Realizm, olguculuğun (pozitivizmin) etkisi altında, hayali ve duyguyu yenme akımıdır.
Realizm, gerek akıl, gerek hayal yolundan eşyanın ve doğanın gerçeğine ulaşmanın mümkün olamayacağına inanmaktadır. Akim bulduğu ölçüler nesnel(objektif) değildir. Hayal ise zaten doğası bakımından gerçeğin zıttıdır. Bu nedenle insan kalbine ve toplum psikolojisine bu kanallardan girmek doğru olamaz. Çünkü verdikleri sonuç yanlıştır. O halde sanatta yapılması gereken şey, ilmin metotlarını kullanmaktır. Şimdi bunun nasıl olacağını belirtmeye çalışalım:
a) Çevrenin insan üzerindeki etkisi:
Realistlere göre, çevrenin insan üzerindeki etkisi çok büyüktür. Toplumun gösterdiği akış, birey (fert) olarak yaşayan insanı, birtakım âdet ve örfleriyle baskı altında tutmaktadır. İnsanın, istese de istemese de toplumun akışına uymak zorunda olduğu, bir gerçektir. O halde her şeyden önce sanatçı olayı, olayı yaratan kişilerin çevresini, iyi bir gözlemle tanımak zorundadır.
Çevremize bağlı maddî şeylerin insan üzerindeki etkisi umursanmayacak şey değildir, örneğin düzenli bir eşya, insanın ruhunda bir rahatlık meydana getirir.
Bu böyle olmakla beraber, insanın da maddi çevre üzerinde etkileri vardır. Bir odadaki eşya düzeni ya da düzensizliği, sahibinin psikolojisindeki düzeni veya dağınıklığı göstermesi bakımından çok önemlidir. Ruhsal bakımdan dağınık olan bir kimsenin giyimiyle, rahatlık ve düzenlilik içinde bulunan bir kimsenin giyimi arasında büyük ayrılıklar vardır. Her ikisinin de giysileri, aynı kumaştan aynı terzi eliyle yapılmış Olsa bile, giyimlerindeki ayrılık göze çarpar. Birisininki daha düzgün, ütülü ve temizken, ötekininki daha dağınık, lekeli ve ütüsüzdür. Bu giyiniş ayrılıkları, onların ruhsal bakımdan dağınık ya da toplu olduklarını gösterir.
Bu açıklamalardan şu çıkıyor ki realistler, klasiklerin «Çevrenin ve eşyanın, İnsan davranışları üzerinde hiç bir etkisi yoktur.» şeklindeki düşüncelerine karşıdırlar.
Bu nedenle realistler, eşyadan iklime kadar her şeyin insan psikolojisine etki yaptığım kabul ediyorlar. Onun için gerek çevrenin, gerek insanın dış yapısının tasvirine çok önem veriyorlar. Realistler, insanın dış yapısındaki önemli ayrılıkların, o insanın psikolojisinde büyük yankılar yapacağını kabul ediyorlar. Bir insanın çirkinliğinin, kaba yapılı oluşun , organlarındaki eksikliklerin, onu, çeşitli davranışlara sürükleyeceğini ileri sürüyorlar. Bu bakımdan da dış yapının tarafsız tasviri çok önem taşıyor.
Kişinin de toplum üzerinde bir etkisi vardır. Sanatçının bunu da görmesi ve karşılıklı olan bu etkinin şiddetini ve derecesini gerçek ölçüleriyle görmesi gerektir.
