Dağ taş demir idi toz idi kurt kuş yaban idi yoz idi dağın eteklerinde çalı diken içinde yaz demeden kış demeden etrafında cümle haşarat pusu kültürüyle eğitilmiş bir yılan yaşar idi
Ne zaman zoru görse sinerdi bir fare deliğine... Yanından at geçerdi it geçerdi...
Kâh atın yularına yapışır kâh itin kuyruğuna dolaşırdı. Tüm hayvanlarca dışlamıştı o da başladı kendini “eşrefi mahlûkat” tan saymaya!.. Su aktı toz kalktı aldırmadı... Taş attılar bağırdılar lanetliydi tınmadı...
Dağ vardır dağ üstünde dağ vardır dağdan içeri dağ vardır yol vermez dağ vardır eşkıyalar yatağı dağ vardır Köroğlular mekânı dağ vardır destan dağ vardır gülistan...
Hele bir yoksullar yaslansın yamacına hele bir türkü tutturmaya görsünler diken diken olurdu tüyü!..
Yılanların çakalların akbabaların farelerin ve cümle haşeratın!
Yılan ki kötücül bir şahmeran! Kafasında başka kuyruğunda başka yüz... Tembelce gevşeniyor arada bir fare kaşıyor göbeğini birkaç kurbağa atlıyor çanağına. Başına koymuş bir külah kesesinde bin yalan dilinde zıkkım zehir gündüz tespih çeker seccadenin üstünde gece tüner haznesinin üstünde.
Dağ yılandan fareden kurbağadan geçilmezken başkaları da vardı dağda yaşadığım sanan: Koyun-kuzu kelebek- an bilumum börtü böcek... Maymun- çakal kurt- kuş... Aslan da vardı tabi o da ormanların kralı!.. Kendini o kadar güvende görüyordu ki artık estetiğe merak sardı. Her sabah parlattı yelelerini kaşlarını aldırdı kestirdi tırnaklarını ve başka şeylerim... Yok ettiği her şeyi nasılsa kazanç saydı!..
Tilki boş durur muydu? Adı üstünde! Kimin kağnısı gıcırdarsa ona binerdi Anladı aslandan medet olmadığını eline bir ampul kapıp kümese baş olmak için koşup vardı yılanın yanma... Çakal akbaba kerkenez de kalmadı tilkiden geri.
Güvercin palazının üstünde şahin dağ taş av peşinde serçe kendi halinde arı bal üretirdi ha bire karınca mı? O işinde gücünde! İpek böcekleri koza örüyordu örümcekler yılan gibi köşelerinde Kâh meczup kâh derviş apartman komşuları gibiydi.
Farenin özgürlüğü kedi için tutsaklık demekti. Köpekler salınmış taşlar bağlanmıştı bir kere Kimseler farkına varmadı. Bir ondan bir bundan Sanki kocakarı ilacı Ya da bir büyücüye katkı maddesi... Azıcık ondan azıcık bundan! “Adam sende!” dedik “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” diye kapı gibi bir atasözümüz vardı ya!
Sarıldık sımsıkı atamızın sözüne Uç maymundan daha ustaca “Üç maymunu” oyandık.
“Bindik alamete gidiyoruz kıyamete” Dağdan taştan söz eder kurttan kuştan dem vururken bir baktık ki hayvanlar âleminden çıkıp insanlar arasına dalmışız! Aman da aman!
Yerin kulağı var! Bilileri duyarsa! Acı biber bu gözü de yakar canı da!
Canımın acımasından yok korkum Lâkin günahsız yere dağ ardında taş altoda kalmak da istemem En iyisi hayvanlar arasında dolaşmak! Destur ya pir deyip ayrılmak insanların safından insanlıktan değil ha! “Gerçekler demine hu diyelim şah eyvallah..
Yılan düşünmeye devam ederken haftalar, aylar, mevsimler geçti bir sürü canlı yaşlandı öldü! Dünya her türden ceninle yeniden doldu. Her yeni gün bir yaşam sevinciydi cümle âleme Yılan için ne doğumun ne ölümün vardı kıymeti harbiyisi Ne de açlığın! Anlar anlıktan karıncalar çalışmaktan kaldıramazken başım yılana yetiyordu o sıralar kipir kipir semirmiş bir fareyle çanağına düşen bir kurbağa!
