Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Arap nazım sisteminde en küçük nazım birimi.

"Ev, çadır, oda, mesken, konak" mâna­larına gelen beyit bir edebiyat terimi ola­rak aynı vezinde iki mısradan meydana gelen bir nazım birimini ifade eder. Mıs­ra ise "çadır kapısının iki yanı, kapı ka­nadı ve pervazı" anlamındadır. Buna gö­re, bir evin kapısı genel olarak iki kanat­lı olup evin tamamlanarak muhafaza al­tına alınması iki kanadın yapılmasına bağlı bulunduğundan iki mısraın bir ara­ya gelmesi de beyti meydana getirir.

Arap Edebiyatı. Bu edebiyatta en kü­çük nazım birimi beyit olduğu için be­yitten daha küçük parçalar manzume sayılmaz. Bu husus tamamen vezinden yani aruzdan gelmektedir. Fars ve Türk nazım sistemlerinde mısraların oynadı­ğı rolü Arap nazmında beyit oynamıştır. Arap nazmında -bazı cümlecikler hariç-hüküm bildiren kelime grupları beyti teş­kil ettiği halde Fars ve Türk nazım sis­temlerinde bunu mısra teşkil eder. Bu sebeple adı geçen edebiyatlara aruz vez­ni girdiği zaman mısra uzamıştır. Bunu remel bahrinde, recezin karîze mahsus olan şekillerinde açıkça görmek müm­kündür. Eski müelliflerle dikkatli yeni müellifler mısra kelimesini kullanmak­tan sakınırlar. Bunun yerine şatr (yarım) kelimesinden faydalanırlar. Esasen bir beyit, sadr adını alan ilk kelimeyle baş­layıp aruz denen son tef'ileyle biten bi­rinci şatr ile acüz denen ve ibtidâ ile baş­layıp darb (nevi, çeşit) ile biten ikinci şatrdan teşekkül eder. Beytin sadr, aruz, ib­tidâ ve darb dışında kalan tef'ilelerine haşv denir. Aruzla birinci şatr tamam­lanmakta, ikinci şatnn son cüzü olan darb ise kafiye bakımından ona uymak­tadır. Mısra kelimesine gelince, "el-beytü'ş-şa'r" (kıl çadır) "el-beytü'ş-şi'r" tem­siline bağlı olan ıstılah, kaside tarzında­ki manzumelere girmeyi sağlayan "kapı kanadı" mânasına gelmektedir. Buna göre her mısra bir şatrdır, fakat her şatr bir mısra değildir. İlk beyitler mıs­ra denen şatrlara ayrılır. Birbirine hece sayısı ve uzunluk-kısalık değeri itibariy­le denk bulunan bu yarım beyitler Türk ve Fars edebiyatlarında eski an'aneye bağlı kalarak manzumeyi örerler. Baş­ka bir ifadeyle her beyit kafiyeli bir ke­limeyle son bulur. Arap nazmında ise musarra' beyit yalnız manzumelerin ba­şında yer alır. Kafiye vezne bağlı oldu­ğuna göre bu beyitlerde acüzün aynen tekrar edildiği farz edilir. Bir veya bir­den fazla tef'ilesi mahzuf vezinlerle söy­lenmiş beyitler ise değişik adlarla anı­lırlar (geniş bilgi için bk. ARUZ).

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Cinnî, el-'Aruz (nşr. A. Fevzi), Kuveyt 1407/1987, s. 57; İbnü'l-Abbâd. el-Iknâ' (nşr. M. Hasan Âl-Yâsîn), Bağdad, ts., s. 3-4; Zemahşerî, el-Kustâs (veya el-Kıstâs) (nşr. Fahreddin Kabâve), Beyrut 1410/1989, s. 59-69; Şems-i Kays, el-Mu'cem fî me'âyîri eş'âri'l-'acem (nşr. Muhammed Kazvînî — Müderris Rezavî), Tahran 1338 hş. — Tahran 1960, s. 78, 80; İbn Şerîf er-Rundî. Kitâbü'l-Kâfî fî nazmi'l-kavâfî, TTK Ktp., M. Tancî Bey, vr. 103"-104"; Hatîb et-Tebrîzî, el-Kâfî fi'l-'arûz ve'l-kavâfî (nşr. el-Hassânî Hasan Abdullah), Beyrut, ts., s. 17-21; Ahmed Hamdi. Teshîlul-arûz ve'l-kavâfî vel-bedi, İstanbul 1289, s. 17-30; Ali Cemâleddin, Arûz-i Türkî, İstanbul 1291, s. 23, 29; F. Rückert. Crammatik, Poetik und Rhetorik der Perser, Gotha 1874, s. 30-34, ayrıca bk. İndeks; L. Şeyho, Kitabü 'Itmi'l-edeb I: "İlmü'l-inşâ' ue'l-'arûz, Beyrut 1881, s. 267; Safâ Hulûsî, Fennü taktî'i'ş-şi'r ue'tkafiye, Bağdad 1966; The Prosody of the Persians according to Saifl, Jami and Other Writters (nşr. ve İng. trc. Henry Blochmann), Amsterdam 1970, s. 20 (Farsça kısmı); Ekrem Ca'fer, Aruzun Nazarî Esasları ue Azerbaycan Aruzu, Bakü 1977, s. 13-21; Celâl Hanefî. el-'Arûz, Bağdad 1398/1977-78, s. 30-31.      

 NİHAD M. Çetİn, dia, 7.cilt

 

İran ve Türk Edebiyatı:

 Beyit, bu İki ede­biyatta, bilhassa ilk dönemlerde ve son­raları kendine mahsus birtakım özellik­lere sahip olmakla birlikte, Arap edebi­yatındaki şekli ile ele alınmış ve yüzyıl­lar boyunca genel hatları itibariyle bu edebiyattaki yapısı ile incelenmiştir. Bu bakımdan her üç edebiyatta da ortak ve müşterek bir yapı göstermiştir. İslâ­miyet'ten önceki Türk edebiyatında na­zım şekilleri esas itibariyle dörtlüklere dayanmakla beraber daha basit şekille­rin, iki mısradan oluşan beyitlerin bu­lunması da muhtemeldir (/A, I, 644). An­cak Beyit esas olarak Arap edebiyatın­dan Fars ve Türk edebiyatlarına geçmiş ve klasik Türk edebiyatında da bir na­zım birimi olarak asırlarca kullanılmış­tır. Beyitlerde genellikle mâna bütünlü­ğü aranır, yani bir beyit ister bir man­zumenin parçası, ister tek başına olsun bir mânayı tam olarak ifade eder. An­cak son devir İran ve Türk edebiyatında da Batı edebiyatının etkisi ile beyit he­men hemen tamamen bozulduğu gibi yapı bakımından da parçalanmıştır. Ni­tekim yeni Türk edebiyatında Servet-i Fünûn şairleri gerek gramer gerekse mâ­na bakımından mısra ve beytin yekpâreliğini kırmışlardır.

Beyitlerin kendi aralarındaki kafiyelenişleri değişik nazım şekillerini meyda­na getirir. Her beyti kendi arasında ka­fiyeli nazım şekline mesnevi, ilk beyti kafiyeli, sonraki beyitlerin birinci mısra­ları serbest, ikinci mısraları ilk beyitle kafiyelenen şekillere gazel ve kaside de­nir. Bu manzumelerde mısraları kafiyeli olan beyitlere yani ilk beyte matla' adı verilir. Eğer matla' beyti birden fazla olursa bunlar matla'-ı sânî, matla'-ı sâlis diye sıralanır. Nâdir olarak görülen bu tür beyitlerde şair ifadeye bir yenilik ve değişiklik katmış olur ve şiirini mo­notonluktan kurtarır. Bu daha çok uzun manzumelerde başvurulan bir yoldur. Mısraları birbiriyle kafiyeli olmayan bey­te "beyt-i hasi", bir beytin iki mısraını kafiyelendirmeye tasrî', kafiyeli olan bey­te musarra' veya mukaffa denir. Musar­ra' beyit gazel ve kasidenin başında de­ğil de diğer beyitlerin arasında bulunur­sa buna vâsıta adı verilir. Birden fazla matlaı olan kaside veya gazele zâtü'l-matla' veya zü'l-metâli' denir (Muallim Naci, s. 154-155). Ayrıca bir manzume­nin musarra' olmasa da ilk beytine mat­la' adı verilir (a.e., s. 160). Bir nazım şek­linde matla'dan sonra gelen beyte hüsn-i matla', son beyte de makta' denir. Bu tabirler daha çok gazel için kullanılır. Makta'dan önce gelen beyte de hüsn-i makta' adı verilir. Hüsn-i matla'ın matla'dan ve hüsn-i makta'ın makta'dan da­ha güzel olmasına bilhassa dikkat edilir.

Beytü'l-gazel gazelin, beytü'l-kasîd ise kasidenin en güzel beytine verilen ad­dır. Bunlara şah beyit de denir. Mâna­sı başka bir beyitle tamamlanan beyte beyt-i merhûn denir. Şairin adının geç­tiği beyte kasidede taç beyit, gazelde ise mahlas beyti adı verilir. Kafiyeli ol­mayan beyitlere ferd veya müfred de­nildiği gibi divanların sonlarında topla­nan kafiyeli fakat müstakil beyitlere de müfred denmiştir.

 

BİBLİYOGRAFYA:

Kamus Tercümesi, İstanbul 1268, I, 294-295; Ali Cemâleddin. Arûz-i Türkî, İstanbul 1291, s. 5; Muallim Naci. Istılahât-ı Edebiyye, İstanbul 1308, s. 154-155, 160; Köprülüzâde Mehmed Fuad — Şehâbeddin Süleyman, Ma'lûmâtı Edebiyye, İs­tanbul 1330, I, 108; Mehmed Rifat, Mecâmiu'l-edeb VII: Aksâm-ı Şiir, İstanbul 1308, s. 131-133; Tâhirülmevlevî, Edebiyat Lügati, İstanbul 1973, s. 27-28; M. Fuad Köprülü. "Aruz", İA, I, 644; Nihad M. Çetin, "Aruz", DİA, İli, 428.

 KÂZIM YETİŞ, dia, 7.cilt