Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

ÇAYLAR ŞİRKETTEN- REFİK DURBAŞ

I

"Sevdamın anayurdu gece
seni seviyorum Ece"

İstanbul - Ankara - Kayseri
Adana - Antep - Mardin
Bursa - İzmir - Bodrum
üç yıldır gider gelirim
302 Mercedesin arka koltuğunda
ne yattığım yer belli
ne içtiğim su
gecem saçları ağarmış bir mavi kuş
gündüzüm anıları yitik bir yeşil rüzgar
gider gelir üç yıldır içimde
dudakları çatlamış bir umut
gözleri görmez acılar.


Aslen Urfalıyım
kaç yıl oldu bilmiyorum
kim tutar hesabım
kim anlar halimden
bir kış günü
sabah namazından dönerken babam
can vermiş duldasında karanlığın sesi
kan davası deyi ertesi gün
üç - dört kişiyle kaldırılmış cenazesi.


Ne babam katilinin alnının çatına
kan nakışlı hançerini çalacak ağabeyim
ne gelinliği hicran bezeli bacım
ne sesini işittiğim yıldız yıldız bir kardaşım var
kalmışım bir başıma
yüreği nasırlı bir anayla.


Bahtına şivan düşe çocukluk..


Aslen Urfalıyım
kaç yıl oldu bilmiyorum
kim yazar defterim
kim bilir derdim
bir kış günü
sırtımda acıya yamalı bir mintan
ayağımda rengi aşınmış lastik pabuçlar
içimde buz bağlamış bir hüzün
ardımda gözü yaşlı bir ana
ekmeği taştan çıkarmak uğruna
alınterini sevdaya nakışlamak uğruna
umudu aydınlığa boğmak uğruna
vurdum kendimi yollara.


Ne bir avuç toprak, ne alev alev bir umut
gurbetliğimde geleceği sararmış bir ana
sılamda yel götürmez sel üfürmez bir yalnızlık
bir kış günü indim İstanbul Sirkeci'ye.


Yurduna şivan düşe umutsuzluk..


Aslen Urfalıyım
kaç yıl oldu bilmiyorum
kim okur kitabım
kim bulur dermanım
bir kış günü
turizm seyahat şirketlerinde
böyle başladı mâvinliğimin öyküsü.


O gün bu gündür ezberimde artık yalnızlık
ezberimde acının kilometre taşları
ezberimde umudun küf tutmuş şafağı
ezberimde sevdanın rüzgâr renkli çığlığı
ezberimde kuş seslerinden örülmüş bir gurbet
ezberimde kes hızını ağlatma el kızını
ezberimde kuzu kurdun yol Fordun bu gece
ezberimde Orhan Gencebay, dertler benim olsun.

II

Gençliğin yağmuru yeni düşmüştü bıyıklarıma
vurdum kendimi yollara.


Zulmüne şivan düşe yoksulluk..

Dünyanın başkenti Sultanahmet
Anadolu’nun başkenti Sirkeci derler
bir kış günü akşamın alacasında indim Sirkeci’ye
dar bir sokak aralığında durdu otobüs
yüzlerce küçük dükkân camlarında bütün Anadolu
yüzlerce insan daha önce gördüğüm hiç görmediğim
emanetçiler: neyim var gençliğimden başka bırakacak
taksiciler: hangi deftere yazmıştım gurbetliğin adresini
oteller: yeni çıktım sılamdan bu gece yatmasam da olur
yüzlerce uğultu kuşu içimde, yüreğim daralıyor
Ege Jet Balıkesir’e, İzmir’e hemen şimdi
Cesur Turizm yolda kalmazsın hemşerim Diyarbakır, Urfa
Dadaş Apollo 12’den hızlı Erzincan, Erzurum, Kars
dünya şampiyonu yolların kralı Gazanfer Ankara
soluğum buz tutmuş boğazımda renk değiştiriyor sesim
şaşırıp kalmışım avucumda mavisi küflenmiş bir gökyüzü
sigaraya yeni başlamış bir bulut katarı
içimde
sadece hüzün.


