Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

YEDİ MEŞALECİLERİN ŞİİR ÜSLUBU İLE GARİP ŞİİR ÜSLUBUNUN KARŞILAŞTIRILMASI  GARİP

a) Vezin – kafiye: Orhan Veli Kanık’ın bu konudaki ilk düşünceleri, vezin ve kafiyenin “şiiri birtakım gayritabii inhirafları neticesinde, alelacaip bir noktaya getirdiği” şeklinde olumsuz yargılardan oluşmaktadır.
Vezin ve kafiyeyi şiir dili üzerinde yarattığı deformasyon açısından eleştirir. Ona göre bu iki öğenin sınırlayıcı etkisi şairi, olağan sözdiziminin düzenini bozmasına yol açmaktadır. Orhan Veli Kanık, iki yıl sonra yapılan bir görüşmede de Vezin ve kafiyeyi iki ayrı yönden değerlendirmiştir. Bu iki öğe, manzumenin ses düzeninin oluşmasını sağladığı gibi biçimine de katkıda bulunmaktadır. Şair, iki işlevi de gereksiz bulmaktadır. Ona göre ahenk zaten “tatsız ve şiir için gayri meşru” bir öğedir. Orhan Veli Kanık “Sanattan Bahsetmenin de Bir Adabı Vardır” adlı yazısında eleştirilerini vezin ve kafiyenin şiire getirdiği olumsuzluklardan, iki öğeye önem veren şairlere yöneltir. Orhan Veli Kanık “Nazım, Nesir, Şiir” başlıklı makalesinde vezin ve kafiyeyi “şiir” ile “nazım” arasındaki ayrımın fark edilmesi yolunda bir ölçüt olarak değerlendirmiştir. Bu düşüncesini bir buçuk yıl sonra yapılan bir başka görüşmede de sürdüren şair, vezin ve kafiyeyi artık bütünüyle ‘nazm’a ait birer öğe olarak kabul etmekte ve bunlar hakkında görüş belirtmemektedir. Kendisi için önemli olan ‘şiir’dir. Orhan Veli Kanık’ın bu konudaki son ifadeleri, onun vezin ve kafiyeye artık deneyimli bir şair tutumuyla yaklaştığını göstermesi bakımından önemlidir. Uzun yıllar bu iki öğeye karşı mücadele vermiş olan şair, bu tutumunun yanında vezin ve kafiyenin şairler ve şiirle ilgilenenler tarafından öğrenilmesi, bilinmesi gerektiği görüşünü şu özlü sözlerle belirginleştirmiştir:
“Vezin bilmemek herhangi bir adamın hakkı olabilir. Ama vezin bilmeyen adamın şiirden (…) bahsetmeye hakkı olamaz.”
Oktay Rifat’ın vezin ve kafiye meselesini değerlendirişi, daha çok, şiirin içeriği ile ilişkilidir. Şiirde doğallığı sağlama kaygısının ürünü olan şair, arkadaşının bu konudaki düşünceleri ile de uyum içindedir. Bu uyumun yanında onun, Orhan Veli Kanık’tan farklı düşündüğü noktalar da yok değil. Örneğin o vezin ve kafiyeye yenilik meselesi çevresinde fazla önem vermez.
Oktay Rifat, şiirin içeriğine katkı sağlayıcı bir işlev taşıdığı taktirde kafiyenin ‘yararlı’ olabileceği düşüncesindedir. Şair, “Alain ve Halk Şairlerimiz” adlı konferansında ise halk şiirindeki kafiyenin bu özelliğinin, şiirin içeriğine egemen olmaması ve söyleyişi sınırlamaması gibi nedenlerden ötürü kabul edilebilir bir nitelik taşıdığını belirtir. Dolayısıyla burada, arkadaşı ile görüş birliği içine girer. 
b. Edebi Sanatlar: Orhan Veli Kanık’ın söz ve anlam sanatlarında eleştirdiği başlıca özellik, bunların çevreyi ve insanı doğallıktan ve gerçeklikten uzaklaştırarak yaygınlaştırması, bozmasıdır. Orhan Veli Kanık, edebi sanatlar konusunu genellikle eski şiiri eleştirirken gündeme getirmiştir. Çünkü, yeni şiirde söz ve anlam sanatlarına yer olmadığı düşüncesindedir. Ona göre “bugünkü şiir (…) bilinen sanatlardan, yani lafız ve mana sanatlarından kurtulmuş” bir şiirdir. 
c. Ahenk: Garip bildirgesinde varlığı vezin ve kafiyenin dışında oluşan bir ahengin mevcut olduğunu belirtmiş olan Orhan Veli Kanık, diğer poetik çalışmalarında ise ahengi bütünüyle reddeder. Bu konuya değindiği iki görüşmede ahengi bu iki öğeden kaynaklandığı için yadsımıştır. Şair, ilk görüşmede vezin ve kafiyenin yarattığı ahenk tarzını ilginç bir benzetme aracılığıyla eleştirir. Orhan Veli Kanık, diğer görüşmede de ahengi vezin ve kafiyeden kaynaklandığı için kabul etmez. Ancak, burada söylediği “tatsız ve şiir için gayri meşru olan bir hususiyet” nitelemeleri, onun şiirde her türlü ahenge karşı olduğu hususunda yeterli fikir veren ifadelerdir. 

