Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 TEVFİK FİKRET KİMDİR?

(1867-1915)

Edebiyât-ı Cedîde şairi.

24 Aralık 1867’de İstanbul Aksaray’da doğdu. Asıl adı Mehmed Tevfik’tir. Babası Hâriciye Kalemi’nde memurluk ve çeşitli vilâyetlerde mutasarrıflık yapan Çankırılı Hüseyin Efendi, annesi Sakız adası Rumları’ndan mühtedî Hüsrev Bey’in kızı Hatice Refîa Hanım’dır. Öğrenimine Aksaray’da Mahmudiye Vâlide Rüşdiyesi’nde başlayan Mehmed Tevfik, mektebin Doksanüç Harbi’nin ardından Rumeli’den gelen muhacirlere tahsis edilmesi üzerine Mekteb-i Sultânî’ye (Galatasaray) gönderildi. Bu mektebin onun şahsiyeti üzerinde büyük etkisi vardır. Hacca giden annesi bir kolera salgınında Hicaz’da öldüğünden (1879) Tevfik’in gençlik yılları büyükannesinin yanında geçti. Öğrencilik yıllarında disiplini, çalışkanlığı ve kişiliğiyle hocalarının dikkatini çekerken bir yandan da mektep arkadaşlarının sevgisini kazandı. Galatasaray’da devrin tanınmış hocalarından Muallim Feyzi, Recâizâde Mahmud Ekrem ve Muallim Nâci’den ders gördü. Edebiyata ve özellikle şiire karşı yeteneği bu yıllarda ortaya çıktı. Hocalarının teşvikiyle yazdığı eski tarzdaki ilk şiirleri Muallim Feyzi vasıtasıyla Tercümân-ı Hakîkat’ta yayımlandı (1884-1885).

1888’de Mekteb-i Sultânî’yi birincilikle bitirdikten sonra aynı yıl Bâbıâli Hâriciye Odası’nda çalışmaya başladı. Buradaki görevinden hoşlanmadığı için Sadâret Mektubî Kalemi’ne geçti; ancak verilen maaşı az bularak eski memuriyetine döndü (1889). 1890’da dayısının kızı Nâzıme Hanım’la evlendi. 1891’de İsmâil Safâ’nın neşrettiği Mirsad dergisinin açtığı tevhîd ve sitâyiş-i hazret-i pâdişâhî yarışmalarında birinci seçildi. 1892 yılına kadar devam eden memuriyeti sırasında Gedikpaşa’daki Ticaret Mektebi’nde Fransızca ve hüsn-i hat dersleri de verdi. 1894’te arkadaşları Hüseyin Kâzım Kadri ve Ali Ekrem’le (Bolayır) birlikte Ma‘lûmât dergisini çıkardı; burada bazı şiirleriyle tercümeleri yayımlandı. Aynı yıl Mekteb-i Sultânî’de açılan Türkçe muallimliği imtihanını kazanarak bu okula tayin edildi. Ancak hükümetin memur maaşlarında kesintiye gitmesi üzerine istifa etti. Ardından hayatının sonuna kadar sürdüreceği Robert College’da Türkçe hocalığına başladı.

1896 yılı başlarında edebiyatta yenilik yapmaya hevesli gençlerle yeni bir edebî topluluk kurmayı arzu eden Recâizâde Mahmud Ekrem, öğrencisi Ahmed İhsan’ı (Tokgöz) yayımlamakta olduğu Servet dergisini Servet-i Fünûn adıyla edebî bir dergi haline getirmeye ve ardından Tevfik Fikret’i bu derginin başına geçmeye ikna etti. Servet-i Fünûn böylece Tevfik Fikret’in yönetiminde Şubat 1896 tarihli 256. sayısından itibaren edebiyatta ve özellikle şiirde yenilik yapmak isteyen gençlerin toplandığı bir edebiyat mahfili durumuna geldi. Topluluğa katılanlardan Cenab Şahabeddin, Hâlid Ziya (Uşaklıgil), Mehmed Rauf, Hüseyin Cahid (Yalçın), Hüseyin Suad, H. Nâzım (Ahmet Reşit Rey), A. Nâdir (Ali Ekrem Bolayır), Ahmed Şuayb, İbrâhim Cehdî (Süleyman Nazif), Süleyman Nesib, Fâik Âlî (Ozansoy) ve İsmâil Safâ’nın yanı sıra Sâmipaşazâde Sezâi ile Recâizâde Mahmud Ekrem ve Abdülhak Hâmid Servet-i Fünûncuları destekledi.

Türk edebiyatı tarihinde birinci ve ikinci Tanzimat neslinden sonra edebiyatta Batılı anlamda asıl yenilikleri gerçekleştiren

Servet-i Fünûn (Edebiyât-ı Cedîde) topluluğunun bütün faaliyeti büyük ölçüde Tevfik Fikret’in yönetimindeki bu dergi etrafında gerçekleşti. Ancak bir süre sonra babasının görevle Hama’ya bir nevi sürgüne gönderilmesi, 1898’de İsmâil Safâ’nın evinde yaptıkları bir toplantı sebebiyle birkaç gün tutuklanması mizacı aşırı derecede hassas olan Tevfik Fikret’i büsbütün tedirgin etti. Başta kendisi olmak üzere istibdat idaresinden şikâyetçi olan Servet-i Fünûncular, Yeni Zelanda’ya göç ederek orada daha rahat yaşama hayaline kapıldılar; fakat hayallerini fiilen gerçekleştiremeyeceklerini anlayıp bu teşebbüsten vazgeçtiler. Bu defa Hüseyin Kâzım’ın Manisa civarında Sarıçam köyündeki çiftliğine gitmeyi düşündülerse de bu tasavvurlarını da gerçekleştiremediler. Fikret’in “Bir Mersiye” ve “Yeşil Yurt” adlı şiirleri hayalini kurduğu bu kaçma düşüncesiyle ilgilidir.

1900 yılında İngiltere’nin Güney Afrika’da Boerler’i mağlûp etmesi üzerine bu galibiyeti tebrik etmek, bu vesileyle ülkede hüküm süren istibdat idaresine karşı İngiltere’nin baskı uygulamasını sağlamak amacıyla hazırlanıp İngiliz sefâretine verilen bildiride Tevfik Firket’in imzasının da bulunması dolayısıyla bir süre Mâbeyin Dairesi’nde sorgulandı. Tedirginliğini büsbütün arttıran bu olayların arkasından bir süre toplumdan uzaklaştı ve sadece şiirle uğraştı. Aynı yıl, ilk şiirleri dışında büyük ölçüde Servet-i Fünûn döneminde yazdığı şiirlerden meydana gelen Rübâb-ı Şikeste’yi yayımladı. Eser ilgi görünce hemen ikinci baskısı yapıldı. Ancak bütün bunlar onun huzursuzluğunu gidermeye yetmedi. Aynı günlerde, topluluk mensuplarından Ali Ekrem’in başta Cenab Şahabeddin olmak üzere diğer Servet-i Fünûn şairlerini ağır bir dille eleştirdiği “Şiirimiz” adlı makalesini bazı değişikliklerle Servet-i Fünûn’da neşretti ve bu davranışı büyük bir tepkiyle karşılandı. Tevfik Fikret’in makalede değişiklik yapmasına öfkelenen Ali Ekrem yazının aslını Baba Tâhir’in Musavver Ma‘lûmât dergisinde yayımlayınca topluluk içinde ilk çözülme başladı. H. Nâzım, Sâmipaşazâde Sezâi ve Menemenlizâde Tâhir, Ali Ekrem’i destekleyip Servet-i Fünûn’dan ayrıldılar. Bir süre sonra idarî bir mesele yüzünden Ahmed İhsan’la araları açılınca Tevfik Fikret de mecmuayı terketti (1901). Hüseyin Cahid’in Fransızca’dan çevirdiği Fransız İhtilâli’ne dair “Edebiyat ve Hukuk” adlı yazısı yüzünden dergi hükümet tarafından kapatıldı; böylece topluluk fiilen dağılmış oldu.

