Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

 


 

SERVET-İ FÜNUN EDEBİYATI(1896-1901)

www.liseedebiyat.com

DÖNEMİN SİYASAL PORTRESİ

Servet-i Fünûn edebiyatının anlaşılması için II. Abdülhamit döneminin çok iyi bilinmesi gerekir. II. Abdülhamit (1842 -1918), Osmanlı Devleti’nin 34. padişahıdır.

II. Abdülhamit tahta çıktığında (1876-1908), Osmanlı Devleti büyük bir bunalım içindeydi. Milliyetçi akımların etkisiyle Balkanlarda ayaklanmalar birbirini izliyordu

Abdülhamit tahta çıkar çıkmaz, 23 Aralık 1876’da, Osmanlı’nın ilk anayasası olan Kanun-ı Esasi’yi ilan etti. Meclis-i Meb’ûsân ve Ayan Meclisi üyelerinden oluşan ilk Meclis, 19 Mart 1877’de açıldı. Böylece I. Meşrutiyet dönemi başladı.

Anayasa ilan edildikten kısa bir süre sonra 1877-1878 Osmanlı - Rus Savaşı başladı. Osmanlı Devleti bu savaşta yenildi. Ülkede bu sonucun sorumluları arandı. Mebuslar Meclisinde hükümet ağır eleştiriler aldı. Abdülhamit, durumdan rahatsızdı.

Yenilgilerin sorumlusu olarak gördüğü Meclisi süresiz olarak kapattı. Mart 1877’de açılan Meclis-i Meb’ûsân’ın Şubat 1878’de kapatılmasıyla I. Meşrutiyet dönemine son verilmiş, “mutlakiyet” idaresine dönülmüştü. Her türlü basın yayın ve toplumsal hadise sansüre tabi tutulmuştur.

Devletin güvenliği için yapılan bu uygulamanın sanat ve edebiyata birtakım olumsuz yansımaları olmuştur. Dönemin dergi ve gazeteleri, siyasî olaylardan bahsedemez, toplumsal olayları yansıtamaz duruma getirilmiştir.

Böyle bir ortamda toplumsal konulara ağırlık veren bir edebiyatın oluşması, hayata ve gerçeğe uyan bir edebiyat ortaya konmasının bütün yolları kapanmıştır.

Bu koşullarda sanatçı ve edebiyatçılar yoğun bir karamsarlığa ve umutsuzluğa düşmüştür. Eserlerine de yılgınlık, hüzün, kaçıp kurtulma isteği ve umutsuzluk gibi duygular hâkim olmuştur.

Servet-i Fünûn topluluğunda yer alan sanatçıların büyük bölümü devrin olayları içinde kendi iç dünyalarına çekilmeyi, olup biten her şeyi kendi pencerelerinden görüp değerlendirmeyi tercih etmişlerdir.

Dönemin eserlerine bakıldığında bu siyasî ortamın yarattığı bunalım, çelişkiler ve sorunlar eserlerin özünü oluşturur.

 

SERVET-İ FÜNÛN EDEBİYATININ OLUŞUMU

Servet-i Fünûn, “Fenlerin serveti (tekniğin zenginliği)” anlamına gelir.(1896-1901) 

Türk Edebiyatı’nın bu devrine “Servet-i Fünûn Devri” denmesi, bu edebî hareketin Servet-i Fünûn dergisi etrafında gerçekleşmesi ile ilgilidir. 

Divan edebiyatına karşı kurulmaya çalışılan “Edebiyat-ı Cedîde” (Yeni Edebiyat) teriminin bu harekete ad olması ise hareketin bu terimi tamamıyla benimseyip kendi hakkında da çok sık kullanmasındandır. Bunun diğer bir nedeni de Tanzimat’tan sonra edebiyatta “ikinci yenileşme atılımının” bu dönemde gerçekleşmesidir.

Edebiyatımızda gerçek anlamda bir Batı etkisi, Servet-i Fünûn döneminde görülür. Servet-i Fünûn edebiyatı, Türk edebiyatında 1860’tan beri devam eden “Doğu-Batı” mücadelesinin, Batı lehine sonuçlandığı dönemdir. Bu dönemde Türk edebiyatı gerek zihniyet, gerek içerik, gerekse teknik özellikler bakımından bütünüyle Batılı bir nitelik kazanmıştır.

