, özellikle uzun kasidelerde matla' ile kafiyeli bir ya da birkaç beyit söylenmiştir. Bunlara Tecdîd-i matla’ veya Zâtü'l-matla' denmiştir. Bu matlâlar kasidenin ikinci, üçüncü matlâları diye anılır. Kasidelerde konudaki yeknesaklığı gidermek için de kasidenin konusunun dışına çıkılarak bir veya iki gazel söylenir. Buna da Tagazzül adı verilmiştir.
Kasidelerin —yukarıda söylendiği gibi— dört bölüm halinde yazılması genel bir usul olmakla birlikte, bazı şairlerin hiç nesîb yapmadan, doğrudan doğruya medhiye kısmına girdikleri de olmuştur (Örnek 2). Daha çok Nef'îde görüldüğü gibi bazı şairler de kendilerini öğen bir fahriyye ile başlamış, sonra memduhun övgüsüne geçmişlerdir.
Musammat gazel'de olduğu gibi, matlâdan sonraki beyitlerde mısrâ ortalarının birinci mısra' ile kafiyelendirildiği kasidelere Musammat kaside adı verilmiştir. Bu kasideler de ortalarından iki eşit parçaya ayrılabilen vezinlerle yazılmıştır (Örnek 3).
Kasideler işledikleri konulan bakımından da ayrı adlar alırlar. Tanrı'nın birliğini anlatan kasidelere Tevhîd, Tanrı ya yalvarıp yakarmak, günahların bağışlanmasını dilemek için yazılanlara Münâcât, Hz. Peygamber ve dört halife için yazılanlara Na’t denir. Padişah, sadrâzam, vezir.. gibi devlet büyüklerini öğmek amacıyla yazılanlara Medhiyye, padişahın tahta oturmasını kutlamak için yazılanlara Cülûssiyye, birini kötülemek için yazılanlara Hicviyye denir. Şairler bazen övdükleri kişiyle ilgili bir olayın, yaptırdığı bir yapının tarihini de söylerler. Bunlar da Tarih kasidesi adını alırlar.
Bu konuların dışında kaside nazım şekliyle başka konular da işlenmiştir. Çok az görülmekle birlikte daha çok mesnevilerde işlenen konularda yazılmış olan bu kasidelerin bazılarına ad da verilerek küçük bir eser sayılmışlardır. Ahmed Fakih (ölm. 1221)'in 120 beyitlik tasavvufi ve ahlâkî konuları işleyen Carhnâmesi, Fuzûlî'nin İran şairi Hâkânî'nin Bahrü'l-Ebrân'na nazire olarak söylediği Enîsü’l-kalb adlı Farsça kasidesi, Nef'î'nin Tuhfetü'l-uşşâk'ı bu tür kasidelerdendir.
Kasideler mürettep divan sıralamasında divanların başında ve bütün öteki şiirlerden önce yer alırlar. Kasideler arasında da ayrıca bir sıra gözetilir: önce dinî konulardaki tevhîd, münâcât ve na't kasideleri, sonra dört halife ve Mevlâna hakkındaki kasideler, daha sonra da sultan, sadrâzam, vezir, şeyhülislâm... için yazılmış medhiyeler sıralanır. Medhiyelerin sıralanmasında tarihî önceliği ya da memduhların büyüklük ve unvanlarına bakılmaz; gelişigüzel yazılırlar. Kasidelerin başına memduhunun adının ve unvanının yazılması usuldendir. Bu başlıklar çoğunlukla Farsça yazılır: “Kasîde der-na't-ı Hazret-i Fahr-ı Kâ'inât”, “Der-menkıbe-i Şîr-i Hudâ Aliyyü'l-Murtazâ”, “Der dedh-i Hazret-i Sultân Muhammed Hân”, ”Der-sitâyiş-i Sadrâzam Şehid Ali Paşa” gibi.
Kaside nazım şekli dinî konularda yazılanların dışında şairlerce bir geçim kaynağı olarak kullanılmıştır. Hemen her olay; padişahın tahta oturması, bazı kişilere sadrazamlık, şeyhülislamlık, vezirlik verilmesi, savaşta kazanılan bir başarı, ramazan, bayram ve düğün kutlamaları, yeni bir saray, kasr, çeşme, hamam gibi yapıların tamamlanışı, devlet büyüklerine kaside sunmak için fırsat olarak değerlendirilmiştir. Her kaside sunan şairi ihsan ve caize ile ödüllendirmek de devlet büyüklerine ödenmesi gerekli bir borç haline gelmiştir. Hatta şairler Hz. Peygamber'in İbni Zuhayr'a, yazdığı kasideye karşılık hırkasını bağışladığını örnek göstererek memduhun kaside sunan şaire caize vermesini ve böylelikle onu sevindirmesini sünnetten saymışlar, hatta caize vermeyenleri hicvetmenin ca'iz olacağım bile savunmuşlardır.
KASİDENİN TARİHÎ GELİŞİMİ
........................
Türk, Edebiyatında Kaside
Türk edebiyatında kasidenin başlangıcı oldukça eskidir. XIII. yüzyılda Mevlânâ'nın Divan-ı Kebir'inde 300 kadar kasidesi vardır. Bunlar şairin gerçek sevgilisi için söylediği tevhid ve münacatlardır. Kasideler Farsça oldukları halde, Mevlânâ Türk şairlerince çok okunduğu için etkileri büyük olmuştur.