Gün geldi fare kurbağayı gün geldi kurbağa fareyi kıskandı yılandan aralarında bir çekişme bir kıskançlık dağ taş inledi şamatadan. Yılan neşeden kabuk değiştirip çıkardı zilli gömleğini yekindi yerinden biat istedi kendi adaleti için! Katranın üzerine ak çaldı akın üzerine kara tek ayaküstünde temenna etti! Güdek eşek bağdaş kurdu ladin ağacının dibine Çöreklendi!
Dağın başına çıkmak suyun başım tutmak için her yolu mubah saydı. Kimi yürü ya kulum dedi kimi toz ol kimi, dağ duman ol, kimi yol ol kimi ya da suspus ol Bir tellal bağırdı meydanlarda davulu yırttı tokmak zurnayı çatlattı üfürük ne fareler duydu ne kurbağalar... Güvercinler aldırmadı tınmadı arılar uçuştu bal için karıncalar yük taşıdı itler sustu yal için. Çakallar akbabalar leş bekliyordu ormanın kralı makyaj masasında “Bir elinde cımbız Bir elinde ayna!..”
Görülmedi böyle yalan böyle martaval! Çobanlığı bile düşleyemezken yılan dağın seçilmişi oluverdi birden! aman da aman!
Dağa demokrasi geldi! yılan kurt gibi de uluyordu kuzu gibi “mee”lemesini de biliyordu!
Ormanın sakinlerinden karga uyardı serçe söylendi... Şahin bana dokunamazlar deyip uçmaya devam etti. Yorgun işçi anlarla hamal karıncaların çoğu şenliğe gönüllü katıldı! “yiyelim içelim kâm alalım dünyadan” diyordu yılan Kışın aç kalmak kimsenin umurunda değildi! Şenlik ya bu! Karınca yükünü atıp oynadı Arı balını yedi! “Ne akıllı bir hayvanmış!” dediler şu ağustos böceği! Bir şenlik mi? Bu kadarına da şükür deyip “Mutluluğun resmini” Nü şeklinde çizenler bile oldu! Kimi fırdöndü durdu kimi bülbülün sesi oldu en sonunda kardeşliğin görüntüsü ucube oldu!
Baykuşa günde iki serçe az geliyormuş! Karıncanın çalıştığı saatin farenin çaldığı malın hattı hesabı yokmuş! Aslan ormanın kralı güya Bilmiyorlar ki manikür pedikür derken kuyruğu da kestirmiş! dişleri dolgu kaşı kirpiği takma! aslı yitik Vekâleten kâğıttan kaplan! Tükürükten nem kapıyor! Üfurünce zangır zungur korkusundan titriyor! Zavallı güvercinler serçeler... hâlâ aslandan medet umuyor!
Yılan yılan olalı görmemişti böyle taht Piri şermeran bile hasedinden çatladı da “Arka kapıdan kaçtı bu yılan!” dedi Yılanın yanındakiler kıs kıs güldü Gömlek dediğin neydi ki? Bir gömlekle yaz mı gelir? Bugün çıkar yarın giy! Amaç araç anaç... Dağda yok yoktu! Esas oğlan yılan: ‘‘Şıhım sen servetinle uyu! İki dünyayı da kazandın nasıl olsa otur oturduğun yerde altınını çuvalla!” derken içinden Minicik yavrularına düğünler kurdu! Düğün, dünyalık demekti!
Her şeye sahip olmak “hiç!” olmakmış meğerse Yılan da anlamış olacak ki gündüz gölgesinden gece düşünden korkar oldu!
Korktukça gömlek üstüne gömlekler giydi Korktukça çevresine yılanlardan duvarlar ördü! Her yılan dostuna bir paye verdi! Yetmedi kendini yılandan başka her şey sultandan başka çok şey görmeye başladı! Bir gün tüm azametiyle geçip aynanın karşısına kendine sordu: “Ayna ayna var mı benden büyük bir sultan?”, Ayna yanıtlayamadı çatladı!
|
Yılan karşısında görmedikçe kimseyi Karıştırır oldu camiyi ve de kiliseyi Camide imam Minarede müezzin Kilisede rahip Sinagog’ da haham oldu da inek bile olamadı Hindistan’da! “Hiç!” dediler -sıfır bile değildi- Bakmadılar eline eteğine Gözüne mertek soktular da -hem de kaç kere- Karşısındakinin kirpiği dokundu
Sinesine!