 

ESKİ -YENİ ÇATIŞMASI

Tanzimat edebiyatı ile başlayan "eski-yeni" çatışması, Servet-i Fünûn hareketinin temelini oluşturmuştur.

Şöyle ki: Tanzimat Dönemi'nin iki büyük şairi Recaizâde Mahmut Ekrem'le Muallim Naci, Yeni Türk Edebiyatı'nın nasıl bir yol izlemesi gerektiği konusunda iki farklı yol önermişlerdir.

Recaizâde Mahmut Ekrem, yüzyıllardır süregelen edebiyat geleneklerinden kesinlikle vazgeçilmesi gerektiğini savunurken,   Muallim Naci, edebiyatımızın süregelen geleneklerinden büsbütün kopmayı reddediyor; bazı yenilikleri kabul etmekle birlikte bunları edebiyat geleneklerimiz içinde eritmek gerektiğini düşünüyordu.

Bu durum aslında devletin eğitim kurumlarının çeşitlenmesiyle de ilgilidir

İki karşı görüş sanatçıları arasında "Kafiye göz için midir, yoksa kulak için midir?" konusunda yeni bir tartışma başladı. Bu nedenle eski ve yeni taraftarları yeniden birbirine saldırıya geçti. 

"Malûmat" dergisi etrafında toplanan Muallim Naci yandaşları. Recâîzâde Mahmut Ekrem ve Abdülhak Hamit’in edebiyatta “biçimi” ve “sağlam üslubu” pek umursamayan Recaizade Mahmut Ekrem'i ve onun çevresindeki gençleri eleştiriyordu. Muallim Naci, Bu nedenle, rakipleri tarafından “eski edebiyatın temsilcisi” olarak algılandı.

 Ekrem Bey, kendisini ve taraftarlarını onlara karşı savunmak için yeni bir yayın organına, gazete veya bir dergiye ihtiyaç duyuyordu.   

Recaizâde Mahmut Ekrem'in, Mekteb-i Mülkiye'den öğrencisi olan Ahmet İhsan Tokgöz, "Servet-i Fünûn" adlı bir dergi çıkarıyordu. Ekrem Bey, eski öğrencisine, bu dergiyi bir sanat-edebiyat organı haline getirmeyi teklif etti. Bu önerinin kabul edilmesiyle Recaizâde Mahmut Ekrem, etrafındaki yenilik yanlısı sanatçıları bu derginin çevresinde toplayarak, derginin sanat ve edebiyat alanındaki yönetimini yine eski bir öğrencisi olan genç şairlerinden Tevfik Fikret'e verdi.

Yeni edebiyatı savunan gençler, kısa sürede bu derginin etrafında toplandı.

Hepsi de genç ve tahsilli olan Servet-i Fünûn sanatçıları, tam anlamıyla modern bir Türk edebiyatı yaratmak düşüncesiyle bir araya geldiler. Dönemin çok ağır olan siyasî koşullarına rağmen büyük bir başarı gösterdiler. 

Halit Ziya, Mehmet Rauf romanlarıyla; Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin şiirleriyle yeni edebiyat beğenisinin somut örneklerini verdiler.

 

SERVET-İ FÜNÛNCULARIN DAĞILMASI

Ali Ekrem’in “Şiirimiz” adlı eleştirisi, çok sert ve fazla kişisel bulunduğundan, dergide, Kasım-Aralık 1900’de bazı değişikliklerle basıldı. Bu yazısından dolayı, arkadaşlarından sert tepkiler alan Ali Ekrem, dergiden ayrıldı. Onu Ahmed Reşid, Sâmîpaşazâde Sezâî ve Menemenlizâde Tâhir takip etti. Böylece topluluk büyük bir yara almış oldu.

1901.Tevfik Fikret’in dergiden ayrılması üzerine Servet-i Fünûn ciddi bir bunalımın içine düştü. Tevfik Fikret’in yerine yazı işlerini üstlenen Hüseyin Cahit, durumu bir süre idare etti. Ancak Hüseyin    Cahit Yalçın’ın Fransız İhtilali’ni konu alan “Edebiyat ve Hukuk” adlı çevirisinin Servet-i Fünûn’da yayımlanması üzerine, dergi II. Abdülhamit tarafından kapatıldı Servet-i Fünûn, kapatılmasından bir ay sonra, 5 Aralık 1901’de tekrar yayımlanmaya başlandı. Ancak Hüseyin Cahit yazı işleri müdürlüğünden ayrıldı.

İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra Servet-i Fünûn, gazete olarak yeniden çıkmış, sonra da haftalık dergiye dönüşmüştür. Servet-i Fünûncular II. Meşrutiyete kadar pek az eser yayımladılar

 

 

GENEL ÖZELLİKLERİ 

1. Servet-i Fünûn sanatçıları toplumsal sorunlardan uzak, somut gerçeklerden kopuk suya sabuna dokunmayan bir tutumu benimsemişlerdir. Sonuç olarak "sanat için sanat" anlayışından hareketle, eserlerinde estetik değerleri titizlikle önemsemişler, yeni edebi biçimler yaratmaya çalışmışlardır.

2. Cümlenin dize ya da beyitte tamamlanması kuralını yıkmışlar ve cümleyi özgürlüğüne kavuşturmuşlardır. Beyitin cümle üzerindeki egemenliğine son verirler. Cümle istediği yerde bitebilir.

3. Servet-i Fünuncular aruz ölçüsünü  kullanırlar. Ancak aruzun dizeler üzerindeki egemenliğini de yıkarak, bir şiirde birden çok kalıba yer vermişlerdir.

4. Onlar “her şey şiirin konusu olabilir” görüşünü benimsemişler; fakat dönemin siyasal baskıları nedeniyle aşk, doğa, aile hayatı ve gündelik yaşamın basit konularına eğilmişlerdir.

5. Şiirde ilk defa bu dönemde konu bütünlüğü sağlanmıştır.

6. Dilde de seçici bir anlayış içinde Arapça ve Farsça tamlama ve sözcüklere yeniden dönmüşler, Tanzimatçıların başlattığı dilde sadeleşme anlayışından uzaklaşmışlar, ağır ve sanatlı bir dil ve üslup anlayışı içinde bireysel duygu ve düşüncelerini anlattıkları eserler yaratmışlardır.

7. Şiirde üç değişik biçim kullanmışlardır.

a. Batı’dan aldıkları “sone” ve “terza-rima”

b. Divan edebiyatından alıp, türlü değişikliklerle kullandıkları müstezat (serbest  müstezat)

c. Bütünüyle kendi yarattıkları biçimler

8. Umutsuzluğun ve yalnızlığın yaşandığı ortamda da sanatçılar toplumsal konulardan uzak durmayı tercih etmiştir. Kuşku yaratacak hiçbir eyleme kalkışmamışlar, yeteneklerini sakıncası olmayan, zararsız bir edebiyat yaratmak için kullanmışlardır. Bu durum da dönemin sanatçılarında yoğun bir umutsuzluk, karamsarlık ve yılgınlığa yol açmıştır. Bu ruhsal çöküntü de eserlerin büyük bölümüne yansımıştır

9. “Kafiye kulak içindir” görüşünü benimserler 

10. Romanda, romantizmin kimi izleri bulunmakla birlikte genel olarak realizme bağlıdırlar.

11. Roman tekniği sağlamdır. 

12. Yazarlar daha çok yaşadıkları ortamı anlatma yoluna gittikleri için konular İstanbul’un çeşitli kesimlerinden alınmadır.

13. Bu dönem sanatçıları, devrin siyasal baskıları nedeniyle gazetecilik, tiyatro gibi alanlara pek fazla eğilmemişlerdir.

 

DÖNEMİN SANAT VE EDEBİYAT ANLAYIŞLARI

1.Klasik Edebiyattan Yana Olanlar 

Yaşam tarzı ve dünya görüşü yönünden eskinin temsilcisi durumundaki bu şairler, divan edebiyatının zevk ve alışkanlıklarını savunarak yenileşmeye karşı çıkmışlardır. Bu sanatçılar klasik kültürün zayıf birer temsilcisi olmuş, eserlerinden çok giriştikleri tartışmalar ve eleştiri yazılarıyla dikkati çekmişlerdir. Muallim Naci'yi ve “eski” edebiyatın kesin savunucusu ise Elhac (Hacı) İbrahim Efendi ve onun etrafındaki sanatçılardı. eskinin temsilcisi durumuna getirerek onun çevresinde toplanmışlardır. Ahmet Mithat Efendi, Sabah gazetesinde "Dekadanlar" adlı bir yazı yayımlar, 