Ne yapmalı nereye gitmeli başı bağlanmış bu akşam karanlığında
iş bulmak gerek, para tükendi tükenecek
(Paran mı vardı mendiline düğümlediğin üç-beş kuruştan başka)
umut tükendi tükenecek, sevinç aydınlık inanç tükendi
(zaten ne zaman tükenmemişlerdi)
mutluluk sevda ekmek tükenecek
tükendi tükenecek sılamın mazgallarını ışıklandıran özlem
tükendi tükenecek yüreğimde ateşle yıkanmış heyecan
ve bir uçurum.


Sokağın ucunu döndüm, sesim parçalamak istiyor bu uğultu ummanını
birden bir esinti, serinlik, sanki çiçeklerden bir yaz yağmuru
karşımda boynuma doladığım mendil kadar bir deniz
parkta el ele dolaşan çocuklar gibi gemiler
bıraksan 180 km hızla suyu yaracak kamyonlar otobüsler
nereden gelip nereye giderler
ben
nereye
bıraksa
kader.


Rahmine şîvan düşe gurbet..


Akşam inmek üzere, bir simit alıp deniz kıyısına oturuyorum
bir sis yumağı ağır ağır dolanıyor Boğazın saçlarına
bir martının kanadında eriyor güneşin son parıltıları.


Okul yüzü mü gördüm
ne gelir elimden sanatım yoksa.


Simit satmakla başlasam işe umudun alevi sönmesin diye.


Yüzümde pus tutmuş sabah
köşebaşı rüzgâr ayaz
simit satarım susamlı
poyraz renkli can dokulu
şafaklardan daha beyaz
hasretimden daha kara
simit satarım susamlı
buyur tanesi üç lira
bana kalan yimbeş kuruş
anlamazım ne iştir bu.


Sesime alevler çalan
sabahın karanlığından
mor akşam aydınlığına
simit satarım susamlı
nar kokulu can yoksulu
sermayesi gurbetliğim
simit satarım susamlı
buyur tanesi üç lira
bana kalan ter yorgunluk
anlamazım ne iştir bu.


Ev kirası çıksın diye
üşümesin ayaklarım
gurbet harcı çıksın diye
şişmesin gözkapaklarım
emek rızkı çıksın diye
simit satarım susamlı
adı güzel serçe pullu
buyur tanesi üç lira
bana kalan kan yoksulluk
anlamazım ne iştir bu.


Babamdan miras mı kaldı
ne gelir elimden sanatım yoksa.


Defter satmakla başlasam işe aydınlığın sesi donmasın diye.


III

Birinci hamur üç defter
bakkalda kırtasiyede
on liraya alamazsın
fabrika imalatına
bende sadece beş lira
al hayatını yaz abi
okula giden kardeşinin
buz kesmiş yüreğini yaz
grev çadırında nöbetçi
umudun direncini yaz.


Birinci hamur çizgili
sayfaları gül nakışlı
iş alınteri kokuşlu
daha çok patron kazançlı
defter satarım hareli
al rengini çiz acının
al sesini çiz sevginin
al resmini çiz emeğin
çiçek bahçesine dönsün
kor alev yürekte hınç.


Birinci hamur kırk sayfa
az kaldı bitmek üzere
bitmek üzere yüzümde sancı
gençliğimden çaldırdığım
alınterimin haracı
ve hemen yazardım
ilk satıra büyük harfle
defter satan çocukların
el emeği iş gücüyle
yarattıkları barışı.


Neyim var gençliğimden başka
harcayacağım.


Ciklet satmakla başlasam işe emeğin gücü tükenmesin diye..


Dükkânım pazarım trenler
gider gelirim akşam sabah
Sirkeci’den Bakırköy’e
Bakırköy’den Halkalı’ya
gider gelir ak ellerimde
ödenmemiş ev kirası
pabuç pantolon parası
ayrıca gurbet yarası
bir de yaşanmamış gençliğim
ciklet satarım akşam sabah.


