Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

ŞAFAK TÜRKÜSÜ - NEVZAT ÇELİK

 

Beni burada arama anne 

Kapıda adımı sorma 

Saçlarına yıldız düşmüş 

Koparma anne 

Ağlama

Kaç zamandır yüzüm tıraşlı 

Gözlerim şafak bekledim 

Uzarken ellerim 

Kulağım kirişte 

Ölümü özledim anne 

Yaşamak isterken delice

Bugün görüş günü 

Günlerden salı 

Islak 

Sarı bir yağmur 

Ülkemin neresine bakarsa ay 

Orada yitik bir anne ağlıyor 

Sen aralıyorsun yağmuru 

Acıdan sırılsıklam alnına siper edip elini 

Sonra bir umut koşuyorsun 

Yüreğin avcunda 

ısırırken 

çırpıntı gözlerini 

(ah verebilseydim keşke 

yüreği avcunda koşan 

herbir anneye 

tepeden tırnağa oğula 

ve kıza kesmiş 

bir ülkeyi armağan 

koşma anne 

birdenbire batacak olan 

düş denizinde yarattığın umut sandalıdır 

oysa benim için gece 

ışık hızıyla koşan 

kısa ve soğuk bir zamandır 

bu yüzden boğuk seslerle geldiler bir şafak 

uykusuz 

yorgun 

ve korkak

sanırım baytardı 

yüreğimin depreminde rihter ölçeği çatlarken 

ölebilir raporu veren beyaz önlüklü doktor 

boşver hipokrat amca 

üzülme ne olur 

sen de anne 

sen de üzülme 

hücremin dört bir köşesinde el ayak izlerimi 

ciğerlerimde yırtılan bir çığlıkla hazır beklediğim 

ve korkunç bir sabırla birbirine eklediğim 

korkak kahraman gecelerimi 

düşlerimle sınırsız 

diretmişliğimle genç 

şaşkınlığımla çocuk devrederken sıradakine 

usulca açılıverdi 

yanağımda tomurcuk

pir sultan'ı düşün anne 

şeyh bedrettin'i 

börklüce'yi 

torlak kemal'i düşün anne 

hala kanaması nedendir faşizmin göğsünde 

utangaçlığı bile vuramadan yanaklarına yasının 

onsekizinde ölümüne pervasız yürüyen 

ince bilekli çıplak ayaklı tanya'nın 

deniz'i düşün anne 

her mayıs şafağında uzun 

uzun döverken darağaçlarını 

ve o şafaktan doğma 

onbir yaşını çiğneyip yürüyen çocukları 

insanları düşün anne 

düşün ki yüreğin sallansın 

düşün ki o an 

güneşli güzel günlere inanan 

mutlu bir yusufçuk havalansın

sıcak omuzlar değerken omzuma 

buz üstünde yürüdüm yıllar boyu 

bayraklar ve türkülerle 

kopunca memelerinden o mükemmel yaşama

kurşunlar sıktılar alnıma 

açık alanlarda ağır 

kartalların konup kalktığı 

yalçın kayalardan biriydim 

ölüp dirildim yeniden 

güneşli güneşsiz akşamlarda

mutlu yarınlar adına 

özgürlük adına ekmek adına 

üstüne vardım kuyruğu kanlı itlerin 

dirilip dönmesin diye hiroşimalar 

tahtadan atların boynuna çıplak 

ölümlerle yatmasın diye çocuklar 

aç gözlerle bakmasın diye çocuklar 

kardeşlik adına 

havadaki kuş denizdeki balık adına 

yürüdüm yıllar boyu

dönüp bakmadım arkama 

ıraktı gözlerim çok ırak 

izim kalır mı bilmem yürüdüğüm yolda 

kalsa da silinir gider 

yalnızca bir ağıt gibi çakılır 

ardımca gelenlere gözlerimi yaktığım yer

tören adımlarıyla ölmek 

ne garip şey anne 

kanlı karanlık bir oyunda baş oyuncuyum 

bütün gözler üstümde

sürüyor gecenin karnında şafağa bakan oyun 

masa üstünde üşüyen bir sigara 

yanında küçücük bir cam bardak 

içinde rengi bu gecenin 

cılız titrek bir kibrit 

kağıt kalem 

sandalye 

geride flu 

yağlı 

büküm büküm bir ip 

ve çingene kuralına uygun 

değişmez dekoru mudur 

idam mahkumunun

kırılacak cammışım gibi davranıyorlar 

yüzlerinde zoraki çatılmış bir hüzün 

oysa birazdan boynumu kıracaklar 

pul pul dökülecek yaz siyasi eylül'ün

ben ölümü asıl az ötede titreyen 

çingenenin kara killi ellerinde gördüm 

anladım ki küllenen sigaradır 

soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm

yani benim güzel annem 

alacaşafağında ülkemin 

yıldız uçurmak varken 

oturup yıldızlar içinde 

kendi buruk kanımı içtim

ne garip duygu şu ölmek 

öptüğüm kızlar geliyor aklıma 

bir açıklaması vardır elbet 

giderken darağacına

geride 

masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem 

bağışla beni güzel annem 

oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana 

elleri değsin istemedim 

gözleri değsin istemedim 

ağlayıp koklayacaktın 

belki bir ömür taşıyacaktın koynunda

usul adımlarla yürüdüm ömrümü 

karşımda kurum kurum-laşan darağacı 

(tarlakuşu korkmaz ki korkuluktan 

ökse de olsa dört bir yanı) 