Tevfik Fikret 1905 yılında kısa aralıklarla babasını ve kız kardeşini kaybetti. Görünürde bir sebep yokken babasının Anadolu’ya sürgün edilmesi ve orada ölmesi, Müftüoğlu Ahmed Hikmet’in kardeşi Refik Bey’le evli olan kız kardeşinin acıklı ölümü Tevfik Fikret’in ıstıraplarının daha da artmasına yol açtı. Aynı yıl Aksaray’daki konaklarını satıp Rumelihisarı’nda Robert College yakınlarında planlarını kendisinin çizdiği ve Âşiyan adını verdiği evi inşa ettirerek burada bir nevi inzivaya çekildi. 23 Ağustos 1908’de Tanin’de yayımlanan bir yazısında heyecanlı bir dille anlattığı Robert College’da edindiği yeni çevre Fikret için bir sığınak olmuştu. Özellikle Âşiyan’a yerleştikten sonra gerek istibdat rejimine gerekse içinde yaşadığı çevreye karşı giderek artan bir kin ve nefret duymaya başladı. Ülkede yaşanan siyasal ve sosyal olayları uzaktan takip ettiği bu günlerde II. Meşrutiyet’in ilânına kadar elden ele dolaşan “Sis” (1902), “Sabah Olursa” (1905), “Târîh-i Kadîm” (1905), “Mâzî-Âtî” ile (1906) II. Abdülhamid’e bombalı suikast hazırlayan Ermeni komitacılarını alkışladığı “Bir Lahza-i Teahhur” (1906) gibi manzumelerini yazdı. Bunlar arasında özellikle II. Abdülhamid dönemi İstanbul’una lânetler yağdıran üslûbuyla “Sis” edebî çevrelerde geniş yankılar uyandırdı. “Sabah Olursa”da oğlu Halûk’un şahsında gelecek nesillerin kurtuluşu ümidini besler. “Mâzî-Âti”de aynı fikir geliştirilirken doğrudan doğruya geçmişle geleceğin mukayesesi yapılır. Bu yılların en çok yankı uyandıran ve tenkit edilen başka bir şiiri de “Bir Lahza-i Teahhur”dur. 21 Temmuz 1905 günü cuma namazının ardından Ermeni komitacılarının II. Abdülhamid’e karşı giriştiği suikastın başarısızlıkla sonuçlanması üzerine bu şiiri yazan Fikret’in burada hain emeller peşindeki Ermeniler’i alkışlaması hem o yıllarda hem bu şiirin yayımlandığı II. Meşrutiyet sonrasında çok eleştirilmiştir.

24 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet’in ilânı üzerine büyük bir sevinçle inzivadan çıkan Fikret “Millet Şarkısı” adlı manzumeyi kaleme aldı. Daha önce dargın olduğu bir kısım arkadaşlarıyla barıştı ve yeni bir fikir hamlesine girişti. Eski arkadaşları Hüseyin Cahid ve Hüseyin Kâzım’la birlikte adını kendisinin koyduğu Tanin gazetesini yayımlamaya başladı. Kısa zamanda devlet yönetimini ele geçiren İttihat ve Terakkî Cemiyeti, Tevfik Fikret’i maarif nâzırı yapmak istediyse de o bunu kabul etmedi. Bir kısım öğrencileri ve yakın çevresinin ısrarı ile Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi’ne müdür oldu (28 Aralık 1908). Aynı zamanda Dârülfünun ve Dârülmuallimîn’de ders verdi. Mekteb-i Sultânî’de o döneme göre modern eğitim sistemi için disipline dayalı yeni bir düzen kurdu. Yaptığı yenilikler dolayısıyla hakkında çıkan dedikoduların artması yüzünden dört ay sonra müdürlükten istifa etti ve Robert College’daki hocalığına döndü. Bu münasebetle Hüseyin Cahid’e yazdığı mektupta geçen, “Bugün sa‘y ü irfânım tebdîl-i tâbiiyyet etti” ifadesi ve bir süredir genel anlamda din karşısında olumsuz bir tavır takınması devrin muhafazakâr çevreleri tarafından aleyhinde bir kampanyanın başlatılmasına yol açtı. Tanin’in İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin yayın organı haline gelmesi üzerine 1910’da gazete ile bütün ilişkisini kesti; aynı yıl Dârülfünun ve Dârülmuallimîn’deki görevlerini de bıraktı. 1912’de Meclis-i Meb‘ûsan kapatılınca “Doksan Beşe Doğru” ve İttihatçılar aleyhine “Hân-ı Yağmâ” gibi manzumelerini kaleme aldı.

Mühendislik tahsili yapmak üzere 1909’da İskoçya’ya gönderdiği oğlu Halûk için yazdığı şiirleri Halûk’un Defteri adıyla yayımladı (1911). Aleyhinde bir kampanya yürüten bazı çevrelere karşı kendisini müdafaa eden eski arkadaşlarına hitaben Rübâb’ın Cevabı’nı neşretti (1911). Hece vezniyle ve sade bir dille çocuklar için kaleme aldığı manzumelerden meydana gelen Şermin ise (1914) Fikret’in öteden beri özlemini duyduğu yeni insan tipiyle yakından ilgilidir. Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girmesine şiddetle karşı çıkan Tevfik Fikret, cihâd-ı mukaddes ilân edilerek girilen bu savaş dolayısıyla ve ironik bir üslûpla “Fetâvâ-yı Şerîfeden Sonra Sancak-ı Şerîf Huzurunda” adlı manzumesini yazdı. İttihâd-ı İslâm taraftarı Mehmed Âkif’in [Ersoy], 1914’te yayımladığı Süleymaniye Kürsüsü’nde, edebiyat çevrelerinde elden ele dolaşan “Târîh-i Kadîm” manzumesi dolayısıyla Tevfik Fikret için, tahkir edici diğer sözlerle birlikte “zangoç” tabirini kullanması üzerine Fikret, kendisinin dinsizliğini ve genel anlamda bütün semavî dinlerin karşısında olduğunu açıkça ilân ettiği “Târîh-i Kadîm’e Zeyl”i kaleme aldı. Uzun süredir şeker hastalığına müptelâ olduğu anlaşılan Fikret, hastalığı zamanında teşhis ve tedavi edilmediğinden 1915 yılı başlarında âniden yatağa düştü ve 18-19 Ağustos gecesi öldü. Cenazesi aile mezarlığının bulunduğu Eyüpsultan’a gömüldü. Vasiyeti gereği mezarı daha sonra İstanbul Belediyesi tarafından Edebiyât-ı Cedîde Müzesi haline getirilen (1945) Rumelihisarı’ndaki Âşiyan’ın bahçesine nakledildi (1962).

Küçük yaştan beri şiirle ve resimle uğraşan Tevfik Fikret’in ilk şiir denemeleri divan edebiyatı tarzındadır. Gençlik yıllarında, eski şiir anlayışını sürdürmeye çalışan Muallim Nâci ve Muallim Feyzi’den etkilenmiş, bu etki Recâizâde Mahmud Ekrem ve Abdülhak Hâmid’i tanıdıktan sonra onların tarafına doğru yön değiştirmiştir. Fikret’in daha çok Mirsad, Ma‘lûmât, Maârif ve Mekteb dergilerinde çıkan bu döneme ait şiirlerinde bir yenilik görülmez. Daha ziyade romantik aşk ve tabiat konularını işlediği bu şiirlerden bir kısmını Rübâb-ı Şikeste’nin “Eski Şeyler” bölümüne dahil etmiştir. Tevfik Fikret bu taklit döneminin ardından kendi şahsiyetini bulma yolunda bazı denemelere girişmiş, tesadüfen bir antolojide şiirlerini okuduğu Charles Baudelaire, Sully Prudhomme ve özellikle François Coppée’yi tanıdıktan sonra asıl çizgisini belirlemiştir. Servet-i Fünûn’un başına geçtiği 1896 yılından itibaren topluluğun dağılışına kadar geçen beş yıl içinde daha çok sanat için sanat anlayışı doğrultusunda ferdi ön plana çıkaran şiirler yazmıştır. Bu tarihe kadar hayata ve insanlara iyimser bir gözle bakan, Allah’a inanan, dinî görevlerini yerine getiren, “Tevhid” ve “Sabah Ezanında” gibi şiirler yazan Fikret, devrin karamsar havasının da etkisiyle mizacında meydana gelen birtakım değişikliklerle giderek kötümser olmaya, hayattan ve çevresinden şikâyet etmeye, dine karşı kayıtsız, hatta düşmanca bir tavır almaya başlamış, özellikle aile hayatındaki mutsuzluk zamanla bütün yaşayışını karartmıştır. Hayata bakışındaki bu köklü değişikliği bazı edebiyat tarihçileri kısmen irsiyet, kısmen şeker hastalığından kaynaklanan ıstırap ve istibdat rejimine karşı duyduğu kin ve nefretle açıklamaya çalışmıştır.

Mehmet Kaplan Rübâb-ı Şikeste’deki şiirleri Fikret’in kendi benini ve duyuş tarzını anlattığı şiirler, sanatla ilgili şiirler, kötümserlik duygusunun hâkim olduğu şiirler, hayal şiirleri, aşk şiirleri, tabiat şiirleri, oğlu Halûk için yazdığı şiirler, portreler, merhamet ve şefkat şiirleri, vatanî ve dinî konulu şiirler olmak üzere bazı temalar etrafında toplamıştır. Tevfik Fikret’in bu döneme ait “Verin Zavallılara”, “Ramazan Sadakası”, “Hasta Çocuk”, “Balıkçılar” ve “Sarhoş” gibi manzumelerinde insanî temaları işlediği dikkati çeker. Giderek kötümser bir ruh hali içine girdiği dönemde bu psikolojiyle yazdığı en dikkate değer şiiri “Gayyâ-yı Vücûd”dur. Burada hayatı böceklerle, solucanlarla, yılanlarla dolu bir bataklığa benzetir; insanı da bu bataklıktan kurtulmak istedikçe kendisini bir girdap gibi çeken hayatı yaşamak zorunda kalan zavallı ve bedbaht bir varlık olarak niteler. “Perde-i Tesellî” adlı manzumesinde de bu temayı işleyen şair dünyayı göremediği için kör bir dilenciye hayranlığını ifade eder. Rübâb-ı Şikeste’nin “Âveng-i Tesâvîr” bölümünde, etkisinde kaldığı Baudelaire’in “Les phares” adlı şiirinde yaptığı gibi Fikret de sevdiği bazı şairlerin (Fuzûlî, Cenab, Nef‘î, Üstad Ekrem, Nedîm, Hâmid) portrelerini çizer.