Sanatçı, belgelere dayanan bu görüşlerini tarafsız bir tasvirle ele almalı, tarafsız bir anlatımla onun gerçekliğini ortaya koymalıdır.
b)Realizmde anketçilik:
Realistler, olayın doğruluğunu ve şaşmazlığını sağlayabilmek için, o olayın nedenlerini anlamak amacıyla anket açmışlar, özellikle birçok kadınlardan hâtıra defterleri istemişlerdir. Ayrıca samimi itiraflarını, bildiren mektup göndermelerini telkin etmişlerdir. Bu alandaki davranışlar bakmamdan Concourt'ların, Flaubert'in hatırdan çıkarılmaması gerekir. Alphonse Daudet'nin, yazacağı eserlere gereç hazırlamak bakımından tuttuğu ve sonradan, yayın alanına çıkan küçük not defterleri, herkesçe bilinen bir şeydir. Yine Tolstoy'un bir muharebenin akışını, realist ve tarafsız bir görüşe bağlayabilmek için, günlerce at üstünde, elinde askerî harita olmak üzere, muharebe meydanında dolaştığı herkesçe bilinir.
Bütün bunlar gösteriyor ki, realistler, olaylara kendi hayallerinin arzusuna ve gücüne göre şekil vermiyorlar, olayın çevresini kendileri görmeye çalışıyorlar. Bu nedenlerdir ki Flaubert'in Madame Bovary adındaki romanının gerek olayı, gerekse bu olayla ilgili kahramanlarının tümü gerçektir. Yani Madame Bovary'nin olayı olmuş bir olaydır, kahramanları da gerçekten yaşamış kimselerdir. İkincil olaylara, bunlara bağlı kişiler de gerçektir,
c)Realizmde karakter ve töre:
Realist bir sanatçı olduğu somadan anlaşılan ve birçok realist sanatçıya ışık tutan H. De Balzac ve Tolstoy, romantikler gibi karakter üzerinde durmuşlardır. Balzac'ın karakter yaratmaktaki dehası, 1800 - 1850 Fransa'sını bütün canlılığıyla sanatta yaşatmıştır.
Goncourt Kardeşler'le bunlara paralel sanatçılar ise, karakter üzerinde durmamışlar, daha çok töreye bağlı kalmışlardır. Böylece realist sanatçılar arasında iki ayrı görüş meydana gelmiştir. Bu iki ayrı görüşe bağlı sanatçılardan töreciler, daha büyük önem kazanmış, realizmi gerçek anlamıyla bunlar temsil etmişlerdir.
Karakter, romantizmde de gördüğümüz gibi, bir insanı öteki insanlardan ayıran özelliklerdir. Yani birinin ruhsal davranışlarının ötekilerinkinden ayrılığı, onun karakterini meydana koyar.
Töre ise, bir insanın, belli bir sınıf insanlarıyla olan benzerliklerini belirtir. Tabiî bu sınıf, o insanın bağlı bulunduğu sınıftır.
Karakterle uğraşmak, yani onu tasvir etmek, kuvvetli insanları belirtmek;, töreye bağlı kalmak da orta yetenekli insanları göstermek demektir.
Realizmde töreciler, buradan harekete geçerek yüksek ve kuvvetli kişilerle ilgilenmemiş, daha çok silik ve aşırı özellikleri olmayan kişilerin yaşamlarını ele almıştır, örneğin törecilerin gözünde Napolyon'un hiç bir değeri yoktur. Buna karşılık küçük bir subay ve hatta er, büyük bir önem taşımaktadır.
d) Realizmde gözlem (müşahede):
Realistler, çevrenin çok kuvvetli ve nesnel bir gözlemle incelenmesini isterler. Yalnız burada dikkat edilecek nokta, bu gözlem, yazarın kişisel ölçülerine göre olmayacaktır. Çevrenin gözlemi, olayın içindeki kahramanın gözlemine bağlı kalacaktır. Yani eserin kahramanı, bulunduğu çevreyi nasıl ve hangi yönleriyle görüyorsa, yazar, .onun bu görünüşüne bağlı kalacak; kendi görüşüne göre o çevreyi tasvir etmekten şiddeti* kaçınacaktır. Çünkü çevrenin etkisi altında olayı yaratan kişinin gerçek davranışlarım sanata gerçek olarak aktarmak, ancak böyle bir tutumla mümkün olur.
