Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 


SAYFA:5/41-50


41-ERZURUM-ARİF AY

zaman yitik, sanki hiç yaşanmamış
bu mekân ne ilk, ne son durak
karşıda çifte minare
taşı işleyen nakkaş
hem selçuklu, hem dadaş

burda mevsim ikimizden biri

biz, marifetnameyle bir
akşamı yaprak yaprak çevirip
geceye ferman açtık
okuduk dudakla el arası
tartıp her sözü bir bir
sonra darasını düştük
ve biz, ölümden çok
zulmü gördük

biz erzurumda otuzüç kişiydik

gece oltu taşıdır, işlenir
ve tesbihe dönüşür zaman
geçer parmak uçlarımızdan
sonra, ağırlanır toprak
güze dökerek hüznü
hırkasına bürünmüş bir derviş
suskunluğunda gelir kış

burda mevsim ikimizden biri

bir de kadınlarımız,
yüzleri kavruk, gözleri iri
konuşunca gök, susunca toprak
gülü türküleyip akşam sabah
oturup evlerinde onlar
acıyı kilim gibi dokudular
biz onları, çocuklarımıza sıla
kendimize gurbet bilip
çiçeği burnunda bıraktık

biz ceylanı vurulmuş dağdık

kar iner
isyan gibi çabuk
ölüm gibi sessiz ve dakik
palandöken
kolları gürgen
gözleri çiğdem
gözdesi kekik
ve biz, ölümden çok
zulmü gördük

palandöken hem yassı hem dik
bir sabah kepenkleri
kar tipisi gibi
indirip birden
öpüp yüzünü toprağın
ağır ve derin
bir günü isyana böyle çevirdik

kar palandökenin börkü
bundan gayrısını giymedik
giymeyeceğiz dedik
ve bu söz üzre
başımızı göğe
sakalımızı yele
boynumuzu ipe verdik

biz erzurumda otuzüç kişiydik

şimdi onlarsız bu toprak
acıdan kıraç
hüzünden çorak
kışın dertli, yazın emrah
ve mevsim, ikimizden biri



HAN DUVARLARI-FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL

-Osmanzade Hamdi Bey'e-
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...

Ellerim takılırken rüzgârların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına.
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.


Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki cizgiler...
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa
Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
"On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben"
Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi...
Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!...

Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk.
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide.
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
Burada son fırtına son dalı kırıyordu...
Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı "İşte Araplıbeli!"
Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana.

Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;

"Gönlümü çekse de yârin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben"

Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık,
Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
"Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı'mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben"
Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
Post verenler yabanın hayduduna kurduna!..
Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu:
"Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?"
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi:
"Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"
Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...
Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.

Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..



ADIM ADIM ANADOLU - BEHÇET KEMAL ÇAĞLAR


Geçmedim durmıyan ekspresle
Değildim açıktan kıvrılan yatta
Gezdim karış karış şevkle, hevesle
Bazı boz yaylıda, bazı al atta.

Halı orta yayla, sedir Erzurum
Bahçemdir Alanya, Van, Mersin, Bodrum
Fıskiyem Manavgat, Gırnavuk, Tortum
Çok yıkandım Meriç, Seyhan, Fırat'ta.

Oldu kaç pınara avuçlarım tas
Ne başımda humma, ne içimde pas
Alnıma değdi Kop, Süphan, Erciyas
Hararet söndürdüm ben Ararat'ta.

Uşakta şevkimi kendim dokudum.
Bolu'da Yunus'u ezber okudum,
Antalya'da bülbül oldum şakıdım
Gönlüm ne kafeste, ne de kanatta.

Konya'da gönlümü sürdüm ve ektim
Antep'te zevkimi imbikten çektim
Yaylada Türkmendim, dağda zeybektim
Türk’ün birliğini tattım hayatta.


Bendedir etekte açan nergisler
Bendedir tepeyi kaplayan sisler
Bendedir harmanda yanan göğüsler
Bendedir savrulan, kalan hasatta.

Gördüm şamanların torunlarını
Seyrettim halay ve horonlarını,
Ayine benzettim oyunlarını
Ben garbe pey sürmem artık mezatta.

Bir bitmeyen sızı, bir sonsuz tasa
Yapan halk, başkası toplayan parsa
Ey Tanrı bu halkın günahı varsa
Ver de yükleyim onu sıratta.

Yeşerir defnedir, kurur gül olur
Kızar kılıçlaşır, sever tül olur
Ah etse karşıki dağlar kül olur
Susar bozkır denen bir Arafat'ta.

Ey baş, yap gönlün ne isterse canı,
Murat dağı, Murat suyunu tanı
Yeri ister nehir, ister dağ yanı
Çağlar ikisinde birden, Murat'ta.




EĞLEN ÇORUH! DUR ÇORUH! - BEHÇET KEMAL ÇAĞLAR


Aşkın ile düştüğüm yurda ben,
Bir hız ile ulaştım tâ Bayburt'a ben.
Bana hiç tanıdık çıkmadın orda,
Doğrulup yüzüme bakmadın orda.


Yalvardım, yakardım, köpürdüm taştım
Bir gece rüyamda sana ulaştım.
Dedim: Çoruh! İnsafa gel, dine gel!
Demedin mi bana: "Artvin'e gel!"


Uçtum hasretinle, döndüm kuşa ben,
Geldim "Yalnızçam"a, "Ardanus'a" ben
Hani vaatlerin? Nerdesin Çoruh!
Hala boynu bükük, yerdesin Çoruh!


Kalkın, şahlan, beni al da sonra in...
Halinizi seyre çıkmış Artvin;
Çamlar sisten çıkmış sesini kısmış,
Evler ayağının ucuna basmış.


Birikmiş yamaca hepsi üst üste...
Hepsinin kulağı sendeki seste!
Senin hasretinle yandım yıllarca
Dur bir gönülüne seslen bir parça.


Bizim kaynağımız aynı dağlardır.
Beni anlayacak başka kim vardır?
Benden de içer bu avare güruh
Sen varsın derdimden anlayan, Çoruh!


Al benden gönlümü, ummana ersin!
Adım Çağlar diye belki gülersin:
Suyuma damlayan bir gözyaşın yok,
Mecranda inci yok, sabır taşım yok.


Yaydığım çakıldır, götürdüğüm kum,
İnsan kılığına girmiş Çoruh'um...
Kan içimde çağıl çağıl akmada,
Tarih geçip, beni boş bırakmada.


Kıyıdan ilk defa ok atan bende.
"Otlukbeli'nde" at oynatan bende;
Sende gölgesi var, bende eseri,
Birbirine düşen nice Türk eri,


Vicdan azabını çekerler bende;
Kalan er bendedir, kaçan er bende;
Bir gözüm yaşlıdır, bir gözüm kanlı.
Benim Akkoyunlu, benim Osmanlı;


Sana dökülecek bir kederim var,
Selam yollayacak kimselerim var.
Ben gibi aşina seyrek bulunur,
Bana seslenmeden geçemezsin, dur!



45-ANADOLU-RIZA TEVFİK BÖLÜKBAŞI


Anadolu, Sultan Osman'ın yurdu.
Tuğrul Bey'in konağıdır o eller!
Milletimiz orda doğdu, büyüdü,
Bize ana kucağıdır o eller!


Osmanlılar unutmasın soyunu;
Anadolu'dan aştık hudud boyunu,
Orda oldu zorlu ateş oyunu,
Ataların ocağıdır o eller!


Bu devlete orda temel atıldı.
O meydanda can alınıp satıldı;
Yaylasında zağlı silah çatıldı,
Kahramanlar otağıdır o eller!


Bir zamanlar krallardan taç aldık,
Uçan kuştan, akan sudan bac aldık.
Nice yavuz düşmanlardan öç aldık.
Bu kuvvetin kaynağıdır o eller...


Hep gaziler ordan gelip geçtiler.
O çaylardan abdest alıp içtiler.
Memleketler fetheyleyip göçtüler
Erenlerin durağıdır o eller.


Her bir viran köşesinde bir er var,
Türbelerde nice nice server var,
Bilmem nerde böyle mutlu bir yer var?
Ulu Kâbe toprağıdır o eller...


Ormanında türlü kuşlar ötüşür,
Çayırında gürbüz koçlar itişir;
Tarlasında altın başak yetişir.
Gölgesinde gam dağıtır o eller.


Oradadır asıl Türk'ün oymağı,
Cevahirdir bütün taşı, toprağı.
Gümüş akar, çiçek kokar ırmağı,
Defineler yatağıdır o eller!..


Sılasıdır serde, Türk'ün sevdası,
Memlekettir gece gündüz rüyası,
Askerlerin odur gelin odası,
Gönüllerin bucağıdır o eller!..


Rıza! Canım o ellere kurbandır,
Sinesinde yatan, atan, anandır;
Anadolu asıl eski vatandır.
Anamızın kucağıdır o eller!..


ANADOLU SEVGİSİ –ABDURRAHİM KARAKOÇ

Sen bizim dağları bilmezsin gülüm,
Hele boz dumanlar çekilsin de gör
Her haftası bayram, her günü düğün;
Hele yaylalara çıkılsın da gör

Bilmezsin ovalar nasıldır bizde;
Kağnılar yollarda yoncalar dizde...
Saydıklarım damla değil denizde,
Hele bir ekinler ekilsin de gör

Görmedin sen bizim mavi suları,
Karlar eriyince kırar yuları...
Köpük olur beyaz, sel olur sarı;
Hele taştan taşa dökülsün de gör

Sen bizim köyleri görmedin ki hiç..
Yolları toz, çamur, evleri kerpiç
O kirli kabukta, o en temiz iç;
Hele bir yakından bakılsın da gör

Anlamaz bilmezsin sen bizim halkı;
Sevgiyi bulasın yakına gel ki..
Kalıplar gerçeği göstermez belki,
Gönül perdeleri sökülsün de gör


ANADOLUDA BAHAR- ABDURRAHİM KARAKOÇ


İlkbaharı geldi Anadolu’nun
Silifke’de çiçek açtı nar şimdi.
Her tarafı yeşillendi Bolu’nun
Sultandağı benek benek kar şimdi.