Ahmet Midhat Efendi, dili bozdukları, alışılmadık, anlaşılmaz kelime ve tamlamalara eserlerinde yer verdikleri için, Edebiyat-ı Cedîde (Servet-i Fünûn) edebiyatına mensup şair ve yazarları aşağılayarak “dekadanlık”la suçlamıştır. Ahmet Midhat, 1 Mart 1897 tarihli Sabah gazetesinde yayımlanan “Dekadanlar” başlıklı yazısıyla o yıllarda devam eden polemikleri başlatmış olur. Ahmet Midhat taraftarlarıyla (gelenekçilerle) Edebiyat-ı Cedîde mensupları (yenilikçiler) arasında süren “dekadanlık tartışması”nda en çok Cenab Şehabeddin ve onun şiiri hedef alınır. Cenab, arkadaşlarına ve kendisine yöneltilen suçlamalara şöyle karşılık verir: “Sesimizi dimağımıza topladık; zamanımızın felsefe-i pîç ü tâbına lâyık,acı bir üslûp aradık; bulduğumuza: Dekadanlık dediler.” Hüseyin Cahit (Yalçın), Kavgalarım isimli kitabında, ‘dekadanlık’ yolundaki mücadelelerini de, ‘heyecanla’ hikâye eder.Servet-i Fünûncuların hareketini edebiyatta bir geriye dönüş olarak niteler ve şairleri de taklitçilikle suçlar. Bu yazıya Cenap Şahabettin "Dekadanizm Nedir?" başlıklı bir makaleyle cevap verir. Tartışma giderek genişler. Birçok eski ve yeni edebiyat yanlısı sanatçı, bu tartışmaya dâhil olur.

 

2.Eski ile Yeni Arasında Yer Alanlar 

Bu grupta değerlendirilecek sanatçılarını başında Recaizâde Mahmut Ekrem ve Abdülhak Hamit Tarhan gelir. Bu sanatçılar klasik edebiyatın dil, üslûp ve biçimsel özelliklerine büyük ölçüde bağlı kalırlar. Bunun yanında Batı edebiyatının etkisini de eserlerine yansıtırlar. Batılılar gibi düşünüp Türk gibi yazmayı; toplumsal koşullarımıza adet ve geleneklerimize uygun bir edebiyat yaratmayı öngörürler. Bir çeşit Doğu ve Batı edebiyatlarında bir sentez yapmak, taklitçiliğe düşmemek eğilimindedirler. Başlangıçta Muallim Naci de bu düşünceyle şiirler yazmıştır. Ancak, Recaizade Mahmut Ekrem'e karşı eski edebiyatı savunan çeşitli yazılar yazmış ve yeniye karşı eleştiriler yapmıştır. Ziya Paşa, Ahmet Mithat Efendi, Ahmet Rasim, Ali Kemal ve Recep Vahyî gibi sanatçılar bu görüşü temsil etmiştir.

 

3.Yenilikçiler 

Recaizâde Mahmut Ekrem ve Abdülhak Hamit gibi öncülerden hareket etmişler, Türk edebiyatının bütünüyle Batılılaşması için yoğun bir çaba göstermişlerdir. Edebiyatımızı biçim ve içerik yönünden tümüyle değiştirmeye, yeni bir duyuş ve anlayış yaratmaya gayret etmişlerdir. Batı edebiyatlarını model alarak, yeniliğin çerçevesini bilinçli bir biçimde genişletmeye çalışmışlardır. Yapmak istedikleri yenilikleri büyük ölçüde gerçekleştirmişler, divan şiirinin biçimlerini tamamen ortadan kaldırmışlar, roman tekniğini güçlendirmişler, Batılı anlamda öykü örnekleri vermişlerdir. Yarattıkları eserler dönemin diğer sanatçılarına göre daha olgun örnekler oluşturmuştur.

SERVET-İ FÜNÛN EDEBİYATININ BAŞLICA SANATÇILARI

Şairler: Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin, Hüseyin Sîret Özsever, Hüseyin Suat Yalçın, Ali Ekrem Bolayır, Süleyman Nesip (Süleyman Paşazâde Sami), Süleyman Nazif, Ahmet Reşit Rey, Faik Ali Ozansoy, Celâl Sahir Erozan...

Nesirciler: Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın, Safveti Ziya...