Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 

(1902-3 Haziran 1963)(Gerçek ismi: Nazım Hikmet Ran) (d. 20 Kasım 1902, Selanik - ö. 3 Haziran 1963, Moskova) Türk şair ve oyun yazandır.

Birçokları tarafından batıda en bilinen Türk şairi sayılmaktadır. Eserleri birçok yabancı dile çevrilmiştir. Doğum tarihi ai­lesi tarafından sene kaybetmemesi için 15 Ocak 1902 olarak kaydettirilmiştir.

1902yılında Selanik'te doğmuş, 3 Haziran 1963 tarihinde Moskova'da ölmüş­tür. Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyesiydi ve ayrı ayrı toplam 11 davadan yar­gılandı.

Eserleri birçok dile çevrilmiş, birçok ödül almıştır. Ancak Türkiye'de görüşle­ri nedeniyle yaşamının çoğunu hapiste geçirmiştir. Bu gibi durumlardan Mosko­va'ya kaçmıştır. 1963 yılında Moskova 'da ölmüştür. Mezarı Moskova 'dadır.

1938'de şairin cezaevine girmesiyle yasaklanıp ortadan kaldırılmış olan Nâ­zım Hikmet şiiri, Türkiye'de ancak ölümünden iki yıl sonra 1965'te yeniden orta­ya çıkabildi.

Stil ve Başarıları

İlk şiirlerini hece vezni ile yazmaya başlamasına rağmen içerik bakımından di­ğer hececilerden uzaktı. Şiirsel gelişimi arttıkça hece vezninin sınırlarıyla tatmin olmamaya ve şiiri için yeni formlar aramaya başladı. Sovyetler Birliğinde yaşa­dığı ilk yıllar olan 1922-1925 arası bu arama tepe noktasına ulaştı.

Hece vezninden ayrılarak Türkçenin vokal özellikleri ile harmoni oluşturan serbest vezni benimsedi. Mayakovski ve gelecekçilik taraftarı genç Sovyet şairler­den esinlendi. Şiirlerinden birçoğu müzisyen Zülfü Livaneli tarafından bestelendi

Hayatı

20 Kasım 1902'de Selanik'te doğdu. İlk şiiri 'Feryad-ı Vatan "ı 1913'te yazar. Aynı yıl Galatasaray Sultanisi'nde ortaokula başlar. 1917'de Heybeliada Bahriye Mektebi'ne girer. Daha sonra Kurtuluş Savaşı için Anadolu'ya geçer. Fakat sağ­lık nedenleri ile bahriyeden ayrılmak zorunda kalır. Bu sırada Hamidiye Kruva­zör'ünde güverte subayıdır. Bolu'ya öğretmen olarak atanır. Daha sonra Batum üzerinden Moskova'ya giderek Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi'nde siya­sal bilimler ve iktisat okur. 1921 'de gittiği Moskova'da devrimin ilk yıllarına ta­nık olur ve komünizm ile tanışır. 1924'te Moskova 'da yayınlanan ilk şiir kitabı '28 Kânunusani' sahnelenir. O yıl Türkiye'ye dönerek Aydınlık Dergisi'nde çalışmaya başlar. Dergide yayınlanan şiir ve yazılarından dolayı on beş yıl hapsi istenince yeniden Sovyetler Birliği'ne gider. 1928'de af kanunundan yararlanır ve Türki­ye 'ye geri döner. Bu kez Resimli Ay dergisinde çalışmaya başlar. 1938 'de yirmi se­kiz yıl hapis cezasına çarptırılır. 12 sene süren tutukluluktan sonra askere alına­cağı söylentileri ile Sovyetler Birliğine kaçar. Moskova 'da 1963 yılında kalp kri­zinden ölür.

Davaları ve Sürgün

1925 yılından başlamak üzere şiirleri ve yazıları yüzünden birçok kere yargı­landı. 1938 yılında orduyu ayaklanmaya kışkırtmaya çalıştığı gerekçesiyle 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde 12 yılı aşkın kaldı. 1950 yılında bir af yasasıyla salıverildi. Ancak sürekli izlendi­ği ve çürüğe ayrıldığı halde 48 yaşında yeniden askerlik yapmaya çağrılması ve öldürüleceği yolundaki duyumlar üzerine yurtdışına kaçtı. 25 Temmuz 1951 tari­hinde Bakanlar Kurulu tarafından Türk vatandaşlığından çıkarılmasına karar ve­rildi. Yurtdışında sürekli olarak Bulgaristan, Rusya, Polonya 'da yaşadı.

