Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 PARAGRAF

 TEST — 1

 Bana sıkça sorulan sorulardan bir tanesi ................ sorusudur. Bunu soranların hemen hepsi benim cevabımı beklemeden kendileri cevaplar bu soruyu: “Tabii Türkiye’de yazacak konu bulmak da iş mi yani, neredeyse her gün bir olay oluyor, değil mi amal” der. Ben de temelde aşırı sıkıldığım bu konuda meseleyi daha uzatmamak için bu sözleri söyleyenlere katıldığımı söyler ve susarım hep. Bu tamamen yanlış bir cevaptır aslında. Evet, bu memlekette hemen her gün bir veya iki olay olmakta. Ancak bunların hepsi aynı olaydan ibaret. 

1.Bu parçada boş bırakılan yere düşüncenin akışına göre aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir? 

A) “Nasıl her gün yazacak konu buluyorsun?” 

B) “Türkiye’deki sanatçılar niçin Batı dünyasında tanınmıyor?” 

C) “Bir sanat yapıtında biçim-içerik dengesi nasıl sağlanabilir? 

D) “Ülkemizde yazarlar niçin birbirinin tekrarı olan konuları işliyorlar?”

E) “Ülkemizde sanatçılar niçin sosyal konulardan uzak duruyor?”

 

2. (I) Efes, Roma imparatorluğu döneminde Asia eyaletinin başkentiydi ve en kalabalık kentiydi. (II) Nüfusu da yaklaşık 200 bin kişiydi. (III) Kentin merkezini öncelikle zengin Roma vatandaşları mesken tutmuştu. (IV) Merkezden uzaklaştıkça Efes’in diğer sakinleri; tüccarlar, toprak sahipleri ve işçilerdi. (V) Tarih boyunca şehir defalarca yıkılmış yeniden yapılmıştı. (VI) Kentin en varlıklı kişileri ise Yamaç Evleri denen ve kente tepeden bakan konutlarda otururlardı. 

Bu parçada numaralanmış cümlelerin hangisi düşüncenin akışını bozmaktadır? 

A)I.                 B)II.          C)III.                 D)IV.             E)V.

 

3. Ciddi bir seyirci sorunumuz olduğunu sanmıyorum. Şehir ve devlet tiyatrolarının yarım yüzyıldır sürdürdükleri çocuk tiyatroları ülkemizde özlenen, nitelikli seyirciyi yaratmış bulunuyor bence. Kadıköy Tiyatrosuna bakın. Her ayın ilk birkaç günü içinde tüm biletler tükeniyor. Üsküdar ve Fatih tiyatroları genç seyircilerle dolu. Devlet tiyatrosunun Aziz Nesin Sahnesi de öyle 

Bu parça düşüncenin akışına göre aşağıdakilerden hangisiyle sürdürülmelidir? 

A) İstanbul, gerçekten, tiyatrolarıyla, tiyatro seyircileriyle dünyada önemli bir yere sahip

B) Televizyonların tiyatro oyunlarına yönelmeleri elbette tiyatrolarımız ve tiyatro seyircilerimiz açısından çok önemli 

C) Artık, tiyatronun insanların eğitiminde ne kadar önemli bir yerinin olduğunu sanırım herkes biliyor 

D) Tiyatroya artık gidilmiyor, diyenler, televizyonlarından ayrılıp tiyatroya gitmeye üşenenler bence, giden gidiyor 

E) Televizyon hiçbir zaman tiyatronun yerini tutamaz, sinemanın yerini tutamadığı gibi 

 

4. Bir gün, oturmuş televizyon izliyordum. Bir belgesel programda, yaşlıca bir adam, elini çenesine dayamış, okyanusu izliyordu. Bu adam bir sporcuymuş ve günün birinde okyanusu yüzerek geçmeye karar vermiş. Ama daha yolun başında bayılmış... Müthiş acı verici bir şey bu. Ben böyle bir şeye öyküme malzeme olur diye bakmam. Ama öyle üzüldüm ve insanın dünyayı böyle inatla sevmesi karşısında öyle etkilendim ki, yazmadan edemedim, 

Bu parçada yazar aşağıdakilerin hangisinden söz etmektedir? 

A) Bir öyküsüne konu ettiği yaşlı bir adamdan 

B) insanın isterse her güçlüğün üstesinden gelebileceğinden 

C)Öyküye malzeme bulmanın zorluğundan Gözleme ne kadar değer verdiğinden 

D)Gözleme ne kadar değer verdiğinden

E) Yazmanın kendisi için ne derece önemli olduğundan

 

5. Eskiden edebiyat dergilerinin yeni sayılarını heyecanla beklerdim. Bugüne heyecanı duyamıyorum. Eski ustaların yeni yapıtları karşısında bu hisse kapılıyorum sadece. Sanatsal, düşünsel ortam açısından bugün yaşananlara çok yabancı bir haldeyim. Bir Orhan Kemal’in yokluğunu bugün çok şiddetli hissediyorum. Halbuki Orhan Kemal’in insanları hala yaşıyorlar Türkiye’de. Hatta belki daha çetin koşullarda, daha karmaşık ruh vaziyetleri içindeler, ama onları yazacak bir yazar yetişmiyor. Bunun, edebiyatımız adına çok büyük bir eksiklik olduğunu düşünüyorum. Büyük bir yapaylık var edebiyatta. 

Yazarın bu parçada sözünü ettiği eksiklik aşağıdakilerden hangisidir? 