2. ŞİİR DİLİ

Garip bildirgesinde şiir dilini, halkın konuşma dili ile özdeşleştiren Orhan Veli Kanık, yaklaşık altı yıl sonra kaleme aldığı “Nazım, Nesir, Şiir” başlıklı yazısında “Nesir dili bir izah dilidir. Şiirin izaha tahammülü yoktur.” sözleriyle şiir dilini söz varlığı ve söz dizimi bakımlarından büyük ölçüde konuşma diline bağlı olan nesir dilinden ayrı tutar. Ancak, bu bir çelişki oluşturmaz; çünkü, Garip şiirinde konuşma dili öğelerinin temel alınması şiirin üst yapısı için söz konusudur. Derin yapı ise şiirselliği ön plana çıkaran, böylelikle konuşma dilinin yalın katlığını aşan bir özellik taşır. Bu da şiirin içerik ve biçim yönleri içinde yer alan iki öğeyle sağlanır. “Duyarlılık” ve “bütünlük”. İlki ‘duygu değeri’ yüksek sözcüklerle, ikincisi ise noktalama işaretleri ile birbirine bağlanan ve anlamca birleşen cümlelerle gerçekleştirilir. Biçimle ilgili görünen bu ikinci anlatım tutumu da temelde, işlenen temayı belirginleştirme işlevini görmesi açısından yine içeriğe bağlanır. Garip şiirinin getirdiği yenilikle arasında yer alan bu anlatım tutumu öğeleri, şiir dilini derin yapıda konuşma ve dolayısıyla nesir dilinden farklılaştırdığını ortaya koymaktadır.
Orhan Veli Kanık, şairin anadilini çok iyi bilmesi ve işlemesi gerektiği düşüncesindedir. Bu sorumluluğu ise “evrensel olabilme” amacına bağlar.
Orhan Veli Kanık, bir görüşmede eski ve yeni şiiri karşılaştırırken “Bugünkü şiirimizin eski şiirimize faik tarafı dildir” ifadelerinde görüldüğü gibi, dili ölçüt olarak kullanmıştır.

“Edebiyat” adı yazıda, salt söyleyişe önem vermenin adeta bir hastalık haline geldiğini belirten şair, eserin anlaşılır olması gerektiğini ileri sürer.Şiirselliği oluşturan öğelerin her biri yerli yerinde olmalıdır. Sözcükler arasında kurulan bu hassas yapının değişmezliği, şiirin diğer dallar karşısındaki zayıf noktasını oluşturmaktadır.

Garipçiler, kendi aralarında yaptıkları söyleşide ‘şiirde açıklık-kapalılık’ meselesini tartışırlar. Bu söyleşide Orhan Veli Kanık, kapalılığın çeşitli nedenleri olduğunu belirterek dili de bunlar arasında sayar.
Orhan Veli Kanık, “Necati’ye Mektup” adlı eleştirisinde, şiir dilini cümle bakımından da değerlendirmiştir. Cümle öğesinin, olağan yapısıyla şiirde yer almayabileceği görüşünü ileri süren şair, ayrıca, şiirde bütünlüğün sağlanmasında cümlenin rolünün daha geri planda olduğunu belirtmiştir.
Oktay Rifat, “Julien Benda ve Çakırın Destanı” adlı yazısında, dilin sözcük öğesi üzerinde durmuştur. Sözcüğün de “duygu değeri” onu çok ilgilendiren yanıdır. Dolayısıyla şiirde “gösterge” olarak yer almasının yanında bu yönüyle de önem kazanır. Bununla birlikte, şair, bu konuda aşırıya gitmez ve sözcüğün “asıl, anlamından uzaklaşarak “çağırışım anlamına” yönelmez. Sözcük, hem ‘asıl’ ve ‘yan’ anlamını korumalı hem de bir ‘duygu değeri’ taşımalıdır. 

3. ŞİİR – NAZIM AYRIMI

Garip Hareketi mensupları arasında bu konuya sadece Orhan Veli Kanık, değinmiştir. Henüz 1938 yılında yapılan bir görüşmede şiiri nazımdan kesin çizgilerle ayırır ve nazmı nesrin vezinli kafiyeli bir kolu olarak gördüğünü belirtir. Ona göre yazının iki türü vardır: Nesir ve şiir.
Orhan Veli Kanık’ın söz konusu ayrımda başvurduğu ilk ölçüt “vezin ve kafiyenin varlığı”dır. Şair “Nazım, Nesir, Şiir” adlı makalesinde de bu konuya değinmiştir. Orhan Veli Kanık, “Nazma ve Nesre Dair” başlıklı makalesinde dolaylı olarak Garip şiirini eleştiren Va-Nu (Vala Nurettin)’ya cevap olarak kaleme aldığı “Nazım-Nesir” adlı kısa yazısında da nazım ile şiiri birbirinden ayırır. Bunu da yine vezin ve kafiyenin olumsuz etkisine bağlar. Orhan Veli Kanık’ın nazım ile şiiri birbirinden ayırmadaki ikinci ölçüdü “fikir”dir. “Fikir söylemek nesrin yahut nazmın işidir, şiirin değil” sözleriyle söz konusu öğeyi nazma ait olarak gösterir.


4. ŞİİRDE TAHKİYE

Bu konuya sadece Orhan Veli Kanık, “Karikatürden Şiire” adlı yazısında yer vermiştir. Yazısında, Edip Cansever’in İkindi Üstü adlı şiir kitabını değerlendiren şair, onun tahkiyeyi şiirin temel öğesi konumuna getirme tutumunu eleştirir. Ardından, bu konudaki genel düşüncelerini açıklamaya girişir.

İLK EVREDEN SÜREGELEN TEMALAR

a) Aşk/gönül ilişkisi: Bu evrede, aşk temasını en çok Oktay Rifat işlemiştir. Onun aşk temalı şiirleri iki alt grupta değerlendirilebilir. İlk grup, onun kendi hayatında bizzat yaşadığı aşktan kaynaklanan duygularla yazdığı “Rüya” “Eski Zaman Aşıkı” ve “Bir Şarkı İcadetsem” adlı üç şiirden oluşur. Garip hareketinin aşk temalı şiirlerindeki neşeli ve dışa dönük hava, bu üç şiirde yerini büyük ölçüde içe dönük ve coşkun duygulanımlara bırakır. İkinci grup ise kurmaca şiirlerden oluşur. Şairin 1942 ve 1943’de yazdığı beş şiiri bu gruba girer.
Sevgiliyi ve dolayısıyla aşkı sosyal hayat içinde sunma anlayışını Orhan Veli Kanık da sürdürmüştür. Şair, bu evredeki aşk temalı şiirlerinde erotik çağrışımlara zemin hazırlayan öğelere de yer verir. Orhan Veli Kanık’ın “Şoförün Karısı” adlı şiirinde, aşkı, romantik duygulardan sıyırarak erotizme dayalı bir gönül ilişkisine dönüştürme eğilimindeki kadın figür evlidir. Bu özelliğiyle de ahlaki değerlere karşı çıkan simgesi durumundadır.
“Şoförün karısı, kıyma bana;
El etme öyle pencereden,
Soyunup dökünüp;
Senin, eniştende gözün var;
Benimse gençliğim var;
Mapuslarda çürüyemem;
Başımı belaya sokma benim;
Kıyma bana.”

b) Sıradan insanların yaşayışı: Garipçiler, hareketin ikinci evresinde de çeşitli zorluklar içindeki insanların yaşayışını ele almayı sürdürmüşlerdir. Melih Cevdet Anday, 1942 yılına art arda yayımladığı üç şiirle söz konusu temayı en çok işleyen şairdir. “Senden Utanıyorum”, “Her Gece Böyle Değilim” ve “Evladı Şüheda” başlıklı bu ürünlerde, insanların özellikle ekonomik güçsüzlükleri ön plana çıkarılmıştır.

c) Hayranlık/Şaşkınlık: Garip şiirinin monotemleri arasında yer alan bu temanın ikinci evredeki ilk örneğini Melih Cevdet Anday verir. “Alışamadım” adlı şiirde, anlatıcı, yaratılış karşısındakini şaşkınlığını, dikkatini doğal ve biyolojik öğeler üzerinde yoğunlaştırarak yansıtır.



YEDİ MEŞALECİLER

1928 yılında “MEŞALE” isimli bir dergi etrafında toplanan yedi arkadaştan oluşan grubun Türk edebiyatındaki adıdır.

  • SABRİ ESAT
  • YAŞAR NABİ
  • ZİYA OSMAN
  • CEVDET KUDRET
  • KENAN HULUSİ
  • VASFİ MAHİR
  • MUAMMER LÜTFÜ


1) Derginin ilk sayısından itibaren Türk edebiyatında canlı bir ekol olacaklarını ileri sürmüşlerdir. Fakat, bu iddialarını gerçekleştirememişlerdir!
2) Ancak 8 sayısı çıkabilen “MEŞALE” dergisinin işlediği konular orijinal değildir. Frs. şairlerinin (semizolist) işlediği konuları almışlar, onların şiirde “şekil” konusundaki fikirlerini benimseyerek AŞK, SEVGİ, ÇOCUKLUK GÜNLERİNE HASRET, YAŞAMA SEVİNCİ … VS. konuları işlemişlerdir.
3) “Yedi Meşaleciler”i heveskarlar topluluğu olarak kabul etmemiz yanlış olmaz!
4) Uzun ömürlü olmadığı için ayrıca kendine has bir dünya görüşü ve estetiğe sahip olamayanlardan oluşan bir topluluk olduğu için Türk edebiyatında bir ekol olarak kabul edilmemiştir, diyebiliriz.
5)

  • Sabri Esat  Felsefe tahsili yapmış (Prof
  • Yaşar Nabi  “Varlık” dergisinde yazmış
  • Muammer Lütfü  Edebiyattan tamamen uzaklaşmış
  • Cevdet Kudret  Edebiyat tarihi ve araştırmalarıyla uğramışlar
  • Vasfi Mahir  Edebiyat tarihi ve araştırmalarıyla uğramışlar
  • Ziya Osman  Şiir (SEBİL ve GÜVERCİNLER)
  • Kenan Hulusi  Hikaye

6) Sanat aşkıyla yanıp tutuşan üç-beş hevesli gencin oluşturduğu topluluktur.

Yedi Meşalecilerin Yapmak İstedikleri
1) Edebiyatın son durumunu gösteren en son örneklerini vermeye çalışmışlardır.
2) Edebiyatın yaşadığını; ortaya koyacakları “ŞİİR” ve eserlerle ispat istemişlerdir.
3) Düşündüklerini eserlerle meydana çıkarmak istemişlerdir yani sadece düşünmekle yetinmemişlerdir.
4) Taklitten uzaklaşıp orijinal eserler vermeye çalışmışlardır.
5) Duygularını, başkalarının yardımına ihtiyaç duymadan anlatmaya çalışırlar.
6) Konuları genişletmeye çalışmışlardır.
7) Tekrardan mümkün olduğunca kaçınmışlardır.
8) Canlılık, samimiyet ve daima yenilikten yana olmuşlardır.
9) Yedi Meşaleciler; eserlerini, sanattan anlayan, gerçek sanat eseri bekleyen okuyuculara ithaf etmişlerdir.
10) Onlara göre sanat eserinde
o canlılık; orijinal imajlar kullanmaktır
o samimiyet; esere içtenliğin yansıtılmasıdır
o yenilik; bir noktaya saplanıp kalmamaktır
o üslubu farklılaştırmak istemişlerdir.

Orhan Veli
Saf ve temiz tabiatı, zenginliği, kompleksleri olmasına rağmen hilesiz olan insan ruhunu -hiçde fevkalade olmayan güzellikler teminine hadim olmak maksadıyla- tağyir eden teşbih, onun daha koyusu olan istiare, zevklerimizi tağdiye bakımından ne kadarcık bir kapasiteye malik bulunduğu aşikar olan mübalağa, asırlarca bize yutturulmuş bir edebiyatın yegane servet menbalarıdır.
Sanatlar kurallaştırma eğiliminin bir sonucu mudur?
Bir adam çıkmış, bir şiir yazmış. O şiirde de bir şeyi başka bir şeye benzetmiş. Arkasından bir de ukala gelmiş dünyaya, “Filanca şairin yaptığına teşbih derler” demiş. Derken bir başka şair işkembe-i kübradan bir şey sallamış. Bir başka ukala “Buna da mübalağa derler” demiş. Böylece bir sürü sanat bulunmuş, hepsi isimlendirilmiş.
O. Veli yeni şiirde söz ve anlam sanatlarına yer olmadığını savunur.
Ayışığı da mehtap da, ikisi de aynı manaya gelir. Ama şiirdeki yerleri, ne kadar başka başkadır. Şiir biriyle ne kadar şiir olacaksa, öbürüyle o kadar berbat olur. (…) Hatta aynı kelimeler bile güzelliklerini yahut çirkinliklerini yan yana geliş şekillerine borçludurlar.
Şairin dili, ressamın yahut bestecisinin dili gibi evrensel değildir. Ressam olsun, besteci olsun, eserlerini bütün milletlerin insanlarına gösterebilir, bu eserler karşısında o insanların ne gibi bir vaziyet aldıklarını görebilir. Hatta bu, hikayeci ile romancı için de az çok kabildir. Değeri, söylenişinden çok söylenen şeyde olan romanla, hikaye, başka bir dile çevrildiği zaman, fazla bir şey kaybetmez. Gelgelim şiir öyle değildir. Şiir, şairin dilinde bile, ancak bir türlü söylenir. Bundan dolayı da şair eserini sanatın öbür kollarıyla uğraşanlar gibi, toplumun büyük kısmına gösterebilmek imkanını hiçbir zaman elde edemez.

Melih Cevdet Anday
Esasen iyi bir şiir hisse; bir düşünceye yahut bir edaya karşılık düşen öyle tam bir ifadedir ki, biz aynı hali tekrar ve başka suretle anlatmaya kalkışsak dilimize, hep o mükemmel ifade karışır. Onun o kadar tesirinde kalırız. Sevdiğimiz bir şiiri, yahut bir mısra, kelimelerinden birini değiştirmek suretiyle tekrar okuduğumuz zaman eskisi gibi güzel bulmuyorsak, bu eskisine alıştığımızdan, onu bir defa güzel bulmuş olduğumuzdandır.

TEMA
“Hayat, çevre, doğa ve evren karşısındaki hayranlık ve şaşkınlık”tır. Hayatın ve çevrenin tekdüze ve olağan görüntüsü ardına bir olağanüstülük bulunduğu düşüncesinden kaynaklanan bu temanın, önceki alt bölümde değerlendirilen ‘yaşama sevinci’ teması ile yakın ilişkisi söz konusudur.
Hayat ve evren karşısında duyulan hayranlık ve şaşkınlık ile bunu zaman zaman içerdiği sanan ve sorgulayan figüratif tutum, metafizik öğelerden alabildiğine uzaktır.
Oktay Rıfat: “Yeni şiir kısadır, çünkü duyu bünye itibariyle bir anda idrak edilen, bir anda elden kaçırılan küçücük bir intibadır.”
Garip şiirinde psikolojik ağırlıklı anlık izlenimler tema olarak işleniyor buda söyleyişin kısa olmasını sağlıyor.
Alain: “Güzel söyle de ne söylersen söyle” diyor. Demek ki biçim şiirin gelişimine engel olmamalıdır.
Alain: “Sanat bir düşünüş değil, yapı tarzıdır.”
Bazı kelimelerin, bazı cümlelerin kullanıla kullanıla manaları kalmıyor, okuyucuya birçok sözler tesir etmez oluyor. İşte o zaman şair okuyucuya dürtmek, basmakalıp sözlerine içine attığı gaflet uykusundan uyandırmak istiyor. Rakı şişesinde balık olsam mısraı -mısraı değil satırı- da bu maksatla söylenilmiş.
Bir manzume nesir olabilir; vezinden anlamamak, bir de kafiyeleri duymamak onu nesir saymak için kafidir. Vezinsiz şiir olamayacağını iddia eden münevverlerimizin çoğu vezinden anlamadıkları için bu tecrübeyi kolayca yapabilirler. Halbuki şiir parçası nesir olamaz. Şiiri nesir halinde görebilmek için vezin bilmemek, yahut kafiyeyi duymamak kafi değildir, ayrıca şiirden de anlamamak lazımdır.
Ölüm, şiirde genellikle hayatın, canlılığın sona erişi noktasında başlayan bir olgu olarak ele alınmıştır. Ölüm ve sonrasına ait bilinmezliğin öncelikli olarak düşünülmesi, metafizik yorumları da birlikte getirmiştir. Bu tür bir bakış açısıyla yazılan eserlerde ölüm, soğuk yönüyle ve genellikle karamsar bir ruh durumunun ürünü olarak yansıtılmıştır.
• Olayların gülünç, alışılmadık ve çelişkili yönlerini yansıtarak insanı düşündürme, eğlendirme yada güldürme sanatı biçiminde tanımlanan mizah. Garipçilerin bakış açısı ve anlatım tekniği düzeyinde yararlandıkları bir tarzdır.
• Hareketin ilk evresinde yazılan şiirlerde mizahın konumu genellikle kısmi bir özellik taşır. Bu kısmilik, öncelikle şiirlerin nicelik durumunda söz konusudur. Bir başa deyişle, mizahi bir bakış açısına yada anlatım tekniğine dayalı şiirlerin sayısı azdır.
Garipçiler, aşk gibi coşkun bir duygusallığa ve dolayısıyla bireysel bir duyuşla dayanan bir temayı dahi işleyişte politikalarının gerektirdiği sınırlar içinde kalmışlar, onu nesnel gerçekliğin içinde kabul etmişler ve toplum hayatının bir parçası olarak değerlendirmişlerdir. Son satırlar aşkın toplumsallığı

YEDİ MEŞ’ALECİLER
Tanınmıyorken, bir gün içinde tanınmak, ebedi alemin, her yeni varlığa karşı omuz silken lakaydisini hayır-hah bir dikkate çevirmek: münakaşa edilmek, beğenilmek, beğenilmemek ve nihayet, az çok garib bur unvan altında tekevvün etmek. Şüphe yok ki bunlar, Yedi Meş’ale’ci gencin muvaffakiyeti addedilmek lazım gelir.
Genç zümrenin bu göz alıcı cazibesi acaba nereden geliyor? Son senelerde penceremizin altından, ağzında birer şarkı ile gelip geçenlerin gürültüsü, bizi, uzandığımız sedirden kımıldatmağa bile kafi gelmemiş iken bu genç alayın en tembelimize bile verdiği şu garip merakın sebebi ne olsa gerek?
Her ne suretle olursa olsun, etrafın da tecessüs hissini uyandırabilmiş olmak, başlı başına bir muvaffakiyettir. Biliyoruz, muvaffakiyet, kıymetin ölçüsü değildir: fakat kıymetsizliğin bir müş’iri addedilmesi lazım geleceğini de hiç zannetmiyoruz. Gerçi yedi kişi tarafından çıkarılmış müşterek bir eserin -Yedi Meş’ale’nin- neşriyatımız aleminde teşkil ettiği garabet, bu yeni zümre üzerine nazar-ı dikkati celbetmek hususunda az amil olmamıştır. Fakat bu müessir reklam usulünün ancak kitabın kari eline geçmesine yardımı olabilirdi. Kari kitapla karşı karşıya kalınca, eserin tali’i artık sahifelerinde taşıdığı metaın kıymetine tabidir.
Yedi gencin hututu muayyen, rengi bariz bir yeni “bedi” ile ortaya çıktıklarını iddia etmek fazla mübalağalı olur. Şair kaleminden ziyade gözün rü’yet kabiliyeti yeni bir hususiyet teşkil ediyor. Şairin tamamen ressam hassasiyetiyle kelimeleri kuşanışı ne derece doğrudur bilmiyoruz. Şair ve ressamın hayat karşısında vazifeleri farklı değil ise bunların ayrı ayrı mevcud olmalarına lüzum kalır mıydı? Tabiat, hakiki san’atkar gibi, faidesiz tekrarlardan hiç hoşlanmaz. Ma’mafih acele etmemeli, henüz bahar manzarası içinde, taze yaparak gürültüleriyle sallanan bu fidanları, tekemmül etmiş bir ağaç tarzında tenkid etmek insafsızlık olur. Bu körpe fidanların bazen birer sal-dide çınar iddiasıyla homurdanıp hışırdadıklarını işitmekten sinirlenenler de yok değil. Tafra füruşluk, gençliğin olgun yaşı en ziyade tahriş eden kusurlarından biridir. Ümidlerin aldatıcı yolundan geçerek, gururun kırıldığı sarp hayat mıntıklarına varanlar için uzak da hayalin muğfil ziyasında durmuş, geçeceği müşkil maniaları görmeden, bacaklarının çalakisinden, kollarının kuvvetinden bahsedenlerin vahi gürültüsü kadar sinirlendirici ve müz’ic ne olabilirdi?
Fakat gençliğin ekseriyetle birer meziyet tohumu olan kusurlarını sevmeyenler, onda sevecek pek az şey bulunurlar.



AŞIKLARIN DÜNYASI

Ne bir ses, ne bir ışık
Dört duvar bir tavanı yükleniyor sırtına
Bu yurdu yıkmak için dışarıda bir fırtına
Çıldıran fırtınanın son nefesi kısılmış
Ne bahar belli, ne yaz, ne sonbahar, ne de kış
Ne bir ses, ne de bir ışık
Değnekleri kaybolmuş, yollar çivi döşeli
Görünmüyorlar bir dağ üstlerine çökeli
Her zaman ne sorulsa bükülür boyunları
Burada ne gürültü var, ne kukla oyunları
Ne bir ses, ne bir ışık
Dört duvar bir tavanı yükleniyor sırtına
Bu yurdu yıkmak için dışarıda bir fırtına…

 

İLGİLİ İÇERİK
YEDİ MEŞALE VE GARİP AKIMI

12. SINIF GARİP DIŞINDA YENİLİĞİ SÜRDÜREN ŞİİR SUNUSU

CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI GARİP HAREKETİ TEST-2

12.SINIF GARİP HAREKETİ SLAYTI

GARİPÇİLER(1.Yeni Şiir)

ORHAN VELİ ve GARİP ŞİİRİNİN GEREKÇELERİ

GARİP BİLDİRİSİ

YEDİ MEŞALECİLER

12. SINIF YEDİ MEŞALECİLER SLAYTI