XV. yüzyıla gelinceye kadar Türk edebiyatında kasidede büyük şair hemen yok gibidir. Âşık Paşa (ölm. 1333) Garîbnâme'deki na'tleri ile Ahmedî (ölm. 1413) nin divanındaki kasideleri bu şeklin başlıca örnekleridir. XV. yüzyılın başında yaşayan Germiyanlı Şeyhî (ölm. 1431) gazelde olduğu gibi edebiyatımızda kasidenin de kurucularından sayılır. Germiyan beylerine ve Osmanlı sultanı Çelebi Mehmet ile Sultan Murad II. a kaside söylemiştir. Fatih Sultan Mehmed’in küçük şehzâdesi Cem Sultan (ölm. 1495), Avrupa’dan kardeşi Sultan Bayezid II'e gönderdiği hüzün dolu ünlü Kerem kasidesiyle tanınmıştır. Yine bu yüzyılın büyük şairlerinden Sultan Mehmed'e hocalık, musahiblik, sonra da vezirlik eden Âhmed Paşa (ölm. 1497)'nın aralarında “la'l”, “güneş”, “misk”, “kâkül-i müşgîn-i dost” ve “kerem” gibi ünlü kasideleri de bulunan 31 kasidesi vardır51. Ahmed Paşa, devrinde gazeller yanında kasidelerinde de üstad sayılmıştır. Bir ara padişahın gazabına uğrayarak öldürülmek üzere zindana atıldığında söylediği “kerem” redifli kasidesi de Cem Sultan'ın ve daha başkalarının kasideleri gibi Şeyhî'ye naziredir ve pek çok “kerem” kasidesinin en ünlüsüdür. Yüzyılın sonunda Necati Beğ'in de (ölm. 1508-9) 26 kasidesi vardır.
XVI. yüzyıl Türk edebiyatının büyük şairlerinden birkaçını; Bâkî, Hayalî Beg, Nev'î, Ruhî ve Fuzulî'yi yetiştirmiştir. Türk kasidesi daha çok İran kaside şairlerinin etkisiyle geliştiği için ıran kasidelerinde olduğu gibi övülen kişinin özellikleri fazlasıyla abartılmıştır. Bunun bir sebebi de Osmanlı İmparatorluğumun bu devirdeki büyüklüğü ve zenginliğidir. Kişilerin büyüklüğü devletin ihtişamı yanında pek sönük kalacağından şairler her şeyi büyüterek söylemek zorunda kalmışlardır. Bu yüzden Bâkî (ölm. 1600) özellikle kasidelerinin nesib kısımlarında çok başarılıdır. Bir bahar tasviri yaptığı zaman kasideye erişilmez bir zenginlik ve parlaklık verir; adetâ canlı bir tablo çizer. Hayalleri zengindir, bir hayalden ötekine atlar. Ama övgü kısmına girdiğinde gücünü kaybeder, kurulaşır. Bu yüzden ömrünün son yıllarında Sultan III. Mehmed adına şeyhülislâm olabilmek için yazdığı belli olan kasideleri hem çok kısa hem de öteki kasideleriyle karşılaştırıldığında oldukça değersiz şiirlerdir. Bâkî 27 kaside yazmıştır. Devrin bir başka büyük şairi Hayâli Bey (ölm. 1556), Defterdar İskender Çelebi ile Sadrazam İbrahim Paşa'ya sunduğu kasideleri ile tanınmış ve bu kişilerin aracılığıyla Padişaha tanıtılmıştır. Rind yaratılışlı bir şairdir. Kasidelerindeki hayal unsurları mükemmeldir. Fakat Bakî'nin dilindeki sağlamlık Hayâlî'de yoktur. Hayâli Beğ 25 kaside söylemiştir. Nev’î (ölm. 1598) ise âlim bir şairdir. Çok kaside söylemiştir. Divanında 50 kasidesi vardır. Derbeder yaradılışı yüzünden bulduğu çok güzel hayalleri, mazmunları olduğu gibi nazma geçirmiş, bunların üzerinde durup işleyememiştir. Rûhî-i Bağdâdı (ölm. 1605), kasidelerindeki akıcı üslûbuyla dikkati çeker. Dilindeki sadelik ile alay ve istihza, kasidelerinin belli başlı özelliklerindendir. Memduhlarını över gibi göründüğü zaman bile onlarla eğlendiği sezilir. Ruhî 34 kaside yazmıştır. Bu yüzyılın ve edebiyatımızın en büyük şairlerinden olan Fuzulî (ölm. 1556), kaside nesihlerinde bazen tabiatı, bazen de iç dünyasının heyecanlarım, aşkını ele alır. Bahar ya da su konularını nesib yaptığı zaman kendi aşkını da anlatır. Devrin padişahlarından başlayarak nişancı, kazasker, beylerbeyi, vezirler ve valilere kadar Bağdad fethine katılan pek çok kişiye kaside söylemiştir. Divan’nında 8'i tevhid ve na't 29 ü medhiye 37 kasidesi vardır. Bunlar içinde en tanınmışları “sabâ”, “olur”, “hançer”, “su” redifli na'tleri, Sultan Süleyman'a sunduğu “gül” kasidesiyle, yine aynı padişaha sunulan “Geldi burc-ı evliyâya padişâh-ı nâmdar” (941) tarih mısra'mı taşıyan Bağdad vasfındaki kasidesidir57.