1897 Türk-Yunan savaşı dolayısıyla devrin birçok şairi gibi Tevfik Fikret de bu konuda birkaç şiir kaleme almıştır. Yine François Coppée ve Sully Prudhomme etkisi görülen bu şiirlerin en tanınmışları “Asker Geçerken”, “Ken‘an”, “Hasan’ın Gazâsı” ve “Kılıç”tır. Dinî muhtevalı şiirleri arasında en çok bilineni olan gençlik dönemine ait “Sabah Ezanında” ezan sesinin tabiattaki yansıması üzerinde durur. Tevfik Fikret, Servet-i Fünûn dönemine ait şiirlerinde daha çok Fransız parnas şairi F. Coppée’nin etkisinde kalmış, duyuş tarzı bakımından romantik olmakla beraber örnek aldığı parnasyenler gibi şekil mükemmelliğine aşırı derecede önem vermiştir. 1900 yılından itibaren daha çok siyasal ve sosyal içerikli manzumeler yazmış, “Târîh-i Kadîm” dışında bunları Rübâb-ı Şikeste’nin 1908’den sonra yapılan baskısına dahil etmiştir. Bu dönemin şiirleri arasında en çok dikkat çeken “Sis”tir. İstibdadın bütün ağırlığıyla hissedildiği 1902 yılının bir Şubat günü Boğaz’a sis çöker ve akşama kadar devam eder. Uzun zamandır evi hafiyelerin gözetimi altında bulunan Fikret, Boğaz’daki sis ile yaşanan hayattaki boğucu havayı şiirinde birleştirir. Burada nefret ettiği II. Abdülhamid devri İstanbul’una lânetler yağdırırken bir yandan da toplumun ahlâkî zaaflarını teker teker sayar. 1908’den sonra yazdığı “Rücû”da ise “Sis”te söylediklerinin bir kısmından vazgeçmiş görünür; orduyu ve vatanın seçkin evlâtlarını bir tür kurtarıcı olarak yüceltir.

Tevfik Fikret’in yaşanılan hayatın sürekli değişimden ibaret olduğunu dile getirdiği “Mâzî-Âtî”; istibdat rejiminin ardından İttihatçılar’la gelen hürriyet havasının kısa bir süre sonra zorbalığa dönüştüğü, kanun, hürriyet, adalet gibi kavramların ayaklar altına alındığı II. Meşrutiyet döneminin ağır bir hicvi olan “Hân-ı Yağmâ” ile “Târîh-i Kadîm” bu dönemin en dikkate değer örnekleridir. Fikret taraftarlarınca taassuba karşı müsbet ilim ve müsbet düşüncenin müdafaası gibi takdim edilmeye çalışılan “Târîh-i Kadîm”de tarihi baştan başa kanlı sahnelerden ve savaşlardan ibaret gören Tevfik Fikret burada açıkça dine ve Tanrı’ya karşı isyankâr bir tavır sergilemiştir. Kendisi gelenekten ve içinde yaşadığı toplumun değer hükümlerinden tamamen uzaklaşmış, mâziyi korkunç tablolardan ibaret görmüş, kahramanlığı da küçümsemiştir. Fikret mutlak anlamda barış ve adaletin hüküm sürdüğü bir dünya özler, kul ile Tanrı’yı ayıran bir dini kabul etmez. Hatta Allah’ın kendisine yaklaşılmaz olduğunu, yeryüzünden yükselen feryat ve şikâyetlerin cevapsız kaldığını söyleyecek kadar ileri gider. Mehmet Ali Ayni bu düşüncelere karşı Reybîlik, Bedbinlik, Lâilâhîlik Nedir adıyla bir eser kaleme alır. Mehmed Âkif’e cevap olarak yazdığı “Târîh-i Kadîm’e Zeyl”de ise dinî inançları tamamen reddeden Fikret, tarih ve din düşmanlığını açıkça dile getirerek kendisinin panteizm diye adlandırılabilecek bir nevi tabiat dinine inandığını söyler.

Fikret’in hayatında, mizacının değişmesinde ve hayata bağlanmasında oğlu Halûk’un önemli rolü vardır. 1895 yılında doğan Halûk, Fikret’in kısa bir süre de olsa hayata bakışını değiştirir ve özellikle II. Meşrutiyet’ten sonra yazacağı şiirlerde görülen geleceğe ümitle bakma düşüncesini uyandırır. Fikret Rübâb-ı Şikeste’de Halûk için beş şiire yer vermiştir. Çocuk sevgisi, ıstırap ve merhamet duygularının işlendiği “Halûk’un Bayramı”nda bayram dolayısıyla yeni elbiselerini giymiş, sevinç ve mutluluk içindeki oğlu ile sefalet içindeki fakir bir çocuğu mukayese eder ve oğluna üstündeki elbiseleri çıkarıp fakir çocuğa vermesini söyler. Halûk’u İskoçya’ya gönderdikten sonra onun için yazdığı manzumelerin bir kısmını bir araya getirdiği Halûk’un Defteri’nde oğlunu ülkede inkılâp yapacak gençliğin sembolü olarak görür ve burada ülkenin geleceği üzerinde düşünür. Halûk gittiği ülkede ilim ve fen tahsil edecek, öğrendiklerini memleketine getirecektir. Kitaptaki en çok tartışılan şiirlerden biri olan “Halûk’un Âmentüsü”nde, Âmentü’deki iman esaslarının yerini tamamen dünyevî inançlar almıştır. Burada idealleştirilen kişi akla ve bilgiye, gelişmeye, hakkın kuvvete üstün geleceğine, insanlar arasında kardeşliğe ve dünya birliği idealine inanan yeni bir insan tipidir. Hayatının son yıllarında yazdığı Şermin ise onun doğrudan doğruya özlemini çektiği yeni insan tipiyle ilgilidir. Bu kitaptaki şiirler yeni Türkiye için Amerikan terbiyesine göre yetiştirilmesini arzuladığı, pratik hayatta başarılı olabilecek insan tipinin idealize edilmesinden ibaret görünmektedir. Bu insan tipinin yeni bir eğitim metoduyla yetiştirilebileceğini düşünen Fikret, arkadaşı Sâtı Bey’le birlikte Yeni Mektep adıyla bir okul kurmak istemiş, bunu gerçekleştiremeyince burada ileri sürdüğü bazı düşünceleri Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi müdürlüğü sırasında uygulamaya çalışmıştır.

Tevfik Fikret’in Türk şiirine getirmiş olduğu yeniliklerden biri şiirin yapısıyla ilgilidir. Şiirde beyit hâkimiyeti yerine daha önce Abdülhak Hâmid’in denediği, anlamın şiirin bütününe yayılması anlayışı Fikret tarafından büyük ölçüde uygulanmıştır. Özellikle onun anlatıma dayalı manzumelerinde artık cümle ve dolayısıyla anlam bütünlüğü tam bir serbestlik kazanır. Fikret, ayrıca başta “sone” olmak üzere Fransız nazım şekilleriyle birlikte eski şiirin müstezadlarını hatırlatan serbest müstezad örneklerini denemiştir.

Tevfik Fikret, edebiyat çevresine ilk adımlarını attığı tarihten itibaren edebî yazılarıyla dikkat çekmiştir. 1891 yılından başlayarak Mirsad, Ma‘lûmât ve Maârif dergilerinde yayımlanan bu tür yazılarını Tarîk gazetesinde “Hafta-i Edebî” başlıklı yazıları ile Servet-i Fünûn’daki “Musâhabe-i Edebiyye”leri takip eder. Bunlarda daha çok şiir dili, vezinler, nazîrecilik, Türk edebiyatında nesir meselesi ve roman okuyucusu gibi konuları ele almıştır. Bütün çalışmalarında titiz bir sanatkâr karakteri gösteren Tevfik Fikret, Halûk’un Defteri’ni kendi el yazısıyla bastırdığı gibi şiirleri arasına da birtakım desenler çizmiştir. Ayrıca portre, natürmort ve peyzaj tablolarıyla oldukça başarılı bir yağlı boya ressamıdır.

Eserleri.