Davaları

1925 Ankara İstiklal Mahkemesi Davası

1927-1928 İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Davası

1928 Rize Ağır Ceza Mahkemesi Davası

1928 Ankara Ağır Ceza Mahkemesi Davası '1931 İstanbul İkinci Asliye Ceza Mahkemesi Davası

1933 İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Davası

1933 İstanbul Üçüncü Asliye Ceza Mahkemesi Davası

1933-1934 Bursa Ağır Ceza Mahkemesi Davası

1936-1937 İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Davası

1938 Harp Okulu Komutanlığı Askeri Mahkemesi Davası

1938 Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi Davası

Ölümü ve Sonrası

1963 yılında Moskova 'da geçirdiği bir kalp krizi sonunda sürgünde öldü. Ünlü Novo-Deviçeye (Novodeviche) mezarlığında gömülüdür.

2006 yılında Bakanlar Kurulunun Türk vatandaşlığından çıkarılmalar ile ilgili yeni bir düzenleme yapması durumu belirdi. Yıllardır tartışılmakta olan Nazın Hikmet'in Türk vatandaşlığına geri kabul edilmesi yolu açılmış gibi gözükmesini rağmen Bakanlar Kurulu bu maddenin sadece yaşamakta olanlar için düzenlendiğini ve Nazım Hikmet'i kapsamadığını öne sürerek bu öneriyi reddetti.

En bilinen eserlerinin bazıları:

Memleketimden İnsan Manzaraları

Kafatası

Unutulan Adam

Taranta Babu'ya Mektuplar

Ferhad ile Şirin

Kurtuluş Savaşı Destanı

 

 

2000 SENESİNİN SANATKÂRLARINA

Ey 77 yıl sonra

Şarkın "Futurist âbidesi" yükselen meydanlarda

Mısralarını

Mikrofonlarda haykıracak şair!

Ey suratları düzgünsüz aktörlerine

Kolektivizmin

Temiz optimizmini oynatacak rejisör!

Ey yirmi birinci asrın mühendis bestekârı,

Ben

Size

1923 senesinde yazdım bu şiiri.

…..

 

Nâzım Hikmet RAN

 

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR


NAZIM HİKMET -2

Şimdi iyi hatırlayamıyorum, ama onu galiba Büyük Harb'in or­talarına doğru tanımıştım. Genç, gürbüz, sevimli idi. Sık sık aramıza sokulur, konuşmalarımızı dinler, münakaşalarımıza ka­rışmazdı. Zaman zaman mavi gözlerinde kendine inanışın cesur parıltısı yanar, bazı fikirler söyler, sonra utancından kızarırdı. İlk gördüğüm gün:

-    Kim bu? diye sormuş ve arkadaşların birinden:

Çok istidatlı, fakat şaşılacak derecede cahil. Düşün ki da­ha Fikret'i bile tanımıyor. Bir tek mısraını okumamış! cevabını almıştım.

O zamanlar bir edebiyat meraklısının Fikret'i tanımaması akla durgunluk verecek şeylerdendi. Bu haberin bende hiç iyi tesir bırakmadığını, hatta verilen o istidat müjdesini de yıktığını hatırlıyorum.

Yine o günlerde ben İstanbul'dan ayrıldığım için daha fazla görüşmemiz kabil olmadı. Döndüğüm vakit ise memleket Mü­tareke felâketi içinde idi. Bu sıralarda onun Yaralı Hayalet şiiri­ni okudum. Ne güzel, ne canlı yazılmıştı. Mısralar genç bir kan­la dolu damarlar gibi atıyor, belki biraz sert, fakat kuvvetli ve güzel bir ruh ateşiyle kaynıyordu. Bu iç derinliğinin yanı başında, dil, vezin, kafiye gibi bir dış sağlamlığı da vardı. Kendi kendine:

-    İyi şair, bu çocuk! dedim.

 Sonra Anadolu'ya geçtiğini ve oradan da Rusya'ya atladığını öğrendik.