XVII. yüzyılda Türk edebiyatının en büyük kaside şairi Nef'î (ölm. 1635) yetişmiştir. Nef'î'nin sert, haşin ve coşkun bir yaradılışı vardır. Kasidede hayalleri o derece güçlü ve derindir ki çok kere insan mantığını şaşırtır. Buna karşı Nef'î, en aşırı mübalağasını bile hafifletecek ya da büsbütün ortadan kaldıracak bir yol bulur; böylece okuyucuyu yadırgatmaz. İran şairlerinden Enverî ve Urfî'nin ve Arap kasidecilerinden Mütenebbî'nin Nef'î üzerinde büyük etkileri olmuştur. İran şairlerinin hayal gücü ile Mütenebbî'nin belağatı ve fahriyedeki ustalığı Nef'î'de de görülür. Nef’î kendisini o kadar öğer ki birçok kasidesinin nesibi, hatta divanının ilk kasidesi olan “sözüm” redifli na'tı bile bir fahriye'dir. Nef'î kendisini kaside üstadı olarak kabul ettirdikten sonra bütün kaside yazan şairlerce benimsenmiş ve örnek tutulmuştur. Divanındaki bütün öteki şiirlerinden çok yer tutan 59 kasidesi vardır. Bunlar içinde en tanınmışları “sözüm” na'tı, Sultan Murad IV'ın atları için söylediği “kaside-i rahşiyye”si, Sadrazam Murad Paşa ya sunduğu “olur” redifli kasidesi, Sultan Murada yazdığı musammat “bahariyye”si, Sultan Osman’ın Lehistan seferine söylediği “Âferîn ey rüzgârım sehsüvâr-ı safderi- Arşa as şimdengeru tîğ-i süreyyâ-cevheri” matla'lı kasidesi, Sultan Ahmed medhindeki Edirne'nin kışını anlatan “şitâ'iyye”sidir.
Bu yüzyılın bir başka kasidecisi Şerif Sabri (ölm. 1645) Nef'î'den sonra en tanınmış kaside şairidir. Bazı şiirlerinde ahenk bakımından Nef'î’ye yetiştiği bile olmuştur. Fakat Nef’î’nin gür sesi yanında hayal zenginliği, anlatımdaki ustalığı Sabri'de yoktur. Düzgün ve tannan bir sesin altında okuyucuyu umutsuzluğa düşüren bir boşluk bırakmıştır. Yüzyılın kaside şairleri arasında Sabrî'den sonra Âlî (ölm. 1648) sayılabilir. Âlî de Nef’î’nin etkisindedir ve ona olan hayranlığını açıkça söyler. Yüzyılın büyük gazel şairi Nâ'ilî (ölm. 1666) Divan’nındaki 35 kasidesiyle bile Nef'î'nin yanında gölgede kalmış, kasidede bir varlık gösterememiştir. Yüzyılın sonunda Nâbî (ölm. 1712), gazelde olduğu gibi kasidede de nazım tekniği mükemmel, her zaman ölçülü ve mantıklı bir şairdin Kasidelerinde nasıl bir girizgâhtan sonra konuya gireceği, ortaya attığı fikri nasıl işleyeceği bellidir; bir değişiklik göstermez. Nâbî'nin 7'si dînî 30 kasidesi vardır.
XVIII. yüzyılın başında büyük musiki ustalarından Yahyâ Nazım (ölm. 1726) aynı zamanda kasideleriyle de tanınmış bir şairdir. Büyük bir cilt tutan, beş kısma ayırdığı Divanı hemen bütünüyle na'tlerden meydana gelmiştir. Nazîm, edebiyatımızın en çok na’t yazan şairidir. Bu na'tlerin büyük bir kısmı kaside şeklindedir. Lale devri'nde büyük şair olarak tanınan Nedim (ölm. 1730) gazel ve şarkıları yanında kasideleriyle de kendini kabul ettirmiştir. Nef'î’deki gür sese karşı Nedim'de ince, zarif bir ahenk vardır. Öğdüğü kişilere de kendi ince ve coşkun ruhunu vermiştir. Divan'ındaki 37 kasidenin çoğu devrin padişahı Sultan Ahmed II'e, sadrazam Şehid Ali Paşa ve Damad İbrahim Paşa’lara sunulmuştur. Bu kasidelerde de Nedim, gazel ve şarkılarında olduğu gibi her şeyden önce bir İstanbul şairi olduğunu göstermiştir. Aynı yüzyılın sonunda Şeyh Gâlib (ölm. 1789) gazel ve mesnevideki ustalığı yanında kasidede de bir varlık gösterebilmiştir. Gâlib kasidelerini Mevlânâ Celâleddin, Sultan Veled, Mesnevi şârihi İsma'il Efendi gibi mevlevî büyükleriyle, devrin padişahı Sultan Selim ve kızkardeşi Beyhan Sultan için söylemiştir. Divan’nında ikisi na't 23 kasidesi vardır. Bunlardan başka kaside şeklinde bayram ve yeni yıl kutlamaları, Padişah'ın Çırağan sarayına gelişi, humbarahane, dökümhane, kışla gibi yeni binalar yapılmasına tarihler de yazmıştır. Bu tarih kasidelerinde Sultan Selim yanında bazen Beyhan Sultan'ın da adı anıldığı gibi, yeni bir kasr ve yeni bir selsebil yaptırdığı için Beyhan Sultana doğrudan kasideleri de vardır.
Yüzyılın sonunda Fâzıl-ı Enderûnî (ölm. 1810), bir kısmı dinî konularda olmak üzere 84 kaside ile en çok kaside söyleyen şairlerdendir. Fâzıl ve XIX. yüzyıl başında Enderunlu Vâsıf (ölm. 1824-25) kasidede Nedim'in yolunu izlemişlerse de kasideleri onunkiler yanında oldukça sönük kalmıştır.