Rübâb-ı Şikeste (İstanbul 1316, 4. bs., 1327),

Târîh-i Kadîm (İstanbul 1321),

Halûk’un Defteri (1327),

Rübâb’ın Cevabı (1327),

Şermin (1330).

Yeni harflerle de çeşitli baskıları yapılan Rübâb-ı Şikeste’nin şairin kitaplarına dahil etmediği diğer şiirleriyle birlikte Tevfik Fikret’in Bütün Şiirleri (haz. Âsım Bezirci, İstanbul 1984) ve Tevfik Fikret-Bütün Şiirleri (haz. İsmail Parlatır-Nurullah Çetin, Ankara 2001) adıyla iki baskısı yapılmış, dergilerde kalan dil ve edebiyatla ilgili makaleleri Dil ve Edebiyat Yazıları’nda bir araya getirilmiştir (haz. İsmail Parlatır, Ankara 1987). Tevfik Fikret’in İstanbul Belediyesi Arşivi’nde bulunan evrakının bir kısmı Mektuplarla Tevfik Fikret ve Çevresi (haz. M. Fatih Andı-Yılmaz Taşçıoğlu-Hüseyin Yorulmaz, İstanbul 1999), Kartpostallarla Tevfik Fikret ve Çevresi (haz. M. Fatih Andı-Yılmaz Taşçıoğlu-Hüseyin Yorulmaz, İstanbul 1999) adıyla neşredilmiştir. Âşiyan Müzesi’ndeki yağlı boya, sulu boya ve karakalem resimleri Çizgiler ve Renkler Arasında Tevfik Fikret ismiyle albüm halinde basılmıştır (İstanbul 2005).

BİBLİYOGRAFYA:

Köprülüzâde Mehmed Fuad, Tevfik Fikret ve Ahlâkı, İstanbul 1918; Ahmed Naim, Tevfik Fikret’e Dair, İstanbul 1336; Ruşen Eşref [Ünaydın], Tevfik Fikret: Hayatına Dair Hâtıralar, İstanbul 1919; Salih Nigâr Keramet, Fikret’in Hayat ve Eseri, İstanbul 1926; Sabiha Zekeriya Sertel, Tevfik Fikret-Mehmed Âkif Kavgası, İstanbul 1940; Eşref Edip Fergan, İnkılâp Karşısında Âkif-Fikret, Gençlik-Tan’cılar, İstanbul 1940; a.mlf., Pembe Kitap: Tevfik Fikret’i Beş Cepheden Kırk Muharririn Tenkitleri, İstanbul 1943; Rıza Tevfik Bölükbaşı, Tevfik Fikret: Hayatı, San’atı, Şahsiyeti, İstanbul 1945; Kenan Akyüz, Tevfik Fikret, Ankara 1947; Hilmi Yücebaş, Bütün Cepheleriyle Tevfik Fikret: Hayatı, Hâtıraları, Şiirleri, İstanbul 1959; İsmail Hikmet Ertaylan, Tevfik Fikret: Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri, İstanbul 1963; Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri: Tanzimat’dan Cumhuriyet’e Kadar, İstanbul 1969, s. 92-100, 158-163; a.mlf., Tevfik Fikret: Devir, Şahsiyet, Eser, İstanbul 1971; M. Kaya Bilgegil, Tevfik Fikret’in İlk Şiirleri, Erzurum 1970; Hikmet Tanyu, Tevfik Fikret ve Din, İstanbul 1972; Orhan Okay, Edebiyat ve Sanat Yazıları, İstanbul 1990, s.136-158; Mehmed Rauf, Edebî Hatıralar (haz. Mehmet Törenek), İstanbul 1997; Abdullah Uçman, Edebiyat-ı Cedîde’ye Dair Ali Ekrem’den Rıza Tevfik’e Bir Mektup, İstanbul 1997; Hasan Akay, Tanzimat Sonrası Türk Edebiyatında Yeni Fikirler, İstanbul 

Kurucularından Tevfik Fikret, İstanbul 1998; Serol Teber, Tevfik Fikret’in Melânkolik Dünyası: Âşiyan’daki Kâhin, İstanbul 2002; İsmail Parlatır, Tevfik Fikret, Ankara 2004; a.mlf., “Tevfik Fikret”, TDEA, VIII, 330-338; Bir Muhalif Kimlik: Tevfik Fikret (haz. Bengisu Rona-Zafer Toprak), İstanbul 2007; Hilmi Uçan, Batı Şiiri ve Tevfik Fikret, Ankara 2009; Himmet Uç, Tevfik Fikret’in Psikobiyografisi, Ankara 2009; Seyfi Kenan, “II. Meşrutiyet’le Gelen Yeni Eğitim Arayışları: Tevfik Fikret’in Yeni Mekteb’i ve Eğitim Felsefesi”, 100. Yılında II. Meşrutiyet: Gelenek ve Değişim Ekseninde Türk Modernleşmesi Uluslararası Sempozyumu, Bildiriler (haz. Zekeriya Kurşun v.dğr.), İstanbul 2009, s. 275-285; Muallim (Tevfik Fikret için nüsha-i mahsûsa), İstanbul 1917; Düşünce (Tevfik Fikret için nüsha-i mahsûsa), İstanbul 1918; Nuri Sağlam, “Servet-i Fünûn’a Kadar Tevfik Fikret ve Bilinmeyen Şiirleri”, TDED, XXX (2003), s. 403-444; Biyografya (Tevfik Fikret özel sayısı), sy. 7, İstanbul 2006.

Abdullah Uçman, TDV, cilt: 41; sayfa: 13

 

  İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR·      

·      TEVFİK FİKRET- ŞİİRLER

·      PROMETE-METİN İNCELEME

·      BALIKÇILAR-METİN İNCELEME

·      SABAH EZANINDA-ŞİİR

·      ÖMR-Ü MUHAYYEL-ŞİİR

·         SEZA-METİN İNCELEMESİ

 


  TEVFİK FİKRET

Cenab, ondan bahsederken “esmerin dûnunda bir renk!” demişti. “Bazularını görenler Fikret’i pehlivan, ellerine bakanlar prens sanırlardı!” hükmü de onundur.

Bütün bir ömrü birlikte geçirmenin verdiği derin salâhiyetle konuşan Cenab, o makalesinde Fikret’i ne güzel anlatır. Yalnız bence bu yazının bir tek kusuru var: Sevgisi. Seven adam, çok yakından baktığı için iyi göremez. Yahut gördüm sandığı şey hakikat değildir.

Cenab bunu Fikret’in öldüğü hafta içinde yazmıştı. Ölüm sevdiklerimizin güzelliğini arttıran bir duvaktır. İnce buruşuklukları, derindeki pürüzleri örtüp silen bir duvak.

Bugün resimlerine bakanlar, o ufuk gibi geniş alnın arkasındaki âlemi göremezler. Objektif, yalnız sığları zapt eden bir âlettir. Fikret’i ancak bir büyük fırça dâhisinin renk mahşeri anlatabilir.

Servet-i Fünun’un bu seçme şairi, memleket münevverlerini ikiye bölmüştür.

Büyük bir kalabalık ona taşkın bir sevgiyle bağlanıp övdü. Bazıları da başka başka bahanelerle sövdüler. Yukarıda sevenlerin çok yakından baktıkları için iyi göremediklerini söylemiştim. Sevmeyenler de çok uzaktan seyrettikleri için göremediler.

Şahsiyeti etrafında bu kadar çok konuşulmuş bir sanatkârın hâlâ bulutlu ve sisli bir varlık olarak kalışı gerçekten acıdır.

Fakat bu eksikliği biraz da tabiî görmek gerek. Tarihe mal olan adamlar, zaman ve mesafe eleklerinden süzülmeden bitaraf tetkiklere, tereddütsüz ve objektif hükümlere eremezler.

Ben onu tanımadım. Konuşmadım; ama eserleriyle tâ küçük yaşımdan beri haşir neşir olmuşumdur. Ömrünü inceden inceye araştırdım. Eserleriyle bu hayat akışı arasındaki münasebetleri belirtmeye çalıştım.

Yeni Mecmua'nın sayılı sahifeleri bunların hepsine elbette yetmez. Zaten bu portreler, bilmeyenlere bir şey öğretmek için değil, bilenlere yardım için yapılıyor. Hükümlerimi delillerin darasından çıkararak sunuyorum.

Şimdiye kadar ona dair yazılanların hepsini okudum. Birinin eksik bıraktıklarını ötekinin fazlasından telâfiye uğraştım. En son mürşidim de kendi eserleri oldu.

İlk etraflı tetkiki, 1918 Eylülünde Tevfik Fikret ve Ahlâkı adlı risale ile Köprülü Fuat yaptı. En sonuncusu da Aynîzâde’nin eseridir. Arada makaleler, hitabeler, nutuklar falan da var.

Yalnız dediğim gibi, bunların hepsinde serinkanlı İlmî bir inceleyişten ziyade gönül aynasında seyredilmiş Fikret’ler yaşamaktadır.