e) Realizmde tasvirin önemi:
Realistler, tasvire, romantiklerden daha çok önem vermişlerdir. Yalnız tasvirin tarafsız olması şarttır. Roman kahramanının şu, ya da bu şekilde davranışları üzerinde, çevrenin büyük etki gösterdiği bir gerçek olarak kabul edilince, bu etkinin hangi bakımdan olduğunu ve kahramanın bu etki karşısında, davranışlarına nasıl bir yön verdiğini gösterebilmek için tasvire ihtiyaç vardır. Ancak tasvir yardımıyla, olayları kavrama gücümüz, nedenden sonuca doğru kayarak kişilerin psikolojik yapısına inebilir. Çünkü kişinin davranışları, çevresiyle sıkı sıkıya bağlantılıdır- Kişinin âdet ve örfler karşısındaki tutumunu, yani bunlar karşısındaki esaretini, ya da bağımsızlığını belli bir nedene bağlamak zorunu vardır. Bu sorunları ortaya koyacak ve bir sonuca bağlayacak şey, tasvirdir.
f) Realizmde, dramın ve olayın en aza inmesi :
Realizm, Neron, Napolyon gibi kişilerle ve bunların meydana getirdikleri çılgınlıklarla ilgilenmemiştir. Büyük maceralar, «önüne geçilmez tutkular realizmde yer bulmamıştır. Realist sanatçılar, daha çok çevrelerinin örf ve âdete bağlı yaşam koşullarına uymuş, zamanlarının ortak güçsüzlüklerini, düşüncelerini, tasalarını taşıyan önemsiz insanları ele almışlardır.
Dram, bir tutkuya bağlı olarak meydana gelen bir olaydır. Neron, Napolyon ve benzeri gibi kişiler, bir takım olayları kendi tutkularıyla yaratmışlardır. Halbuki önemsiz insanın yarattığı bir olay yoktur. O, çevresinin etkisiyle hareket eder. Çevresi onu nasıl sürüklerse o da öyle gider, öyleyse olay yaratmak, örf ve âdete aykırı bir davranıştır; bu nedenle yaratılmış olay, realist sanatçıya da konu olamaz. Çünkü bir insanın en- alımlı tarafı, tutkusunun ayaklandığı ve ruhsal bit bunalım içinde bocaladığı andaki olmasını istediği iş değildir. Onun en alımlı tarafı, belli bir davranışını gösteren her günkü alışkanlıklarıdır. Bu nedenledir ki realizm, doğrudan doğruya günlük yaşamanın içine girmiştir.
Realizm edebî üslûba çok büyük bir önem vermiş, anlatımın sağlam ve ölçülü olması için elden gelen çabayı esirgememiştir. Natüralistlerde olduğu gibi, kahramanı, bağlı bulunduğu sınıfın diliyle konuşturmamış, fikirlerin ve duyguların belirtilmesinde sözcüğün edebiyattaki değerinden faydalanmaya çalışmıştır. Zaten tasvire çok önem veren bir sanat anlayışının, çevre ile düşünce arasındaki bağıntıyı belirtebilmek için, özentili bir dil kullanacağı doğaldır. Bu böyle olmakla birlikte, dile felsefî bir anlatım niteliği verilmiş değildir. Anlatım açıktır.
Yukarda anlatılanlardan başka şunların da bilinmesinde yarar vardır:
1) Realist romanlarda, yazar, romanın dışında kalmıştır. Yani romantizmde olduğu gibi, yazar kendi kişiliğini, romanın kahramanına temsil ettirmemiştir. (Romantik eserin özünde, yazarının düşünceleri yaşar. Olay olduğu gibi değil, yazarın olmasını istediği şekilde meydana gelir. Romantik romanlarda çarpışan fikirler, yazarın kendi fikirleridir). Realist eserlerin ruhunda ve kahramanların kişiliklerinde sanatçıdan bir iz bulunmaz. Her şey nesnel ve belgelere bağlı bir görüşle işlenmiştir.