Haluk İpekten, Türk Edebiyatında nazım şekilleri
KASİDENİN BÖLÜMLERİ
1. Nesib (teşbîb) bölümü: Bu bölüm, umumiyetle, kasîde’nin, şiir ve mevzu bakımından en uzun ve esaslı bölümüdür. O kadar ki bu bölümde ne tasvir ediliyorsa kasideler, umûmiyetle, onun ismini alır: Nesîbi, bahar tasviri olan kasidelere kaside-i bahâriyye; nesîbi, kış tasviri olanlara kasîde-i şitâiyye, nesîbinde bayramdan bahsedilen kasidelere kaside-i bayrâmiyye denilmesi, bundandır.
Kasidelerin bu bölümünde Allâh’a duâ ve niyâz ediliyorsa, o kasideye münâcât; Allâh’ın birliği övülüyor; bunun yüce manası söyleniyorsa, o kasideye tevhid kasidesi denilir. Bu bölümde Hz. Muhammed’e duyulan sevgi ve iman terennüm ediliyor; peygamber övülüyorsa o kasideye naat adı verilir.
Kasidelerin bu bölümlerinde çöl, vâha, at, deve tasvirlerinden başlayarak, bahar, hazan, kış tasvirleri; bağlar, bahçeler gibi işlenmiş tabiat güzellikleri; saray, kasr, köşk, yalı tasvirleri; at ve av tasvirleri yapılır; hakimane düşünceler için, güneş için, cömertlik, kahramanlık gibi insan faziletleri için; Şîraz, Bağdad, İstanbul gibi şehirler için nesîb’ler; târif, tasvir, methiye beyitleri sıralanır; bayramlar, ramazanlar için, zelzeleler gibi tabiî âfetler için, kazanılan zaferler için, türlü tarihi, sosyal ve estetik vak’alar için nesîb bölümleri yazılır.
2. Tegazzül bölümü: şairlerin, kasîde İçinde aşk ve şarap duygularına ayırdıkları bölümdür.
Eski Arap kasidesinde umumiyetle nesîb kısmında söylenen aşk ve özleyiş duyguları, zamanla kaside İçinde daha müstakil, daha belirli bir bölüm hâlini almıştır. Kasidede aşk duygularına şarap neş'e ve eğlencelerine ayrılan, umumiyetle aşk ve şarap coşkunluklarını bir arada söyleyen bu bölüm her kasidede bulunmaz. Bâzan da en eski kasîdelerde olduğu gibi, nesîb bölümünde, o bölümün tabîat duygu ve tasvirleriyle bir arada söylenir. Bu bölümde, şairler, sevgililerine karşı derin, istekli aşklarını, özleyişlerini, içki sunan güzellere karşı sevgilerini, yalvarışlarını terennüm ederler.
3. Girizgâh bölümü: Kasîde’nin buraya kadar söylenmiş büyük kısmı kime sunulacak, kaside’-de, kimin medhi yapılacaksa, bu bölümde o kısma başlayabilmek için bir söz düşürülür; şâir, türlü sebeplerle, ekseriyâ, karşılıklı sevgi ve saygı duygularıyla bağlı bulunduğu bir büyük adam’a şiirini sunmak için bir giriş yapar; kasidesinin bir veyâ birkaç beytini bu maksada ayırır; giriz yahut girizgâh adı verilen bu beyti veya beyitleri mümkün olduğu kadar nükteli ve ustalıklı söylemeğe çalışır.
4. Medhiye bölümü: Kasîde’nin ikinci büyük bölüm’ü budur. Bu bölümde şâir, devrinin bir büyük adam’ını patlak sözlerle över. Onun cömertliğinden, faziletinden, adâletinden; yurdu imâr eden, maddî ve mânevi gayretlerinden, eserlerinden, zaferlerinden çok sitâyişli bir lisanla bahseder.
Medhiye bölümü’nün, zamanla, kasidelerin tek hedefi ve esas maksad’ı olması, tamimiyle sosyal hayatın bir icâbıdır: Büyükler, övülmekten zevk aldıkları; şairler de türlü sebep ve zaruretlerle onları övmek zorunda kaldıkları için, kasîde’nin bu kısmı, daha Abbâsîler Devri’nden başlayarak Arap, İran hattâ Türk şâirleri elinde, zaman zaman, aşırı derecede gelişmiştir. Kaside gittikçe bir methiye şiiri olmuş, herhangi bir büyüğü övme maksadıyla söylenen bir şiir hüviyeti almıştır. Böyle kasidelerde medhiye’den önceki bölümler, bu medhiyeyi söylemek için girişilmiş bir girizgâh çehresindedir.
Bununla berâber her üç edebiyâtın da kendilerine ve sanatlarına saygı duyan büyük ve ciddî şâirleri, kasîde’yi ya az söylemiş yahut sözlerini söz ve zekâ hünerleri içinde gizleyerek, kasidelerini aşırı ve taşkın medhiyelerle soysuzlaştırıp âdi, dalkavukluk şiirleri hâline koymakdan sakınmalardır.
5. Fahriye bölümü: Birçok kasidelerin son bölümü fahriye adlı bölümdür. Bu kısımda şâir, çok kere, rakiplerinden üstün olduğunu; kelimeleri, söz ipliğine şâhâne inciler gibi dizdiğini ve söz sanatında kendisinin bir benzeri olmadığını söyleyerek, şiiriyle iftihar eder.
Şairlerin cemiyette büyük mânevi rütbeleri olduğu en eski şifâhi edebiyat devirlerinden kalma böyle övünmeler, şairlerin kendi sanatlarına bizzat reklâm yapmak; kendi hünerlerini unutulmaz manzum
Söyley'5,cr hâlinde ebedileştirmek arzû ve ihtiyaçlarından doğmuş, çok kerre aynı sebeplerle yaşamıştır.
6. Duâ Bölümü: İslamiyet’ten sonra kasidelerin son beyitlerini Allaha duâ beyitleri hâlinde söyleyerek bitiren şairler çoktur. Böyle beyitlerde Allah’ın, devrin büyüğüne ikbâl ve saadet vermesini onu uzun ömürlü ve muzaffer kılmasını dileyen şairler, Tanrılarına, kasidelerini başarıyla bitirmiş olmanın şükran duygularını da sunarlar.
Bununla berâber kasidelerin hepsi böyle tam değildir. Kasîde'nin hemen her kısmı ülkelere, iklimlere, devirlere, millî mizaçlara ve sosyal bünyelere göre türlü değişikliğe uğramıştır: Bâzı şairler tegazzül kısmını söylememişler; bâzı şairler ise kasidelerine tegazzül’le başlamışlardır. Bâzıları, fahriye’lere az yer verip kasideyi daha çok bir methiye hâlinde söylemişlerdir. Bir kısmı, kaside nesîb’lerinde söz sanatının her hünerine başvurarak sanatlı söyleyiş’e ehemmiyet vermiş; bir kısım şairler ise daha sâde ve yapmacıksız kasidelerinde geniş kültürlerini bir şiir havası içinde söylemeği zevk edinmişlerdir.
Kasidelerinin baş tarafında gece ile gündüz gibi, cömertlik’le hasislik gibi zıt kavramlar arasında münâzara yapan şairler olmuş, bir kısım şairler de dînî, ahlâkî, felsefî, tasavvufi duygu, düşünce, îman ve heyecanlarını uzun, kaside nesîb’leri hâlinde söylemişlerdir. Bu nazım şekline milletlerinin sosyal felsefesini, tarihî hayat ve hareketlerini işleyen şairler de olmuştur.
KASİDE ÖRNEKLERİ
Örnek 1.
Kaside-i Bahariyye - Kaside-i Râ’iyye
Der-sıfat-ı bahar ve midhat-i Ali Paşa-yı kâmkâr
1. Rûh-bahş oldı Mesîhâ-sıfat enfâs-ı bahar
Açdılar dîdelerin hâb-ı ademden ezhâr
2. Taze cân buldı cihan erdi nebatata hayât
Ellerinde harekât eyleseler serv ü çenâr
3. Döşedi yine çemen nat’-ı zümürrüd-fâmın
Sîm-i hâm olmış iken ferş-i harîm-i gülzâr Matla’
4. Yine ferrâş-ı sabâ sahn-ı ribât-ı çemene
Geldi bir kâfile kondurdı yüki cümle bahâr
5. Leşker-i ebr çemen mülkine akın saldı
Turma yağmada meğer niteki bagi Tatar
6. Farkına bir nice per takınur altun telli
Hayl-i ezhâra meğer zanbak olupdur serdâr
7. Dikdi leşgergeh-i ezhâra sanavber tuğın
Haymeler kürdi yine sahn-ı çemende eşcâr
8. Döşedi mihr-i felek yolları dîbâlar ile
Etdi teşrif çemen mülkini sultân-ı bahâr
9. Subhdem velvele-i nevbet-i şâhî mi degül
Savt-ı murgân-ı hoş-elhân u sadâ-yı kûhsâr
10. Çemen etfâlinün uyhuların uçurdı yine
Subhdem gulgule-i fâhte gülbânk-i hezâr Nesip veya Taşbib
11. Dâye-i ebr yine goncelerün şebnemden
Başına akça dizer nite ki etfâl-ı sigar
12. Mevsim-i rezm degüldür dem-i bezm erdi deyu
Sûsenün hançerini tutdı serâpâ jengâr
13. Semenün sîne-i siminin açup bâd-ı seher
Çözdi gülşende gülün tügmelerin nâhun-ı hâr
14. Pîrehen berg-i semen güy-ı girîbân şebnem
Gülsitân oldı bugün bir sanem-i lâle-izâr
15. Zîb ü fer virmek içün rûy-ı arûs-ı çemene
Yâsemen şâne sabâ mâşita âb ayinedâr
16. Dürr ü yâkût ile bir nahl-i murassâ sandum
Ergavân üzre dökülmüş katarât-ı emtâr
17. Şîşe-i çarhda gör bunca murassâ nahli
Nice ârâste kılmış anı sun'-ı Cebbâr
18. Berg-i ezhârı hevâ şöyle çıkardı feleğe
Pür kevâkib görünür günbed-i çarh-ı devvâr
19. Dem-i îsâ dirilür bûy-ı buhûr-ı Meryem
Açdı zanbak yed-i beyzâyı kef-i Mûsâ-vâr
