Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 


İmparatorluğun en uzun yüzyılı diye nitelendirilen 19. Yüzyıl bizim için sayısız ve tarifsiz acı ve kederlerle dolu. Özellikle hicri 1293 yılına denk geldiği için 93 Harbi diye bildiğimiz 1877-1878 Osmanlı Rus harbi ile başlayan felaketler birbirini takip etmiş ve yüreğimizde tarifsiz kederler bırakmıştır.

 

93 Harbinin ardından hızla kaybettiğimiz savaşlar ve topraklar Balkanlar’dan, Kafkaslardan, Kırımdan ve ülkenin birçok yerinden Anadolu’ya göçleri hızlandırmış ve binlerce insan evsiz barksız, bitap Anadolu’ya gelmişlerdir. Özellikle Balkan Savaşları ile balkanlardan gelen göçler, I. Dünya Savaşı ile yine balkanlardan ve doğunun Ruslar ve Ermeniler tarafından bir bir işgali ile evinden köyünden yurdundan daha içlere doğru göçen insanlar ve arkalarında bıraktıkları binlerce ızdırap hikâyeleri vardır.


      Hemen her evin bu hikâyelerle bir bağlantısı vardır. Kimi Yemen’den, kimi Balkanlar’dan, kimi Kafkaslardan, kimi Kırım’dan, kimi başka diyarlardan mutlaka bu ızdırap yüzyılının acı dolu kederlerine duçar olmuşlardır. Gidip gelemeyen Yemen gazileri, esir düşen askerlerin hüzün dolu hikâyeleri, gittiği yerde kalmak zorunda kalan ve on yıllar sonra bir şekilde dönüş hikâyeleri, kendi köyünde kentinde mukim iken işgale uğraması ile evini barkını, bağını, bostanının terk edenlerin hikâyeleri saymakla bitmez.


        En azından benim ailemin böyle acıklı bir hikâyesi vardır. Bu acıyı ızdırabı ve açlığı, göçü en kötü hatıralarla yaşamışlar ve sadece köyüne dedem gelebilmiştir. Rusların doğu Karadeniz Bölgesini işgali ile kalabalık bir aile, sülale olan soyumuzun büyük kısmı açlıktan ölmüş bir kısmı da başka yerlere göç etmiş ve bir daha dönememiş. Dedem ve iki kardeşi cepheye gitmişler ve sadece kendisi dönebilmiş. O da cephede kalıp şehit olsa imiş soyumuz kapanacakmış. Bunun gibi binlerce hikâye var Anadolu’muzda.

 Bu acı hikâyelerin unutulmaması ve bu topraklarda yaşamanın zor olduğunun  anlatılması açısından bunların yazıya aktarılması gerekiyor. Her yörenin kalemi güçlü olan evlatları atalarının bu hazin hikâyelerini mutlaka sonraki nesillere anlatmalıdır.


      Geçen hafta bir kitap okudum. Bu kitap yukarıda anlatmaya çalıştığım seferberlik ve göç hikâyelerinin anlatıldığı bir kitap. Bayburt ve yöresine ait seferberlik maceraları ve acılarını derleyerek yazıya geçirilmiş. Gerçekten hüzünlenerek ve gözlerimden yaşlar süzülerek, acıyı yüreğimde yaşayarak ve soluyarak okudum. Nice yetimlerin, nice ailelerin hikâyesini dinledim.


       Kitap, Uygun Ahmet AKER’ adlı ve Bayburt’ da yaşayan bir eczacıya ait. Doksan dört sayfalık bu kitap Ahmet Turan Alkan’ ın enfes bir takrizi ile başlıyor. Sonra yazarın “Başlarken” adlı bir önsözü var. Ardından yörede savaş yıllarının acısını iliklerine kadar yaşamış kaynak kişilerin anlattığı on sekiz seferberlik hikâyesi anlatılmış.

Bu kitap yazıya geçebilmiş bazı seferberlik hikâyelerinden bahsediyor; ama biz onu `seferberlik hâlleri` diye okumalı ve anlamalıyız. Savaş sadece cephede değil cepheye gidenlerin geride bıraktıkları için de geçerlidir. Cephe gerisinde en az cephedeki kadar hüzün ve ızdıraplar yaşanmıştır.


          Bunlar, alışageldiğimiz kahramanlık hikâyeleri değil; seferberlik, cephede çarpışan askerden çok geride bıraktıklarının hikâyesidir çünkü ve biz o hikâyeleri hemen hiç bilmeyiz.
Çoğu tarihin tozlu ve sihirli sayfalarında kaybolup gitmiştir. Çünkü biz o kadar necip bir halka sahibiz ki çoğu zaman bu ızdıraplarımızı anlatmalı bile ar sayarız.

          
      Cephedeki harpten gerilere düşen kıtlık, korku, ümitsizlik, hasret, hastalık, perişanlık ve yoksulluk gibi afetlerdir; öyle hâller ki, eminim o hayat levhalarını yaşamak zorunda kalan geridekiler, cephede alnından vurulup -üstelik şahadet mertebesine erişerek- ölmeyi bin kere yeğ tutarlardı. ‘Kahramanlık` değil, fakat `Bir başka türlü kahramanlıktır cephe gerisinde yaşananlar.

         
   Hacim itibariyle pek küçük görünen bu eser, hikâye ve imâ ettiği memleket gerçekleriyle cürümünden daha mühim şeylere işaretliyor ve yakın tarih hakkında bilinenlerin öteki yüzünden ışık sızdırıyor.

Bu eser, bir eczacı tarafından hazırlanmış, yazılmış. İlla ki bu gibi hikâyeleri edebiyatçılar, tarihçiler yazmalıdır diye beklenmemelidir. Eli kalem tutan, az çok mürekkep yalamış herkes bunu kendine bir görev bilmelidir. Vatana hizmet demek sözle değil ona yaptığımız katkı ve hizmetle olur. Vatana bağlı olmak hamasi sözlerle, duvarlara bulvarlara yazdığımız slogan ve çirkin yazılarla değil vatana hizmet edenleri örnek alarak onların bıraktığı hizmeti devam ettirmekle olur.   

      
      Bu eser, ibret almak için okunmalıdır. Herkes okumalı ve çocuklarını okutmalıdır. Öğretmenlerimiz öğrencilerine; ailelerimiz çocuklarını mutlaka okutmalıdır. Bu günlere nereden geldiğimizi. Bu vatanın her karış toprağının yazılmamış destanlarla dolu olduğu mutlaka öğretilmeli ve anlatılmalıdır. Sadece boş laf ve sözlerle vatanperverlik değil gerçekleri yaşamak için mutlaka okunmalıdır.

 

*M.T

SON EKLENENLER

Üye Girişi