Müşteriler ikinci mevki
işçi kızlar dokumacı
overlokçu remayözcü
hallerinden belli değil mi
tipitip baybalon dandi
memur kızlar ciklet almaz
bir de kravatlı beyler
zaten bellidir müşterim
belli olmayan geleceğim
ciklet satarım akşam sabah.


Kapağı bir atsam
tül bacalı fabrikaya
devirdim gitti işi
elim sanata yatkın
ne iş olsa yaparım
bir söküp atabilsem
yüreğimden dikeni
emeğin alınterinin
bir açsa iş gülleri
ciklet satar mıyım abi.


Hangi parayla hangi malı alıp satacaksın
hangi fabrikanın kapısını çalsan duvar
ne var seni bağlayan buralara
umut umudun varsa her yerde umut
ekmek her yerde ekmek çalışana
sevda her yerde sevda çekmesini bilene.


Yaz dilekçeyi doldur kâğıtları Almanya hesabına.


IV

Geçen yıl Rasim gitti, çocukluk arkadaşım
mektubu gelir ara sıra:
“Kıymetli arkadaşım Halil
Satırlarıma başlamadan önce selam eder
her iki ellerinden sıkar gözlerinden öperim.
Halil göndermiş olduğun en az senin
kadar kıymetli mektubunu aldım.
Bilemezsin ne kadar memnun oldum
ben de seni biraz olsun memnun etmek
için bu çirkin satırları yazıyorum.”


Ne çirkin satırları
içi hiç yazılmamış bir mektuba bile hasretim kaç yıldır.


“Diyorsun ki ben de yazıldım ve önümde 50-60 kişi var
ve buranın durumuhakkında bilgi istiyorsun. Sana kısaca anlatayım.
Elime şahsen 700 ile 800 mark geçer.


Lojmanda duruyorum. 80 mark kira. Yemeğimi kendim yapıyorum.
Fabrikaya gelince. Almanya’nın en büyük fabrikası. Ama en az para veren
fabrika. Bazen fıska, bazen kalıpçı, bazen de çubukçuluk yapıyorum.”


Ne fıskacılık ne kalıpçılık
elimden her şey gelir yeter ki çalışacağım iş olsun.


“Şunu belirtmek isterim. Kesilen 80 mark elime geçen paranın içinde değil.
Bütün temennim senin Almanya’ya gelmen. Neresi olursa olsun. Burada
adamı çok çalıştırıyorlar.Ayakkabıyı çıkartıp yatağa giriyorum. Bir de
nereye gidersen oraya uyacaksın. Türkiye’de bay, burada herr. İstemeyerek
satırlarıma son verirken tekrar selâm eder, acele cevap beklerim.”


Sanki ben istemiyor muyum gelmeyi
öylesine susamışım ki alınterinin sıcaklığına kaç yıldır.


Ne kadere inandım şimdiye kadar
ne kısmetten medet umdum
ama biliyorum ki
“vasıfsız işçisin” deyi silecekler künyemi
Almanya defterinden de.


Serinlik pusuda
acıyla kararmış günlerimi düşünüyorum
acıyla aydınlanacak günlerimi
genç kızlığından beri çeyizi namerde yadigâr anamı
yüreğimden kopan fırtınada yolunu yitirmiş bir gemi
bacasından çıkan dumanını avuçlarıma bırakarak uzaklaşıyor
bir kırmızı balık
(ne zaman denize baksam bir kırmızı balık olarak görüyorum kendimi)
yosun yeşili mendiliyle
siliyor
alnıma
sıvanmış
karanlığı.


Serinlik pusuda
bir sis yumağı ağır ağır geçiyor alnımın duldasından
geleceğimi düşünüyorum
geçmişimi
karanlık
da
eriyor
aydınlık
da.


