Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

G E C E L E R İ N İ L A H İ D Ü Ş Ü N C E L E R İ - MİRZA HACIYEV

 

( Tomazo Albinoninin “Adagio G- minor” semfonisinin etkisiyle)

Göklerde ve Yerde olan şeylerin hepsi Rahmana kul olarak vücuta gelmiş şeylerden başka değildir”. ( Sure 19, aye 53).

Yani genel anlamda bize nice yaratıldığımızı inceliklerine kadar bilmeyimiz Rahman için önemli değildir; Ona gerekli olan şey bizleri Onun yarattığını ve de Ona kul olarak yaratıldığımızı bilmeyimizdir. O yüzden biz insanlar için son derece önemli olan yaratılış meselesi, ecdadımız olan Ademle bağlı malumatlar Kurani-Kerimde sanki üstünden öteri dokunularak geçilen, üstünde o kadar da durulmasına ihtiyacın olmadığı sıradan bir habermiş gibi veriliyor. Ecdadımız hakkında 114 sure içinde yalnızca beş surede haber var ki, onlar da toplam yetmiş beş kadar ayedir ve o beş surenin hepsinde de Adem hakkında, insanın yaratılışı hakkında olan bilgiler tekrarlardan oluşuyor. O tekrarlar nezere alınmazsa yaratılışımız hakkındakı bilgiler toplam on beş kadar küçük ayelerdedir. Halbuki, mesela, Yusuf peyğamber hakkında ayrıca 106 ayelik bir sure var ve Yusuf peyğamberin başına gelenler bazen en küçük detaylarına kadar bildirilmiştir. Hazret Musa ile bağlı malumatlar ise hepsinden ağır basıyor, çeşitli surelerde tekrar-tekrar hatırlatılıyor. Yani Allah Kurani-Kerimi insanlara nice yaratıldıklarından çok niye yaratılmış olduklarını bilmeleri için göndermişdir. Tabii, Allah böyle istemişse böyle de olmalı, nice yaratıldığımızı en küçük teferrüatına kadar bilmekle ne değişebilr ki dünyada? Amma mesela semfoniler, resm eserleri, romanlar, mimarlık abideleri olmadan da guya beşeriyet yaşamakta devam etmeyecek miydi? Beşeriyyetin çok küçücük kısmı semfoni dinler, resm eserlerine hayran olar ki, bu kısım elit tabaka hisab edilir ve semfonileri de, resm eserlerini de o küçücük elit tabaka asrdan asra, nesilden nesile ötürür. Çünki o eserler beşer evladının bunca hayvan türleri içinde yaşadığı halde onlardan hakikaten de çok-çok yüksekde durduğunun mühürüdür. Yemek-içmeyi, çiftleşmeyi, kan dökmeyi, arazi uğruna savaşmayı her hayvan yapıyor. Bizim içimizde onlardan farklı olarak ilahiden bir parça --- ruh denilen şey var diye biz onlardan tabii ki farklı yaşamalıyız, onların asla ve asla yapamayacaklarını yapmalıyız. Ve de onlardan farklı olarak bizi kimin yaratdığını bilmeyimizin yanı sıra nice yaratıldığımızı da bilmek istiyoruz yana-yana. Teferrüatlarına kadar bilmeyimize hakkımız var demiyorum; hakkımız olmuş olsaydı Allah hiç değilse bir tek sure bu teferrüatlara ayırmış olurdu Kurani - Kerimde. Ama nice yaratıldığımızı inceliklerine kadar bilmek istiyor muyuz? Tabii ki evet. Dünyayı anlamağa başladığmız zamanlardan ta ecel saatimize kadar bu konu bizleri düşündürmüyor mu? Neden bu son derece önemli mesele mümkün olduğu kadar gizletilmeye çalışılmıştır bütün semavi Kitablarda insanlardan? Belki de bu incelikler verilmiş olsaydı bizim aklımız, mantığımız onu derk etmekte aciz kalırdı. Bunu anlıyoruz. Ama , mesela “Biz kime uzun ömür veriyorsak onu yaratılışda başıaşağı çeviririz” ve ya “ Biz nefsleri öldükleri zaman, ölmeyenleri de uykularında öldürürüz” ayelerinin manalarını çok mu anlıyoruz? Ve ya belki hazret Musanın asası yılana çevrilince mantığımız bunu sıradan bir şeymiş gibi kabül ediyor? Ademin kuru bir çamurdan, dokundukta çanak gibi ses çıkaran gilden yaratılarak içine Allahın ruhundan üfürülmekle canlantırıldığını nice? Anlaya biliyor muyuz? Hazret Musanın asası çamurdan değilmişse de ağac materialı olduğu için o da Ademin yoğrulduğu gil gibi cansız, kuru bir şey idi. “O nice canlanmışsa herhalde asa da öylesi gibi canlandırılmıştır” diyerek geçiyoruz. Çünki bunlar Allahın tecellileridir, nice oluşturulduğunu aklımız almaz. Ama aklımızın alamayacağını bildiği halde Allahü-Teala bunların haberini bize vermiş işte. Eğer “ İnsan dökülen bir meniden bir damla su değil miydi? Sonra bir kan pıhtısı oldu artık --- Allah onu --- yarattı, sonra ---etasını--- düzeltdi. Sonra ondan erkek ve dişi iki sınıfı kıldı” ( Sure 75, ayeler 37-38-39) veya “İnsanı sudan yarattık” ( Sure 25, aye 54) veya “ Andolsun ki, insanı çamurdan --- ibaret olan --- bir hülasadan yarattık. Sonra onu metin bir karargahta bir nütfe kıldık. Sonra o nütfeyi bir donmuş kan yarattık, müteakiben o donmuş kanı da bir parça et kıldık, sonra o et parçasını da kemikler kıldık, kemiklere de bir et giydirdik. Sonra da onu başka bir halk olarak inşa etmiş olduk...” ( Sure 23, ayeler 12-13-14) gibi bir kaç kısa ayeler olmazsaydı bu türlü haberlerden sonra böyle yanlış fikre gelmek mümkün olabilirdi ki, maddi alemde canlı olan ne varsa hepsi kuru çamurdan veya ağactan yaratılmış, sonra da Allah onların içine ruhundan üfürerek canlandırmışdır. Hakikaten de, eğer hazret Musanın asasının yılana çevrildiğini Firavun ve sarayın adamları, hatta caduger ve sihirbazlar görünce onun hakikaten de canlı olduğuna hiçbir şüpheleri olmamışsa o asa yılan olarak kalmakta devam etmiş olsaydı başka yılanlarla çiftleşerek ondan türeyecek yılanların ecdadının bir asa olduğundan kim şüphe edebilecekti ki? Hazret Musaya karşı çıktıkları için Allahın emriyle hakir maymunlara çevrilmiş bir kısım yahudiden sonralar maymunlar türemişse bu günün maymunları arasında ecdadı yahudi olanları ecdadı maymun olanlardan ayıra bilmek Galaksilerdeki kara deliklerin sırrını açmaktan da zor bir iş olmaz mıydı? Veya hazret Musanın asasından başka daha ne kadar ağac dalının yılana, timsaha, ejderhaya-falana çevrilerek günümüze kadar da dünyamızda yaşamadığını kim inkar edebilirdi ki?

Ama hayır. Kurani-Kerimden kesin biliyoruz ki, bir canlıdan diğerinin yaranması yalnız ve yalnız “dökülen meni” meselesidir ki, o bir kan pıhtısına, sonra bir et parçasına, sonra kemiklere çevriliyor, sonra kemiklere tekrar et giydirilir ve canlı varlık yaranıyor. Bu, yalnız maddi alemde, yani sidretül-münteha içindeki hayvan ve insan türünün yaranması prosesidir. Kuru bir çamurdan Ademin yoğrulması, sonra da ona Allahın ruhu üfürülmekle canlanması ise Ademin cennete salınması için yaratılış halidir. Havva o, yalnızlıktan qüsselenmesin diye onun kaburğa kemiyinden yaratılmışdır. ( Sure 15, ayeler 26-28-29-30-31).

Bakınız, Adem daha cennete salınmamışdı, şeytan ona secde etmekten imtina ediyor ve Allah da buna göre şeytana kazaplanarak “Kıyamete kadar lanet senin üzerinedir” diyor. Şeytan da diyor ki, “Ya Rab, öyleyse kabirlerinden kaldırılacakları güne kadar bana mühlet ver”. ( Sure 15, ayeler 35-36 ). Allah da mühlet veriyor.

Sonrasına bakınız. “ Şeytan dedi ki: Ya Rabbi! Beni azdırdığından dolayı ben de herhalde onlar için Yeryüzünde bezeyeceğim ve onların hepsini azdıracağım. Onlardan muhlisler olan kulların müstesna. --- Cenabi Hak --- buyurdu ki: Bu Bana ait dosdoğru bir yoldur. Şüphe yok ki, Benim kullarımın üzerinde senin için bir saltanat yoktur, ancak azğınlardan sana ittiba etmiş olanlar müstesna. Ve muhakkak ki, onların hepsine elbette vaad olunmuş olan yer cehennemdir ”. (Sure 15, ayeler 39-40-41-42-43 ).

Kimlerin hepsine vaad olunmuş yer cehennemdir?

Şeytana uyanların. Öyle mi?

Ama daha maddi alem yaratılmamış ki. Ne dünyamız var, ne de dünyamızdakı beşeriyet. Ademin cennetlik hali yenice yaratılmıştır ve daha cennete salınmamış o. Cennette yasak olunmuş ağacın meyvasından Havvayla yedikten sonra bu gezegene kovulmayacaklar mı ikisi de ve yalnız ondan sonra onlardan beşeriyet türemeyecek mi?

Demek ki, Ademin cennetteyken Allahın emrinden çıkacağı ve buna göre de cennetten çıkarılacağı, dünyamıza kovulacağı, ondan insan nesillerinin türeyeceyi ve o insanlardan birilerinin cehennemlik, birilerinin de cennetlik olacağı ilericeden belliymiş şeytana bile. Yani yalnızca sidretül-münteha içindeki mahlukatın değil de, cennet-cehennem içinde olanların da talihleri ilericeden ölçülmüş-biçilmiş, yazılmıştır. Bakınız, şeytanın Kıyametten de, Ahirette insanların yeniden dirildileceklerinden de haberi varmış. Sadece o zamana kadar ona mühlet verilib- verilmeyeceyini bilmiyor, bunu bilmediyi yüzünden de mühlet istiyor. Mübarek Adlardan birisi olan Hak ise herşeyden haberdardır tabii ki, ona göre de diyor ki, “ Sen muhakkak ki muhlet verilmişlerdensin”. ( Sure 7, aye 15; sure 15, aye 37; sure 38, aye 80 ).

Buradaca bir ince hususa dikkatinizi çekmek isterim. Bakınız, Hak demiyor “Muhlet verdim”. Diyor ki “ Muhlet verilenlerdensin”. Neden mi? Çünki muhlet veren Allahtır, Herşeydir, Sonsuz Varlıktır, şeytana kızan ise Allahın Mübarek Adlarından birisidir. Mübarek Adlar Esmai-Küll haliyle bile Herşey demek değildir, Ruhul-Evvelin Gönül görüntüsü olan Hüsnü-Camaldır. Hak şeytana ne kadar kızmış olsa bile Allahtan, Onun yazdığından öne geçemez. Allah şeytana ilericeden muhlet vermişse demek ki o, Kıyamete kadar cehenneme salınamaz, Mübarek Ad bunu isterse bile.

“ O, o --- Haliki--- Hakimdir ki, sizi bir tek nefsden yarattı” ( Sure 6, aye 98 ), “Sizi bir tek vücuttan yarattı, sonra ondan eşini vücuda getirdi” ( Sure 39, aye 6 ) ayelerindeki “siz” kelimesiyle ümumiyyetle bütün maddiyat, Kainattakı herşey hizab edilirse o zaman birinci ayedeki “ bir tek vücut” Ademin çamurdan düzeltilme cennetlik halinden de önceki, ilkin vechullah halidir. O halinde ondan eşi yaratılmamışdır, ayede bu bildirilmiyor. “Külli şeyyin halika la reyba illa vechehu” halidir bu. Yani Onun vechinden başka her şey helak olandır. Ne zaman? Kıyamet gününde. O halinde onun yüzü Nesimiye göre “on sekiz bin aleme ayinedir” ki, Mübarek Adlar “ondan Esma okumuşlar” Yüce Mecliste Allahın talebi üzerine. Allah onun içindeki alemlerden birisi olan cennete sonralar cennet huru olan Ademi, hur Ademden de cennet hurisi olan Havvayı yaratmışdır. Kaburğasından yaratmıştır. Bu artık ikinci ayedeki “tek vücut”tur. Dökülen meniden bir damla su olan, sonra kan pıhtısına, bir parça ete, sonra kemiklere, daha sonra yine ete çevrilerek yaratılan vücut ise artık Yeryüzünde yaşamak için yaratılan dünya insanıdır, beşer evladıdır ki, sonra ondan erkek ve dişi insanlar var olmuştur. Ademin bu üçüncü hali için ise bu aye vardır. “ İnsan dökülen bir meniden bir damla su değil miydi? Sonra bir kan pıhtısı oldu artık --- Allah onu --- yarattı, sonra ---etasını--- düzeltdi. Sonra ondan erkek ve dişi iki sınıfı kıldı” ( Sure 75, ayeler 37-38-39). Yani Adem her üç tür yaratılışında tek vücut olarak yaratılmışdır. Sadece, ikinci olan cennetlik hali ve üçüncü olan beşer hali yaratılışından bir kademe sonra onun kendisindence refikası yaratılmıştır. ( Ademin bu üç vech hali Nesiminin bir beytinde son derece lakonik verilmiştir. “Külli şeyin halika la reyba illa vechehu, Gör bu vechi ki ne vechin vechine bürhan olur”).

Tıp ilminin çoktan sübut ettiğine göre, doğmuş çocuğun erkek ya dişi olması kesinlikle anneden asılı değildir. Burada “suçlu” olan yalnızca babadır. Beşeriyetin bir tek vücuttan var olması bu anlamdadır. Kurani- Kerimde bildirildiği gibi, “Kadınlar sizin ekin sahanızdır” ( Sure 2, aye 223 ). Yani ne ekersin, onu da biçersin.

Ademin cennetlik halinin yaratılış prosesiyle dünya insanı halinin yaratılış prosesi tamamen farklı olsa da “çamur” konusu her iki hal için geçiyor; cennetlik halinde çamurdan bir heykel gibi yoğrularak canlandırılmışdır, dünya insanı hali ise çamurdan olan bir hülasadan. Metin bir karargahda o yapışkan gibi olan nütfe ( yani insan tohumu ) korunmuş, kan pıhtısına çevrilmiş, ondan da et, kemikler, nihayet, insan yaranmışdır. Mukayeseyle diyeyim ki, kolay anlaşılsın : sanki toprağa bir buğday tohumu atmışsın da, onun gibi cücermiş ilk beşerin tohumu, boy vermiş o “metin karargah” denen yerden. “Biz sizi yerden bir ot gibi çıkardık” ( Sure 71, aye 17 ) ayesinde bu hakikat bildirilmişdir. Bu aye böyle direk manasında anlaşılmalıdır, bu ayeden müteşabih ayeymiş gibi çeşitli manalar çıkararsak o zaman ilk beşer evladının yaratılışı meselesi bize herzaman gizli kalacak. Aye müstakimdir, o yüzden eğer Allah diyorsa bizi yerden ot gibi çıkarmıştır, demek ki ilk beşer evladının tohumu yaratılarak bitki tohumu gibi cücertilmişdir. Ve bu güne kadar da her bir beşer evladının doğuşu anne betninde dokuz ay bitki tohumuymuş gibi “cücerdikden” sonra baş veriyor. Cücermiş buğday tohumu toprakdan çıkarak boy veriyor, cücermiş insan tohumu anne betninden. Bir tek ilkin beşer tohumu için, yani ecdadımız olan ilkin beşer Ademin cücermesi için anne betni olmamışdır; o tohum Kurani-Kerimde adı geçen “metin karargahda” cücertilmişdir. Yani ilk beşer evladı için anne betni görevini o “metin karargah” , “ilahi laboratuvar” yerine getirmişdir. ( İlk beşer tohumunun anne betni olmadan bitki gibi cücertilmesi Kurani-Kerimden çok-çok öncelerden beşeriyetin hafızasında nesilden nesile ötürülmüşdür ki, eski halkların efsanelerinde bu hususa dokunulmuşdur. Kadim yunanlara göre, baş Tanrı Uranın denize atılmış kanlı cinsiyyet vezisinden güzellik ilahesi Afrodita yaranıyor. Veya onun toprağa düşen kanlı cinsiyet vezisinden Erinler ve titanlar doğuyor. “Arqonavtlar” efsanesinde toprağa atılan tohumlardan insanlar cüceriyor ve sair.)