20. Zanbakun goncasıdur bâğa gümüş bâzûbend
Za’ferân ile yazılmış ana hatt-ı tûmâr
21. Câm-ı zerrini tolu bâde-i gülreng almış
Gül-i ra’nâ seheri kılmak içün def'-i humâr
22. Dehen-i gonca-i ter dürlü letâ'if söyler
Gülüp açılsa aceb mi gül-i rengîn-ruhsâr
23. Güher-i fursatı aldırma sakın devr-i felek
Sim ü zerle gözini boyamasun nergis-vâr
24. Câm-ı mey katreleri sübha-i mercân olsun
Gelünüz zerk u riyâdan edelüm istiğfâr
25. Lâle sahrâyı bugün kân-ı Bedaşân etdi
Jâle gülzâra nisâr eyledi dürr-i şehvâr
26. Dâmenin dürr ü cevâhirle pür etdi gül-i ter Girizgah
Ki ede hâk-i der-i hazret-i Paşaya nisâr
27. Sâhib-i tîğ ü kalem mâlik-i câm u hâtem
Âsaf-ı Cem-azamet dâver-i Cemşîd-vekâr
28. Âsmân-pâye hümâ-sâye Ali Paşa kim
Eremez tâk-ı celâline kemend-i efkâr
29. Şâlı-ı gül neşv ü nemâ bulsa nem-i lutfından
Ola her gonca-i ter bülbül-i şîrîn-güftâr
30. Âb u gil müşg ü gülâb ola çemen sathında
Bûy-ı hulkıyla güzâr etse nesîm-i eshâr
31. Tab’-ı vakkâdm eğer âteş-i rahşân görse
Kızara ahker-i sûzân nitekim dâne-i nâr
32. Güneşi keff-i zer-efşânma benzer der idüm
Almasa mâha atâ eyledügin âhır-ı kâr
33. Şöyledür keff-i güher-pâşı yemin etmek olur
Ki atâsından erer bahre gmâ kâne yesâr
34. Manzar-ı kasr-ı sa’âdetden anun re’yi gibi Medhiye (Maksad/Maksud)
Rûy göstermedi bir şâhid-i hurrem-dîdâr
35. Bâğ-i cihânda nihâl-i kereminden derilür
Lutf-ı bî-minneti meyvelerinden her bâr
36. Manzar-ı himmetinün kungure-i rif’atine
Eremez sarsar-ı tûfân-ı fenâ birle gubâr
37. Eşiği hâki imiş yüz sürecek hayf deyu
Taşdan taşa urur başını şimdi enhâr
38. Serverâ cânı mı var devlettin eyyâmunda
Sünbülün turrasına el uzada şâh-ı çenâr
39. Eylemez kimse bugün kimse elinden nâle
Bezm-i işretde meğer mutrib elinden evtâr
40. Şer’a uymaz nidelüm nâle vii zâr eyler ise
Gerçi kânuna uyar zemzeme-i müsîkâr
41. Geşt ederken çemen-i medh ü senânı hâtır
Lâyih oldı dile nâgâh bu şi'r-i hemvâr
42. Gül gibi gülşene kılmaz nola arz-ı dîdâr Tegazzül
Hayli döküldi saçıldı yolma fasl-ı bahâr
43. Reşk-i dendânun ile hançere düşdi lâle
Berg-i süsende gören etdi sanur anı karâr
44. Geçemez çenber-i gîsûy-ı girih-gîründen
Gerçi ki za'f ile bir kılaa kalupdur dil-i zâr
45. Turralar mülket-i Çîn nâfe-i müşgîn ol hâl
Gözün âhû-yı Huten gamzeleründür Tatar
46. Dil-i mecrûha şifâ-bahş ruh u la’lündür
Gülbeşekkerle bulur kuvvet-i tab'ı bîmâr
47. Değme bir gevheri kirpiğüne salındıramaz
Göreli lal-i revân-bahşunı çeşm-i htinhâr
48. Koma Bâkî kulum cur’a-sıfat ayakda Tac beyt
Dest-gîr ol ana ey dâver-i âlî-mikdâr
49. Bâğ-ı medhünde olur cümleye gâlib tenhâ
Bahs içün gelse eğer bülbül-i höş-nağme hezâr
50. Puhtedür gayrılar eş’ârı meğer puhte piyâz
Hâm anberdür eğer hâm ise de bu eş’âr
51. Hâm var ise eğer micmere-i nazmunda Fahriye
Dâmen-i lütfün anı setr ede ey fahr-ı kibâr
52. Bahr-ı eş’âra yeter urdı sutûr emvâcın
Demidür k’ide du’â dürlerini zıb-i kenâr
53. Lâlelerle bezene niteki deşt ü sahrâ Dua
Nitekim güller ile zeyn olan dest ü destâr
54. Nitekim lâlelerle şebnem ola üftâde
Güllere âşık-ı şeydâ geçine bülbül-i zâr
55. Gül gibi hurrem ü handân ola rûy-ı bahtun Makta’
Sâgar-ı ayşun ola lâle-sıfat cevherdâr
Bâkî
Örnek-2
Nesibsiz kaside
Der-sitâyiş-i sadr-ı âzam Fâzıl Ahmed Paşa
1. Müjde kim zînet-fezây-ı mülk-i dünyâdur gelen
Âsaf-ı pîrâ-bahş-ı sadr-ı aiâdur gelen
2. Olsa dillerden aceb mi zulmet-i gam bertaraf
Zerre-perver âfitâb-ı âlem-ârâdur gelen
3. Habbezâ hengâm-ı şâdî kim derûn-ı âleme