Pulu acıyla mühürlü adresi sevdaya yazılı yüreğimde
gurbetliğimi düşünüyorum.


Serinlik pusuda
sevda da eriyor hicran da
sevincinin kaymağı alınmış, yapraklarına çiğ düşmüş yüreğimde
kendimi düşünüyorum bir de:


“Dert yoğuken serimde
derdimle kardaş oldum
düştüm gurbet ellere
çilemle yoldaş oldum.


Sevdalığı yaşamadım
mutluluğu tadamadım
hasretliğe varamadım
gurbetle kandaş oldum.


Karanlıkta erimezdim
aydınlıkta çürümezdim
yalnızlığa yerinmezdim
acıyla kardaş oldum.”


Sesine şîvan düşe hasret ..


Akşam inmek üzere. Nerede yatmalı bu gece. Hep gündüz olsa. Kıvrılır
kalırsın bir park kanepesinde. Çimenlerin üzerinde. Alır gider bir ağaç
gölgesi, bir su sesi içindeki kederi hüznü. Ama gece. Gece kime sığınırsın?
Şimdi köyde olsam. Anam tandırı yakmıştır.


Yorgana sarınır, tandırın kıyısına uzanırdım. Kemikli elleriyle saçlarımı
karıştırırdı. Elimde bir dürüm. Yeşil soğan, lor. Ne çok özlemişim anamın
ekmeğini.


Akşam inmek üzere. Nere gitsem, nerde gecelesem. Her sokakta yüzlerce
otel. Her kentin bir oteli var. İzmir Palas, Afyon, Denizli Oteli, Edirne,
Kırklareli Oteli. Trabzon Oteli. Otel Rize Palas. Yalnızlık Palas. Acı Oteli.
Gurbet Palas.


Dolanıp durdum son vapur da demir alana kadar
kapı aralıklarından baktım sıcaklığın.


Sabah Sirkeci garında uyandığımda
yeni bir gün başlamış güneş mavi yazmasını bağlamıştı gökyüzünün boynuna.


Elimde sanatım yok
beşi zor bitirmişim
davar gütmekten başka ne iş yaptım ki köyde
nereye sığınmalı ne iş tutmalı bu canavar cenderesinde
bir türlü ayrılamıyorum Sirkeci’den.


İskelenin önü bir araba mahşeri
Bir dizi otobüs: arka camlarında bir sürü resim bir sürü yazı
Asaletin yeter Eşref abi
Hepinizden dertliyim, ayrılık rüzgârı esti yine
Sevdan olmasa
Al aşkımı at bagaja
Muhatabım kara tren
Bırak artık bu gurbeti, benim inat sevgilim
Dünyada zevk olsaydı, ağlar mıydı doğarken insan
bir dizi kamyon: karoserlerinde bir sürü yazı
Gururlanma insanoğlu, son durak kara toprak
Bırak kader utansın
Kaderimiz seninle başbaşa, Fargo’nun güzeli
Çöl şahini
Sevenlerin hayranıyım
Sürüye saldım koçu, sevdim de aldım Doç’u.


Ne var beni bu kente bağlayan
bir dilim ekmeğin peşine düşmedim mi gurbete çıkarken
alınterimin pınarı nerde akıyorsa orda bir yudum su içmeyecek miyim
umudun kandili nerde yanıyorsa orda mayalamayacak mıyım aydınlığı
nedir beni bu kente bağlayan
ve girdim ilk dükkândan içeri
bir masa başında şişmanca bir adam
bilet kesiyor genç bir delikanlıya
karşısındaki koltukta biri kadın üç kişi
üçü de yeni uyanmışlar gibi derin bir uykudan
bir yoldan mı gelmişler gidecekler mi belli değil
kısaca anlattım maruzatımı
nüfus kâğıdıma baktı
anamı babamı sordu bir de nereli olduğumu
yarın akşam sekizde gel, İzmir’den gelecek arabanın mâvini yok
şansın yaver giderse yarın başlarsın işe
sevdim seni.