Bunlar, Müntehabat-ı Tercümanı Hakikat, Mirsad, Malûmat' da görülen Fikret’le, Rübab-ı Şikeste şairi ve Halûk’un Defteri’nin sahibi Fikret arasındaki ayrı simalara, bambaşka şahsiyetlere hiç dokunmamışlardır.

Bence en doğru tasnif şudur:

1.    “Sabah Ezanında” manzumesinin sahibi Kadırgalı Fikret,

2.    Mekteb-i Sultanî yetiştirmesi Fikret,

3.    Bize Amentü’ler yazan mason Fikret.

Eserlerinde bu üç varlığın da izlerine ayrı ayrı rastlanır.

Birinci ve ikinci başlıklar ki sosyalist Fikret’in bir adım sonra, vatandan hudutları kaldırdığını görürüz.

Ne yazık ki elimizde bu ruh ve fikir istihalelerinin maddî delilleri yok. Bu geçit ve geçişlerin mimarîsini, hayatına bakarak biz yapmak zorundayız.

Çok ehemmiyetli bulduğum bir nokta da ondaki ceddanî tesirlerdir. Fikret’in annesi babası hakkında pek az şey biliyoruz. Şu sakızlı kız rivayeti ne dereceye kadar doğrudur?

Sanatkârımızın mahremiyetine girenler, onun yaşayışı ile birlikte bu işi de belirtmeliydiler. Fikret’i kaplayıcı bir gözle görebilmek için bunlara muhtacız.

Sevenler ona birçok sıfatlar verdiler. Hattâ bizzat kendisinin istemediklerini de: Büyük şair, büyük mütefekkir, büyük mürebbi, büyük vatanperver... büyük ahlâkçı...

Büyük şairin hududu nedir? Galiba biz bunu pek de bilerek kullanmıyoruz. Büyüklük, Fikret’in şairliğinde değil, şiirde yaptığı inkılâptadır. Çünkü Servet-i Fünun’cular içinde meselâ Hüseyin Siret, daha lirik ve daha şair bir sîmadır.

Mütefekkir Fikret? Ben onda böyle bir ilim adamı tanımıyorum. Mürebbi Fikret için çok şey dinledim. Talebeliğini edenlerle görüştüm. Müessir bir adam olduğunu söylediler. Fakat mürebbilik, hayatın birkaç senelik emeğiyle ödenecek, kazanılacak unvanlardan değildir. Bu kadar basiti ise, Fikret gibi bir adama yamadan başka hiçbir kıymet veremez. Ahlâkçı Fikret? Eğer ahlâklı Fikret yerinde kullanılıyorsa bir şey diyemem. Yok eğer hususi ahlâk sahibi, ahlâkta sistem kurmuş bir adam denilmek isteniyorsa, bu da kabul edilemez. Çünkü ortada böyle bir şey yoktur.

Büyük vatanpervere gelince:

Fikret dünyayı vatan, insanlığı millet bilen bir adamdı. Vatanı olmayanın vatanperver olmasını akıl alır mı? O “Amentü”yü yazdığı vakit Bulgar topları Çatalca önlerinde patlıyor, koca Rumeli kan ve ateş içinde yüzüyordu. Avrupa, kollarını bağlamış bu cehenneme bakıyor. Türk vatanından yükselen çığlıkları duyuyor, fakat tınmıyordu.

İnsanlıktan iğrenmek için başka örneğe, ayrı sebebe lüzum olmadığı günlerde Fikret bu gaflete kapılmıştı. Eserleri arasında “Hasan’ın Gazası”, “Kenan”, “Millet Şarkısı” gibi şiirler var diye onu büyük vatanperver sayamayız. Çünkü Balkan faciası onu hissiz bırakmış, sokaklara dökülen yaralılar, muhacir kafileleri, ona bir damla mürekkep harcatmamış, bir tek mısra yazdıramamıştı.

Hâlbuki bunların karşısında coşmak için bir şairin vatanperver olmasına da hacet yoktu. Her kanayan yara, onların kalemlerini kana boyar.

Yazmadı! Çünkü küskündü. Millete küsülür mü, demeyin. O, bunu yaptı. Darülfünun profesörlüğünü istemeyişi, Robert Kolej’e yaslanışı da yine bu küskünlük yüzündendir.

Mücerret konuşanlar, derler ki Fikret, çok ahlâklı olduğu için herkesi kusurlu görüp iğrenirdi. Bu medh midir, alkış mıdır? Yoksa korkunç bir zem midir?

Ben şunu biliyorum ki Fikret mesut bir şair, talihsiz bir baba ve bedbaht bir aile reisi idi. Memleket felâketlere uğradığı zaman Halûk burada yoktu. Dünyanın en büyük zaferini kazandığımız günlerde yine onu burada göremedik. Türkiye bambaşka bir ülke oldu, bizimle eller övündü. O yine yok. Yine yok. Orhan Seyfi’nin dediği gibi müze yapılan Âşiyan’ın kapısına “Buraya herkes girebilir, yalnız Halûk’a yasaktır!” levhasını aşmalıyız.

Ve Fikret’e dair kıymet hükümleri verirken boş heyecanlara kapılmayalım. Taşımadığı değerler bağışlamayalım. İstemediği sıfatlar takmayalım. Çünkü bunlarla en çok yine onu incitmiş oluruz.

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER


TEVFİK FİKRET-2

26 Aralık 1867 tarihinde İstanbul'da Aksaray'da doğdu. Asıl adı Mehmed Tevfik'dir. Toplumsal içerikli şiirleriyle ilerici düşüncelerin simgesi haline gelmiş, Türkiye'de Batılı sanat anlayışının yerleşmesinde büyük rol oynamıştır

Oniki yaşında öksüz kalan Fikret, Mahmudiye Rüştiyesi'nde okudu. 1888'de Mekteb-i Sultani'yi (sonradan Galatasaray Lisesi) birincilikle bitirdi. Birincilikle bitirdiği bu okula daha sonra Türkçe öğretmeni (1892)ve müdür olarak hizmet verdi. 1891 yılında Mirsad dergisinin açtığı şiir yarışmasında birincilik kazanınca, edebiyat çevrelerinde adını duyurdu

Edebiyat-ı Cedide'nin en önemli temsilcisi olan şair, 1894'te Malumat dergisini çıkaranlar arasında yer aldı

1895'te hükümetin memur maaşlarından kesinti yapmasına tepki olarak Mekteb-i Sultani'deki görevinden ayrıldı. 1896'da Servet-I Fünun dergisinin yazı işleri müdürlüğüne getirildi; dergi onun yönetiminde Edebiyat-I Cedide akımının yayın organı durumuna getirildi. Aynı yıl Türkçe öğretmeni olarak Robert Kolej'e giren Tevfik Fikret o dönemde aydınlar üzerindeki yoğun baskılar sırasında birkaç kez gözaltına alındı, evi arandı. Bir süre sonra dergideki görevinden ayrıldı. 1906'da Robert Kolej'in hemen yakınında bir ev yaptırarak Aşiyan(*) adını verdi, eşi ve oğlu Haluk'la birlikte buraya yerleşti. 1908'te II. Meşrutiyet'in ateşli savunucularından biri oldu. Meşrutiyet'ten sonra Hüseyin Kazım Kadri ve Hüseyin Cahit (Yalçın) ile birlikte Tanin gazetesini kurdu.

Gazete İttihat ve Terakki'nin yayın organı durumuna getirilmek istenince buna karşı çıktı ve Tanin'den ayrıldı. Daha sonra Mekteb-i Sultani müdürlüğüne getirildi. O günlerde çıkan 31 Mart Olayı'nı protesto etmek amacıyla bu görevinden de ayrıldı; ama öğrencilerinin ve Maarif Nazırı Nail Bey'in ısrarlarıyla geri döndü. Sekiz ay sonra yeni Maarif Nazırı Emrullah Efendi ile anlaşamayarak görevinden bir daha dönmemek üzere ayrıldı. İttihat ve Terakki iktidarına karşı çıkarak Aşiyan'a çekildi. Ağır bir şeker hastalığına tutulmuştu. Kolundan olduğu bir ameliyattan sonra öldü.