A) Eskisi kadar kaliteli edebiyat dergisinin çıkmaması 

B) Sanatsal ortamın eskisi kadar canlı olmaması 

C) Eski eserlere konu olan insanların bugün pek kalmamış olması 

D) Sanat ortamında eskisi kadar iyi sanatçı yetişmemesi 

E) Yazarların daha çok yapay bir dünyayı anlatması

 

6. Şiirde işçilik şart. İşçilik kolay değil. Bir hanımın ördüğü dantel bile büyük bir emek işidir. Ama ben öyle eserler gördüm ki, bakırdan yapılmış, ağırlığınca altından daha pahalı. Niye? İşçiliği çok. Bakın, bakırı bile altının üstüne çıkarabilen sanat, şiiri de elbette ki, altının üzerine çıkaracaktır. İşlemeden bir şey olmaz. Bu yüzden Yahya Kemal hocamızın, bir mısra, bir kelime üzerinde yıllarca durduğunu bir efsane gibi duymuşuzdur. Hayır, efsane değil, gerçek. Duygu ve düşüncelerimizin dil ile dişler arasında gevelenmesine şiir denmeyeceğinin kesinlikle bilincindeyiz artık. 

Bu parçada asıl anlatılmak istenen aşağıdakilerden hangisidir? 

A) Sanatçı sıradan bir malzemeye bile sanat eseri değeri kazandırmasını bilir. 

B) Sanat altınla, gümüşle ölçülemeyecek kadar önemli bir uğraştır. 

C) Gerçek şiir, kelimelerin bir kuyumcu titizliğiyle işlenmesi sonucunda ortaya konur. 

D) Başarılı bir şiir yazmak için, onun üzerinde yıllarca durmak gerekir. 

E) Şiirde konu kadar o konuya uygun bir biçimi bulmak da önemlidir.

 

7. Değerli bir ozanı yitirdiğimizde ozanın bir noktaya erişmiş bütünlüğüne başka bir gözle bakıyoruz. Bu doğal belki, Araya “ölüm” gibi bir kilometre taşı giriyor. Oysa öyle olmamalıydı. Çok daha önceden değerlendirmeli ve irdelemeliydik onun yapıtlarını. Şimdi hiç olmazsa “Bütün Şiirleri” yeniden yayımlanmalı. Ayrıca bundan ders alarak bugün yaşamakta olan ozanlarımıza daha önem vermeliyiz. Bir ozan için asıl korkunç olan, artık unutulduğunu sanmak ya da unutulma kaygısına kapılmak Hele unutulması olanaksız bir ozanın başına bu gelirse, toplumun ya da genç kuşağın belleklerinden silindiği duygusuna kapılırsa o ozan, bu ancak saygısızlık sayılabilir. Yazın dünyası kurtarmalı kendini böyle bir değerbilmezlikten. 

Bu parçada asıl anlatılmak istenen aşağıdakilerden hangisidir? 

A) Ozanlarımızın değerini ölmeden önce bilip, onlara genç kuşakların belleklerinde yaşadıklarını hissettirmeliyiz. 

B) Yaşarken kimsenin değer vermediği bir ozan nedense öldükten sonra değerli hale geliyor. 

C) Ozanlarımızın yaşarken unutulduğu duygusuna kapılmaları, üretkenliklerini azaltır. 

D) Ölen ozanlarımızın genç kuşaklar tarafından unutulmamasını sağlamak için bütün eserlerini yeniden basmalıyız. 

E) Bir ozan için en önemli şey, ölse bile genç kuşaklar tarafından unutulmayacağını bilmektir. 

 

8. 30 yıl önce, Türkiye’de çok önemli edebiyat dergileri vardı. Satışları olağanüstü değildi belki, ama önemli sayıda okurları vardı. ‘Yeni Dergide Memet Fuat, ‘Papirüs’te Cemal Süreya gibi isimler, gençlerin önüne yeni ufuklar açma çabası içindeydi. Bugün öyle bir ortam göremiyorsunuz. Tıpkı televizyonlardaki gibi, çok izlenme kaygısı söz konusu büyük sanatçılarda. Ben 30 yıl önceki kişisel heyecanımı yitirdiğim gibi, 30 yıl önceki o edebiyat coşkusunun bugün var olduğuna da inanmıyorum. 

Bu parçaya göre günümüzün edebiyat ortamının eskisi gibi olmamasının nedeni aşağıdakilerden hangisidir? 

A) Eskisi gibi güçlü sanatçıların yetişmemesi 

B) Okurların edebiyata ilgi göstermemesi 

C) Usta sanatçıların gençleri yetiştirmek gibi bir kaygı taşımamaları 

D) Televizyonların edebiyata olan ilgiyi azaltması 

E) Gençlerin edebiyata pek değer vermemesi

 

9. Bilirsiniz, bazı kentlerin bazı caddeleri, bazı sokakları o kentin özeti gibidir. 0 kentlerin yürekleri oralarda atar. Sanki kent oralarda soluk alıp verir. Sözgelimi Prag dersiniz, hemen aklınıza Vaslavski Caddesi gelir. Paris dersiniz, ChampElysse canlanır gözünüzde. Moskova’yı anınca Lenin Caddesi beliriverir usunuzda. New York deyince Brooklyn’i anımsamadan edemezsiniz. İstanbul deyince İstiklal Caddesi, Ankara deyince Ulus ve civarı gelmez mi aklınıza? Peki İzmir deyince... İzmir deyince de Kemeraltı çıkar gelir bin bir sesin, bin bir rengin içinden, kentin doğal bir ‘temsilcisi’ gibi. 

Bu parçada sıralanan örnekler aşağıdakilerden hangisini açıklamak içindir? 