Eğri yollar yaylaların kuşağı
Çayır, çimen sevgililer döşeği
Hora teper Sürmene’nin uşağı
Dadaşların oynadığı bar şimdi.


Durgun çayı köpüklendi Daday’ın
Palmiyeler zümrüt tacı Hatay’ın
Çukurova cennetidir bu ayın
Aydın ili efelere dar şimdi.


Gönül dile gelir kaval sesinde
Mor martılar düğün yapar Mersin’de
Isparta’nın renk renk gül bahçesinde
Bülbüllerin neşesini gör şimdi.


Cıvıl cıvıl, sessiz duran yuvalar
Kelebekler birbirini kovalar.
Halı gibi nakışlandı ovalar
Bölük, bölük sarı, yeşil, mor şimdi


Âşıklar diyarı Elbistan ili
Olur bu mevsimin bağ-ı İrem’i
Her çeşmenin üç – beş tane güzeli
Her çiçeğin bir arısı var şimdi.


Çıkıp baksan Çamlıca’nın başına
İki kıt’a bir boğazda âşinâ
KARAKOÇ’um, gel, yorulma boşuna
İstanbul’u tarif etmek zor şimdi.

ANADOLU GEZİSİ - ABDURRAHİM KARAKOÇ

Ter kokuyordu Çukurova tarlaları,
Irgat Türküleri duyuluyordu uzaktan;
Ekin biçiyordu yalınayaklı köy kızları
Elleri kabarıyordu oraktan


Gökbelen dağlarına yağmur yağıyordu;
Yetimler mahallesinde bir çocuk ağlıyordu


Kan kokuyordu doğunun çimenli yaylaları;
Silah sesleri geliyordu Şırnak'tan
Oğulsuz koymuşlardı ak saçlı anaları;
Tütünler tedirgin olmuştu ocaktan


Cilo dağlarında kamalaklar üşüyordu;
Garipler köyünde bir gelin düşünüyordu


Yosun kokuyordu Karadeniz'in mavnaları;
Oynak havalar dökülüyordu parmaktan
Buz gibi bir soğuk biçiyordu baharı;
Dal boylu gençler gidiyordu bıçaktan


Ilgaz dağlarında kurtlar uluyordu
Bekârlar kahvesinde bir adam uyuyordu


Şehvet kokuyordu Ege'nin bereketli ovaları;
Körpe bedenler soyuluyordu ahlaktan
Tedirgin etmişlerdi bizim havaları;
Yadırgı sesler geliyordu plaktan


Çatalkaya dağında kartallar dönüyordu;
Bir nesil yaşıyor, bir tarih ölüyordu.



BİRİ ANADOLU BİRİ ATATÜRK-ŞEREF TAŞLIOVA
Biri bülbül oldu, birisi güldür,
Biri Anadolu, Biri Atatürk.
Biri sevgilidir, biri güzeldir,
Biri Anadolu, Biri Atatürk.

Biri arı oldu, birisi kovan,
Biri yaralının derdine derman,
Biri büyük asker, büyük kumandan,
Biri Anadolu, Biri Atatürk.

Biri örnek oldu bütün cihana,
Biri Türk milleti adına, ana,
Biri can adadı nazlı vatana,
Biri Anadolu, Biri Atatürk.

Biri kucaklayan, birisi saran,
Biri aranılan, birisi soran,
Biri kurtarılan, biri kurtaran,
Biri Anadolu, Biri Atatürk.

Biri savaş yaptı bizi kurtardı,
Biri bin bir türlü meyveler verdi,
Bin üzerine bir devlet kurdu,
Biri Anadolu, Biri Atatürk.

Biri bize kurdu cumhuriyeti,
Biri ecdadımın yurdu, cenneti,
Biri bize verdi bu hürriyeti,
Biri Anadolu, Biri Atatürk.

Biri insanlığa örnekler katar,
Biri bu ŞEREF’in kalbinde atar,
Biri birisinin bağrında yatar,
Biri Anadolu, Biri Atatürk.

İLGİLİ İÇERİK

CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ

DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ

HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ

KONULARINA GÖRE ŞİİRLER

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI İLE İLGİLİ ŞİİRLER

19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA HAFTASI ŞİİRLERİ

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI ŞİİRLERİ

ATATÜRK ŞİİRLERİ

ÖLÜM ŞİİRLERİ

TÜRKÇE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

ÇANAKKALE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

İSTANBUL İLE İLGİLİ ŞİİRLER

SON EKLENENLER

Üye Girişi