2.Esere hayal unsurlarını karıştırmak suretiyle onun örgüsünü gerçek dışı birtakım gereçlerle işlemek, sanatçıyı realizmin dışına iter. Realizmin karşısında hayalin hiç bir değeri yoktur. Çünkü hayal, gerçeğin düşmanıdır. Hayal her şeyi 'yumuşak bir havla örtmekte, gerçeğin sert yüzünü kapatmaya çalışmaktadır. Halbuki gerçek, çirkin de olsa, o haliyle görünmelidir.
3.Realizmde sanatın gerek ahlâk, gerek din ve gerekse sosyal bakımlardan hiç bir amacı yoktur. Yazan bir ahlâkçı olarak düşünmek yanlıştır. Çünkü onun yaptığı şey, sadece tarafsız bir gözlemdir. Onun için sanatçıyı, günlük yaşamın içine giren, orada ne varsa sanata çağıran bir kimse olarak düşünmelidir. Açık olarak ortaya konan bir şeyin çirkinliği varsa, bu, o şeye aittir.
Realizm, romantizme karşı bir tepkidir. Çünkü romantikler hayal gücüne dayanmışlar, yaşamı olduğu gibi görmekten kaçınmışlar, kendi isteklerine göre bir yaşam kurmaya çalışmışlardır. Halbuki yaşam, ne klâsiklerin akıcılığına göre şekil alıyor, ne de romantiklerin hayal kanatlarının üstünde uçuyor. Yaşam, kendi kanun ve düzenine göre, hiç kimsenin arzusuna boyun eğmeden kendi yatağında akıp gidiyor. Bu nedenlerledir ki realistler, yazarın, romanın yapısını meydana getiren olayları, kendi isteğine göre zorlayıp biçimlendiremeyeceğini savunmaktadırlar.
Realizm 1850 - 1880 yılları arasında ömür sürmüş bir edebî akımdır. Yaratıcıları Honore De Balzac, Tolstoy; karakterize edenler Flaubert, Goncourt Kardeşler, Alphonse Daudet ve Maupassant'dır. Bu arada E. Zola'yı da realistler arasına koyanlar vardır. E. Zola, realizmin kuruluşunda payı olmakla beraber, naturalist bir sanatçıdır.
REALİST AKIM - AHMET KABAKLI
(Realisme)
Felsefî ve edebî anlamda, dış âlem gerçeğine uyarlık demektir. Realist yazarlar, ister kaba, ister zarif olsun, iyi kötü, güzel çirkin demeksizin, çevreyi, toplumu ve insanı olduğu gibi yansıtmak istemişlerdir. Her türlü romaneski atarak hayatın kendisini vermişlerdir. Ancak bu gerçekçilik "bir kadının vücudunun kalıbını çıkarmak" yahut bir "manzaranın fotoğrafını tesbit etmek" şeklinde değil, eşyanın ve cansız varlıkların fizyonomisi kadar ruhunu ve mânâsını da göstermektir. Burada bütün iş, söz sanatım muhayyileden çıkarıp hayata indirmektir.
Geniş anlamda Realizm tabiatı, toplumu ve olayları, hiçbir seçime tâbi tutmadan yazmaktır. Bu türlü Realizm, sanatta her zaman var olmuştur. Halkı, çevreyi, insanı olduğu gibi anlatan her sanat Realist sayılır. Burada söz konusu edeceğimiz Realist akım ise 1850 ile 1880 arasında, Fransa'da Romantizm'e tepki hâlinde çıkan sanat ve edebiyat görüşleridir.
Realizm'i Hazırlayan Ortam
19. yüzyılın yarısı boyunca, deneysel ilimlerde hızlı gelişmeler oldu. Danvin, Cinslerin Menşei (Les Origine Des Especes) adlı eseri ile hayvanları (canlılar) anlatan yeni kanunlar ve izahlar ortaya attı. Claude Bernard biyolojide ve tıpta, her gerçeğin deney yoluyla ispatlanabileceğim iddia etti. Bu yeni atılımlar, felsefede Positivisme (Pozitifçilik) akımım doğurdu. Her şeyi müsbet ilimle izaha çalışan bu akım, deneye dayanmayan, hayalî ve fizik ötesi olan her şeyi, felsefenin uğraşma alanı dışında saydı.