A) Bazı kentlerin adlarıyla özdeşleşen caddelerinin olduğunu 

B) Her büyük şehrin önemli ve büyük bir caddesi olduğunu 

C) Dünya tarihinde önemli olan caddelerin herkesçe bilindiğini 

D) Kentlerin büyük caddeler sayesinde rahatladığını 

E) Tarihi birikimi olan caddelerin içinde bulunduğu şehri de zenginleştirdiğini 

 

10. Her yazar kendini anlatır, hiç değilse kendinden bir şeyleri... Ben de ilk kitaplarımda yer alan öykülerde “kendim sandığım” bir insanın iç evrenini, çevresini, yaşadığı kenti, sokakları, insanları yaşatmak istedim. Önceleri, bir akımı benimsemiştim, “tek”ten “çok”a, bireyden topluma yönelişi öne alan bir akımı. Sonraları “çok’un içindeki “tek’in, yani bireyin ele alınmasının öyküye daha çok yakıştığını gördüm. 

Bu parçada yazar aşağıdakilerden hangisine değinmemiştir? 

A) Her yazarın, yapıtında kendinden bir şeyleri dile getirdiğine 

B) İlk öykülerinde insanı her yönüyle ele aldığına 

C) İlk olarak bireyden topluma giden bir akımı benimsediğine 

D) Öyküyü her okuyanın, onda kendinden bir şeyler bulması gerektiğine 

E) Toplumun içindeki birey! ele almanın öykü için daha uygun olduğunu düşündüğüne

 

11. (I) Baylan, yalnızca bir pastane adı değildi. (II) Doğum tarihleri 1925-1 940 arasında değişen bir grup sanatçı için gerçek, yenilikçi bir sanat orta- mıydı. (III) Pastanenin duvarlarında sanatçıların o anda yazdıkları birçok şiir vardı. (IV) Edebiyat, tiyatro, resim, sinema, karikatür sanatlarının sorunlarının aynı masada konuşulup, tartışıldığı bir sanat dünyasıydı. (V) Sanatçı kişiliğimin oluşmasında önemli bir yeri vardır oranın. 

Bu parçada numaralanmış cümlelerin hangisi düşüncenin akışını bozmaktadır? 

A)I.                 B)II.          C)III.                 D)IV.             E)V.

 

12. Şiirin hikâyeye katkısı çoktur. Şiiri denemiş, yolunu şiirden geçirerek hikâyeye gelmiş olanlara bakın, yer yer bu şair yanlarını hikâyelerinde harmanladıklarını görürsünüz. Orhan Kemal, Sabahattin Ali, Yaşar Kemal birer şiir geçmişine sahip hikâyecilerdir. Yolu şiirden geçmemiş birinin iyi bir hikâyeci olabileceğini sanmıyorum ben. 

Bu parçadan aşağıdakilerden hangisine ulaşılabilir? 

A) Yazın yaşamına hikâye yazarak başlayan birinin son durağı şiirdir. 

B) İyi bir hikâyeci aynı zamanda iyi bir şairdir. 

C) İyi bir hikâyeci olmanın yolunun şiirden geçtiği yadsınamaz. 

D) Şairlik yönü olmayan kişilerin hikayeye yöneldiği görüşü doğru değildir. 

E) Bizim kültürümüzde edebiyat türlerinin temelinde şiir vardır. 

 

13. Karın rengi altın sarısı olsaydı, Refik Halit’e göre, ağaçlar som altından vizelere döner, pencerelerimizin kenarına kılaptan şeritler çekilmiş, saçaklarımızdan sırma püsküller sarkmış, başımıza çil pullar serpilmiş, yollarımıza altın talaşlar serpilmiş gibi olurdu. Güneş vurunca da parıl parıl yanarak yeryüzünü bir masal sarayına çevirirdi! 

Bu parçaya göre Refik Halit aşağıdakilerin hangisinden hayıflanmaktadır? 

A) Kış mevsiminin uzun sürmesinden 

B) Karın altın sarısı olmamasından 

C) Kışın güzelliklerini yeterince yaşamamasından 

D) Kış mevsiminin kendisine ilham vermemesinden 

E) Soğuk havanın hastalıklarını artırmasından

 

CEVAP ANAHTARI:

1.A       2.D      3.D       4.A      5.D       6.C       7.A       8.C       9.A       10.D     11.C      12.C      13.B

 


PARAGRAF-TEST - 2

1.Size burada bazı şarkı sözlerindeki anlamsızlıklardan, dil yanlışlıklarından söz etmeyeceğim. Artık kimsenin hiç mi hiç önem vermediği “uyak” tan söz etmek istiyorum. Bir şarkı elbette uyaksız da olabilir. Benim sözüm uyak kullandığını sananlara. Bırakın eski ustaların yapıtlarını, daha düne kadar içeriği sizden ne kadar uzak olursa olsun bütün şarkı sözleri teknik açıdan kusursuzdu. Şimdi öyle mi? “Geliyorum” ile “gidiyorum” bile uyaklı sanılıyor. Yaratıcısına sorarsanız: “Ne var bunda, ikisi de “yorum” ile bitiyor ya!” deyip sizi tersleyecek. Uyağın ne olduğunu anlamak için ortaokul ders kitaplarına bakmanız yeterli. 

Bu parçada yazar aşağıdakilerin hangisinden yakınmaktadır? 

A) Şarkı sözü yazarlarının eğitim görmemiş kişiler oluşundan 

B) Günümüzdeki şarkıların teknik açıdan kusurlu oluşundan 

C) Şarkı sözü yazanların Türk dilinin inceliklerini bilmemelerinden 

D) Eskisi kadar iyi şarkıcı yetişmemesinden 

E) Şarkılarda içeriğin bir kenara itilip sesin ön plana alınmasından 

 

2. Türk edebiyatı uykuda çok kalmış bir edebiyattır. Dilimiz çok aykırı bir dildir. Onun için dünya dillerine çevrilemedi. Eğer çevrilseydi, bugün dünyada büyük bir Türk edebiyatı olurdu. Benim talihim, kitaplarımı çevirme imkanı bulmamdır. Bir Sait Faik’in böyle bir talihi olmadı. Sait Faik, 20. yüzyılın en önemli hikayecilerinden biridir. Onu okuyan yabancı eleştirmenler de bunu söylüyor. Büyük bir edebiyatın adamlarıyız biz. Yunus Emre’den Dadaloğlu’na kadar, Pir Sultan’a kadar... Bundan sonra, Türk dilindeki genç yazarlar da çok iyiler. Onlar da çevrilebilirler. Çevrildikleri zaman da ses getireceğine inanıyorum. 

