Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 


SAYFA:2/ 11-20


11-ELİF - AHMET MUHİP DIRANAS

Elif kara taştan bir köyde yaşıyor,
Bir damın sazı, bir ocağın ateşi;
Her akşam kanlarla batan bir güneşi
Başında ağır bir taç gibi taşıyor.

Süt emmiş Elif en eski destanlardan,
Masalların altın beşiğinde uyumuş;
Elif bir mağrada geçmiş zamanlardan
Uğrun uğrun esen ninniyle büyümüş.

Ne kadar güzelsin Elif, dağın kızı!
Derin ıssızlığın kokusuz çiçeği!
Ey, sevincinde bir büyük geleceği
Muştulayan içki, bin yılın kımızı!

Elbet bir ömre tek sözüdür kaderin
Ağrı'nın ak şafağı söken alnında
Mutlu kıyıları kayıp cennetlerin,
Elif sonsuza gebe kız, tek tanrıça!



KEŞAN-ORHAN VELİ


Gemliğe doğru
Denizi göreceksin;
Sakın şaşırma.
21.8.1942,
Cumhuriyet Hanında;
Ne güzel bir geceydi!
Sabaha karşı yağmur yağdı.
Güneş doğdu, ufuk kana boyandı;
Çorbam geldi, sıcak sıcak;
Kamyon geldi kapımıza dayandı.
Karnım tok,
Sırtım pek;
Ver elini Edirne şehri.


KARADAYI’YA MEKTUP-BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU

Bursa’nın Orhaneli kazasının
Çöreler köyünden Karadayı
Acep böyle yazsam zarfın üstüne
Postalar iletir mi ona
Benim altı yıldır cepte taşınmış
Kenarları püskül püskül aşınmış merhabayı
Kusura bakma Karadayı
Nasılsa bir yerde unutmuşum
Senin çoban armağanı nikel tabakayı
Ama o ince belli, kınalı çilli su kabakları
Hâlâ masamın üstünde durur
Sallandıkça çın çın öter çekirdekleri
Bunlardan bir tanesini
Köy mektebinde öğretmen kardeşime verdim
Bütün yaz su kabaklarıyla donandı bahçesi
Bir çekirdek verdik bir bahçe doldu
Can sağlığı bundan ötesi
Ama diyeceğim o değil Karadayı
Sene bin dokuz yüz kırk altıydı
Aylardan ağustos ayı
Senin bende asıl şu sözün kaldı:
Bana öyle bir öğretmen gönder ki
Hem ölü yıkasın
Hem teravi kıldırsın
Hem eski yazıyı söktürsün
Hem yenisini belletsin
Bizim köy otuz beş hane
Birden fazla hocayı neylesin netsin?



KIZILIRMAK KIYILARI-FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA

Kardaş, senin dediklerin yok,
Halay çekilen toprak bu toprak değil.
Çık hele Anadolu’ya,
Kamyonlarla gel, kağnılarla gel gayrı,
O kadar uzak değil.
Çamı bitmiş, kavağı azalmış,
Gamla örtülü bayırlar, çıplak değil.
Yedi ay kıştan sonra,
Yeşeren senin yaşamındır,
Yaprak değil.
Yersin, içersin sofrasından, üç yüz senedir,
Kuvvetlisin ama kuvvet hak değil.
Bakımsızlıklarla göçüp gitmiş bir cihan,
Mevsimler soğumuş, sular azalmış,
Buğday, Selçuklulardan kalan başak değil.
Parça parça yarılmış öküz ardında,
Parmağı üç pare, tırnağı ak değil.
Utanır elin ayağın,
Korkarsın yakından görsen,
Eli el değil, ayağı ayak değil.
Gün doğar, tarla kuşları uçuşurlar,
Ağır bir aydınlık, bildiğin şafak değil.
Öyle dalmış ki yüzyıllar süren uykusuna,
Uyandırmazsan,
Uyanacak değil.
Dertle, sefaletle yüklü,
Siyah leşlerle kararmış, berrak değil.
Çağlayan ne,
Akan kim,
Kızılırmak değil.
Kardaş, görmüyorum ama hala duyabiliyorum,
Geçmiş zamanlar gelecek zamanlardan parlak değil.
Vakte şahadet edercesine yükselmiş,
Akşam parıltısından, bütün zaferler üzerine,
Dağlar dalgalanmakta, bayrak değil.

15-KASABA-OKTAY RIFAT

Oteli var gurbetçiler için
Aşçısı acıkanlara
Kahvesine gir bir çay söyle
Neşeli tarafından
Taşköprü’nün başında minibüsler
İle ilçeye işler
İnce minare şerefesinde leylekler
Kadınlar tütünde pamukta
Kızlar oğlanlar çapada
Ekmek aslanın ağzında
Dam var gök var bulut var
Bir dul karı iki yetim Boş ver.
 
GÖK -OKTAY RIFAT

Taydır gök, koşulu kısrakla
Koşar arabanın yanı sıra
Ak tüylü köpektir koyun sürüsüyle
Seğirtir kaval sesinde sağa sola
Çobandır köyün yamacında
Yayar davarı da çömelir
Meşe dallarının altına
Taşlı tarlada ırgat
Ekmeğin tadı ovada
Yüce dağ başında varılmaz katına
Nice bir yiğit Köroğlu’dur gök.


EKECİK DAĞLARI-A. KADİR

Karşıda Ekecik dağları sessiz sedasız duruyor,
karşıda Ekecik dağları hain.
İşte böylece iki parçaya ayırmış bizi dağlar,
bir tarafta benim derdim,
bir tarafta senin derdin.
Ama dağlar gözümü korkutamadılar benim hiçbir vakit.
Bilmiyorum, oralarda sen ne haldesin.
Burada ben ikiye bölüyorum her şeyimi, inâd için,
bir parçası bana ait,
bir parçası sana ait.
 
EDİRNE-NİYAZİ AKINCIOĞLU
(1916 - 1979)

Bir yerde görürsen ki:
Ağır ve edalı akar
dal dal söğütleri öperek
samur üç belik gibi
üç koldan sular;
müjdeler olsun efendim;
Edirne’desin.
Mevsim, fasl-ı bahardır;
gecedir ve mehtap vardır.
Ve sen,
bir kavs-ı kuzahta yürür gibi
Köprüler’desin.
Şataraban makamından bir şarkı dudaklarında
düşünür, çözemezsin:
Bu naz-ı istiğna, bu âvâz neden;
neden yarı eğilmiş suya dallar?
Öyle fermân etmiş eden
kimseler bilmez.
“Gönül bir top ibrişim
Sarılırsa çözülmez”
Burda her şey,
bakınır hüsnüne hayran.
Seyreyler cemâlini eğilmiş suya
mermer ihtişamında serhadd-i vatan.
Aşina bir çehre sezer belki diye
devr-i saltanatından Edirne;
bir deste alev güldür, mahzun,
yâr elinden düşürülmüş şimdi suda
Ve sular;
şimşir kelâmı dilinde
destan okur-okurakar.
Ve bihaber Yıldırım’da, bir evcikte –
akan sudan, uçan kuştan –
yeşil dut yaprağında
ak bir ipekböceği,
kozasını dokur dokur ölür.
Uyanır veda etmiş gibi artık uykuya,
konuşan bir dil olur
çiler uzakta;
bülbül sesi yağmur gibi
Bülbül Adası’nda.
Kanadı gümüşlü kuşlar geçer
iki şâk bölüp mehtâbı;
Kıyık tan uçurulmuş.
Salınır bahçeler içre kızlar ki:
Nazardan kaçırılmış.
Ağzında kan kırmızı bir can eriği,
mehtapla beraber düşmüş gibi arza;
kızlar ki güzel,
dört başı mâmur ve murassa.
Sevdaya tutulmak bile mümkün
yeni baştan
söylemek kolay olsa eski türkümü:
“Edirne köprüsü taştan
Sen çıkardın beni baştan."


TOKAT'A DOĞRU -CAHİT KÜLEBİ
(1917- 1977)
Çamlıbel’den Tokat’a doğru
Tozlu yolların aktığı ırmak!
Ben seni çoktan unuttum,
Sen de unuttun mu, dön geri bak.
Atların kuyruğu düğümlü,
Bir yandan yağmur yağar, ıslak...
Bir yandan hamutlar şak şak eder,
Bir yandan tekerler döner, dön geri bak.
Orda, derenin içinde
İki üç akçakavak.
Tekerler döner, başım döner,
Kavaklar yeşeriyor dön geri bak.
Orda, derenin içinde
İki üç çırılçıplak
Alçacık damı düşündükçe
Gözlerim yaşarıyor, dön geri bak.
Irmaklar gibi uzaklaşır
Bir türkü kadar uzak
Tekerler iki çizgi bırakır,
Hamutlar şak şak eder, dön geri bak.



20-ANADOLU’NUN DEVEDİKENLERİ- NAHİT ULVİ AKGÜN

Birbirinden güzel kentlerin
Kenarında yükselen fakir evleri
Teneke mahalleleri gecekondular
Gurbete düşenlerin hakir evleri

Gür sesli ayak satıcıları ara sokakların
Kat kat yapıların yorulmaz karıncaları
Onlar fabrika kovanlarında bal veren arı
Yıkılmaz direkleri bu teneke yığınlarının

Küfe küfe portakallar şeftaliler sarıasmalar
Diktiler göverttiler bu cennet bahçeleri parkları
Yünlüler ipekliler çiçek açan basmalar
Tütün mü nakış mı işler görünmez parmakları

Ey harap gecekondular teneke mahalleleri
Siz bu ellerin yapısı değilsiniz Tanrı var
Ey kıraç Anadolu’nun savrulan devedikenleri
Sizi böyle kenar-köşe atan zalim bir rüzgâr

Göçmüşler Maraş’tan Urfa’dan Mardin'den
Özlemleri duyulur gurbet türkülerinden
Bir masal kentini öyle düşler gibi
Görmüşler İstanbul’da İzmir’de geceyi

İLGİLİ İÇERİK

CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ

DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ

HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ

KONULARINA GÖRE ŞİİRLER

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI İLE İLGİLİ ŞİİRLER

19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA HAFTASI ŞİİRLERİ

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI ŞİİRLERİ

ATATÜRK ŞİİRLERİ

ÖLÜM ŞİİRLERİ

TÜRKÇE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

ÇANAKKALE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

İSTANBUL İLE İLGİLİ ŞİİRLER

SON EKLENENLER

Üye Girişi