birdenbire acıdı boynum 

gelecekler var birbiri ardınca genç 

yakışıklı

ne olur işçi kadınım 

az yumuşak dik 

şu kefenin yakasını

yaşamak ağrısı asıldı boynuma 

oysa türkü tadında yaşamak isterdim 

çiçekleri kokmak ırmakları akmak 

yaz boyu çobanaldatanlara aldanmak 

su başlarında aylak sektirmek kavalımı 

sonra bir çocuğun afacan bacaklarında 

anavarca kayalıklarına tırmanmak isterdim 

o güzel günleri görenler arasında 

bir soluk ben de yaşamak isterdim 

bir de luvr müzesinde seyretmek gizliden 

öperken siya-u jakond'u tebessümünden 

işte o an saçlarından yakalamak dolunayı 

bir de yirmibeş kilometreden görebilmek 

nazım'ın gözleriyle pırıl pırıl moskova'yı

ölmek ne garip şey anne 

bayram kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı 

sedef kakmalı bir kutu içinde 

vermek isterdim çocukların ellerine 

sonra 

sonra benim güzel annem 

damdan düşer gibi 

vurulmak isterdim bir kıza

10 

künyemi okudular 

suçumuz malum

gecenin kıyısında durmuşum 

kefenin cebi yok 

koynuma yıldız doldurmuşum 

koşun çocuklar çocuklar koşun 

sabah üstüme 

üstüme geliyor 

yanlış mı duydum yoksa 

erkenci bir horoz mu ötüyor 

keskin bir acı bilenmiş 

gitgide yaklaşıyor sonum

iri sözlerim yoktu söyleyecek 

usulca baktım yüzlerine 

bin yıllık iskeletleri çatırdayarak 

göçtü ayaklarının dibine

korkutamadılar beni anne 

avlunun ortasında çatık bir kaş gibi duran 

darağacı 

bir zaman rüzgarda 

saçını tarayan telli kavak değil mi 

boynumdaki kemendi bir öğle sonu bükerken o kız 

sarı sıcak sevdasını düşünmedi mi 

söyle anne 

o çingene 

bir çiçek bahçesi kadar sıcak sokağımızdan 

bağıra çağıra geçen bohçacı kadını 

sevmedi mi çılgınca

11 

kurulmuş tuzaklar yok artık yolumda 

işkenceler zindanlar hücreler 

savunmak yok mutlu tok bir yaşamı 

açlık grevlerinde beynimi bir sıçan gibi kemiren 

mideme karşı 

kısacası 

bir çiçeği düşünürken ürpermek yok 

gülmek umut etmek özlemek 

ya da mektup beklemek 

gözleri yatırıp ıraklara

ölmek ne garip şey anne 

artık duvarları kanatırcasına tırnağımla 

şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım 

mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım 

baba olamayacağım örneğin 

toprak olmak ne garip şey anne 

ceplerimde el yerine balyoz taşırken 

korkunç bir merakla beklerken kurtuluş haberlerini 

ve yüreğimin ırmakları taştı 

taşacakken 

ölmek ne garip şey anne

uçurumlar ki sende büyür 

dağdır ki sende göçer 

ben yaprak derim çiçek derim 

çam diplerinde açmış kanatlarını kozalak derim 

gül yanaklı çocuğa benzer 

yine de 

oğlunu yitirmek kimbilir 

ne garip şey anne

12 

beni burada arama anne 

kapıda adımı sorma 

saçlarına yıldız düşmüş 

koparma anne 

ağlama 

kırıldıysa düş evinin kapısı 

bütün kırık kapıların çağrılışıyım 

kızların yanaklarında çukurlaşan 

biten başlayan aşkların ortasındayım 

her kavgada ölen benim 

bayrak tutan çarpışan 

her kadın toprağı tırnaklayarak doğurur beni 

özlem benim kavga benim aşk benim 

bekle beni anne 

bir sabah çıkagelirim

bir sabah anne bir sabah 

acını süpürmek için açtığında kapını 

umarım kurtuluş haberleriyle dönmüş olur 

çam ve kekik kokuları içinde acı yüzlü çocuklar 

o zaman nasıl indirilmişlerse şen şakrak 

öylece kalkar uykudan şalterler 

dişleyip tükürmeden sigaralarını 

türkü tadında giyinirken işçiler

bir sabah anne bir sabah 

acını süpürmek için açtığında kapını 

adı başka sesi başka nice yaşıtım 

koynunda çiçekler 

çiçekler içinde bir ülke getirirler 

başlarını koymak için yorgun dizine 

sen hazır tut dizini anne 

o mükemmel güne

 

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

NEVZAT ÇELİK'İN ŞİİRLERİ