Sevdim bu işi, elimde sanatım yok, ne iş olsa yaparım.


Akşam sekizde geldi İzmir otobüsü
güya Almanya’ya madenci olarak gitmiş mâvini
tanıştırdı şişman adam şoförle
karakuru, tel bıyıklı, çelimsiz bir adam
kolları sanki yetmiyor direksiyonu kavramaya.


Tamam dedi, şimdi garaja çekiyorum arabayı
sen de camları sil, içeriyi süpür, on ikide yola çıkıyoruz İzmir’e
hadi hayırlısı.


Kurtulmuş muydum artık Sirkeci garının tahta kanepesinden.


Şimdi düşünüyorum da ilk yolculuğumu
bir serinlik dolduruyor yüreğimi
taze
demlenmiş
bir
bardak
çay
kokusu
gibi
içimde
heyecan.


Bağrına şîvan düşe gençliğim..


Yola çıkmadan önce ilk yapacağın arabanın temizliği
önce sigara tablaları boşalacak
sonra yerler süpürülüp çöp kovaları temizlenecek
sonra koltukların naylonları değiştirilecek
ayrıca bakım ister araba
mazotuna yağına bakacaksın sonra
istepnesine
elinden hiç düşmeyecek bagaj anahtarı
camlar pırıl pırıl olacak aynalar pırıl pırıl
umut pırıl pırıl alınteri inanç sevda pırıl pırıl
farlar
sıcak bir somunda eriyen beyaz peynir
yeni bir güne başlamak
yeşil soğan
domates
arka cama astığın Orhan Gencebay, Müjde Ar
korkar oldum bana dostum diyenden
sabahın ilk ışıklarında parlayan yaşama sevinci
akşamın küflü buğusunda yansıyan işgücü
yolcular tekmil, yol açık, araba canavar, ateşle abi
geçmişim geleceğim pırıl pırıl olacak.


Ve gece on birde çıkıyoruz yola
Sirkeci’den araba vapuruyla Harem’e
Harem’den Bursa üzerinden İzmir 587 kilometre
karanlık kaç kilometre
İzmit’te demi çalınmış bir bardak çayda uyanmak kaç kilometre
Susurluk’ta bol tuzlanmış bir bardak ayranda uyumak
Sındırgı dağlarında damarlarından sızarken bir çam serinliği
Sabuncubeli’nde bir sigaranın son nefesinde yaşamak kaç kilometre
acı kaç kilometre.


Yol uzun karanlık
kenti çıkar çıkmaz lambaları söndürür
teybin düğmesine hafiften dokunur kaptan pilot
ve başlar Hayri Şahin:


“Aşkımız bitti sanma
unutamam ben seni
geçen günler hatıra
kalbe sokmam kimseyi.


Çıkmaz bir yoldayım ben
acı çekmek kaderim
dert girdabındayım ben
acı çekmek kaderim.


Sensiz artık hayata
ben kiminle dönerim
küstüm artık hayata
yalnızlığı çekerim.


Yine sensiz bu gönül
feryat edip yanacak
efkârından bu kalbim
sensiz bir gün duracak.”


Yalnız kendi duyar bir de ben koca otobüste
arada bir mırıldandığını görürüm aynadan
kadere inandığımdan değil
ben de söylerim içimden arada bir
arka koltukta uyumamak için belki.


Sonra alırsın mikrofonu eline:


“Sayın yolcularımız
Pamukkale Turizm Otobüs İşletmesi’ne ait otobüsünüz
kaptan pilotunuz Kemal ve yardımcısı Halil’in
yönetiminde 587 kilometrelik İstanbul – İzmir
seferine başlamış bulunuyor. Kaptan pilotunuz
ve ben firmamız adına hayırlı yolculuklar dileriz.
Şikâyetlerinizi firmamıza, memnunluklarınızı
dostlarınıza iletiniz.”


Kim dinler motorun uğultusunda kaybolan sesini
kendi sesinden başka.


Sonra bilet kontrolü başlar
her yolcu yerinde mi
gelmeyen var mı
yanlış binen oldu mu
yol: İzmit, ücret 40, garaj hareket 20.15, koltuk: 15
yol: Bodrum
yol: “Ben sabahsız gecelerin kucağında bir çilekeş
Sen ümitler ülkesinin karanlığında bir güneş”
tek tek toplarsın koçanları
yalnızlığı tek tek
ayrılığı tek tek
acıyı tek tek.


Sonra bir elinde kâğıt peçete, ötekinde kolonya
az az dökersin
üç yerde ihtiyaç molası verilecek daha
Bursa çıkışında bir daha kolonya
Susurluk çıkışında bir daha kolonya
Akhisar çıkışında bir daha kolonya
az az dökersin uçar gider kokusu, bir sana kalmaz
uçar gider gözlerinden uyku
kollarından güç
yüreğinden sevinç.


Rüzgârına şîvan düşe ayrılık..


Yolcu çoksa tek şoförle çıkılır yola
genellikle de iki
biri arka camda yatar Bursa’ya kadar
ya da Bursa’dan biner
bana göre değişen bir şey yok
kaç şoför olursa olsun işin aynı
bagajı doldur boşalt
biletleri kontrol et
kolonya sun
su ver
midesi bulananlara naylon torba ver
başı dönenlere aspirin ver
yaşamadığın gençliğinden ver
tadamadığın sevincinden ver
doyamadığın sevdandan ver.


Tam sigaranı ateşlemişsindir
yanar şoför mahallinin küçük lambası
- Biraz kolonya ver uyku bastırıyor yine.


Daha iki nefes çekmişsindir
ortalardan bir ses
- Bir şişe su ver nerde duracak otobüs?


Gözlerin dalmış gibidir uykunun dehlizine
bir böğürtü
- Naylon yok mu içim dışıma taşmak üzere.


Ama yol bitmek üzere değil
yolculuk bitmek üzere değil
uykusuzluk
yorgunluk
yoksulluk
bitmek üzere değil.


Bitmek üzere değil ne sılam ne gurbetliğim.


Ve ilk mola verilir Bursa Santral garajda
- Sayın yolcular yarım saat buradayız
ihtiyaçlarınızı temin edebilirsiniz.


Ve ikinci mola verilir Susurluk girişinde
gecenin kör saatidir
yolcuların çoğu uykudadır
canın müthiş ayran içmek ister
sen uykunu bastırsın diye çaya sarılırsın
ve sigaraya.


Ve üçüncü mola verilir Akhisar girişinde
gün doğmak üzeredir artık
bu, son moladır
özel hazırlanmış yarım paket bisküviyi dağıtırsın.


Bu, son moladır
- Sayın yolcular
kaptan şoförünüz
20 dakika
çay molası vermiştir
lütfen ücret ödemeyin
çaylar şirketten.


Bu, son moladır
yolun bittiğidir bir yerde senin yeniden başladığın.


Üçüncü molada farkına varırsın varlığının
siyah saçlarını arkada topuz yapmış
sırtında beyaz bir süveter
ayağında blucin
üşümüş gibi ellerini göğsünde kavuşturmuştur
gözleri yağmur sonrası birden açılıveren bir gökkuşağı.


Kapının hemen yanında oturmuş
çay içiyordur.


Sanki bin yıldan beri tanıyorsundur onu.


İzmir’e iner inmez
arka cama bir levha daha
- Gözler inkâr etse de kalpler yalan söylemez.


Sanki bin yıldan beri
el ele gezmişsinizdir yağmurlu bir günde parkta
bir sinemada diz dize oturmuşsunuzdur
yürek yüreğe dalmışsınızdır aydınlık bir gecede yıldızlara
başı omuzunda uyumuş
başı omuzunda uyanmıştır deliksiz uykulardan.


Sanki bin yıldan beri seviyorsundur onu.


Şimdi vursan kendini dağlara
dokuz çangallı nergis donatsan
ona versen
pullarla, tellerle, bezlerle süslese nergislerini
sana geri verse
göğsüne taksan
mutlaka anlar onu nasıl sevdiğini.


Ama bu kör karanlıkta, bu ateşi çalınmış gecede
nerde bir demet nergis
nerde umut
sevda.


Dağlarına şîvan düşe âşıklık..


Ve bilet koçanından öğrenirsin adını: Ece.


Şimdi düşünüyorum da
ne çabuk geçiyor günler
ehliyetim yok ama
öğrendim şoförlüğü.


Rasim son mektubunda
evlendiğini yazıyor sarışın bir Alman kızıyla
önümüzdeki yaz geleceklermiş.


Gün günden daha seviyorum onu
nasıl tanıştık
elini nasıl tuttum
Bodrum’da bir deniz kıyısında
dalgaların sesi karışırken sesimize
ilk kez nasıl öptüm yanağından
İzmir’de bir kıyı kahvesinde
güneş son ışıklarıyla demlerken çaylarımızı
nasıl okşadım simsiyah saçlarını
İstanbul’da yıldızlar yanarken gözlerinin yeşilinde
başımı dizlerine koyup nasıl uyudum.


Şimdi düşünüyorum da
ne çabuk geçiyor günler
geçmeyen boğazıma yetmeyen para
bir de karasevdam, sevgiye susamışlığım.


Her gün biraz daha seviyorum Ece’yi.


Düşünüyorum tozunu alırken koltukların ve anıların.


Akşam inmek üzere, sesimi duyuyor musun
seni seviyorum Ece
bir balıkçı teknesi yedeğine aldığı güneşle
gözlerinin yeşil sularında yol alıyor
ben acıya yol alıyorum gözlerine baktıkça.


Düşünüyorum karanlığı yaran farların ve acıların ışığında.


Akşam inmek üzere, beni dinliyor musun
seni seviyorum Ece
sesin bir yaz yağmuru gibi yağarken sesime
gül tomurcuk açıyor, sevdan umut içimde
her mevsim bahar sen yanımda oldukça.


Düşünüyorum bir dağ başında patlayan lastiği ve sevinci onarırken.


Akşam inmek üzere, beni anlıyor musun
seni seviyorum Ece
işte son kandili de yandı ayışığının
artık evim sokaklar, barkım hüzün uçurumu değil
gurbetliğim köreliyor adını andıkça.


Seni düşünüyorum en çok da sevgilim
geleceğimi düşünüyorum
geçmişimi
akşam inmek üzere
gözlerinin yeşilinde
karanlık
da
eriyor
aydınlık
da.


Şafağına şîvan düşe sevdalık..


Gün olur biter elbet yollar
acı böylesine kararmaz yürekte
umut açar yediveren güllerini
sevinç açar aydınlığımın dağlarında
sevda açar şafağımın bahçelerinde
sevgilim
gün olur biter elbet yollar.


Aşk, inanç, sevgi hiç sönmemişse yüreğimde
umut, emek, alınterinden damıtırım ekmeğimi
sevdadan, sevinçten, mutluluktan sana sevgimi.

 

Unuturum yüreğimi yıllardır kavuran yalnızlığı
unuturum acının kilometre taşlarını
unuturum umutsuzluğun küf tutmuş şafağını
unuturum sevdanın rüzgâr renkli çığlığını
unuturum kuş seslerinden örülmüş gurbeti
unuturum kes hızını ağlatma el kızını
unuturum kuzu kurdun yol Ford’un bu geceyi
unuturum Orhan Gencebay’ı, dertler benim olsunu.


Sevdamın anayurdu gece
bir
tek
seni
unutmam
Ece.


Refik Durbaş
( 1944 - )

http://www.siirparki.com SİTESİNDNE ALINTIDIR

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

REFİK DURBAŞ'IN ŞİİRLERİ

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi