Mektup, insanın tarihi boyunca ortaya çıkardığı en anlamlı şeylerden bir tanesi. Dumanla, ulaklarla ve kuşlarla haberleşmeyi başarabilen insanin kendine has en samimi buluşu. Fakat onun duygu yüklü haberleşme surecinin bir noktası mahiyetinde. Henüz cümle bitmedi; hâlâ mektup sevdalıları var aramızda. O yüzden bu noktayı virgüle çevirebilmek kâbil olmalı. Bu yazıda bu aciz isteğimin bir numunesi sadece.
Yirminci yüzyılın insani tahrip eden surecinde mektupla beraber çok şeye de veda ettik aslında. Birbirimize karşı duygu yüklü cümleler kurmayı unuttuk. Samimiyetimizi kaybettik çoktandır. Dahası, kaybettiklerimizin en kıymetlileri arasında özlemek ve özlenmek de var. Sabretmeyi de unuttuk, unuttuklarımızı hatırlayamadan…
Bir dostun yollar ve yolculuklar kokan mektubunu beklemekle telefondan gelecek bir mesajı beklemek aynı şey miydi? Bilgisayarın kati ve donuk tuşlarında çetleşmek, bir kalemin beyaz bir sayfaya işlediği satırlara mukabil miydi? Dizüstümüzün ekranlarında gördüğümüz soğuk siluetler hasretimizi dindirmek yerine insanlık olarak özlemlerimizi oldurmuyor muydu?
Hangi bilgisayarın ya da hangi telefonun beni dostun sıcacık ellerinden, zengin gönlünden çıkmış bir mektup kadar heyecanlandırmaya gücü yeter? Anlık iletişimlerle tatmin olacağımızı düşünüyoruz. Aceleci tabiatımızla kendimizi tahrip ediyoruz. Böylece rahata kavuşayım derken huzuru kaybettiğimiz gibi, icat ettiğimiz iletişim araçlarının doyumsuz kullanımıyla da hasretlerimizi özlemlerimizi kaybediyoruz. Fakat anlık iletişimlerin tatmin etmediği, hatta zaman zaman durmayan telefonların, ardı arkası kesilmeyen maillerin insanı boğduğu aşikâr. Oysa geciken bir mektup heyecanımızı, özlemlerimizi daha da artırırdı. Çocukluğumuz, gözümüz yollarda postacı beklemekle, postacı tekerlemeleri söylemekle geçti. Bugünse postacı kelimesi, tamamamen sıcaklığını yitirmiş, anlamsız, beyinlerimize yabancı bir kavram.
Hem mektup yazmak bir emek ve sabır işiydi. İnsanin sevdiği için verdiği emek en değerli alın teriydi aslında. Mektuplara sırt döndüğümüzden beri sevdiklerimize emek harcamaz olduk. Yoğun işlerimiz arasında vakit ayıramadık bir selâm edemedik dosta, yarana! Hangi emek sevdiklerimize verilen emekten daha değerliydi. Dosyalar ve evraklar arasında kaybolan hafızalarımız, kalbimizi hep mahrum bıraktı mektuplardan. Mektup yazdığımızda dostlar özlenirdi; şimdi, mektupların ölmekte olduğunu hatırlayabilenlerimize mektupları özlemek düşüyor. Hayatında hiç mektup yazmayanlar ise - ki bunları yeni nesil diye tabir etmek daha doğru olur - mektupları ancak dedelerinin, ninelerinin sandıklarından çıkan tozlu, sarı kâğıt parçaları olarak tanıyorlar. Mektubu unutma ve mektup yazmama temayülümüz tam da bu yeni nesille başlıyor işte. Eğer mektup gençlerimize tanıtılmazsa, onların nazarında mektuplar bir masal kahramanı kadar hayali ve çocuksu kalacak. Mektuplarımız olduğu gün duygularımız da yaşlanmaya başlayacaktır.
Aslında her mektup ebediyete atılmış bir imza, duygularından bir parça bırakma çabasıdır. Her mektup gökyüzünün sonsuzluğuna kanatlandırılmış bir beyaz güvercindir. Duygularınızı çıkarın mahzenlerinden, bırakın kanatlansın sevdiklerine. İhtiyacınız olan tek şey bir kalem ve bir kâğıt…
N. G.