Yümn-i teşrifiyle şevk-i âlem-ârâdur gelen
4. Sâyesinde bahtiyâr olsun yine erbâb-ı dil
Bir hümâ-fer dâver-i sîmurg-sîmâdur gelen
5. Tâze revnak bulsa dîvânhâne-i devlet nola
Saltanat-pîrâ vezîr-i kâr-fermâdur gelen
6. Hazret-i pâşâ-yı Ahmed nâm kim ta’zîm ile
Pâyine yüz sürmeğe Behmen ü Dârâdur gelen
7. Müsteşâr-ı dîn ü devlet iftihâr-ı saltanat
Zîb-i şevket zîver-i sadr-ı mu’allâdur gelen
8. Hem Nizâmü’l-mülke gâlib dikkat ü tedbîr ile
Hem kemâl-i cûd ile Hâtemden eshâdur gelen
9. Mülk-i düşmen zîr-i pâ nûr-ı hidâyet pîşvâ
Sayd-ı himmet der-kafâ düstür-ı vâlâdur gelen
10. Elhazer ey hâr-ı dâmengîr-i şehrâh-ı sitem
Berk-i hırmen-sûz-ı baht-ı cân-ı a’dâdur gelen
11. Hâr u has gibi edüp a’dâ-yı dîni pâymâl
Eylemiş emvâcım derpîş deryâdur gelen
12. Kudsiyân tesbîh-hân-ı rezmidür hengâm-ı ceng
Kâmyâb-ı devlet-i innâ fetahnâdur gelen
13. Evc-i himmetde çıkup pervâza almış tu’mesin
Ârzû-yı âşiyân eyler bir ankâdur gelen
14. Bîm-i tîği etdürüp a’dâ-yı dîne ser-fürû
Her tarafdan geh harâc u geh hedâyâdur gelen
15. Hâmesinden der gören cârî midâd-ı pâkini
Nâvedân-ı feyzden âhı musaffâdur gelen
16. Medhüne şâyeste bir mazmün ararken hâtıra
Nazm-ı Sabrî’den bu beyt-i pâk-manâdur gelen
17. Çıkdı bir günlük yol istikbâline sultân-ı subh
Zerreler dursun mı mihr-i âlem-ârâdur gelen
18. Gevher-i nazmun aceb mi ben de eylesem nisâr
Devr-i dilşâd-ı zamân-ı şi'r ü inşâdur gelen
19. Ey vezîr-i ma’delet-güster ki tab’-ı pâküne
Hıfz-ı âlem dâ’im ahvâl-i re’âyâdur gelen
Neşâtî
Bu kasidenin tamamı 34 beyittir.
Örnek 3.
Musammat kaside
Der-sitâyiş-i esbân-ı şehsuvâr-ı zamân Hazret-i Sultân Murâd Hân /(Kasîde-i Bahâriyye)
1. Esdi nesîm-i nevbahâr açıldı güller subhdem
Açsun bizüm de gönlümüz sâkî meded sun câm-ı Cem
2. Erdi yine ürd-i bihişt oldı hevâ anber-sirişt
Âlem bihişt-ender-bihişt her gûşe bir bâğ-ı îrem
3. Gül devri ayş eyyârnıdur zevk u safâ hengâmıdur
Âşıklarun bayramıdur bu mevsim-i ferhunde-dem
4. Dönsün yine peymâneler olsun tehî humhâneler
Raks eylesün mestâneler mutrıblar etdükçe nagam
5. Bu demde kim şâm u seher meyhâne bâğa reşk eder
Mest olsa dilber sevse ger ma'zûrdur şeyhü’l-harem
6. Yâ neylesün bîçâreler âlüfteler âvâreler
Sâğar suna mehpâreler nûş etmemek olur sitem
7. Yâr ola câm-ı Cem ola böyle dem-i hurrem ola
Arif odur bu dem ola ayş u tarabla mugtenem
8. Zevki o rind eyler tamâm kim tuta mest ü şâdgâm
Bir elde câm-ı lâle-fâm bir elde zülf-i ham-be-ham
9. Lutf eyle sâkî nâzı ko mey sun ki kalmaz böyle bu
Dolsun sürâhî vü sebû boş durmasun peymâne hem
10. Her nev-resîde şâh-ı gül almış eline câm-ı mül
Lutf et açıl sen dahi gül ey serv-kad u gonce-fem
11. Bu dürd ü bu sâfî deme dönsün piyâle gam yeme
Kânûnı devr-i dâ’ime uy sen de mey sun dembedem
12. Meydür mihekk-i âşıkân âşûb-ı dil ârâmcân
Sermâye-i pîr-i muğân pîrâye-i bezm-i sanem.
13. Mey âkılı irşâd eder âşıkları dilşâd eder
Şeyle verür berbâd eder dillerde koymaz gerd-i gam
14. Mey âteş-i seyyâlediir mînâ kadehle lâledür
Yâ gonce-i pür-jâledür açmış nesîm-i subhdem
15. Sâkî meded mey sun bize câm-ı Cem-i Key sun bize
Rıtl-ı peyâpey sun bize gitsün gönüllerden elem
16. Biz âşık-ı âzâdeyüz ammâ esîr-i bâdeyüz
Âlüfteyüz dildâdeyüz bizden diriğ etme kerem
17. Bir câm sun Allah içün bir kâse de ol mâh içün
Tâ medh-i şâhenşâh içün alam ele levh ü kalem
Nef’i
Son beyit girizgâhtır. Sonra Sultan Murad'm övgüsü başlıyor. Kasidenin tamamı 39 beyittir.
