O adama cennet hayalleri kurduran küçük köpeğe ithafen…
Ölümü yaşayarak öğrenen kadar kim yakinen tanıyabilir ki? Ölümü bilmek öleceğini söylemek aslında onun soğukluğunu hissetmenin yanında hiçbir şeydir. İnsanoğlunun, hafıza labirentinin karanlık dehlizlerinde kaybolan fikirler bile bu acıyı nasıl tanımlayabilir? Parmakları bir ölünün soğuk bedeninde gezinmiş, semaya yükselen bir ruhun bedenindeki gözleri göz kapaklarıyla perdelemiş ya da rengi belirsiz kefene ilk toprağı saçan küreği tutan bir el anlayıp hissedebilir bunu.
Bir ölüden diriye kalan tek şey hatıralardır. Yaşanmışlıklar diri tutar bir ölüyü. Hafıza ölümün soğukluğunu unutmak isterken, yaşanmışlıkların sıcaklığıyla ısınmayı ve maziye tutunmayı ister. Hatıralardaki o insan tezahürü, bir bilim kurgu filminde aniden atomlarına ayrılan ve toz oluveren bir bedeni düşündürür. Var olan bir şeyin aniden yok oluşu tüyleri diken diken eder Fakat bilim kurgu izleyen bir insan bu acıyı hissetmez, ölümü seyreden bir insan hisseder. Çünkü bilim kurguların gerçekliğine inanmayız ama ölüm en çıplak gerçekliğiyle vurur yüzümüze; anılarımızı darmadağın eder.
Ölümü gerçekten bilen, tanıyan bir insan arar en çok gerçeği. Çünkü o varlıktan yokluğa geçişin(ya da yokluktan varlığa geçişin) en yakın şahidi olmuştur. Ölümü tanıyarak başlayan bir gerçeği arama yolculuğu muhakkak ki en güzel menzilin keyfiyle sonuçlanır. Yok olmanın, bir daha sevemeyecek olmanın, tebessüm dolu fotoğraflarına bakamayacak olmanın, hatta bir daha acı bile çekemeyecek olmanın ızdırabı çöreklenir yüreklere. Var olma sevdası ve umudu işte tam da bu noktada başlar. Var iken, varlığının kıymetini bilmeyen insan yok olacağını düşündükçe var olabilmenin kıymetini daha da iyi anlar. Bu süreçte ya başıboş bir dünyanın bekçileri olduğunu düşünüp vazgeçer ki bunun için bir ama olmak gerekir yahut varlığının amacını ve bu amacın onu hangi sonuca götüreceğini tahlil ederek sonsuzluk sevdalıları kervanına katılır.
Bütün hayatı boyunca varlığını umursamayıp, ölümle bir varlık arayışına girerek bu kervana katılan insan en mutlu en seçilmiş insandır aslında. Yokluk düşüncesinin varlığa bu kadar çok şey katabileceğini kim bilebilirdi Yaratıcıdan başka. Bu kervana katılan bir sonsuzluk sevdalısı için ölüm ne büyüleyici, ne gizemli bir hal alır zamanla. Yokluktan korkarak varlığa talip olan insan bir zaman sonra varlıktan geçerek sonsuzluk sevdalılarından olmayı seçer. Bu bir erdemdir, aşktır aslında. Ölümü yakından tanıyanların menzili bu aşk durağıdır işte; cennettir.
Artık bir zamandan sonra ölüme dair güzel hayaller kurulur. Sonsuzluğa talip olan bir kalp en mahrem, en onurlu hayatı yaşamayı seçer bu dünyada. Gerçekten var olmanın hazzını yaşar. Aslında küçücük bir köpeğin ölümüyle dahi ruhların yolculuğuna yakından şahit olan insan ne şanslıdır, ne mutludur, ne büyük bir âşıktır…
Şu dünyayı ölülerle beraber yaşayabilmek ve sonunda ruhların yolculuğunu keşfedebilmek temennisiyle…
N. G.