Ne kadar ki Ademle Havva cennette yasak olunmuş ağaca yaklaşmamışlardı, hur ve huri olarak onların arasında izdivac olmamışdı tabii ki. Övret yerleri kapalıymış. Yani bedenleri cennette ebedi yaşaya bilmeleri için bizim bu “ihtiyarlanmaya meylli et bedenler”imizden değilmiş; kuruluş bakımından da, anatomik-fizyoloji bakımdan da farklıymış. Havvanın yaratılışı sadece onun cennette ebediyen tek-tenha, yalkız kalmaması içinmiş. İlk cin olan şeytanın vesvesesine uyarak o ağacın meyvasından yeyince hemen kapalı övret yerleri açılıyor. Yani bedenleri ali halden aşağı hale geçiyor; erkek ve dişi diye ikileşme baş veriyor. Ve artık cinsiyet orqanlı böylesi bedenlerle cennette yaşamaları mümkün olamayacağı için Allah onlara kızarak derhal cennetten çıkmalarını emrediyor.

Allahın emrine karşı gelmek mümkün mü? Demek derhal cennetten çıkarılmalıydılar. Öyle değil mi?

Ama ne oluyor? Ademle Havva yasak olunmuş ağaca dokundukları için çok peşiman oluyorlar. Adem Allahdan bir kısım kelimeler öğreniyor ve o kelimelerle Ondan bağışlanmasını diliyor. Allah da onların tevbesini kabul ediyor ama... bak burası çok önemli... sonra Allah yine, ikinci defa yani, emrediyor ki çıkınız oradan, Yeryüzüne ininiz. Aşağıların en aşağısına.

İlk raşidi halifeleri zamanında bit kitab halinde toplanan Kurani-Kerimde surelerin, ayelerin indirilme ardıcıllığı nezere alınmamış, sureler büyükten küçüyüne doğru gösterilmekle kitab halinde toplanmışdır. Mesela, en büyük sure olan Bakara suresi peyğamberliyin ikinci devri olan Medine devrinde indirilmişdir ama, Fatihadan sonra ikinci sure olarak verilmişdir. Vahylerin indirilme ardıcıllığı nezere alınmadığı için de bazen aynı mevzulu ama muhtelif zamanlardan bahs eden ayelerdeki hadiseler biribirinin ardınca baş vermiş tasavvürü meydana getiriyor. Ademle Havvanın cennetteki hallerinden bahs eden ayeler de ard-arda okunduğu zaman akıla bu geliyor ki, sanki tevbeden önce Allahın “ cennetten çıkınız” emri gelmişse bile onlar daha bir süre için de kalmışlar cennette ki, Allah onlara bir kısım kelimeler öğretsin de, o kelimeler üzerine tevbe etsinler. Allah kendi emrinden dönür mü? Çıkın diye emretmişse demek derhal çıkarılmışlar. Burada ikinci konu olamaz. Onda böyle çıkıyor ki, onlar cennetten çıkarılarak maddi dünyamıza, bu gezegene kovulduktan sonra Allahdan bir kısım kelimeler öğrenmişler tevbe etmeleri için. Peki o zaman tevbeden sonrakı “ Çıkınız oradan, ininiz Yeryüzüne” ne demekmiş? Yeryüzünden de çıkarılarak başka “Yeryüzüne” mi kovulmuşlar? Daha da merak edilen tarafı bu ki, tevbeden önce Ademle Havvaya “çıkınız cennetten” diye emredildiği halde, tevbeden sonra “ Bazınız bazınıza düşman olmak üzere ininiz Yeryüzüne” diye emredilmişdir. “Bazınız bazınıza...”. Cennette Ademle Havvadan başka insan var mıydı ki? Yoksa övret yerleri açıldıktan sonra ta kelimeler öğrenerek tevbe edinceye kadar onlardan bir kısım insanlar mı türemişdi cennette? Cennet gibi tertemiz bir mekanda böyle “şehvani, hayvani işlere” yol verir miydi Allah? Yol vererek üstelik kelimeler de mi öğretecekti onlara?

O yüzden en sade mantık böyle diyor: ilk insanlar kelimeler öğretildikten sonra Yeryüzüne getirilmişler, yani Yeryüzüne geldiklerinde artık konuşa biliyorlarmış. Cennetten kovuldukları esnada da kelimeler öğrenmeleri asla mantıki değil. Kelimeler nedirse bilmiyorlarmışsa Allah onlara falan ağaca dokunmamak yasağını veya İblis onlara falan ağaca dokunmak gerektiğini nice anlatmışdı? Demek ki başka tür yaratılacak “yeni nev” insanlara kelimeler öğretilmesi bilgisi veriliyor Kurani-Kerimde. Cennet huru ve hurisi olan Ademle Havvadan türeyecek insanlara değil, yapışkan bir nütfe denen çamura benzer tohumdan metin karargahda cücertilmiş Adem - Havvaya ve onlardan türemiş “bazıları” dene bilecek sayıda olan ilkin yeni nev insanlara öğretilmişdir tevbe etmek için kelimeler. O halde “Çıkınız cennetten” emriyle “Bazınız bazınıza düşman olmak üzere inin Yeryüzüne” emrinin arasında belli bir zaman geçmeliymiş ki, ilk insanlar Yeryüzüne indirilmezden önce o zaman aralığını “metin karargah”ın oluştuğu o yerde, ilahi laboratuvar dediyim o mekanda geçirmiş olsunlar. Cennetten kovulan insanlardan türemiş olsalardı o zaman beşer erkeyinin “kaburğaları arasından süzülüb gelen o nütfe”nin ilkinin metin karargahda değil de Havvanın betninde cücertildiği söylenerdi. Ama o mekanda çamurdan olan bir hülasadan, yapışkan bir nütfeden, tohumdan Ademle Havvaya gerek olmadan yaratılmış insandan konuşuluyor. Cennetten kovulan Ademle Havva çamurdan olan bir hülasadan, yapışkan nütfeden yaratılmamış oldukları için ve cennette nesil artırarak değil de, sadece, ikilikte ebedi yaşamalı olacakları için anatomik-fizyoloji bakımdan, beden türü bakımından “beşer” dediyimiz bizim insan nevinden tamamen farklı yaratılış nevidir. Arap sözüymüş gibi bilinen, aslındaysa asıl türk kelimesi olan “beşer” Yeryüzünde beş er türünün, beş ırkın olduğunu bildiriyor ki, bu beş irk ayrı-ayrı insan nevleri değil de, aynı nev içindeki şekillenmeler, “fosiller”dir.

Cennetteki Ademle Havvanın “örtülü övret yerleri açılıdıktan” sonra onlardan bize benzemeyen insan nevi oluşmuş mu? Oluşmuşsa o insan nevi bizden bin kat üstün olmalı. Tevratın Nuh tufanından önceki zamanlara ait “Varlık” adlı bölümünde Yeryüzüne zaman-zaman teşrif buyuran “Tanrı oğulları”ndan söz ediliyor . Tabii, Tanrının evladı olamaz, o yüzden tahrif olunmuş kutsal Kitab olduğunu nezere alarak onları Yerdenkenar alemlerden gelme anlamında “sema oğulları” hisab edelim. O semaoğulları beşer kızlarının güzelliyine hayranmışlar, beşer kızlarıyla izdivacları oluyormuş ve o izdivacdan doğan insanlar çok kuvvetli, yüce ve zekalı oluyorlarmış ve onlardan acaip büyük tikililer kalmış Yeryüzünde. Tufandan sonrakı çağlara ait de böyle teşrif buyuranlar olmuştur; kadim mısırlıların ve ya kadim çinlilerin ilk hükümdarlarının göklerden gelmiş oldukları hisab edilmiyor muydu ? Veya tufandan sonrakı ilkin çağlara ait, sema kızlarının da dünya erkekleriyle izdivacından konuşan halk efsaneleri mevcuttur. Bir çoban yapıncısını atarak peri kızını tutmuş ve onu zorlamış, bir yıldan sonra o izdivacdan tekgöz bir çocuk doğmuş mesela “Tekgözün masalı”nda. O da çok büyük ve bir eliyle kocaman çinarı kökünden koparıp çıkara bilecek kadar kuvvetli olmuş. Ama o sema oğulları ve ya o kanatlı peri kızları Ademle Havvanın cennetten kovulmuş hallerinden türemiş başka insan nevleri mi? Kurani-Kerimdeki Yeryüzüne kovulması emredilen “bazıları”ndan türeyenlerin bir kısmı belki ilimde bizim bu günkü beşeriyetten çok daha ileri gitmişler diye biz onları sema oğulları, sema kızları hisab etmişiz? Beş yüz yıl önce Amerika hinduları Kolumbu ve onun Avrupalı arkadaşlarını “Aydan gelenler”, yani semaoğulları hisab etmemişler mi? Veya yaklaşık yüz elli yıl önceler aborigen papuaslar seyyah Mikluho-Maklayı Aydan gelmiş, sema oğlu, Tanrının ruhu hisab etmemişler mi? Bu da var ki ne tufandan önceki sema oğullarının dünya kızlarıyla izdivacından, ne de tufandan sonrakı sema kızlarının dünya erkekleriyle izdivacından türeyenler nesil artıra bilmezlermiş, eşekle atın çiftleşmesinden doğan katır gibi yani. Niye? Çünki yeni nev insan yaratılmak istenecekse bu yalnız onun yeni tohumunun “ilahi laboratuvar”da, “metin karargahta” yaratılarak cücertilmesiyle mümkündür. Yerdenkenar alemlerden gelib dünya insanlarıyla çiftleşerek yeni insan değil, yeni fosil ortaya çıkarılabilir. O da ilahi taraftan hoşgörülerek yaşatılır mı, neslinin artımına izin verilir mi, tamamen Allaha bağlı bir şey. Kurani-Kerime göre o metin karargahta beşer insanın bir tek nevinin tohumu yaratılarak cücertilmişdir. Başı, elleri, ayakları olan et bedenli bir tek nevi. Başı, elleri, ayakları, hatta kanatları, üzgecleri, kuyrukları olan et bedenli her bir hayvan nevinin ve de her bitki nevinin tohumları da orada yaratılmış ve cücertilmişdir, insan da bedence hayvan nevlerinden birisi olarak yaratılmışdır orada. Sadece, içimize bütün diğer hayvan nevlerinden farklı olarak ilahi ruh konulduğu için akıl ve gönüle sahipiz diye hayat tarzımızla onlardan farklıyız. Ruhumuz olmazsaydı diğer hayvanlardan hiçbir farkımız olmadan onlar gibi vahşiyane ömür sürecektik. “Hayvan” nevlerinden birisi olmak hakaret içermez asla, çünki bu söz arapcada “diri”, “canlı” anlamındadır. “Abi-hayvan” mesela. Yani dirilik suyu. Yani “ben hayvan değilim” diyerken “ben canlı değilim” dediyimizin farkında bile değiliz. Veya birisi “Hayvansın sen” derken biz öfkeyle “Hayvan sensin” diyoruz. Yani “Canlı sensin, ben değilim” demek oluyor bu. ( “Cin” kelimesi de ilkin anlamında değildir. Kadim araplar Yerdenkenar bütün varlıklara “mechul” anlamında “cin” derlerdi , on sekiz bin alemde ne tür varlıklar varsa hepsi “cin” olmuştur onlar için, meçhul oldukları için. Ama beyinlere bin yıllarca böyle yanlış düşünce hakim kesilmiş ki, guya cinler yalnızca alevden yaratılmış İblis nesilleridir. Şeytan da İblisden ve ondan türeyenlerden olduğu için bir çokları “cin” kelimesini dillerine bile getirmekten korkarak “üçharflılar” derler. Aynen , mesela, hem hindular için, hem de papuaslar için ilk Avrupa seyyahları gemilerinin büyüklüyüyle, acaip geyim-kıyafetleriyle ve de gök gürültüsüne benzer ses çıkaran top-tüfekleriyle semadan gelmiş cin gibi bir şeyler imişler, ne olduklarını bilmedikleri için, çünki ilimden uzak kafalarındakı insan türü yalnız kendilerine benzer olanlarıydı. Ama sonradan bilince ki, nerelerdeyse Avrupa diye bir toprak var, Kolumbun gemilerinde olanlar da oralarda hapise atılmış ve hindulardan vahşice altın toplamakdan başka hiçbir arzu-niyyetleri olmayan dandık adamlar topluluğudu, artık onların cin değil de adam olmalarına bile şüpheyle yaklaşarak silaha sarılmışlar).

Peki, çeşitli hayvan nevlerinin tohumlarının yaratılarak cücertildiği ve oradan da Qalaksilere dağıtıldığı o metin karargah, o ilahi laboratuvar neresiymiş?

Cennet huru ve hurisi olan Ademle Havva cennetin, daha doğrusu, Arşi-Ali çevresi içindeki cennetler mekanının tam merkezindeki mukaddes Tuba ağacına dokundukları an maddi alem dediğimiz, Kainat dediğimiz Qalaksiler mekanı yaranmışdır. Tuba ağacı ve onun bittiyi toprak dışında ve de cennetler mekanının eni büyüklüyünde maddi mekan. Yıldızlar ve gezegenler diye ikilik sistemin oluştuğu bir mekan. Bu maddi mekanın içindeki bütün maddilikler cennet huru ve hurisi olan Ademle Havvanın maddileşmesidir. Tuba ağacı cennetler mekanının tam ortasında olduğu için hem de Kainatın tam merkezindedir, yani her iki mekan aynı merkezli konsantrik çevreler halindedir. Ademle Havvanın yıldızlar ve gezegenler diye milyarlarca sema cisimlerine dönüşmüş vücutları ayrı-ayrı Qalaksiler şeklinde Tuba ağacının olduğu o son derece büyük merkezin etrafına dönmektedir. İlahi laboratuvar orasıdır. Herbir hayvan ve bitki nevleri tohumları orada yaratılmış, orada cücertilmiş, sonra onlardan nesil artırmak için erkek-dişi diye ikili sınıf oluşturulmuş ve oradan da Qalaksilere dağıtılmışdır.

Beşer nevinin tohumundan türeyen canlıdan da nesil artırmak için erkek ve dişi oluşturulmuştur. Yani türemiş o ilkin canlı ne erkek olmuş, ne dişi. Çünki o tohum ( tekrar ediyorum ) “... Sonra bir kan pıhtısı oldu artık --- Allah onu --- yarattı, sonra ---etasını--- düzeltdi. Sonra ondan erkek ve dişi iki sınıfı kıldı” ( Sure 75, ayeler 37-38-39). Sonra yani. Tohumdan direk ne erkek, ne de dişi varlık cücermemiş yani. O tohumdan bir tek vücut yaradılmış, asıl beşer Adem odur, sonra ondan erkek-dişi canlılar “üretilmişdir”. Yani ilkin tohumdan beşer Adem yaratılmışdır ama, erkek-dişiler ondan cinsiyet alakasıyla, “kaburğaları arasından gelen bir damla su” ile türemişdir. Beşer Havva daha türememiş baş vermişdir bu erkek-dişi sınıfının oluşturulması. İlahi laboratuvarda, mukaddes Tuba ağacının bittiyi o kutsal cennet toprağında bir ot gibi cücertilmiş o bazıları denen ilkin erkek-dişiler. Havva “daha yaratılmamışdır” demiyorum, “daha türememişdir” diyorum. Adem dediğimiz o ilkin beşerin “kaburğaları arasından süzülüb gelen bir damla su”dan türeyeceklerden birisi de o olacak. İlk erkek-dişiler çift cücertilmişler, bir çiftten cüceren erkek bir sonrakı çiftten cüceren dişiyle çiftleşerek nesil artıra bilirmiş. Biz yanlışlıkla o erkeklerden ilkine Adem, o dişilerden ilkine de Havva demişiz. O dişilerden ilki Havva olmuştur ama, Adem o erkeklerden ilki değildir. Adem o ilkin erkeklerle ilkin dişilerin türeme sebebkarı olan ilkin tek vücuttur. İlkin tohumdan yaratılmış tek vücut. Onun Havvayla cinsi alakasının olması mümkünsüzdü. O ilk erkek ve dişiler kutsal topraktan bir ot gibi cücertildiği için biz yanlışlıkla Yeryüzü toprağına da “ana toprak” diyoruz. Aslındaysa ecdadımız olan dede ve ninemizin bir ot gibi, bir şitil gibi cücertildiği o kutsal cennet toprağıdır ana toprak. Topraktan o ilkin insanlar “yoğrulmuşlar”, daha doğrusu, topraktan bir ot gibi cücertilmişler, o yüzden “topraktan yaranmışız” diyoruz.

Ve o ilk insanlara Allah kendi ruhundan vermiştir doğduklarında. O yüzden onlara kelimeler öğretilmiş, o yüzden onlar konuşa bilmişler. Adem tevbe ettikden sonra Allah onları Yeryüzüne indirmişdir. Aşağıların en aşağısına.

Ne demektir bu “aşağıların en aşağısı”.

Maddi alem keyfiyetce cennetler aleminden aşağıdır. Gezegenimiz ise Kainatın merkezinden çok kenarda olan Qalaksimizin diskinin en kenarlarında yerleşen Güneşin gezegenlerinden birisidir. Yani hem Qalaksimiz Kainatın merkezinden “aşağılarda”dır, hem de gezegenimiz Qalaksi diskinin “aşağılar”ındadır. Kainat merkezinden olan uzaklığın en uzaklarındayız yani, aşağıların en aşağısında.

Ademle bağlı ayelerden yalnız birisinde tevbeden sonra “ o cennetten hepiniz aşağıya ininiz” diyor Allah. ( Sure 2, aye 38 ). Diye bilirler, eğer tevbeden önce cennetten çıkarılmışlarsa tevbeden sonra cennete götürülmüşler mi ki, Allah tekrar onları cennetten kovuyor?

Hayır. Cennetler mekanının merkezi etrafında Kainat yaradıldıqdan sonra da “ cennetten aşağıya ininiz” emri her iki mekanın vahid ümumi merkezinin maddiyata dönüştürülmediyine sübutdur. Kıyametecen geçici mekan olarak yaratılmış Kainat cennet mekanı merkezli olsa da, cennetlerden onu sidretül-münteha ayırsa da bütünüyle Arşi-Ali mekanı Ebediyen cennet mekanı hisab ediliyor. O mekanın merkezi etrafında Kainat yaradılmışsa da o merkez yine de cennetler mekanının merkezidir ve maddiyyata dönüşmemişdir. Yani bu ayede “cennetten ininiz Yeryüzüne” cennetler mekanının merkezi hissesinden sidretül-münteha içine, Kainat içine gidiniz gibi anlaşılmalıdır. Hem de cennetten ilkin kovulmuş Ademle Havva değildi ki et bedenli Ademle Havva, Allah onları tekrar kovmuş olsun. Bunlar o kovulmuş Ademle Havvadan sonra yaratılmış yeni nev canlılar idi. Cennetin yalnızca Tuba ağacı civarındakı kutsal topraklarını görmüşlerdi. Cennetler mekanının esas büyük kısmıyla onlar arasındaysa sidretül-müntehayla hüdutlanmış Kainat varıydı, onu geçemezlerdi.

Ayelerin mana derinliyine varıldığında belli etmek olur ki, o merkezde ilk insanların yaradılışı da, Yeryüzüne gelişleri de bütün bitki ve hayvan türlerinin yaradılışından ve Yeryüzüne getirilmelerinden çok sonralar baş vermişdir. Allah meleklere “ Ben Yeryüzünde bir halife kılacağım” dediğinde melekler diyorlar ki, “ Yeryüzünde fesat çıkaracak, kanlar dökecek kimseni mi yaratacaksın?” ( Sure 20, aye 30 ). Bu ayedeki “halife” hilafet hükümdarı gibi anlaşılmamalıdır. “Halife”, Allahın sözlerini işitebilen, kabüllenebilen varlık manasındadır. Hiçbir hayvan söz işitmez, anlamaz, o yüzden hayretlenmişler melekler. Allah kudretiyle ölü Yeryüzüne gökten bir miktar kutsal su indirmekle toprağı diriltmiş, Yeryüzünü bitkilerle yeşillendirmiş, ardınca da Yeryüzüne her türlü vahşi hayvanlar indirmiş ama, hayvan türünün yalnızca biribirilerinin kanını dökmekle, biribirileriyle didişmekle gün geçirdiklerinin şahidi olmuşlar melekler. Hayvan denen şeyin şüuru yoksa o türden olan daha bir varlık Allahın sözlerini işitecek mi, Kitab ne olan şeymişse anlayacak mı? O yeni varlıklar da ona kadarkı vahşi, kaniçen, fesat çıkaran birileri olmayacak mı?

Ama Allah Ademe eşyaların adlarını öğreterek onları söylemesini emrettiğinde Ademin sözden anlayan, soruları cevablandıra bilen şüurlu bir varlık olduğunu görünce o nevden türeyecek olanların diğer bütün hayvan türlerinden üstün olduğunu anlamışlar. Adem Yeryüzüne getirildikten sonra kelimeler öğrenerek tevbe etmiş olsaydı, melekler Allahın Yeryüzünde halife kılacağını duyunca hayret etmezlerdi. Çünki onların sorusunda daha yaratılmamış varlıktan söz ediliyor. “Kanlar dökecek kimseni mi yaratacaksın?” Aksi halde sorarlardı ki “ O kanlar döken, fesat çıkaran kimse mi halife olacak?”

İlkin insanların ilahi laboratuvardan Yeryüzüne taşınmasından önce bu günkü Ay toprağı gibi ölü olan Yeryüzü toprağı diriltilmeliydi, sonra bitki alemi canlandırılmalıydı, daha sonra hayvanlarla doldurulmalıydı. Yalnız ondan sonra insanlar her türlü döşenmiş, tam yaşanacak hale getirilmiş Yeryüzüne indirilmeliydiler. Ademle Havvayla birlikte onlardan türemiş bir kısım insanların da Yeryüzüne getirilmeleri bir kaç ayede aşkarca bildiriliyor.

“ Buyurdu ki: Bazınız bazınıza düşman olarak hepinin oradan ininiz; ne vakit size Benden bir hidayet gelir de kim hidayete tabi olursa artık dalalete düşmez ve şekavete uğramaz. Ve her kim Benim zikrimden kaçınırsa artık şüphe yok ki, onun için pek dar bir maişet vardır ve onu Kıyamet gününde kör olarak haşrederiz “. ( Sure 20, ayeler 123-124 ).

“ Buyurdu ki: Bazınız bazınıza düşman olmak üzere --- yeryüzüne --- ininiz. Sizin için yerde bir zamana kadar bir ikametgah, bir temettu vardır “. ( Sure 7, ayeler 24-25 ).

“ Dedik ki, o cennetten hepiniz aşağıya ininiz. Eğer Benim tarafımdan size bir hidayet gelir de her kim hidayetime tabi olursa artık onlar için bir korku yoktur. Ve onlar mahzun da olmayacaktır ”. ( Sure 2, aye 38 ).

Kıyametecen imtihan edilecek olan şey hiçbir maddiyat değildir, Kıyamet günü silinecek hepsi ezelden yokuymuş gibi. Yalnızca ruhlardır imtihan edilenler ki, bunca hayvan bedenleri içinde yalnızca insan bedenine emanet edilmişdir. Eğer Ademle Havva nesil artırmadan Kıyametecen ömür sürmüş olsalardı Ahirette yalnızca iki ruh Adalet Mahkemesi önünde durmuş olacaktı, o zaman sekiz cennet ve yedi cehennem insanlarala doldurulamazdı. Ama Allah hiçbir şeyi boşuna yaratmadığı için demek insanlarla doldurulmak için yaratılmışdır onlar. Diğer yandan, nesil artıracakları halde ömürleri Kıyametecen olamazdı, çünki o zaman Yeryüzü daha ilk binyıllıktaca insanlarla dolub taşacaktı, yaşamağa yer kalmayacaktı. Yani insanların ölümlü olması onların nesil artırmak kabiliyyetli olmasını vacib etmişdir demek doğru olmaz, aksine insanların nesil artırmak kabiliyetli olması zarureti onların ölümlü olması zaruretini doğurmuşdur. Nesil artırma kabiliyyetinin zaruriliyi ise her yeni doğmuş bebekte yeni ruh olması hisabına Kıyametecen çok sayıda ruhların imtihana çekile bilmesi zaruretinden doğmuşdur. Aslında bebek yeni insanın dünyaya gelişi demek değildir, o, babanın zamanca bir kademe sonrakı kendisidir, yani Kıyamet zamanı mahv olacak en son erkek ve dişi aslında ecdadımız olan ilk erkek ve dişinin kendisidir maddiyatca, bu gün biz kendimiz de haman o ilk erkek ve dişileriz zaman-mekan-şeraitce farklı olmakla. Sadece, her bebekteki ruh yenidir, babada olan ruh yalnızca babanın bedenindedir. Ve bebekteki ruh yeni olduğu için de onun aklındakı ve gönlündekiler babanın aklı ve gönlündekilerden farklıdır, tam aynılık olması mümkün değil parmak izlerinin aynı olmadığı gibi. Ruh bedende seyirci gibidir, bedeni nereyese yönlendirmek kabiliyetinde değildir; bedenler ilericeden yazılmış “alın yazısı”na göre hareket ederler, ruh ise hareketleri gönülce değerlendirer ki, Adalet Mahkemesinde ruh bu gönül münasebetine göre hisaba çekiler.

“... Siz gönüllerinizde olanları açıklasanız da veya gizleseniz de Allahü Teala sizi onunla muhasebe edecekdir”. ( Sure 2, aye 284 ).

“Allah Teala sizleri yeminlerinizdeki lağivden dolayı muaheze etmez. Fakat sizleri kalblerinizin kesbettiği şey ile muaheze buyurur”. (“ Sure 2, aye 225 ).

“ Senin için kendisine bilgi olmayan bir şeyin arkasına düşme. Şüphe yok ki, kulak, göz, gönül, hepsinden sorulmuş olacaktır”. ( Sure 17, aye 36 ).

“ Şüphe yok ki, Allah göklerin ye yerin qaybına alimdir. Muhakkak ki, O , sinelerde gizli olanları tamamıyla bilendir “. ( Sure 35, aye 38 ).

Yani emellerimizle değil, gönlümüzdekilerle muhakeme edileceğiz Adalet Mahkemesinde. Ayeler bunu açık-aşkar bildirmişdir. Emellerimiz ilericeden yazılmış ama, herhangı bir emele gönlümüzün münasebeti meselesinde özgür varlıklarız. Yani çiyinlerimizdeki katib melekler bedenlerin yalnızca emellerini değil, hangı emele gönlümüzün hangı münasebeti gösterdiğini yazıya alar. Çünki madem ki her bir hareketimiz ilericeden yazılmışdır ve hiçbir beden ona yazılanlardan zerrece kenara çıkamaz, o halde katib meleklerin yalnızca emellerimizi yazıya almasının hiçbir manası olmazdı, çünki o yazılar Levhi-Mahfuzda yazılıdır ve hiçbir kuvvet de o yazıları pozamaz.

Bebek ister oğlan, isterse kız çocuğu olsun, babadandır. Anne betni o tohumları cücertendir. Yani anne betni ilkin insan tohumunu cücerten mukaddes Tuba ağacının cennet toprağı görevindedir, o yüzden anneler kutsaldır, o yüzden “kadınlar erkeklere amanettir” diyor Allah. O yüzden “Cennet annelerin ayakları altındadır” diyor Rasulillah.

Nebatat – hayvanat - cemaat diye sınıflandırdığımız bütün canlı alemin nesil artırma prosesinde formaca farklılıklar olsa da mezmunca hepsi aynıdır. Yumurta içinde olsa da, toprakta olsa da, anne betninde olsa da tohumun cücermesiyle medana çıkıyor yeni nesil. Tohumsuz hiçbir canlı nesil dünyaya gelmez. Bitmek, cücermek bakımından nebatatın yanı sıra hayvanat ve cemaat da bitkidir. Aynı zamanda hem nebatat, hem hayvanat, hem cemaat canlılık anlamında hayvandır. Yani diridir. O zaman bütün canlı alemi nebatat – hayvanat – cemaat diye sınıflandırmamız doğru mu? Canlı alem “ Başlılar ve başsızlar” diye iki sınıfa bölünmeli değil mi? Nebatatın başı yok diye topraktan ayrılamıyor cücerdikten sonra, çünki topraktan kıdalanmalı. Hayvanat ve cemaatin ise başı, elleri, ayakları ve de sürüngen olanları vardır, o yüzden cücerince cücerdikleri yerden ayrılıyorlar, kendi başlarının çaresine bakıyorlar kıdalanma meselesinde. Başlılar kendileri de iki kısma bölünmeli: ruhsuzlar ve ruhlular diye. Ruhlular insanlardır, ruhsuzlarsa bütün diğer suda – kuruda – havada yaşayan başlılar.

 

Mirza Hacıyev.

Mayıs 2022.