ÖRNEK-4
Kasîde-i Bahâriyye-Kasîde-i Râi'yye Der-sıfat-ı bahar ve midhat-i Alî Paşa-yı kâmkâr
1. Rûh-bahş oldı Mesîhâ-sıfat enfâs-ı bahar
Açdılar dîdelerin hâb-ı ademden ezhâr
2. Taze cân buldı cihan erdi nebatata hayât
Ellerinde harekât eyleseler serv ü çenâr
3. Döşedi yine çemen nat'-ı zümürrüd-fâmın
Sîm-i hâm olmış iken ferş-i harîm-i gülzâr
4. Yine ferrâş-ı sabâ sahn-ı ribât-ı çemene
Geldi bir kafile kondurdı yüki cümle bahar
5. Leşker-i ebr çemen mülkine akın saldı
Turma yağmada meğer niteki bagi Tatar
6. Farkına bir nice per takmur altun telli
Hayl-i ezhâra meğer zanbak olupdur serdâr
7. Dikdi leşgergeh-i ezhâra sanavber tuğırt
Haymeler kurdı yine sahn-ı çemende eşcâr
8. Döşedi mihr-i felek yolları dîbâlar ile
Etdi teşrîf çemen mülkini sultân-ı bahar
9. Subhdem velvele-i nevbet-i şâhî mi degül
Savt-ı murgân-ı hoş-elhân u sadâ-yı kûhsâr
10. Çemen etfâlinün uyhuların uçurdı yine
Subhdem gulgule-i fâhte gülbânk-i hezâr
11. Dâye-i ebr yine goncelerün şebnemden
Başına akça dizer nite ki etfâl-ı sıgâr
12. Mevsim-i rezm degüldür dem-i bezm erdi deyu
Sûsenün hançerini tutdı serapa jengâr
13. Semenün sîne-i sîmînin açup bâd-ı seher
Çözdi gülşende gülün tügmelerin nâhun-ı hâr
14. Pîrehen berg-i semen gûy-ı girîbân şebnem
Gülsitân oldı bugün bir sanem-i lâle-izâr
15. Zîb ü fer virmek içün rûy-ı arûs-ı çemene
Yâsemen şâne sabâ mâşita âb ayinedâr
16. Dürr ü yâkût ile bir nahl-i murassa sandum
Ergavân üzre dökülmüş katarât-ı emtâr
17. Şîşe-i çarhda gör bunca rrjurassâ nahli
Nice ârâste kılmış anı sun'-ı Cebbar
18. Berg-i ezhârı hevâ şöyle çıkardı feleğe
Pür kevâkib görünür günbed-i çarh-ı devvâr
19. Dem-i İsâ dirilür bûy-ı buhûr-ı Meryem
Açdı zanbak yed-i beyzâyı kef-i Mûsâ-vâr
20. Zanbakun goncasidur bağa gümüş bâzûbend
Za'ferân ile yazılmış ana hatt-ı tûmâr
21. Câm-ı zerrini tolu bâde-i gülreng almış
Gül-i ra'nâ seheri kılmak içün def'-i humar
22. Dehen-i gonca-i ter dürlü letâ'if söyler
Gülüp açılsa aceb mi gül-i rengîn-ruhsâr
23. Güher-i fursatı aldırma sakın devr-i felek
Sîm ü zerle gözini boyamasun nergis-vâr
24. Câm-ı mey katreleri sübha-i mercan olsun
Gelünüz zerk u riyadan edelüm istiğfar
25. Lâle sahrayı bugün kân-ı Bedaşân etdi
Jale gülzâra nisâr eyledi dürr-i şehvâr (Fuzuli)
ÖRNEK-5
GECE KASİDESİ
Âhımızın üstünden nurla doğan geceler
Talihlere vurulan birer fermân geceler
Her güneşle batar mı aşkı doğurandır
Gönlü ayla, yıldızla güle saran geceler
Sessizce gönüllere aşkın mührünü vurur
Bu gönüller yurdunda hep Süleymân geceler
Her kapanan perdenin ötesinde sen varsın
Her yüreğin altında gizli devrân geceler
Hesabına geçerim yaralı yüreğimin
Gönlümdeki yarayla yâre sızan geceler
Bazen gökleri verir bazen zulmete boğar
Bu divane gönülle aşka hayrân geceler
Bülbüllerin sesine serinliğini serip
Çiçeklerle güllerle her dem yeksân geceler
Uzanarak sızıyı savursam sessizliğe
Yaralı gönülleri eder püryan geceler
Ne anlar ağlamaktan sevdayı bilmez kişi
Şeb-i Yelda dertliye her an biten geceler
Derin bir muammadır bütün cihânı kaplar
Kimine düşman olur aşka sultân geceler
Uyur mu hiç seherde gönül ehli olanlar
Her gönüle bir akran derde dermân geceler
Her tarafım yaradır ok deldi lime lime
Kalbimi delip geçen azgın peykân geceler
Aşk derdiyle pişmemiş biçâre gönüllere
Günün sonuyla gelen birer zindân geceler
Ah!.. edip ağlar Mecnun, Ferhat Şirin’i gözler
Her aşığın bağrında sâdık yâran geceler
Severim geceleri Yunusla fenâ bulup
Rabbini bilenlere daim nurdân geceler
Derbeder bir kuluyum Mevla’yadır niyazım
Her çekilen şükürle Rabbe varan geceler
Bülbülüyüm güllerin bunca diken içinde
Mehmedim seherlerle sana seyrân geceler
M. T. (ERZURUM 1991)
İLGİLİ İÇERİK