Pozitivist felsefenin kurucusu Auguste Comte insanlığın tabiat içinde üç dönem geçirdiğini belirtiyor, buna "üç hâl kanunu" adını veriyordu, Bunlar: a) İlâhi devir, b) Metafizik devir; c) Pozitif devir1 dir. İlk iki hâli aşarak müsbet ilim (pozitif) çağına gelmiş olan insanlık, artık yalnız maddî ve isbatlı şeylere inanabilir. Zaten "Gözlem ve deneyişler dışuıda hakikati doğru olarak anlamaya imkân yoktur." O hâlde deney ve duyumlara bağlanamayan olaylarla uğraşmak boşunadır. Yine Comte "bu yeni sistemin, insanlığı, bünyesine en uygun bir sosyal yapıya, sürükleyeceğini" söylüyordu. Zaten sanayileşen Avrupa'da, birçok yeni ihtilâller, buhranlar, didişmeler baş göstermişti. İktisatta liberalist ve sosyalist görüşler çarpışmaya başlamıştı. İlmin endüstriye uygulanmasından bir alay mesele doğuyordu.
Bu yeni izah ve gelişmeler sanat âleminde yankılar bulmakta ve edebî eserlere tesir etmekte gecikmedi. Romantikler'in mânâ ve ruha verdikleri değere karşılık 1850'de yetişen kuşaklar, her şeyi madde ve gövdeden ibaret görmeğe başladılar. Denebilir ki ilim ile sanat, 19. yüzyıl sonundaki kadar hiçbir devirde kaynaşmamış ve birbiriyle bu kadar alışverişe çıkmamıştır. Sanatta ilmin metot ve kanunlarını izleyerek hakikati bulmak mümkün olduğu inancı genel bir hâl almıştır. Bu yüzden edebiyatçılar, tıbba, biyolojiye ait eserleri dikkatle okumuşlardır. Hippolytîe Taine ve Sainte-Beuve gibi pozitivist tenkidciler, yazarlara deneysel ilimlerin usullerini salık verdiler. Onlara göre hayvanların hayatı, hangi yolla inceleniyorsa, roman kişileri de öyle incelenmeliydi. Sanat eseri, "bir arşlarım kuvveti, bir geyiğin çevikliği" gibi izah olunmalıydı. Çünkü sanatçı, kesin olarak, doğduğu çevrenin, ırkın ve ailenin etkilerini taşıyordu. İyilik ve kötülük bile "şeker ve biber" gibi laboratuvara konulup tahlil edilebilirdi. İnsandaki her davranışın bir tabiî, bir ilmî sebebi olsa gerekti. Yazar, bir ahlâkçı değil anatomi uzmanı gibi gördüklerini söylemekle yetinmeliydi.
Realizm'in Edebî Görüşleri
Bu akım, Romantizm'e tepki olarak doğmuştur ama, Klasisizm'e bir dönüş değildir. Romantizm'in ahlâkçı, lirik ve hayalci görüşlerini reddetmiştir.
Realizm, bilhassa roman ve hikâye akımıdır. İddiaları, bu türlerde görülür. Onlarca roman, his ve hayale kapılmadan, toplum gerçeklerini bir aynada olduğu gibi tarafsız yansıtmalıdır. Dış dünyayı tasvir için, ona sadece bakmak yetişmez. Onu bir tabiat bilgini ve bir hekim gibi gözlemek ve bu gözlem'i vesikalara dayandırmak gerekti. Bu gözlem, her şeyin özünü iyice incelemeye yarar. Konuyla ilgili vesikaları toplarken hiçbir şeyi unutmamak lâzımdır. Küçük bir unutkanlık, büyük hatalara sebep olur, Gezip görmeler, araştırmalar ve toplanan dokümanlar, eser için başlıca kaynaktır. Dolayısıyla vakalar gerçek olmalı, kişiler sahiden yaşamış bulunmalıdır. Yazıcı, anlatacağı çevreyi (köyü, şehri, deniz kıyısını) evinin içi gibi tanımalıdır. Hakikat hissini vermek için seyrek rastlanır olaylardan da kaçınmalıdır.