Bu parçada yazar, aşağıdakilerden hangisine değinmemiştir? 

A) Edebi eserlerimizin, Türk dilinin aykırılığından dolayı dünya dillerine çevrilemediğine 

B) Eserlerini diğer dillere kendisinin çevirdiğine 

C) Sanatçılarımızın eserlerini kendilerinin çevirmelerinin gerektiğine 

D) Hem geçmişteki sanatçılarımızla hem genç sanatçılarımızla büyük bir edebiyatın adamları olduğumuza 

E) Sait Faik’in yabancı eleştirmenlerin bile kabul ettiği büyük bir sanatçı olduğuna

 

3. Sanatçı dostlarımdan, zaman zaman “Aylardır tek satır yazamadım.”, “Gözüm kâğıdı kalemi görmek istemiyor.”, “Kuruyup kaldım.” biçiminde şikâyetler duyarım. Onların bir durgunluk dönemi yaşadıklarının göstergesidir bu tür yakınmalar. Ama bu durgunluk dönemlerinin aslında bir biriktirme dönemi olduğu açıktır. Bir başka söyleyişle; suskunluk gibi görünse de bu, ne zaman ve nasıl patlayacağı belli olmayan bir olgunlaştırma dönemidir. Bir gün bir bakarsınız, bir öykünün ilk cümlesi, bir şiirin ilk dizesi, bir resmin ilk fırça darbesi, bir yerlerden çıkar gelir. 

Bu parçadan aşağıdakilerden hangisi çıkarılabilir? 

A) Her sanatçının yaratma gücünün zamanla azalmasının doğal olduğu 

B) Sanatçının yaratma gücündeki durgunluğun toplumsal sorunlarla ilişkili olduğu 

C) Sanatçının bazı biriktirmelerde bulunabilmek için bir süre sanattan uzak durmasının gerektiği 

D) Sanatçının bir sanat eserine başlayabilmek için küçük de olsa bir ilhama gereksinim duyduğu 

E) Sanatçılarda kimi zaman görülen durgunluğun aslında bir biriktirme ve olgunlaştırma dönemi olduğu 

 

4. Ressamlarımız her zaman “anlaşılamamaktan” yakınırlar. Ben de bunu anlayamıyorum. Anlaşılır bir şeyler üretince neden sizi anlamasınlar ki? Problem aslında sanatçının kendisinde; toplumun dışına çıkmayı sanatçılık olarak görmek. Ondan sonra da “Beni hiç anlamadılar ki!” diye şikâyetlerde bulunmak... 

Bu parçada yazar aşağıdakilerden hangisine karşı çıkmaktadır? 

A) Sanatçının toplumun dışına çıkıp sonra da anlaşılamamaktan yakınmasına 

B) Özgün eserler ortaya koymak düşüncesiyle anlaşılmaz duruma düşülmesine 

C) Sanatçının halkın ilgi ve beklentilerine cevap vermek amacından uzaklaşmasına 

D) Resim sanatının toplumda yeterince ilgi görmediğinin söylenmesine 

E) Sanatçıların halkın sorunlarından uzak durmasına

 

5. Ben yaşamım boyunca dönüp arkama bakmadım. Anılarımı yazmayı düşünmezdim hiç. Fotoğraf filan da toplamazdım. Sonra birer birer herkes gitmeye başladı. Arkada bıraktıktan fotoğraflar, resimler, mektuplar bana kaldı hep... Onlara bakarken, ne güzel insanlar olduklarını, nasıl bir sevgi ortamı içinde yaşadıklarını, nasıl dolu dolu “insan” olduklarını düşünürken, bu işi yazıya dökmek, geleceğe taşımak tutkusuna kapıldım. Annemin öldüğü gecenin ertesi gün başladım yazmaya, iki yıl sürdü. Kitap bitmek üzereyken ben de bir yoğun bakımdan geçtim. İnanın kendime geldiğimde ilk düşüncem, “Bir ay daha yaşayıp kitabı bitirebilsem idi. 

Bu parçada yazar aşağıdakilerden hangisine değinmemiştir? 

A) Etrafındaki insanların birer birer gitmesinin kendisini yazmaya ittiğine 

B) Önceleri geçmişi hatırlatan şeylerden uzak durduğuna 

C) Anılarını yazarken tedavi gördüğüne 

D) Yaşamayı istemesinin tek nedeninin kitabını bitirebilmek olduğuna 

E) Mutlu bir aile ortamında, sevgi dolu bir çevrede yaşadığına 

 

6. Ben tek başına öğretmen olmadım, aynı zamanda öğrenci oldum. Öğrencilerim beni yetiştirdi, sordukları sorularla beni çalışmaya ittiler. Yayıncılık, öğretmenlik ya da başka işlerde olsun hep aynı pozisyonda kaldım. Öğrendim, öğrettim, paylaştım. Ben eleştiri ile başladım yaşamıma. Sonra denemeye başladım ve sayısız çeviriler yaptım. Hümanizma konusunda, düşünce özgürlüğü konusunda karınca kararınca bir şeyler yapmaya çalıştım. Bunun karşılığı olarak şimdi bana bu ödül veriliyor. Gerçekten çok onur verici. 

Bu parçadan yazarla ilgili aşağıdakilerden hangisi çıkarılamaz? 

A) Yazın yaşamına eleştiri yazarak başladığı 

B) Değişik türlerde eserler verdiği 

C) Düşünce özgürlüğüyle ilgili çalışmalarından dolayı ödül aldığı 

D) Öğretmenliği aynı zamanda bir öğrenme olarak gördüğü 

E) Ödülün bir sanatçı için itici güç olduğuna inandığı

 

7. Neden öyküyü tercih ettiğimi, tam olarak anımsamıyorum. Galiba bu konularda insan tercih yapmıyor. Öykü yazan olmaya ya da ressam olmaya karar verilmiyor yani. Geçenlerde, televizyonda bir bayan: “Ailece oturduk ve benim bir kaset yapmam gerektiğine karar verdik.” diyordu!... Bu benim pek aklımın alacağı bir şey değil. Yarın için öykücülüğü bırakıp heykeltıraşlığa soyunmayacağımın garantisi yok. Lisede resim yapıyordum. Sonra öykü ağırlık kazandı. Ama yıllar sonra şunu fark ettim; öykü kılığında resimler yapmaya devam etmişim. 

Bu sözleri söyleyen birinden aşağıdakilerden hangisini söylemesi beklenemez? 

A) İlk ürün verdiğim sanat dalında kalıp başka dallara uzanmayacağım diye bir anlayış doğru değildir. 

B) İnsan neye yeteneği olduğunu iyi belirleyip yaşamını o alanda sürdürmelidir. 

C) Şimdi öykü yazıyorum ancak ileride başka alanlarda ürün de verebilirim. 

D) Ne kadar farklı bir dala kaymışsam da ilk sanat çalışmam olan resim eserlerimde kendini hissettirir. 

E) Kimse ürün vereceği sanat dalı hakkında önceden oturup karar vermez, her şey kendiliğinden gelir. 

 

8. Ben ne zaman Kemeraltı’na gitsem ya da Kemeraltı’nı ne zaman anımsasam şöyle bir soruyla karşılaşıyorum: “Beni ne zaman yazacaksın?” Aslında Kemeraltı’nı yazma konusunda gecikmiş falan değilim. Kemeraltı’yla ilgili bir yazı zaten hiçbir zaman geç kalmış bir yazı değildir. Çünkü Kemeraltı, her an kendini tazelemeyi beceren fettan bir sevgili gibidir. Hatta tazelemenin bin bir çeşidini tenine sindirmiş, yakıştırmış, kabul ettirmiş Kleopatra gibidir Kemeraltı. Yani o, güzellikler uzmanı tarihi bir sevgilidir. Terk edilemez ve vazgeçilemez. 

Bu parçanın anlatımıyla ilgili aşağıdakilerden hangisi söylenemez? 

A) Tartışmacı bir anlatım kullanılmıştır. 

B) Benzetmelerden yararlanılmıştır. 

C) Değişik yapılı cümleler kullanılmıştır. 

D) Niteleyici sözcüklere yer verilmiştir. 

E) Kişileştirme sanatına başvurulmuştur.

 

CEVAP ANAHTARI:

1.B        2.C      3.D       4.A      5.E       6.E       7.B       8.A

 


PARAGRAF-TEST - 3

 

 1. 1993 Yunus Nadi Ödülü’nden sonra yayımlama açısından biraz şansım açılır gibi oldu. Adı bilinmeyen birinin kitap yayımlaması gerçekten zor çünkü. Hafta parasını siz ödeseniz bile iyi yayınevleri yanaşmaz buna. Daha sonra Sait Faik Ödülü’nü de alınca iki ödüllü oldu ilk kitabım. Ödül1 isminizin duyulmasını, bir de insanlardaki peşin hükmün iyi olmasını sağlıyor. Ama ödül yazarın elini kolunu tam bağlamasa bile insanı biraz tedirgin hale getiriyor. Zaten insanın bir özdenetimi var ve ödüller bunu biraz daha sıkı bir denetim haline getiriyor. 

Bu parçadan aşağıdakilerden hangisi çıkarılamaz? 

A) Yayınevlerinin tanınmamış yazarların eserlerini basmak istemediği 

B) Ödül almış bir öykünün okur tarafından daha çok benimsendiği 

C) Ödülün yazar için yararlı yönlerinin de olduğu 

D) Ödül almanın yazarı biraz daha dikkatli olmaya zorladığı 

E) Yazarın ilk kitabının iki ödül aldığı 

 

2. ............Huyunu suyunu bilmediğiniz bir okuyucu karşısında, neyi nasıl yazsam gibi bir duyguya kapı1dığınız olur önceleri. Anlarsınız, değiştirmeye kalktığınız kitle karşısında önce siz değişmeye başlamışsınızdır. Güzel bir duygudur bu aslında. Sınırları daha önceden aşağı yukarı çizilmiş bir yazı içinde söyleyeceklerinizi eksiksiz söyleme zorunluluğu, her gün yazmak zorunda olmak verimli bir disipline sokar sizi, sözcükleri daha ekonomik kullanmaya alışırsınız. 

Bu parçanın başına aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir? 

A) Gazete yazarlığı diğer yazınsal çabalara benzemez. 

B) Şiir yazmak elbette düzyazı yazmaya benzemez. 

C) Deneme yazmanın elbette bazı zor yanları da vardır. 

D) İnsan bazen hangi tür yazıyı kullanacağını bilemez. 

E) Her okurun kendine özgü bir anlayış biçimi vardır.

 

3. Fransız romanını taklit ile işe başlayan ilk roman yazarlarımız, Batı romanının tiplerini ve kalıplarını mı kullanırlar? Batı’da kurban kadın tipi de vardı, ölümcül kadın tipi de. Bununla birlikte bizde, sözünü ettiğimiz kadın tiplerinin hiçbiri Batı’dan gelmez;---- 

Yukarıdaki paragraf, düşüncenin akışına göre aşağıdaki sözlerden hangisi ile tamamlanmalıdır? 

A) çünkü Batı henüz romanın başındadır. 

B) çünkü toplumsal şartlar farklıdır. 

C) çünkü o dönemde Batı bizi örnek almaktadır.

D) belki de roman bizde bu yüzden geç olgunlaşır. 

E) çünkü Batı’nın ahlaki değerleri çökmüştür. 

 

4. Herhangi bir sanatkârın yaşamıyla ilgili herhangi bir filmi gözünüzün önüne getirin. Sanırsınız ki sanatkâr bizimkinden başka çok renkli ve heyecanlı bir dünyada hep acıları ve aşkları arası gidip gelmiştir. Oysa işin gerçek yanı başkalarına çok sıkıcı gelecek bir şekilde hayat boyu çalıştığıdır. Filmlerde gördüklerimiz, rejisörlerin birkaç anekdotu sanatkârın hayatıymış gibi gösterebilme ustalığının ifadesidir. Yoksa dünyanın en sıkıcı filmleri herhalde, zamanlarını yalnız mekânlarında çalışarak geçiren sanatkârlarınki olurdu. 

Bu parçada asıl anlatılmak istenen aşağıdakilerden hangisidir? 

A) Sanatçılar filmlerde gösterilenin aksine yalnız ve sıkıcı bir hayat yaşarlar. 

B) Filmlerde sanatçıların hep güzel yönleri gösterilir. 

C) Hiçbir film bir yaşamı olduğu gibi veremez. 

D) Sanatçıları anlatan filmler sıkıcı olduğundan pek tutulmamıştır. 

E) Rejisörler gerçek olmayan bir durumu bile gerçekmiş gibi aktarabilirler.

 

5. Son on yılda ortaya çıkan genç şairlerin bizim kuşak ve bizden önceki kuşak sanatçı ve yazarlarınca yeterince izlenmediği kanısındayım. “Yeterince” sözcüğünü kaldırırsam cümle daha gerçek bir anlam kazanacak. Bu büyük bir açıktır ve ip kopmuştur. Bugün kaç kişi var genç şairleri izleyebilmiş? Önceki kuşaktan hiç, bizim kuşaktan iki, bilemedin üç şair... Orhan Veli kuşağı şairleri kendilerine karşı çıktığımız halde bizi okuyorlardı. Biz, bize karşı çıktığı halde 60 Kuşağı’nı yakından izledik. 

Bu parçada yazar aşağıdakilerin hangisinden yakınmaktadır? 

A) Günümüzde okurun şiire ve şairlere ilgi göstermediğinden 

B) Genç şairlerin, kendilerinden öncekilerin tecrübelerinden yararlanmayı bilmediklerinden 

C) Her kuşağın kendi şiirinden başka şiiri beğenmediğinden 

D) Genç şairlerin eski şiire karşı ilgisiz oluşundan 

E) Eski kuşakların günümüzdeki şairleri izlemediğinden 

 

6. İki arkadaş, yayan yapıldak bir şehre inmişler, halk toplanmış padişahı seçiyormuş. Bizimkiler “Ne oluyor?” filan derken bir güvercin gelip, onlardan birinin omzuna konmuş... Hurraaa, kalabalık koşup gelmiş, omzuna güvercin konan adamı havaya kaldırıp, padişah ilan etmişler. Meğer güvercin uçurup, padişah seçerlermiş... Padişah tahta çıkınca, arkadaşını da sadrazam ilan etmiş... Gel zaman git zaman padişah öyle bir padişah çıkmış ki, zalimlikte firavunu geçmiş, halk inim inim inliyor. Arkadaşı bir gün dayanamayıp, padişahtan rica etmiş: “Yahu yapma, etme, yazık, günah!” Padişah boş ver, demiş: “Güvercin uçurarak padişah seçen millete, bu az bile.” 

Bu parçada vurgulanmak istenen düşünce aşağıdakilerden hangisidir? 

A) Bazı insanlara kader umduğundan çok fazlasını verir. 

B) Bazı kişiler makam sahibi olunca, kötülük yapmaktan zevk alırlar. 

C) Cahil birini yönetici seçmek topluma zarar verir. 

D) Hak etmeden kazananlar, kazandıklarının değerini bilmezler. 

E) Düşünmeden iş yapanlar, yaptıkları işin sonucuna katlanmak zorundadır.

 

7. Bir meşhur Amerikan yazarının romanı bir bakkal dükkânının tasviri ile başlar. Burada dükkânın görünüşü, romanın şahıslarından biri olmayan romancının gözüne göredir. Oysaki bir bakkal dükkânındaki eşya, oraya giren roman şahıslarından her birinin maksadına göre değişir. Telefon etmek için o dükkâna girenin gördüğü eşya, sardalya almak için girenin gördüklerinden, görüş tarzlarından başkadır. Oraya bir katili aramak için giren polisle, dükkânı kiralamak için giren bir müşterinin görüşleri farklıdır. Roman bu farkları belirttiği zaman canlı ve doğrudur. 

Bu parçada yazar, romanla ilgili aşağıdakilerden hangisini eleştirmektedir? 