“Hiç” oldukça sığmadı farelerin deliğine süzmeden hanlar hamamlar yaptırdı ve kırmadık ceviz bırakmadı! Kuş nezlesine inat aşı bile olmadı! Fareler peynire fındığa doymadı kurbağalar semirdikçe kendini boğa sandı yılan sürüngenliğini unuttu da Aslanı emir eri küheylanı kapısında kul saydı!
Şımarmak sanattı onun için! Ukalalık meziyet! Gözünü bir açtı ki ayna düşman! Gördüğünden korktu Görmediğinden ürktü Gözünü yeniden kapayıp hayallendi El kadar kapı Bizansın suru gibi dikilmişti Oh ne rahat!
Tam kuyruğunu toplayıp kaçacakken yalakalık etti fare ile kurbağa ve bir sürü haşarat. Yılanlığını unuttu yine çıkardı dilini kaldırdı göğe başım meydan okudu gölgesine... (Dışarıda süt dökmüş kedi gibiydi oysa!)
“Olmak ya da olamamak” Aslında meselenin kökü bu! Devlet başına geldikten kelli kuzgun leşe gitmek de var! Gelgeldim yılanın hastalığı: Evrende bir nokta bile olamadığını bilmekle beraber imlanın cem-i cümlesi saymak kendim!
Dışarıda kuyruk yalarken İçeride kükremek dağı taşı haraç mezat satarken koyuna kuzuya babalanmak öfkeden sanat yapıp sanattan ucube doğurmak yılanın olmasa olmazları oldu!
Dağ dar geldi “Yer demir gök bakır” dağ aşılmazdı! Kırk körük koysan kırk yanma kırk bin ton da kömür Zonguldak’tan kırk bin kere konikleşen bir pasa koparmazsın bazen!
“Aman efendim, yaman efendim” dedikçe çevresi “Ben neymişim?” diye diye şişindi! Koyunlar sürü sürü kopup diğerlerinden fareler ve de kurbağalar ardında çamura belene belene safim tuttu. Yanına her gelen önce yılanın elini eteğini öptü sonra da ayrıldığı sürüye sövdü.
Baykuş düşünceli yarasa tasalıydı! Başlarını avuçlarının içine almış olanları olacakları yazıyorlardı!
Her baykuş düşünceli her yarasa tasalı değildi elbette.
Yılanın hıncı kendine ve herkese! Öfke sanattı onun için. Tahtında durdukça kabardı kabardıkça karardı. Önce gökte uçan şahinlere taşlar fırlattı sonra manikürcü kâğıttan kaplanlara laf çıtlattı... Dolma saraylarında dolma yediler tarihe büyük kanıt olarak şerh düştüler!
Aslanın başına nasılsa çuval ipinden çorap örmüşler Yılanın külotunu gül dalına kim astı? Dünya âlem biliyor! Yılan da faikındaydı
Ustalığında rahat etmek için işi sıkı tutmuştu kalfalığında! Mademki aslanı def etmişti tahtının kenarından öyleyse yeni bir nizam getirmeliydi dağa!
Vur patlasın çal oynasın nanaydı! Lafla gemi yürür mü? Evvel Allah o da olurdu! Sırığın ucunu sivrilttin mi süngü külahı da kalkan yaptın mı? Oldu da bitti maşallah!
Sözün sivrisi kadar maddenin sivrisi de rahatsız eder insanı! Rahata her şey batar! Bizim yılan sultan da esen yelden yağan kardan nem kapmaya başladı. Farenin kuyruğunu uzun kurbağanın kıçım büyük kuzunun kulağım kısa gördü ağrına gitti kaplumbağanın yürüyüşü alındı güvercinin kanat çırpışından... Çürüyordu çınarın özü! Kendine öz yaptı osurgan ağacından sözünü üfledi özüne!