Bu gözlem, sanatçının duygu ve hükümleri karıştırılmadan (gayrışahsî) yapılmalıdır. Kişilerle birlikte töre ve âdetler yani o kişileri meydana getiren sosyal muhit de gözlenmelidir. Çünkü romancı, dar çerçevelerden, tek kişilerden ayrılıp bir zümre insanlarını veya birbirine benzer bölge, kasaba, mahalle birimlerim anlatmaya yönelmiştir, Onun için orta çapta, "sıradan" kişiler ve mühim olmayan insan zümreleri tercih olunur. Romantikler, nadir görülen olağanüstü tipler üstünde dururken bunlar, kalabalıktan ayrı bir özelliği olmayan "vasat" insanları seçerler. His, fikir, yiğitlik tasvirlerinde ortanın üstüne çıkmazlar. Çünkü:
Fazla sivrilmiş adam genel vasıfların dışındadır ve ister istemez gözlem (müşahede) üstü kalarak okuyuculara yalan, şişirme sanısı verir. Romantikler her alanda iyilik ve kötülükleriyle dikkati çeken tipleri ele aldıkları hâlde, meselâ Paris'te, çok para kazanan bir hekimi yazmaktansa, taşrada, geçim sıkıntısı çeken önemsiz bir doktoru (Dr. Bovary) seçerler. Zira birincisi tek ve nadirdir. İkincisinin birçok benzeri vardır
Realistler'in başı sayılan Gustave Flaubert, bu akımın büyük hikayecisi olan genç Mauppassant'a şu öğütleri vermektedir:
"Her şey görmekten ibarettir. Görmek ama doğru görmek. Üstatların gözüyle değil, kendi gözlerinle ve doğru görebilmek için daha beklemen lazım. Bir sanatçının orijinalliği, "büyük şeyler"de değil, önce "küçük şeyler"de görülür. Şaheserler, basit konular üzerindeki önemsiz ayrıntılardan meydana gelmiştir."
Realistler, töre âdetleri incelemek için, not alma usulüyle çalışır, ayrıca söylenti ve belgelere de büyük önem verirler. Çoğu, okuyucularından, günlük hayatlarını belirten hâtıra defterleri ve özel itiraflar istemişlerdir. Bir eser yazmak için, o eserin on misli kalınlıkta notlar hazırlamışlardır. Realizm'in en koyu temsilcileri olarak vesika'yı romanın belkemiği yapmaya çalışan Goncourt kardeşler (Ju-les ve Edmond) romanı şöyle anlıyorlar:
"Tarih, yazılı vesikalardan meydana getirildiği gibi, bugünkü roman da anlatılmış veya tabiattan çıkarılmış vesikalarla yazılıyor. Tarihçiler, geçmişin hikâyecileri ise romancılar da şimdiki zamanın tarihçileridir."
Realistler, çevre tasvirine çok değer verirler. Çünkü tasvir, yapılan gözlemlerin bir sonucudur. Öte yandan çevrenin insan ve olaylar üstündeki etkisine inanmışlardır. Onlara göre, bazı çevreler, belli insan tiplerinin yaşamasına ve belli vakaların çıkmasına sebep olmaktadır. İnsanoğlu, çevre, aile, vücut yapısı, mevki, servet, soy, iklim gibi türlü türlü âmillerin bir neticesidir. Bütün bunlar bir çeşit kader gibidir. O hâlde kişilerin başlarından geçmesi mukadder olan vakaları gerçek şekilde yazmak için çevrenin bütün ayrıntıları tasvir edilmelidir. Kahramanların yaşadığı çevre, bize o şekilde tanıtılsın ki, onların, orada mesut veya bedbaht olması, yükselmesi veya çıldırması, sevişmesi ya da intihar etmesi lâzım geldiğini biz tahmin edelim.
Realist eserde her şey gayrı şahsîdir. Yani romancılar, hikâyeciler kendi duygu, düşünce ve görüşlerini eserlerine katmamaya çalışırlar. Romantik yazıcılar, kendilerini bütün duygulan, sevgileri ve nefretleri ile kahramanlarda ve olaylarda yaşattıkları hâlde Realistler bundan büsbütün sakınırlar. Böyle olunca, tasviri de kendi ağızlan ile değil o çevrede yaşatılan kişilerin gözüyle görüp öyle göstermeye çalışırlar.. Çünkü çevre, herkese göre, her şahsın duyuş, bilgi, görgü seviyesine göre başka başka anlamlar kazanır, Kıraç ve yoksul bir köy, Parisli biri için çok sıkıcı olabilir, ama o köyde doğup büyümüş bir kimseye hiç de öyle gelmez. Şu hâlde tasvir, kişilerin telâkkisine göre yapılmalıdır.
Realist eserde konu her gün görülebilen basit olaylardır. Nadir vakalara, coşkun serüvenlere asla yer verilmez. Günlük hayatlar ve ruh hâlleri anlatılır. Hiçbir seçim yapılmadan, bayağı, çirkin, güzel, basit veya alelade olaylar artarda sıralanır. Yazar, olayın gidişine müdahale etmez, yön vermeye kalkmaz. Hayatın herhangi bir noktasından başlayan macera, çok kere mesut bir sonuca bağlanmayıp bir ölüm veya yıkımla sonuçlanır.
Realistler, "sanat, sanat içindir" ilkesine sımsıkı bağlıdırlar. Bir romanın roman olmaktan başka amacı yoktur. Bir gül, nasıl sırf açılmak için açılırsa, romancı da sırf yazmak için yazar. Bir kimya bilgini, nasıl sırf ilmî bir gerçeği aydınlatmak için deney yapıyorsa, romancı da öylesine tarafsız çalışmalı ve gözlemlerini hiç bir şey katmadan olduğu gibi ortaya koymalıdır. Yaşatılan kişiler, gerçekteki gibidir. Romancının onları beğenmeye veya kınamaya, onlara istediği karakter veya kaderi yaşatmaya hakkı yoktur. Romancı, anlattığı vakanın gerisinde tamamıyla silinmek zorundadır.
Romancı, bir ahlâk tasası gütmediği için toplumda ve tabiatta ne gördüyse onu yazar. İstediği güzel veya çirkin her şeyi eserine konu yapabilir. Bunlardan iyi veya kötü bir ders çıkarmak, okuyucuya kalmıştır. Halkta nasıl her türlü ahlâksızlık varsa romanda da olabilir. Bunları yazdığı için romancıyı suçlayamayız.
Bizde Hüseyin Rahmi Gürpınar, Realizm'in bu ilkesine uyan görüşlerini şöyle savunmuştur:
"Bugün Natüralizm ve Realizm fenninin sınırları içinde bir hikâye yazmak, büyük anlayışa lüzum gösteren derin bir ilimdir. Güneşiyle, havasıyla, sosyal durumu ve ahlakıyla, iyi kötü mizaç ve âdetleriyle, hâsılı bütün müesseseleriyle bir muhit alacaksınız. Sonra her tabakadan seçeceğiniz kahramanlarınızın ruhlarına girerek bu faziletli, fesatçı, bilgin, cahil, iyiliksever, alık, akıllı, cani, masum, namuslu, namussuz, terbiyeli, terbiyesiz, mağdur, gaddar, zalim, mazlum kişileri bir vaka içinde, tabiatta gördüğünüz gibi yaşatacaksınız. Türlü sosyal yaralan açacaksınız. Frengi, cinnet gibi fecî illetlerin soydan gelen tesirlerini göstereceksiniz. Tabiple birlikte morga gireceksiniz.Teşhis masasının başında çürümüş etleri, sinirleri karıştıracaksınız. Hakikat fenni adına yürüyecek ve insanlardan hiçbir şey gizlemeyeceksiniz. Gerçek hikâyecilik, bütün ilimleri, fenlen içine alan, her fenalığı, her marazı, her gizli fesadı, yarayı aydınlığa çıkaran yüksek bir kudrettir,
Roman ahlâkın aynasıdır. Onun objektifi, gördüğü manzarayı alır. Gördüğü çirkinlikleri, yaraların kokusunu değiştiremez. Riya, cahillik ve taassuba âlet olarak hakikati diri diri gömdürmeye razı olamaz."
Realistlerin en fazla değer verdikleri şeylerden biri de üslûptur. Hikâyeci Mauppassant, ustası Flaubert'in şu Öğüdünü hatırlamaktadır:
"Söylemek istediğimiz her ne olursa olsun, o şeyi en iyi izah edecek bir kelime, en iyi canlandıracak bir fiil, en güzel niteleyecek bir sıfat vardır. Şu hâlde, o kelimeyi, o fiili, o sıfatı bulana kadar sabırlıca aramamız lâzımdır."
Onlara göre, güzel ve doğru fikirler, ancak güzel düzgün ve doğru cümleler içinde sunulabilir. Bir eserde öz ile biçim insanda beden ile ruh gibidir. Her ikisi mükemmel olmadıkça, eser değersizdir. Fikre en uygun kelimeler, tam açıklık ve sadelik içinde yerli yerine oturmalı, velhasıl, üslûpta yetkinlik olmalıdır. Realistler, Romantizm'in gösterişçi, şatafatlı, fazla hisli, savruk üslûbundan kaçmış; yazıda ölçü ve uygunluk gözetmişlerdir. Üslûpta mükemmellik tasası bakımından Klâsikler'e yaklaştıkları söylenebilir.
Realizm'in Başlıca Temsilcileri
Realizm bir roman ve hikâye akımıdır. Bu çığır, şiire hiç el atmamış, tiyatro alanında ise tutunamamıştır. Yalnız roman ve hikâyede, kendisinden sonra gelenlere silinmez etkiler yaptığı görülür. Çağdaş romanın kurucuları Realistler'dir.
Honore de Balzac (1799-1850) ile Stendhaî (1783-1842) birçok bakımlardan Romantik özellikler taşıdıkları hâlde Realizm'in de öncüleri ve kurucuları sayılırlar. Fakat bu akımın ölümsüz temsilcisi Gustave Flaubert (182M880)'dir. Roman ve hikâyenin bu unutulmaz ustasından başka, yine roman türünde Goncourt kardeşler, hikâyede aynı zamanda Naturalist olan Guy de Maupassant (1850-1893), roman ve hikâyede Alphonse Daudet (1840-1897) en tanınmış olanlardır.
Türk Edebiyatında Realizm
Bizde Realist romanın ilk belirtileri, esas eğilimleri romantik olan Namık Kemâl ve Ahmed Mithat Efendi'de görülür. 19. yüzyıl sonlarında Sergüzeşt adlı romanı ile Sâmipaşazâde Sezai bu akımı biraz daha benimsemiştir.
Daha sonra Realizm'i (hatta Natüralizm'i) sistemli şekilde savunan ve tanıtan Beşir Fuad'ı görüyoruz. Servet-i Fünûncular'dan Hüseyin Cahid, Hayat-ı Hakîkiye Sahneleri isimli eserinde, Goncourt'îann metodunu izlemiştir. Halid Ziya ise, Gustave Flaubert ve Mauppassant'dan geniş ölçüde yararlanmıştır. Realist akıma bağlananlar arasında Hüseyin Rahmi Gürpmafla, Ahmed Rasim'i de saymak gerektir. Ancak, bütün ayrıntıları ile Realist diyebileceğimiz hiçbir romancımız yoktur. 1940'tan sonra Sosyal Realizm çeşidinde eser yazan Orhan Kemal, Kemal Tahir vb. romancılar da Realizm'in bazı özelliklerini sürdürmüşlerdir.
AHMET KABAKLI, TÜRK EDEBİYATI ANSİKLOPEDİSİ