Küçük yaşlarda yazmaya başladığı ilk şiirlerinde iç dünyasından gelen sesleri yansıtmaya çalışan Tevfik Fikret, Muallim Naci ve Recaizade Mahmut Ekrem'in şiir anlayışları arasında uzun bir arayış dönemi geçirmiştir. Daha sonra Fransız şiiriyle tanınmış ve özellikle Françoıs Coppe'den etkilenerek kendi şiiri aramaya başlamıştır. Fikret'in Fransız edebiyatındaki "şiirsel yazı" türünün etkisiyle dize sonlarını değişik eylem kipleriyle ya da eylemsiz bağladığı şiirleri, beyit bütünlüğünü kırıp dizeyi özgür bırakması aruz ölçüsünün katı kalplarını genişletmiştir. Fikret aşırı titiz tutumu ve en küçük ayrıntılar üzerinde durmasıyla kendine özgü bir üslup yaratmış ve çağına damgasını vurmuştur. Biçimsel kaygıları hiçbir zaman bırakmamış, sürekli yenilik aramıştır. Rübab-I Şikeste'de (1900,1984), toplumsal konulara ağırlık veren şiirlerinin yanı sıra günlük konuşma diline yakın şiirlerinde vardır. Betimlemelerindeki ayrıntı ustalığı ressam kişiliğiyle de ilgili olan Fikret'in doğa şiirlerinde, doğayla neredeyse örtüşmeye varan bir uyum görülür. Oğlu Haluk'un, onun şiirlerinde büyük etkisi olmuştur. İkici şiiri Haluk'un Defteri'ndeki (1911, 1984) şiirler en iyimser ve umutlu şiirlerdir. Bu şiirlerinde Fikret oğluna ve Osmanlı gençliğine çalışkanlık, yurt sevgisi, hak ve hukuktan yana olma gibi erdemleri öğütlemiştir. Rübabın Cevabı'ndaki (1911, 1945) "Sis" şiirinde acı, zorbalık, baskı ve haksızlıkları anlatmış, "Tarih-I Kadime Zeyl" şiirinde de Mehmet Akif'in (Ersoy) suçlamalarına karşılık vermiş, din ve doğa konusundaki görüşlerini ortaya koymuş, kendisinin de doğanın bir izleyicisi olduğunu söylemiştir. Şermin ise (1914, 1983) Fikret'in, yalın bir dil ve kısa dizelerden kurulu dolaysız bir anlatımın egemen olduğu şiirlerinden oluşur.

Fikret 30 yaşlarındayken çevresindeki olumsuzluklardan etkilenmeye başlamış ve sorunlarına karşılık aradıkça, dünya görüşü yaşadığı dönemin kültür koşullarını aşmıştır. Özgürlük ve eşitlik anlayışı ezilen insanların çıkarları doğrultusunda toplumsal bir öz kazanmıştır. Sınıfsal çıkarlara dayalı yönetim biçimini eleştirmiş, belli egemen sınıfların koyduğu yasalara ve yönettiği devlete karşı çıkmıştır. Ekonomik hak ve özgürlüklerden yoksun bırakılan kitleleri kağıt üstündeki siyasal özgürlüklerinin bir anlamı olmadığını göstermiştir.

Özel yaşamında da katı bir ahlak anlayışını sürdürmüş, kusursuz bir aile babası olmuş çevresindeki kaypaklık ve çıkarcılıkları hoş görmemiş, bu nedenle de pek az insanla dostluk kurabilmiştir. Fikret'in düşüncesinde en önemli yan insana verdiği önemdir. Ona göre bütün sorunların üstesinden gelecek, mutlu yarınları hazırlayacak olan insandır. İnsanın üstünlüğünü sağlayan duyarlığı ve sezgi gücü değil, düşünme gücü ve aklıdır. Öbür yapıtları arasında Tarih-i Kadim (1905), Son Şiirler (1952; yay. Haz. Cevdet Kudret) sayılabilir.

 

Tevfik Fikret Üzerine Kitaplar

  • Akyüz Kenan, Tevfik Fikret, 1947
  • Ayni, Mehmet Ali, Reybilik, Bedbinlik, Lailahilik Nedir? 1927
  • Aydın, Cazibe, Tevfik Fikret, Konfüçyüs, Rubens, 1961
  • Bayrak, Mehmet, Tevfik Fikret, 1973
  • Bezirci Asım, Bütün şiirleri, 3 cilt, 1984
  • Bilgegil, M. Kaya, Tevfik Fikret'in İlk Şiirleri, 1970
  • Bölükbaşı, Rıza Tevfik, Tevfik Fikret, 1945
  • Çamlıbel, Faruk Nafiz, Tevfik Fikret, Hayatı ve Eserleri, 1937
  • Ertaylan, İsmail Hikmet, Tevfik Fikret, 1935
  • Ertaylan, İsmail Hikmet, Tevfik Fikret, Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri, 1963
  • Ertaylan, İsmail Hikmet, Tevfik Fikret Malümam'ta, 1965
  • Ertaylan, İsmail Hikmet, Tevfik Fikret Mirsad'da, 1965
  • Eşref Edip, İnkılap Karşısında Akif-Fikret, 1940
  • Eşref Edip, Tevfik Fikret'i Beş Cepheden Kırk Muharririn Tenkidi, 1943
  • Fuad Köprülü, Tevfik Fikret ve Ahlakı, 1918
  • Gölpınarlı, Abdülbaki, Tevfik Fikret ve Şiirimiz, 1941
  • İbrahim Alaeddin, Tevfik Fikret, 1927
  • Kaplan, Mehmet, Tevfik Fikret ve Şiiri, 1946
  • Kaplan, Mehmet, Tevfik Fikret, Devir-Şahsiyet-Eser, 1971
  • Karaca, Mehmet Selim, Akif'e Ve Fikret'e Dair, 1971
  • Memet Fuat (Bengü), Tevfik Fikret, 1979
  • Kemalettin Şükrü, Tevfik Fikret, Hayatı ve Şiirleri, 1931
  • Kiper, Kadri Ziya, Fikret'in Hayatı, 1947
  • Kudret, Cevdet, Tevfik Fikret-Son Şiirler, 1952-1968
  • Nayır, Yaşar Nabi, Tevfik Fikret, 1952
  • Nigar, Salih Keramet, Fikret'in Hayatı ve Eseri, İlhamı, 1926
  • Nigar, Salih Keramet, İnkılap Şairi Tevfik Fikret'in İzleri, 1943
  • Ozan, Kunt, Tevfik Fikret, 1937
  • Öngay, Mehmet, Tevfik Fikret, 1968
  • Özkırımlı, Atilla, Tevfik Fikret, 1978
  • Sertel Sabiha Zekeriya, Tevfik Fikret-Mehmet Akif Kavgası, 1940
  • Sertel, Sabiha Zekeriya, Sebilürreşatçıya Cevap, 1940
  • Sertel, Sabiha Zekeriya, Tevfik Fikret, İdeolojisi ve Felsefesi, 1946
  • Sertel, Sabiha Zekeriya, İlericilik Gericilik Kavgasında Tevfik Fikret, 1969
  • Tanpınar, Ahmet Hamdi, Tevfik Fikret, 1937
  • Sümbüllük, Esat S., Tevfik Fikret'in İman İhtiyacı Şiirinin Şerhi, 1946
  • Sümbüllük, Esat S., Tevfik Fikret'in Tarihi Kadim Unvanlı Manzumesinin Şerhi, 1947
  • Tanyu. Hikmet, Tevfik Fikret ve Din, 1970
  • F. R. Tuncor - S. Arıkan, Dante, Mimar Sinan, Sokrat, Tevfik Fikret, 1952
  • Unesko (Türkiye Milli Komisyonu), Tevfik Fikret, 1967
  • Uraz, Murat, Tevfik Fikret, Hayatı, Edebi Şahsiyeti ve Şiirleri, 1945
  • Uraz, Murat, Tevfik Fikret ve Kitaplarında Çıkmayan Şiirleri, 1959
  • Ülken, Hilmi Ziya, Tevfik Fikret, 1941
  • Ruşen Eşref, Tevfik Fikret, Hayatına Dair Hatıralar, 1919
  • Yücebaş, Hilmi, Bütün Cepheleriyle Tevfik Fikret, 1959

 

  İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR·      

 


TEVFİK FİKRET

İnhina tavk-ı esaretten girândır boynuma; 

Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bir şairim.

Tevfik Fikret

 

HAYATI: Tevfik Fikret 1867’de İstanbul’da, Aksaray’da doğdu. Babası Hüseyin Efendi, çeşitli devlet görevlerinde bulunmuş, son olarak —bir çeşit sürgün bulunduğu— Hama şehri mutasarrıfı iken ölmüştür.

Asıl adı Mehmet Tevfik olan ve Fikret adını ileride, şiir yazmaya başladıktan sonra alan şair, çocukluk yıllarında Aksaray’daki Mahmudiye Rüştiyesinde okudu. Bu okulun 1877-1878 Osmalı-Rus Savaşı’nda, Balkanlardan sökülüp gelen göçmenlere barınak yapılıp kapanması üzerine, babası onu Galatasaray Sultanisi (Lisesi) nin ilk kısmına yazdırdı, Fikret, Galatasaray’dan mezun olduktan sonra memurluğa girdi. Kısa bir süre Hariciye İstişare Odası’nda çalıştı. Buradaki görevlilerin hemen hiç bir iş görmeden maaş aldıklarına tanık olunca kısa zamanda işinden istifa etti. Birikmiş maaşlarını da: «Çalışmış değilim ki para alayım» gerekçesiyle geri çevirdi.

Gedikpaşa’daki Ticaret okulunda Fransızca, Galatasaray’ın birinci döneminde Türkçe dersleri okutmaya başladı. İlk şiirlerini de bu sıralarda yayımlamaya girişti. Evlendi ve 1895 yılında —eserlerinin en büyük ilhamcısı olan oğlu Halûk— ilk ve son çocuğu doğdu.

1896 yılında kurulan «Edebiyat-ı Cedide»nin yayın organı olan Serveti-fünun dergisinin yazı işleri müdürü ve edebî yönetmeni oldu. En mutlu ve verimli yıllarını o dönemde yaşadı. Bu sırada Bebek sırtlarındaki Robert Kolej’de Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği de almıştı. Servetifünun topluluğunun ve Fikret’in bu hareketli çağı beş yıl kadar sürdü. Saray, Edebiyat-ı Cedîde’nin, özellikle Fikret’in tutumunu beğenmiyordu. Bu arada şair bir kere tutuklanmış, ancak kısa bir süre sonra serbest bırakılmıştı.

1901 yılında, Hüseyin Cahit’in bir makalesi üzerine Servetifünun topluluğu dağılınca Tevfik Fikret, sadece edebiyat çevresi ile değil, İstanbul’la da ilişkisini kesti. Rumeli sırtlarında, Robert Kolej’in kendisine vermiş olduğu bir arsa üzerinde yaptırmış olduğu evine kapandı. Vaktiyle Aksaray’daki evlerinin bahçesinde küçük bir kulübesi vardı; ilk gençlik yıllarında bu küçük tahta kulübeye çekilir, orada okuyup yazmakla uğraşırdı. Ona, «yuva» anlamına gelen Âşiyân adını vermişti. O günlerin ve o kulübesinin anılarını unutamamış olmalı ki bu yeni evine de aynı adı verdi. Bilindiği gibi içinde yaşayıp öldüğü o küçük köşk bugün hâlâ bu adı taşımaktadır ve günümüzde müze halinde korunmaktadır.

Tevfik Fikret, pek büyük zorunluluk olmadıkça İstanbul’a inmiyor, günlerini gecelerini hep kendi sıcak aile yuvasında ve Robert Kolej’deki öğrencileri arasında geçiriyordu. İstibdat idaresinin baskısını en yoğunlaştırdığı yıllardı. Bundan tarifsiz ezâlar duyuyor, kötümserlik içinde yüzüyordu. «Sis», «Bir Lahza-i Teahhur», «Sabah Olursa» gibi ünlü manzumelerinden çoğunu bu karamsarlık yıllarında yazdı. «Tarih-i Kadîm»in önemli bölümlerini yine o sıralarda tamamladı.

Bit gün, hiç umup beklemediği bir zamanda, 1908 yılı temmuzunda II. Meşrutiyet ilân edilince, Tevfik Fikret büyük bir iyimserliğe kapıldı. Artık ülkede her şeyin düzeleceğine inanıyordu. İstanbul’a inmeye başlayarak, yakın arkadaşı Hüseyin Cahit’le birlikte —adını da kendisinin koyduğu— «Tanin» adlı günlük gazeteyi kurdu. Fakat o pek aşırı bir ülkü ve inanç adamıydı; umduklarının gerçekleşmediğini görünce kısa zamanda tekrâr aşîyan’a "döndü.

Kendisini sevenler, ona inananlar vardı. Bunların ısrarlı aracılığıyla Fikret yeniden günlük hayata karışmaya razı oldu. Teklif edilen Galatasaray Lisesi müdürlüğünü kabul ederek büyük bir şevkle işe başladı. Onun bu okulda değerli hizmetler gördüğü ve görmeye de devam edeceği söylenir. Ancak bürokrasiden ve maarif sorumlularının zamana uymayan eğitim anlayışlarından tedirgin olan şair, kısa bir süre sonra bu görevinden istifa etti. Çevresi ve özellikle öğrencileri kendisini sevmişlerdi. Bunların direnişi üzerine Maarif Nezareti —bir çeşit özür dileme yoluyla— istifasını kabul etmeyerek görevi basma çağırdı. Fakat bu dönüş de uzun sürmedi. Zamanının Maarif Nazırı Emrullah Efendi’yle Tevfik Fikret gerçekten iki zıd zihniyetin insanlarıydı. Emrullah Efendi, Fikret’in ikinci ve kesin istifasını kabul edip onun yerine okul müdürlüğüne ünlü matematikçi Salih Zeki Bey’i tayin ederken: «Mektebin başına bir şair yerine bir âlim getirdik» gibilerden ölçüsüz, düşüncesiz bir söz kullandı. O günlerde bütün aydın çevrelerde büyük ve olumsuz yankılar uyandıran bu söz Fikret’i okuldan tamamıyla uzaklaştırdı.

Tevfik Fikret’i sevip takdir edenler —son olarak— kendisini bir kez de Darülfünun hocalığına çağırdılar. Maddeten, manen yorgun düşmüş bulunan şair, çok kısa bir süre bu bilim ocağına da devam etti. Lâkin küskünlüğü ve kırgınlığı benliğini öylesine sarmıştı ki burayı da beğenmedi ve —bir daha kesinlikle dönmemek üzere— son defa Âşiyân’a çekildi. Bu arada, Emrullah Efendi gibi, o da büyük bir gaf yaptı. Bir gün kendisini öylesine seven ve sayan dostlarının: «Niçin ulusal kurumlarımızda değil de, bir yabancı eğitim kurumunda çalışmayı tercih ediyorsunuz?» yollu serzenişlerine karşı: Benim irfânım artık tebdil-i tâbiiyet etmiştir.» demekten çekinmedi. Onun bu sözü, düşmanları tarafından —biraz da haklı olarak— daima sömürülmüş ve bu tutumunun, ileride yurdunu, ulusunu terk edip bütün bilgi ve hizmetlerini yabancı bir uyruğa sunan oğlu Halûk’a yeşil ışık yaktığı ileri sürülmüştür.

Şairin son yıllarında İmparatorluk çok kötü günler yaşıyor, hızla çöküntüye doğru gidiyor; ülkeyi yönetenlerin de çok belirgin başarısızlıkları göze çarpıyordu. İrfanının uyruk değiştirdiğini söyleyen Fikret, her şeye rağmen, son derece üzgün ve tedirgindi. Memleketi yönetenler başta olmak üzere, çeşitli kimselere ve zihniyetlere karşı zehir dolu manzumeler yazmaktan kendini alamıyordu. Birinci Dünya Savaşı’nın kopması ve devletin bu savaşa katılması onun için son bir yıkım oldu. Hastalanmıştı. Hastalığı giderek arttı. Nihayet savaşın kopmasından bir yıl sonra, 1915 ağustosunda, ümitsizlik, karamsarlık ve yeis içinde öldü.

Bazı manzumelerinden dolayı kendisini dinsizlikle suçlayan kimi çevreler, cenaze namazının kılınmasının caiz olmayacağını bile ileri sürdüler. Ama cenaze namazı kılındı. Tevfik Fikret —hem de İstanbul’un din bakımından en belirgin ve itibarlı bir semtine— Eyüp’e gömüldü. Uzun yıllar Eyüp’te yatan şairin kalıntıları, sonradan, Âşiyân’nı bahçesindeki bir köşeye getirilip burada yeniden toprağa verildi.

Türk edebiyatının uzak ve yakın geçmişteki temsilcileri içinde Tevfik Fikret kadar lehinde ve aleyhinde sözler söylenmiş, yazılar yazılmış, göklere çıkarılıp yerlere batırılmış bir başka sanatçı daha yoktur.

Onun belki de en büyük kusuru olan kötümserliğini, bir yazarımız ölümünden uzun yıllar sonra, şöyle çözümlemişti: «Fikret bir türlü memnun, mutlu olamayan, kendisini kötümserlikten ve yakınmadan kurtaramayan karaktere sahipti. Daima idealindeki bir kurtarıcıyı beklerdi. İsteyip özlemini çektiklerinin hemen hepsini ölümünden beş, on yıl sonra Mustafa Kemal gerçekleştirdi. Fakat düşünüyorum; Atatürk zamanını idrâk etseydi acaba mutlu olur ve sızıldanmalarını keser miydi? Hiç de sanmıyorum. O mutlaka bu sefer de yeni yeni üzüntü ve hayıflanma sebepleri bulurdu...»

EDEBÎ KİŞİLİĞİ: Şiir denemelerine daha okul sıralarında iken başlayan Tevfik Fikret, önce —o günlerin modasına uyarak— divan tarzında bazı manzumeler yazmış, daha sonraları gününün yaygın etkisiyle Muallim Naci’yi taklit eden örneklere yönelmişti. «Mirsad», «Mektep» gibi dergilerde bu iki zevkte şiirler yayınlıyor, asıl yolunu arıyordu. Ona, aradığı yolun gerçek amacını gösteren, Galatasaray’dan edebiyat öğretmeni bulunan Recaizade Mahmut Ekrem oldu. Kendisini kolundan tutup birden Servetifünun’un başyazarlığına getirirken, okulda iken öğrettiği batılı ürünlerin benzerlerini yazmasını da salık verdi. Böylelikle Mehmet Tevfik’ten kısa bir süre içinde bir Tevfik Fikret doğmuş oldu. Bu Tevfik Fikret sadece konuda değil, duyguda ve düşüncede, dilde ve anlatımda, biçimde ve yapıda da yepyeni bir nitelikte ortaya çıkıyordu.

Servetifünun’un yöneticisi Tevfik Fikret’te şiir birden belirli atılımlar göstermişti. Artık şiir —her şeyden önce— sadece gözyaşı, duygusallık, sevgilinin kaşı gözü, ona karşı duyulan özlem ve ıstıraptan ibaret değildi. Şiir, toplumun ve toplumdaki türlü çeşit acılardan muztarip bulunan insanların büyüklü küçüklü dertlerini de dile getirmekle yükümlü idi. Hasta ve yoksul bir çocuk, aç ve yaşlı bir balıkçı, sakat olduğu için dilenmek zorunda bulunan bir ihtiyar, yolda çiğnenmekte olan kuru bir yaprak, kendini bilmeyecek kadar içmiş bir sarhoş, sabah ezanının yankılanışları, hatta bir bisiklet, pencereye vuran yağmur damlaları... hâsılı evrendeki her şey, her şey şiire konu, belki görev olabilirdi. Tevfik Fikret öğrendikleri, okudukları, duydukları ile birlikte gördüklerini de birbirine karıştırdı; ortasında nefes alıp verdiğimiz tüm ortam uzağı ve yakını ile artık şiirin sınırları içine girebilirdi, girmeliydi. O da böyle yaptı. Kendisinden bir süre önce Abdülhak Hâmid şiirin konusunu ve sınırlarını zorlamış ve onu bir hayli yaygınlaştırmıştı. Şimdi o da bu yolu izleyecek ve Hâmid’in çığırını daha da genişletecekti. Fikret sanat çabasını bütünüyle bu yöne yöneltti.

Ne var ki bu içyapılara hakkıyla ulaşabilmek için dış yapıda, nazmın biçim ve kurallarında da bazı zorlamalar ve aşamalar yapmak gerekiyordu. Yüzyıllar vardı ki Türk şiiri çok kesin ve kanun kadar güçlü birtakım gelenekleri içinde hapsedilmişti. Divan edebiyatının en güçlü sanatçıları bile bu geleneklerin dışına çıkabilmek imkânını bulamamışlardı. Gerçi bazı Tanzimatçılar bu alanda çevrelerini zorlamışlardı; ama Muallim Naci ve onun kendisinden çok daha aşırı taraflıları, bir set gibi, bunların karşısına dikilmişlerdi.

Tevfik Fikret olanı biteni iyice sezinledikten sonra harekete geçti. Beyit kuralını, kafiye düzeni ve anlayışım, nazım biçimini cesur atılışlarla bir yana itti. Aruz vezni ki, bin kıla yakındır, Türkçe’nin fonetik ve morfolojik gelişmesini kösteklemişti. Fikret bu konuya da eğildi. Kelime çeşitleriyle fiil kiplerinin değişik ve kendi dil anlayışımıza göre kullanılmasını öngörerek anlamı nazma kul olmaktan kurtarıp nazmı anlama kul etti. Ferdî duyguların his ve aşk dışında bulunanlarını daha çok ele aldı. Bunlara tabiatı, yaşanmış ve yaşanacak hayatı, ülküyü ve eyleme yönelik yurtseverliği, çalışkanlığı ve fazileti kattı. Sonuç olarak lirik şiiri hamasî ve didaktik şiirle karmaştırarak ona yeni bir hava aşıladı.

O bütün bunları Servetifünun döneminde başarmaya çalışmıştı. Serveti-fünun’un dağıtılıp susturulmasından sonra meydana getirdiği eserlere daha evrensel, daha hümanist bir çeşni kattı. Aslında umduğunun ve amaçladığının tam tersi yönünde yol alacak olan Halûk, onun nazarında gelecekteki Türk gençliğinin yiğit, çalışkan ve ülkücü bir temsilcisiydi. Bu temsilcinin kişiliğinde Fikret, bu ikinci dönem şiirlerinde hep Türk gençliğine yöneldi. Onları yurtsever, bilimsever, ülkücü ve ahlâklı olmaya çağıran eserler verdi. İstibdada, gericiliğe ve tutuculuğa lânetler yağdırdı. Çok şeyler umduğu İkinci Meşrutiyetken de ülkesi ve ulusu hesabına ümitsizliğe düşünce bu kez ihtilâlci nitelikte denilebilecek manzumeler meydana getirdi. Onun gerek sanatta, gerek inanışta, hatâlara düşmemiş olduğunu söylemek imkânsızdır. Ancak ciddî ve katıksız iyi niyetinden kuşku duymaya da imkân yoktur.

Tevfik Fikret —kendi kanısınca— bu ülkede hiçbir şeyin düzelip yoluna giremeyeceğine inanarak ölüm döşeğine uzandı. Belki dine ve bazı Kutsal inanışlara karşı çıkışı bile bu kötümserliği yüzünden meydana gelmiştir. Ancak şurasını belirtmek gerekir ki o hiçbir zaman tam bir yeise düşmedi. Bunun en belirgin belgesi ölüm döşeğinde, geleceğin kuşakları ve yapıcıları olan çocuklar için yazdığı şiirlerdir. Eski bir dostu olan bir eğitimci, kendisinden bu yolda bir ricada bulunduğu zaman Tevfik Fikret maddî-manevî bütün ıstıraplarını bir yana iteleyip «Şermin»i hazırladı. O «Şermin» ki şairin bütün sanat hayatı boyunca sürdüregeldiği dil ve vezin anlayışının bütünüyle zıddı bir yapıdaydı. Dil son derece duru, ölçü ise hece idi. Eser, karamsarlığa değil, iyimserliğe yönelikti.

Zaman zaman aşırı duygusallıklarının, aşırı öfkelerinin, aşırı alınganlıklarının esiri olarak sürçelemiş olmakla birlikte Fikret gerçek anlamıyla ahlâklı bir insan ve ahlâkçı bir şairdir. Batı’daki birçok meslektaşları ile oranlandığı zaman onun aşırı davranışlarının daima çok temiz ve çok masum kaldığını kabul etmek de zorunlu bir insaflılık olmalıdır.

Dilde, konuda, biçimde, eserinin iç ve dış yapısında kusursuz denilebilecek kadar mükemmel sayılması gereken Tevfik Fikret’in en büyük kusuru Türkçesindedir. Ö, Osmanlı Türkçesini ne kadar iyi kullanmış, belki geliştirip zenginleştirmişse, asıl ve öz Türkçeyi de aynı oranda zedelemiş, belki geriye götürmüştür. Bunun zararı Fikret’in hem kendi sanatçı kişiliğine, hem de tarihsel Türk edebiyatına olacaktır. Çünkü o, ruhu ve anlamı ile yaşama şansına sahip bulunduğu halde —dilinin gelecek kuşaklarca anlaşılmaması yüzünden— bu şansından çok şeyler yitirmiş durumdadır ve yitirmekte de devam edecektir.

Bütün bunlarla birlikte bu büyük şairi «Belirli bir döneme damgasını vurmuş bir sanatçı» olarak anmamaya elbette imkân yoktur.

BAŞLICA ESERLERİ: Rübâb-ı Şikeste (Fikret’in genellikle Servetifünun dönemindeki eserlerini içine alan bu şiir kitabında şair tüm okuyucu yığınlarına seslenmektedir.) Halûk’un Defteri (Oğlu Halûk’un kişiliğinde Türk gençliğine seslenmeyi hedef alan bu kitabında Fikret okuyucularına ülküyü, ahlâkı, mertliği, çalışkanlığı, yurtseverlik ve özgürlük duygularını aşılamayı öngörür.) Şermin (Çocuk şiirleri.) Heceyle ve çok duru bir dille yazılmış 30 manzumeden meydana gelen bu eser, Türk çocuk edebiyatının ilk ürünlerindendir.) Bunların dışında şairin Rübâb’ın Cevabı, Tarih-i Kadim, Doksan Beş’e Doğru gibi bazı manzumeleri küçük broşürler halinde, ölümünden sonra, değişik zamanlarda basılmıştır.

ŞEMSETTİN KUTLU, TÜRK EDEBİYATI ANTOLOJİSİ

 

                İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR·      

·      TEVFİK FİKRET- ŞİİRLER

·      PROMETE-METİN İNCELEME

·      BALIKÇILAR-METİN İNCELEME

·      SABAH EZANINDA-ŞİİR

·      ÖMR-Ü MUHAYYEL-ŞİİR

·         SEZA-METİN İNCELEMESİ