Öz üfürükten el alır da durur mu? Açıldı ağzı -torba değil ki büzesin- Ağzını her açışında dağ dalgalandı! Yel dalgası sel dalgası şimşek dalgası... Her dalga önüne dal kaptı kütük kaptı can kaptı at, it, kurt, kuş Sanırsınız ki tüm dağ Nuh Nebi’nin tufanına tutuldu.
Güya dağdakiler, dağın bağında bir eli yağda bir eli balda yaşayan yılana karşı örgüt kurmuşlar! Vay anam vay!
Kurt ile kuzu kedi ile fare baykuş ile serçe... Kısacası büyük balık küçük balık omuz omuza vermiş Hatta eleğim eleyip duvara asanlar bile işin içindeymiş!
Demokrasi ne ise? Yenilir mi? İçilir mi? Araç mı? Amaç mı? Elbise mi? Teker mi? Herkesin kafasına göre!
Hayvanlar hayvan olmadan evvel ufaktan bir atılıvermişmiş temeli meğerse demokrasinin! Yılan ne zaman çıksa deliğinden dağda fitne fücur kol gezmiş...
Kim söyleyebilir ki aslanın masum olduğunu?! o da yaranabilmek için kendi kralına Bazen müdahale etmiş Bazen askıya asmış demokrasiyi Çamaşır gibi Ütülediği de olmuş Tokaçladığı da!
Yılanda akıl kıvrım kıvrım ya! ‘Tosun boku” gibi! Tutmuş demokrasiyi bilmem neresinden tramvay yapmış! Aslanda akıl ne gezer! O da kalkmış düzgün gitsin diye Tramvayın tekerine “balans ayan” yapmış!
Kör Aslan’ı terzi yaparsan müşteriyle hır çıkar! adam dar geliyor demiş Tutmuş daha da daraltmış elbiseyi! Bugünkü hengâme ondan! Velhasıl demokrasi bu ya Herkes kendine göre pişirip kotarmış!
Kurt demokrasisi Kuzu demokrasisi olur da Yılan demokrasisi olmaz mı? Olmazsa ayıp olur!
Sözünün üzerine söz Gölgesinin üstüne gölge düşmedikten sonra Gayet demokratmış Bay yılan! Ve de şakşakçıları Yağdanlıkları Döne döne çamurlaşan bir sürü mahlûkat Demokrat oğlu demokrat! Öyle ki Diyojen bile bıkmış bunlardan Fenerini görmeden el feneri almadan eline demokrat olmayan adam avına çıkmış!
Aslan kâğıttan kaplan şahin umarsız karınca işinde gücünde koyunlar çarnaçar arı balın derdinde...
Yılan yatağında rahatsız yağdanlıkları ondan berbat! Dağın her deresini her taşını “babalar gibi” satar
Dağ susmuş taş susmuş aslan konuşamamış! Karınca ve de an boğaz telaşında... Keçi kayaların başında düşünmeye başlamış... Baykuş yazmış karga anlatmış... Sincap dert tasa içinde kurt kuzunun derdinde tilki her zamanki gibi kendi dümeninde... Akbaba ve kerkenez bile rahatsızmış olanlardan... Kuş koyun kuzu derdini içine dökermiş. Ve de dağı düşünen tüm varlıklar bir şekilde dillenmiş! osurgan ağacından özüne nefesini üflemiş!
Osurgan ağacı ses ile karşılık vermiş yılandan aldığı güçle uzanmış sağa sola önce ormanda yalandan aslan kesilenleri sonra gölgelerinin kuyruğunu Yelesini selesini... Şahinse gökyüzünden seslenmiş: “Yiyin birbirinizi!”
Yılan boş durur mu? Dağa bir dava açtırmış Osurgan ağacının dallan budaklı kolları uzun!
Başlamışlar dağ içinde dağ aramaya! koyunu kurt ile tilkiyi tavuk ile çakalı kaplan ile fareyi kedi ile baykuşu serçe ile koyup aynı torbaya... başlamışlar martaval okumaya
08.05.2011-19.05.2011
Güncel Sanat 2014 Mayıs-Haziran sayısında yayınlanmışı
|