A) Romanda her çevreden insanın seçilmemiş olmasını 

B) Tasvirin, roman kahramanlarının gözüyle değil de yazarın gözüyle yapılmasını 

C) Dükkânın yeterince ayrıntılı tasvir edilmemesini

D) Yazarın iyi bir gözlemci olmamasını

E) Romanda kişilerin ve çevrenin yeterince tanıtılmamasını 

 

8. Şanlıurfa, oldum olası musikinin beşiği olarak nitelenen bir kent. Müziğin hiçbir kentte yaşamın bu kadar içine girmediğine, kentin müzik kültürünün, tarihin derinliklerinden geldiğine ilişkin bilgilere çeşitli kaynaklarda ulaşmak mümkündür. Şanlıurfa’ya bağlı Sultantepe köyünde yapılan kazılarda Gılgamış Destanı’na ait parçalar bulundu. Kentin Eyyübiye mahallesinde yapılan kazı sırasında bulunan bir mozaikte, bir müzik aleti çalan insan figürü ve onu dinleyen kuşlar, aslanlar, geyikler ve meleklerin varlığı ilgi çekti. 

Bu parçada Şanlıurfa ile ilgili vurgulanmak istenen aşağıdakilerden hangisidir? 

A) Eski zamanlardan beri musiki ile iç içe olduğu 

B) Tarihi bakımdan eskiliği 

C) Birçok kültüre beşiklik ettiği 

D) Müziğinin yanında sanatının da gelişmiş olduğu 

E) İnsanlarının müziği çok sevdiği

 

CEVAP ANAHTARI:

1.B        2.A      3.B       4.A      5.E       6.E       7.B       8.A

 


PARAGRAF-TEST - 4

 1. Yapılacak çok şey vardı. Daha yirmisindeyken şiirin, sanatın, edebiyatın tadını, önemini anlamak, duymak... Sonra da yirmisinden yetmiş beşine kadar yazmak, yaşatmak... Başta şiir, her zaman en başta şiir! Şuna dolu öyküler, romanlar, oyunlar, denemeler... Bir rüzgar gibi geçip gitmiş 1 940lardan bugüne dopdolu bir yaşam... Bir şiirinde “Ben boşuna yaşamadım.” demiş. Sayısı altmışı bulan yapıtlar kitaplıklarda boy boy dururken nasıl olur da boşa geçmiş sayılır bunca yıl? 

 Bu parçada sözü edilen kişiyle ilgili anlatılmak istenen, aşağıdakilerden hangisidir? 

 A) Hayatını oldukça verimli bir şekilde değerlendirdiği 

 B) Hak ettiği ölçüde değerinin bilinmediği 

 C) Yapmak istediklerini tam anlamıyla yapamadığı 

 D) Şiiri diğer türlerden daha çok sevdiği 

 E) Genç yaşta sanat hayatına atıldığı 

  

2. Tiyatrosuz bir toplum, yeni doğmuş bir çocuk sayılır; daha dile gelmemiş, henüz ilk sözcüğünü öğrenmemiş bir çocuk; ne istediğini çarpuk çurpuk el sallamalarıyla anlatmaya çalışan bir bebek! Bir toplumun ilk piyesi, bir çocuğun ilk sözcüğü demektir. Ömrü boyunca tiyatrosuz kalan bir toplum, önce dilini yitirir, geleneğini unutur, sonra bireyleri birbirine bağlayan bütün bağları çözülür, sokağa düşer. En büyük kötülük birbirimizden ayrıldığımız gün başlar. 

 Bu parçada aşağıdakilerden hangisinden söz edilmektedir? 

 A) Tiyatronun toplum için ne derece önemli olduğundan 

 B) İnsanların konuşmayı en iyi, tiyatroda öğrendiklerinden 

 C) Tiyatronun çok önemli bir eğitim kurumu olduğundan 

 D) Çocuk için anne ne ise, toplum için de tiyatronun o olduğundan 

 E) Tiyatronun toplumun kişileri arasındaki ilişkileri geliştirdiğinden

 

 3. Sık sık acımasızlıkla suçladığımız tarih, yine sık sık karşımıza şaşılası bilgece tutumlarla çıkar. Bu bilgeliklerden biri de, ne zaman düşüncenin yargılanması söz konusu olsa, tarihin, sayfalarında yargılayanları değil, ama yargılananları ölümsüzleştirmesidir. Üstelik bu yargıçları, “yalnızca yürürlükteki yasaları uyguladıkları” savunması da hiçbir zaman aklayamamıştır; tarih, bu savunma karşısında her zaman: “Ya yazılı olmayan yasaların üzerindeki yasalar? Ya insanoğlunu insan kılan, hiçbir yazılı yasanın kalıbına dökülmeksizin uyulması gereken evrensel erdemler?” gibi amansız bir sorgulamayla, düşüncenin yargıçlarını hep insanlık suçuyla yargılayagelmiştir. 

 Bu paçada anlatılmak istenen aşağıdakilerden hangisidir? 

 A) Tarih, düşünceyi yargılayanları onu savunanlardan daha çok suçlamış ve unutturmuştur. 

 B) Düşünce suçu tarihin her devrinde karşımıza çıkar. 

 C) Yeni düşünceleri savunanlar, gününde daima yargılanmışlardır. 

 D) Kraldan çok kralcı geçinen yargıçlar her devirde yeni düşünceleri yasaklamışlardır. 

 E) Tarih, kişileri yazılı kanunlara göre değil erdemlere göre yargılar. 

  

4. “Ben bugün seksen beşime bastım, daha doğrusu bastırıldım. Hala neyim, ne değilim biliyorsam gözüm çıksın. Güzel günlerim oldu, kötü günlerim oldu. Sevdim sevildim. Yetmedi. Kapkaranlık gelecek beklentisi içinde durdum dolaştım. Yine de bir sonuca varamadım. Neyim ben? Hiçbir şey. Kim biliyor ne olduğunu, ne olacağını? Ben ne olacağımı biliyorum: Kara toprak.” 

 Bu parçada sözü edilen kişi aşağıdakilerden hangisiyle nitelendirilebilir? 

 A) Vurdumduymaz B) Tembel C) Mirasyedi D) Doyumsu E) Gündelikçi

 

5. Şair, şiir yazmaya oturunca kelimeleri, anlamları süzüp inceltir. Diğer bir deyişle, kelimelerini demlendirip birçok işlemden geçirir. Öyle ki, şiir için biraz koyu kıvamlı bir hüzün tortusu diyebiliriz. Bu kadar emek sarf edilen şiirler, kolaycı bir okur kitlesiyle karşılaşıyor ne yazık ki. Kolaycı okur, akşam evine yorgun gelince televizyonunun düğmesini çeviriyor. Karşısında kolay algıladığı bir renk cümbüşü... Demek istediğim, şair, sanatından ödün vermeden, daha geniş kitlelere ulaşmanın yollarını bulmalı.. 

 Bu parçada aşağıdakilerden hangisine değinilmemiştir? 

 A) Şairin kelimeler üzerinde titizlikle durduğuna 

 B) Şiirde hüznün önemli bir yerinin olduğuna 

 C) Okurun, televizyon izlemeyi şiir okumaya tercih ettiğine 

 D) Şairin kelime seçiminde olduğu kadar, biçimsel alanda da titiz olması gerektiğine 

 E) Şairin, toplumun büyük kesimine ulaşmak için çareler üretmesi gerektiğine

 

6. Evet, bu çok tartışılan bir konu aslında. Buradan hareketle “şiir çevrilemez” gibi eski bir iddia da var. Yeni çıkan çok sayıda şiir çeviri kitapları, antolojilere bakacak olursak, aslında Türkiye’nin bu konuda bir patlama yaşadığından bile söz edebiliriz. Öte yandan, “şiir ne kadar iyi çevrilebilir” sorununu tartışabiliriz tabii. Zor bir şey şiir çevirmek. Şiir, özel bir dildir. Ben, her şiirin çevrilebileceğine inanmıyorum. Bazı şiirleri çevirmek neredeyse imkânsız. Aslında kültürlerarası yakınlık da çok etkiliyor çevirmenin serüvenini. Şiir, bizde karşılığı olmayan bir dünyayı anlatıyorsa, sözcüklerin yalnız sözlük anlamlarının kullanılması yeterli olmaz. Sözgelimi, sanayileşmiş bir ülkenin şiiri, tarım ekonomisiyle geçinen bir toplumda karşılık bulmayabilir. 

 Bu parçadan aşağıdaki sorulardan hangisine cevap alınamaz? 

 A) Türkiye’de şiir çevirisi sizce nasıl durumda? 

 B) Sizce her şiirin çevirisi mümkün müdür? 

 C) Şiirin başka bir dile çevrilebileceğine inanıyor musunuz? 

 D) Şiirin çevrildiği dilde karşılık bulmasında ekonomik ya da kültürel farklılıklar etkili midir? 

 E) Şiirin başarılı bir çevirisinin yapılabilmesi için nelere dikkat edilmelidir?

  

7. Kendi kendini idare edebilmek olgun insanların belli başlı niteliklerinden biridir. Başkalarına dayanmadan yürümek, kendine ait işlerde karar verebilmek, bazen kendi kendine kalmak ve bu durumdan hoşlanmak olgunluğun ilk belirtilerinden biridir. Yetişkinler arasına katıldığınız zaman birçok işi kendi kendinize göreceksiniz. Birçok zaman kendi başınıza kalacaksınız. Arkadaşlarınızın hoşlanmadığı bir yere, konferansa, maça ya da konsere kendi kendinize gidebilmelisiniz. Eğer kendi kendinizi idare etmeye hazırsanız bu gibi durumları yadırgamazsınız. 

 Bu parçadan aşağıdakilerden hangisi çıkarılamaz? 

 A) Yalnız kalmaktan hoşlanmanın olgunluğun ilk göstergelerinden olduğu 

 B) Kendi kendini idare etmeye hazır olanların yalnızlığı yadırgamamaları gerektiği 

 C) Olgunluğun belli başlı niteliklerinden birinin kendi kendini idare edebilmek olduğu 

 D) Kişinin, çevresindekilerin zararına da olsa kendi zevklerinden ödün vermemesi gerektiği 

 E) Kendine ait işlerde kendi kendine karar verebilmenin olgunluğun belirtilerinden olduğu

 

8. Dil, yazarın düpedüz aracı değil, her şeyidir. Hiçbir zaman birbirinden ayrılmayan amaç da araç da bir bakıma dildir. Dil yönünden etkinse yazar, amaç yönünden de soyludur. Dili ne denli ustaysa amacına o denli yandaş kazandırır yazar. Kof, sığ, düzmece amaçları benimsetmeye kalkışanların dili de koftur, sığdır, düzmecedir. Dili çelimsiz yazar hangi amacın savunucusu olursa olsun yine de başarısız kalmaz mı? 

 Bu parçada aşağıdakilerin hangilerine değinilmemiştir? 

 A) Dili ustaca kullanan yazarların, düşüncelerini daha çok kişiye benimsetebildiğine 

 B) Amaçları iyi olmayan kişilerin dillerinin de iyi olmayacağına 

 C) Dili iyi kullanamayan yazarların amaçları ne olursa olsun başarılı olamayacağına 

 D) Amaçlarını sade bir dille anlatanların, düşüncelerinin daha kolay anlaşıldığına 

 E) Dili kullanmakla amaç arasında doğrudan bir ilginin bulunduğuna

 

CEVAP ANAHTARI:

 1.A       2.A      3.A       4.D      5.D       6.E       7.D       8.D