Moskova'dan, hapishanelerde konaklaya konaklaya döndü. Kafası ihtilâlle dolmuş, şiirinin hem manevî, hem maddî cephe­line bu ihtilâlin bayrağını asmıştı.

Kendisini ikinci görüşüm, beni inkisarlar içinde bıraktı. Pembe yanakları yanmış, yüz çizgileri katılaşmış, tavırlarına hoyratlık çökmüştü. Şapkası ensesinde, paltosu omuzlarında dolaşıyor, kabalığa özeniyordu.

Gözlerine mağrur, tatsız bir bakış da çökmüştü. Kendine benzeyenlerle birleşerek bir mecmuada yazmaya başladı. "Put­ları Yıkalım!" serisi, benimsediği ihtilâlin ilk hamlesidir.

Başta Nâmık Kemal olmak üzere, bütün vatan babalarına saldırmaya yelteniyordu. O büyük adamların, o yüz aklığı deha­ların dağdan kaidelerine kendini bir tükürük hokkası gibi çarptı. Ve tabiî parçalandı.

Şiirde onu yeni bir mimarînin sahibi olarak alkışlayanlar görüyorduk. Fakat ben, bu mimarinin hiçbir zaman dört duvar kurduğuna ve altında yaratıcı bir kahramanı barındırdığına ina­namadım.

Nitekim sonradan öğrendik ki, bu yeni mimarînin bu Kar Helvası'nın mucidi de Nâzım değil, Mayakovski adlı bir Mos­kof şairidir.

Kulaktan dolma bilgilerle, ben, pek kendimi doyuramam. Tuttum o şairin kitabını getirttim. Evet, şekil tıpkı tıpkısına o idi. Şimdi Dil Encümeni'nde çalışan Martayan'a başvurarak bir tanesini tercüme ettirdim. Sanat Ordusuna Emr-i Yevmî adını ta­şıyan şiiri buraya aynen almak isterdim. Nâzım Hikmet'in nasıl bir gölge olduğunu, o zaman bütün gören gözler seçerdi. Fakat bir portrenin dar çerçevesine sığmaz. Zaten şüphe edenler haki­kate kıymet verirlerse, benim gibi yaparak kaynağa kadar iner­ler. Ben, onlara iz de göstermiş bulunuyorum.

Bir gün Nâzım'ı Vakit'te görmüştüm. Daha birkaç kişi de be­raberdiler. Sert, yalçın bir münakaşaya girişmişlerdi. İçlerinden biri yazdığı bir makaleyi okudu. Ben bu münakaşaya hiç karış­madığım halde, Nâzım:

-Sizin hepinizle anlaşabilirim, ama Hakkı Süha ile hayır, de­di

Ben sadece:

-    Tabiî! cevabını verdim. Sonra yarı şaka yarı ciddi:

-        Elbette uzlaşamayız. Senin özün sözüne uymuyor, dedim, proleter geçiniyor, lord gibi yaşıyorsun. O, şaşırdı:

-    Ne münasebet? diye dudaklarını büktü.

-        Şiir mecmuaların işte meydanda, dedim; sayfaların dörtte üç buçuğu boş. Bu kadar israfı lordlardan başka kim yapar.

Gülüştük. Sonra:

-        Evet, diye devam ettim; özünle sözün birbirini tutmuyor. Şiirlerinde: "Tavan arasındaki odama çekildim!" diyorsun. Hâlbuki kaloriferli apartmanda oturuyorsun. "Şömendüfer mar­kalı saatime baktım!" diye yazıyorsun, hâlbuki Zenit saati kul­lanıyorsun. Biz, hakikaten anlaşamayız, uzlaşamayız azizim.

Bunu da şakaya aldılar. Fakat bu şakanın içinde ne kadar ağır bir ciddiyet vardı, bilseniz!..

Bu ideal kahramanının, idealistliğinin de nasıl bir mangır köleliği olduğunu son vesikalar, son makbuzlar ve son hüküm­lerle öğrendik.

 Bir zamanlar "Putları yıkalım!" nârasiyle ortaya atılmış ve Abdülhak Hâmid'in muhteşem alnına "battal" damgasını vur­maya yeltenmişti. Bu iğrenç saldırışın üstünden on sene geçtik­ten sonra, Akşam'da "Seksen Beş Yaşında Bir Delikanlı" ve "Öp­tüğüm El" isimli iki makale ile aynı Abdülhak Hâmid'i göklere çıkardı.

 Nâmık Kemal için de "Takma Yeleli Arslan" demişti. Üç pa­dişaha, bütün ikbal saraylarına, zulüm haline gelen bütün bir 'devlet kuvvetine, zindanlara, sürgünlere karşı tek başına silâh­lanan, tek başına çarpışan, tek başına ölen bir kahramana, ger­çek bir idealist -yolları, gayeleri ayrı da olsa- asla bu küstahlığı yapamazdı.

Şairliğine gelince:

Yukarıda Yaralı Hayalet'ini övmüştüm. Hiç şüphe yok ki Nâzım Hikmet, büyük bir şair olmak için lâzım gelen harca sahipti. Fakat elindeki istidat kumaşını, münasebetsiz bir moda' a uydurmak için paramparça etti ve sonunda setr-i avrete bile ya­ramaz kırpıntılarla kaldı.

Bedrettin Destanı yaprak yaprak ne güzeldir. Bunu yazabilen­den daha çok şey umulurdu.

Unutulan Adam ve Kafatası piyesleri ise hiçbir şeye benze­mez. Kendi ideolojisine uydurmak için, yine kendisi maskara bir dünya yaratarak, hücuma kalkışıyor. Mahut değirmeni r karşısında, zavallı Don Kişot bile bu hale düşmemişti.

Hakkı Süha Gezgin, Edebî Portreler

 İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

 


 

Nâzım Hikmet RAN-3

(Selanik 1902-Moskova 1963). Matbuat umum müdürlerinden Hikmet Nazım Beyin oğlu, Nazım Paşanın torunu. Galatasaray ve Nişantaşı sultanilerinde okudu, Heybeliada Bahriye Mektebini bitirdi, Hamidiye kruvazörü güverte subaylığına atandı. Zatülcenpe yakalanınca sağlık kurulu raporuyla çü­rüğe çıkarıldı (1921). Kurtuluş Savaşı'na katılmak amacıyla Vâlâ Nurettin (Va-Nu), Yusuf Ziya Ortaç ve Faruk Nafiz Çamlıbel'le Anadolu’ya geçti. Vâ-nû ile Bolu'da kısa süre öğretmenlik yaptılar, sonra Trab­zon yoluyla Batum'a gittiler. Moskova'da Kutv Üniversitesi'nde ekonomi-politik okudu, dönüşünde (1924) Aydınlık gazetesinde şiirler, yazılar yayımladı- İzmir'de bulunduğu bir sırada Aydınlık yazarları tutuklanıp kendisi de gıyaben on beş yıla mahkûm edilince (1925) İstanbul'a dönerek Moskova'ya kaç­tı. Çıkarılan 1928 af yasasından yararlanmak amacıyla gizlice Türkiye'ye girdi, ama Ankara'ya gidemeden Hopa'da yakalandı. Rize'deki yargılamada aklandıysa da kelepçeli olarak Ankara'ya gönderildi. Mahkemece eski mahkûmiyet kararı bozuldu, İstanbul’a giderek Resimli Ay dergisinde düzeltici, tek­nik sekreter olarak çalışmaya başladı (1929). 1932'de yeniden tutuklandı, dört yıla hüküm giydiyse de (1934) Cumhuriyet'in onuncu yıldönümü nedeniyle çıkarılan aftan yararlandı. Akşam ve Tan gazetele­rinde Orhan Selim adıyla fıkralar yazdı (1935), film stüdyolarında çalıştı- Harp Okulu'nda yapılan bir aramada bulunan kitapları dolayısıyla öğrencilerle ilişki kurduğu, ayrıca orduyu isyana teşvik ettiği suçlamasıyla tutuklandı (1938), iki ayrı askeri mahkemece toplam 28 yıl 4 ay hapse mahkûm edildi, İstanbul, Çankırı, Bursa cezaevlerinde yattı. 1949 yılında Ahmet Emin Yalman'ın başlattığı, verilen cezanın haksızlığı kampanyası genişledi, bilim ve sanat adamlarıyla kimi politikacıların girişimi sonucu 1950 af yasasının kapsamına alınmasına yol açtı- özgürlüğüne kavuşunca senaryo yazarlığıyla geçi­mini sağladı. Ama çok geçmeden sağlam raporu verilerek askere alınması kesinleşince (1951) deniz yoluyla Romanya'ya, oradan da Moskova'ya gitti. Aynı yıl Türk vatandaşlığından çıkarıldı. Polonya uyruğuna girerek ölümüne dek yurt özlemiyle Türkiye dışında yaşadı. Mezarı Moskova'dadır, ilk şiiri Mehmet Nazım imzasıyla Yeni Mecmua'da yayımlandı: Hâlâ Serviler de Ağlıyorlar mı? 1918. Alemdar gazetesinin açtığı bir yarışmada da birincilik kazandı (1920). Moskova'da devrimci Rus şiirini inceledi, fütürizm, konstrüktivizm gibi şiir akımlarıyla tanıştı, ölçülü, uyaklı, egemen sanat anlayışının ürünü olan ilk şiirlerini biçim ve özde devrim yapan yeni şiirleri izledi. Ölçüyü bıraktı, özü biçimin bağlarından kur­tardı. Şairâneye karşı çıkarak dizeci anlayışı yıktı. Ama gelenekten de kopmadı. Divan'dan halk şiirine kendi sanat anlayışıyla yoğurabileceği her öğeyi kullandı. Çünkü ona göre asıl önemli olan özdü. Biçim öze uydurulmalı, özü bir kat daha belirgin kılmalıydı. Onun şiiriyle gelen öz ise bir ideolojiden kaynak­lanmakla, siyasal bir tavrı içermektedir. Bir kavganın şiiridir. Sosyalist gerçekçi sanat anlayışını bilinçli olarak benimsemekle kalmamış, bu alanda en yetkin örnekleri vererek hem kendisinden sonra gelen kuşağı, hem de 1960 sonrası şiirini etkilemiş, sosyalist gerçekçi Türk edebiyatının öncüsü olmuştur. Türkiye'de uzun süre yayınlanamayan (1936-1965) yanıtlarının birçok basımı yapıldı. Asım Bezirci ekler ve notlarla karşılaştırmalı olarak «Tüm Eserleri» adıyla bütün şiirlerinin yeni basımını hazırladı (8 Cilt, 1975-1980).

ŞİİR: Güneşi İçenlerin Türküsü (Bakü, 1928), 835 Satır (1929), Jakond İle Si-Ya-U (1929), Varan 3 (1930), 1+1=Bir (1930), Sesini Kaybeden Şehir (1931). Gece Gelen Telgraf (1932), Benerci Kendini Niçin Öldürdü (1932), Portreler (1935), Taranta Babu'ya Mektuplar (1935), Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı (1936), Kurtuluş Savaşı Destanı (1965; Kuvayı Milliye adıyla, 1968), Saat 21-22 Şiirleri (1965), Dört Hapisane'den (1966), Rubailer (1966), Memleketimden insan Manzaraları (5 cilt, 1966-1967; 3. cilt Şu 1941 Yılında adıyla başka bir yayınevince, 1965), Yeni Şiirler (1966), ilk Şiirleri (1969), Son Şiirleri (1970)

OYUN: Kafatası (1932), Bir Ölü Evi Yahut Merhumun Hanesi (1932), Unutulan Adam (1934/35), Ferhad ile Şirin (1965), Enayi (1965), inek (1965), Sabahat (1966), Ocak Başında -Yolcu (iki oyun, 1966), Yusuf ile Menofis (1967), Demokles'in Kılıcı (1974).

ROMAN: Kan Konuşmaz (1965), Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim (1967)

FIKRA: İt ürür Kervan Yürür (1936), MUM Gurur (1936).

MEKTUP: Kemal Tahir'e Mahpusaneden Mektuplar (1968), Oğlum, Canım Evladım Memedim (1968), Vâ-nu'lara Mektuplar (1970), Nâzım ile Piraye (karısına mektupları, 1977).

 

ATİLLA ÖZKIRIMLI, TÜRK EDEBİYATI ANSİKLOPEDİSİ, CEM YAYINEVİ, c.4, S.895-898

 

  İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR