Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

SOFUZADE MEHMET TEVFİK’E AİT BİR ŞİİRİN TAHLİLİ/

                                                                                  M.T*

        Kastamonu kültür, sanat ve tarih açısından gerçekten bir cennet ama çoğumuz bu cennetin farkında değiliz. Ancak eşeleyip bir şeyler aradığımız zaman bulamayacağımız şey yok. Mesela, edebiyat tarihinin ilk nüvesi sayılan şuara tezkireleri çalışmalarından biri ve en önemlisi belki de Kastamonulu Latifi’ ye ait. İlmiye sınıfının uzun süre gözdeleri olan Taşköprülüzadeler buradan çıkmış. Birçok ilim ve kültür adamının var olmasına rağmen tanınmadığını görüyoruz.

         Halk edebiyatı araştırıcıları için el değmemiş bakir bir yer. Köy köy,  kasaba kasaba, cevherlerle dolu. Mani, türkü, bilmece, masal, destan, halk hikâyesi, istemediğin kadar. Ama ne yazık ki, bu konularda ciddi bir çalışma, araştırma yok. Birkaç fedakâr eğitimcinin ufak tefek yoklamasından başka bir şey yok.

         Her neyse, bu kısa girişten sonra Kastamonu’nun yüzyılın başında yaşamış önemli isimlerinden biri olduğu belli olan bir ismine rastladım. Adı Sofuzade Mehmet Tevfik Efendi. Elimizde Osmanlıca olarak basılmış bir şiir kitabı var. Hulviyât- Güzel kokular, güzeller bahçesi anlamına gelir. Divan şiiri geleneğini andıran bu şiir kitabında çoğu tasavvufi konuları işleyen oldukça fazla şiir var. Kitap 250 sayfadan oluşuyor. Eser1329 (1913) yılında Kastamonu Vilayet Matbaasında basılmıştır. Bir giriş kapağından sonra

 “İfade-i Mahsusa” adlı bir mensur değerlendirme bölümü var. Ardından içindekiler geliyor. Sonra şiirlere geçiliyor. Şiirlerin geneline baktığımız zaman Devan geleneğinin devam ettiğini görüyoruz. Tevhitler, Münacatlar, Naatlar ve gazellerden başka sosyal içerikli şiirler de mevcut. Oldukça hacimli bir eser olan bu kitaptan bir şiir seçtim. Onu kendi gücümüz yettiğince tahlil ve tetkik etmeye çalışacağız.

SOFUZADE MEHMET TEVFİK

         1873 yılında Kastamonu’ da doğmuş ve 20 Nisan 1960 senesinde yine Kastamonu’ da vefat etmiştir. Son dönem Osmanlı ulema, edip ve yazarlarındandır. Bilenlerin anlattığına göre Fıkıh alanında da söz sahibi bir zattır. 1906–1910 yılları arasında Sanat Mektebi Müdürlüğü yapmıştır Bu dönem Osmanlı şairleri ve yazarları içinde hatırı sayılır derecede güçlü bir şairdir. Bugüne kadar mezkûr kişi hakkında birkaç makale dışında  ciddi anlamda araştırmaya rastlamadım. Hulviyât adlı şiir kitabından  “ Benim Divanım” diye bahsetmiştir. İstanbul’da çıkan ilmi dergilerde, ilmi yazıları yayınlanmış ve ismini ilimiz dışında da duyurmuştur. Ayrıca bir dönem Kastamonu’ da “ Zafer” adlı bir gazete de çıkarmış, ticaret yapmış çok yönlü bir insandır. Sofuzade’nin Hulviyât adlı divanının yanında ele geçen dokuz adet şiir defteri,

 

mensur şiir çalışmaları ve bazı sayfalardan oluşan çalışmaları daha vardır. Ayrıca Mensur şiir çalışmaları da bu defterlerinin içinde yer almıştır.

         Hulviyât adlı şiir kitabının kapağında:

 

         Edebiyat mugaddi-i ruh-u millettir

            Edebiyat milletin nişâne-i tecellisi’dir

 

(mugaddi – besleyici, nişane – işaret,   tecelli, ortaya çıkma)

 

           Beyiti vardır. Bu beyitte şair, edebiyatla ilgili yorumunu manzum olarak dile getirmiştir. Kısaca söylemek gerekirse milletin ruhunun beslenişi, onun gelenek ve göreneklerinin taşıyıcısı ve koruyucusu olarak edebiyatı görmüştür. Yine milletin kendini ifade etmesinin, görünmesinin, ortaya çıkmasının işareti olarak edebiyatı düşünmüştür.

          “Söz uçar yazı kalır” sözünde ifade edildiği gibi edebi eserler yazıldığı dönemin yazılı vesikaları gibidir. O dönemin kültürünü, geleneklerini sonraki nesillere taşıyan ana unsurdur. Sözlü gelenek her ne kadar bir taşıma görevi yapsa da zamanla dönemin özelliklerine göre değişime ve aşınmaya uğrar ama yazılı edebiyat döneminde dondurulmuş bugüne gelmiş gibidir. Bugünün nesline o dönemin bütün özelliklerini de taşıyan vasıta olur.

         Bu bakış açısından baktığımız zaman şairin bu beyiti daha da anlam kazanır. Sanatları

 milletlerin devamını sağlayan ana kaynaklardır.

         Oldukça velut ve lirik bir şair yazar ve ilim adamıdır. Divan Edebiyatı türünün hemen her türünde aruzla yazılmış örneklerini görmek mümkündür. Güçlü ve etkili bir kalemi vardır. Üzerinde derin ilmi çalışmalar ve tezler yazılabilecek önemli bir şahsiyettir. Özellikle ilimize üniversitenin de kurulmasıyla bu alanda bir çalışma yapılacağını ümit ediyorum.

 ŞİİR – (GAZEL)

 

1- Hangi tabîbe söylesem derd ü dil-i bimârımı

     Görmez revâ bir kimseye esrârımı,izhârımı

           

2- Meshur-u aşk etti beni bir âfet-i sihr-i âferin                                                                                         Fikriyle imrâr eyledim eshârımı, sehhârımı

 

3- Sevda-yı nazm-ı aşk ile manzume-i vasl-ı nigâr

    Âh eylemiş nâ-muntazam, reftârımı,güftarımı

 

4- Meylim benim dildâradır, ammâ ânın ağyâradır

    Ben hangisin sevsem, dildârı mı, ağyarı mı?

 

5- Gönlümde sûret bağlamış, aks-ı cemâli ol mâhın

    Cezbâtîdir tevhîd iden, ezkârımı, tezkârımı

 

6- Tevfik olma peykerin te’sir-i ruh efzâsıdır

    Pertevnisâr-ı aşk eden esrârımı, âsarımı?

20 Mart 1317 (1901)

                        Hulviyat Sayfa 196–197

 

 

 

 

                              TAHLİL

 

1-   Hangi tabîbe söylesem derd ü dil-i bimârımı

       Görmez revâ bir kimseye esrârımı, izhârımı

        

bimâr – hasta,

dil – gönül, 

esrar- gizli sırlar,

izhar – görünen şeyler

 

( Bu dertli ve hasta gönlümün esrarını hangi tabibe açıklasam söylesem, bu derdi benden başka kimseye reva görmez)

 

         Şiirler tahlil edilirken iki şey esas alınır genellikle.  Birincisi şairin muhitine, yaşadığı ortam ve felsefi düşünceye bakmadan doğrudan şiire bakarak tahlil etmek, ikincisi hem şairin her halini, hem de şiiri esas alarak tahlil yapmadır.

         Biz şairin her halini düşünerek tahlil etmeye çalışalım.

         Şair bu şiirinde içindeki derdin verdiği ızdırapla sıkıntılarını dile getirmeye çalışıyor. Hasta ve yaralı yüreğinin gönlünün acısını, çektiği sıkıntıları kime, hangi doktora söylesem bu derdi benden başka kimsenin çekemeyeceğini söylüyor.

         Fuzuli’ nin,

Aşk derdiyle hoşem, el çek ilâcımdan tabib

 Kılma derman kim helâkim zehr-i dermanındadır”

 

          Beytinde dediği gibi aslında âşıklar aşk derdinin verdiği ızdıraptan şikâyet etmezler, sevgilinin çektirdiği ızdırabın kendilerini olgunlaştırdığına, aşklarının kemale erdiğine inanırlar. Asıl felâketin ve ızdırabın, acının sevgilinin aşkının kaybedilmesi yani derdin tedavisi olarak görürler. Şairin bu beyitinde bu açık olarak görünmese de dolaylı olarak aslında bu aşkı kendinden başka kimsenin çekemeyeceğini ya da başka kimsenin bu aşka düşmemesini istiyor. Zaten aynı aşka düşmek isteyen kişi ağyar yani rakiptir. Sevgiliye âşık olan başka kişilerdir. Buradan hareketle aşığın aslında halinden memnun olduğunu çıkarabiliriz.

 

         Şiirde, “tabib-derd-bîmar” kelimeleri arasında anlam bakımından bir ilgi olduğu için tenasüp sanatı yapılmıştır. Yine “esrar-izhar” kelimelerinde anlam bakımından zıtlık olduğu için tezat sanatı yapılmıştır.

 

2- Meshur-u aşk etti beni bir âfet-i sihr-i âferin

     Fikriyle imrâr eyledim eshârımı, sehhârımı

 

meshur – büyülü, tutkun, büyülenmiş ,

eshar . seherler, seher vakitleri

imrâr – geçirme

sehhar – sihirler, bilinmeyenler

 

         (Bir afet sevgilinin iltifat etmesi düşüncesi, fikriyle aşkın büyüsüne kapılıp bütün seherlerimi ve sırlarımı fikrimden geçirip söyledim.)

 

         Bir şiirin gerçek anlamının eskilerin deyimi ile “ el ma’na fî bâtın’ş şair” olduğunu yani şiirin en güzel

 

anlamının şairin karnında, gönlünde olduğunu ifade ederek kendimizce yorumlamaya çalışalım.

         Sairler, âşıklar mâşuklarının yani sevgililerinin en ufak bir iltifatıyla kendilerinden geçerler. Bu da da aynı durumu görüyoruz. Şâir afet olan, gönlünü parça parça eden sevgilinin bir bakışı, bir tebessümü ve iltifatı düşüncesiyle kendisinden geçiyor ve gecesini gündüzünü unutuyor. Aklını başından alıyor ve ne söylediğini bilemez hale geliyor, içinden geçen her şeyi söylemeye başlıyor.

       Beyitte “meshur- sehhâr” kelimeleri arasında anlam ilgisi olduğu için tenasüp sanatı vardır.

 

3- Sevda-yı nazm-ı aşk ile manzume-i vasl-ı nigâr

     Âh eylemiş nâ-muntazam, reftarımı, güftarımı

 

nazm- şiir

vasl – kavuşma

nigar- sevgili

namuntazam – düzensiz

reftar – yürüyüş

güftar- söz söyleme

 

         (Sevgiliye kavuşma şiirinin aşkı ve aşk şiirinin sevdası beni geçirdi ve yürüyüşümün, sözlerimin düzeni bozuldu)

 

         Şair burada yine kendinden geçmiş, sevgilinin aşkıyla, şiirler yazıp aşkını dile getirirken yürüyüşünü, yürümeyi, konuşmayı unuttuğunu söylüyor. O zamana kadar muntazam olan konuşmam, yürümem her şeyim bozuldu, değişti, düzensiz hale geldi diyor. Nasıl yürüyeceğimi, ne konuşacağını unuttum, aşk ile kendimden geçtim diyor.

         Sevdalanan insanların zaten vücut kimyası değişir ve yaptığını bilmez hale gelir. Sokağa çıkar nereye gideceğini bilemez. Tabi aşk denilen şeyin bugün medyamızda anlatılan pespaye şeylerle zerre alakası yoktur. Gerçek aşkta karşılık beklemek yerine insan-ı kâmil olabilmek için çileye talip olmak vardır. İnsanı kendinden geçiren de bu aşktır.

         Bu beyitte sevda-aşk-nigâr kelimeleri arasında anlam bakımından ilgi olduğu için tenasüp sanatı yine nazm-manzume kelimeleri arasında anlam ilgisi olduğu için tenasüp sanatı yapılmıştır. “nazm ve manzume” kelimeleri aynı kökten türedikleri için iştikak sanatı yapılmıştır.

 

4- Meylim benim dildâradır, ammâ anın ağyâradır

    Ben hangisini sevsem, dildârı mı, ağyârı mı?

 

dildar – sevgili

ağyar – düşman, sevgiliye aşık diğerleri

 

         ( Benim düşkünlüğüm sevgiliye iken, onunki düşmanadır. Acaba sevgiliyi mi sevsem, düşmanımı mı sevsem bilmiyorum)

 

 

 

 

 

     

Şair sevgiliden şikâyet ediyor. Kendisinin ona düşkünlüğü varken, her şeyini ona feda etmeye hazırken sevgilinin düşmanına meylettiğini söylüyor. Ağyar, sevgiliye gönül vermiş başkaları demektir. Aslında sevgiliye herkes âşıktır. Sevgili bazen o kadar güzel tasvir edilir ki ay ve güneş bile onu kıskanır, ona âşık olur. Yani ay ve güneş bile bazen ağyar olur. Sevgilinin bir sürü düşkünü, meyledeni vardır ama o kimseye yüz vermez. Kime yüz verirse ona bir gülümser. Bu gülümseme de yukarıdaki beyitlerde bahsedildiği gibi âşığı kendinden geçirir, Yürüyüşü değişir, aklı şaşar.

         Şair şaşırmış kalmış mâşuku başkasına meyletmiş, bu sebeple ne yapacağını bilmiyor. Ondan geçemiyor da. Sevgiliyi mi sevsem yoksa benim gibi bir âşık olan ağyara mı yardım etsem diyor.

         Şair aslında kimi seveceğini bildiği halde bilmezden gelmek tecahül-i ârif sanatı yapıyor. Ayrıca “dildar- sevsem-ağyar” arasında anlam ilgisi olduğu için tenasüp; soru sorduğu için istifham sanatı yapıyor.

 

5- Gönlümde suret bağlamış, aks-ı cemâli ol mâhın

     Cezbâtıdir tevhit iden, ezkârımı, tezkârımı

 

cemal – yüz,

mah- ay, sevgili

ezkar – hatırlama

tehkâr – hatırlama, anma-anılma

cezbat – cezbeye tutulmuş, kendinden geçmiş

tevhit et – birleştirmek

 

         (O ay yüzlü sevgilinin yüzünün aksi gönlüme yer etmiş, hatırlamalarımın, anmalarımın tek noktası sevgilinin güzelliği ile kendimden geçmemdir)

 

Şair aklı başından gitmiş, sevgilinin güzelliği ile kendinden geçmiş ve onun yüzünün güzelliğinden başka hiçbir şey düşünemiyor. Hatırladığı, fikrine gelen tek şey sevgilinin gönlüne yer etmiş güzel yüzü ve aşkıdır. Onun güzelliğinin cezbesine tutularak kendinden geçmiş sanki ruhu bedeninden çıkmış da sevgiliyle beraber olmuş.

 

         Sevgiliden kastı olan acaba beşerî sevgili mi, gerçek sevgili mi bilmiyoruz. Onu en güzel bilen tabi ki şairin kendisidir.

 

         Beyitte sevgili aya (mâh) benzetilerek teşbih sanatı yapılmıştır. “suret-cemâl” kelimeleri anlam bakımından birbiriyle ilgili olduğu için tenasüp sanatı yapılmıştır. Ayrıca “ezkar-tezkar” kelimeleri yine anlam bakımından birbiriyle ilgili olduğu için yine tenasüp sanatı yapılmış, aynı zamanda aynı kökten türediği için de iştikak sanatı yapılmıştır.

 

 

 

6- Tevfik olma peykerin te’sir-i ruh efzâsıdır

     Pertevnisâr-ı aşk eden esrârı mı, âsarı mı?

 

t

evfik – uygun düşürme, başarılı olma, yardım (şairin ismi)

peyker – yüz, çehre, sevgili

pertev-nisar – ışık saçan

esrâr- gizli gizlenen, saklanan

âsâr – eserler-eser

efzâ- artıran, çoğaltan

 

         (Aşk ile ışıklar saçan eserlerimin, saklılarımın, gizlilerimin başarılı olması, sevgilinin ruhunun tesirinin aratmasına bağlıdır.)

 

         Şair burada başarılı olmanın, eserlerinin gerçek manada ışık saçacak şekilde yazılabilmesinin ancak sevgilinin kendisine olan ilgisinin artmasına bağlıyor. Zaten yukarıda da ondan başka hiçbir şeyi düşünemediğini, aklında ondan başka bir şey olmadığını söylemişti. Eserlerini, ruhunda gizli olan sırlarının açığa çıkmasına sevgilinin ruhunda olan etkisinin daha da artmasına bağlıyor. Şairin her türlü başarısı gayreti sevgiliye bağlıdır. Burada Tevfik kelimesi tevriyeli kullanılmıştır. Birinci anlamı, şairin ismi, mahlası yerinedir. İkincisi ise, başarılı olma, muvaffak olma, istediğini elde etme manasındadır. Aynı kelimede şair kendisine dolaylı olarak seslenerek nidâ sanatı yapmıştır.

 

         Bu beyit taçbeyit (mahlas beyiti) dir. Aynı zamanda makta beytidir.

 

 

ŞAİRDEN BAZI ŞİİR ÖRNEKLERİ

 

 

Şİ’R-İ MENSÛR

İnsan hava gibi hafîf, su gibi lâtif âteş gibi nazîf toprak gibi şerîf olmazsa insan olmaz.

 

İnsan hava gibi seyyâr, su gibi devvâr, âteş gibi kahhâr, toprak gibi  gaddâr olursa insan olmaz.

 
İnsan hava gibi pür-nûr, su gibi mesrûr, âteş gibi gayûr, toprak gibi sabûr olmazsa insan olmaz.

 

İnsan hava gibi cevvâl, su gibi seyyâl, âteş gibi fa’al, toprak gibi hammâl olmazsa insan olmaz.

 

İnsan hava gibi semîh, su gibi ferîh, âteş gibi fasîh, toprak gibi sahîh olmazsa insan olmaz

 

 

 

 

 

İnsan hava gibi menşûr, su gibi mensûr, âteş gibi mağrûr, toprak gibi meftûr olmazsa insan olmaz

 

İnsan hava gibi rakîk, su gibi amîk, âteş gibi dakîk, toprak gibi şefîk olmazsa insan olmaz.

 

İnsan hava gibi ganî, su gibi muğnî, âteş gibi müstağnî, toprak gibi muğteni olmazsa insan olmaz.

(13 Teşrin-i sâni 1941 Dokuzuncu Defter, s. 49)

 

KIT’ALAR

 

Nişân-ı ehl-i aşkın dildedir gözden olur zâhir
Veliyy-i kâmilin kabrindeki kandil anınçündür
Hakâyık dâima muştâk olurlar sırr u ihfâya
Kaparlar ağlayan göz üstüne mendil anınçündür

(5 Mart 1938 Yedinci Defter, s.111)

 

Yükselinesin gurur ile ey bî-edeb sesin
Bak bir hesâb-ı nefsine fark eyle sen nesin
Acz u fütûra bağlayalı dest-i ihtiyaç
Şirk (in) elinde âlet-i zulm u şikencesin

(21 Teşrîn-i sâni 1941 Dokuzuncu Defter, s.54)

 

Düştün muhit-i gaflete artık kenâra gel
Ey dil harim-i himmeti pâk eyle yâre gel
Endişe-i cihân-ı elemden ferâğat et
Ferdiyyetinde hâkim olup iktidâra gel

(25 Teşrln-i sâni 1941 Dokuzuncu Defter sayfa 36)

Sürür görmedim amma safâ nedir bilmem
Güzelde nâz olur amma vefâ nedir bilmem
Ezâya karşı tahammül tabiat olmuştur
Garib-i kûy-ı fenâyım cefâ nedir bilmem

5 Haziran 194
(Dokuzuncu Defter, s.112:

 

Uğradım türlü musibetlere mihnetlere ben
Hâdisâtın gelişi eyledi izâc beni
Dâima şükrederim Rabbıma Rabbım ebedi
Etmedi kimsenin in’âmına muhtaç beni

5 Haziran 1942

(Dokuzu ncu Defter, s.139

 

Kimsenin varlığına eylemedim atf-ı nigâh
Olmadı hırs u hased tab’ımâ asla gâlib
Varlığım oldu bütün kendiliğinden peydâ
Oldu her istediğim kendiliğinden tâlib

Tarihsiz

(Dokuzuncu Defter

 

Terk edip varlığını çekme te’ab
Hep odur âdemi ızrâra sebeb
Kesilip yağlı koyun hem soyulur
Yatar âsûde ahırda merkeb

Tarihsiz
(Dokuzuncu Defter, s.164)

 

 

 

 

Bir acaib şlirim şirim hayllimdir benim
Sftret-i endişe nakş-i hasbihllimdir benim
Alem-i manlya tayrln eylemekte daima
Navidan-ı kilk-i ter işkeste-blimdir benim Tarıhsiz
(Dokuzuncu Defter, s.167)

 

 

ŞARKI

 

Çeşm-i siyehin hâtır-ı mecrûhuma geldi

Tîr-i nigehin ey gül-i ter sînemi deldi

Sevdâ-yı cünûn şüphe mi var nüks-i emeldi

Tir-î nigehin ey gül-i ter sînemi deldi

 

Hicrânın ile oldu gönül zâr u perîşan

Dünyâda benim hem-serim ol haste-i nâlân

Gülzâr-ı hayâlimde sen oldukça hîramân

Tîr-i nigehin ey gül-i ter sînemi deldi

 

Aşkın bana bin türlü cefâ eyledi yersiz

Derdin dilimi koymadı bir lâhza kedersiz

Buldum beni (bu) ma’rekede âh sipersiz

Tîr-i nigehin ey gül-i ter sînemi deldi

 

Şîvenle benim aldın irâdâtı elimden

Nâzın beni dûr etti husûl-i emelimden

Zincir-i mahabbet dolanıp tuttu belimden

Tîr-i nigehin ey gül-i ter sînemi deldi

 

Dilberde vefâ olmaz imiş nâfile Tevfîk

Yâr olmaz imiş maksadı is’âf ile Tevfîk

Derman bulamaz illetine lâf  ile Tevfîk

Tîr-i nigehin ey gül-i ter sînemi deldi

 

 

 

 

 

Kaynaklar

 

 

1- Prof. Dr.A. Abdulkadiroğlu İ. Edebiyat Yıl 1992 Sayı 16, Sayfa 111

2- Prof. Dr.A. Abdulkadiroğlu İ. Edebiyat Yıl 1992 Sayı 18, Sayfa 18

3- Prof. Dr.A. Abdulkadiroğlu İ. Edebiyat Yıl 1993 Sayı 19, Sayfa 42

4- Hulviyât, Sofuzade Mehmet Tevfik – Kastamonu Vilayet Matbaası Yıl 1329- (1913)

5- Kültürümüzden Esintiler, Prof. Dr. A.Abdulkadiroğlu 1. Bas. Ankara 1997

——————————————————————————

*T.A.L. Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni ve Okul Müdürü

 

 

 

 

        

 

 

 

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi