Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

ÖLÜM ŞİİRLERİ

MAKBER-ABDÜLHAK HAMİT TARHAN

Eyvah ne yer ne yar kaldı
Gönlüm dolu ah u zar kaldı
Şimdi buradaydı gitti elden
Gitti ebede gelip ezelden
Ben gittim o haksar kaldı
Bir köşede tarumar kaldı
Baki o enisi dilden eyvah
Beyrutta bir mezar kaldı

Bildir bana nerde nerde Ya Rab
Kim attı beni bu derde YA Rab
Nerde arayayım o dil rübayı
Kimden sorayım bi-nevayı
Derler ki unut o aşnayı
Gitti tutarak reh-i bekayı

Sığsın mı hayale bu hakikat
Görsün mü gözüm bu macerayı?
Sür'atle nasıl da değişti halim
Almaz bunu havsalam hayalim.

Çık Fatıma! lahteden kıyam et
Yanımdaki haline devam et
Ketn etme bu razı şöyle bir söz
Ben isterim ah öyle bir söz
Güller gibi meyl-i ibtisam et
Dağı dile çare bul meram et
Bir tatlı bakışla bir gülüşle
Eyyamı hayatımı temam et

Makber mi nedir şu gördüğüm yer
Ya böyle reva mı ey cay-ı dilber

 

RİNDLERİN HAYATI– YAHYA KEMAL BEYATLI

Bâzen kader, gelen bora halinde, zorludur;
Dağlar nasıl bakarsa siyah ufka öyle bak.
Bâzen de çevreden nice bir âdem oğludur,
Görmek değil düşünmeye bîgâne kal! Bırak!

Dindar adam tevekkülü, rikkatle, herkese
İsâ’yı çarmıhında, uzaktan hatırlatır.
Bir aslan esniyor gibi engin vakar ise
Rind’in belâya karşı kayıtsızlığındadır.


RİNDLERİN AKŞAMI– YAHYA KEMAL BEYATLI

Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç;
Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç!

Cihâna bir daha gelmek hayâl edilse bile,
Avunmak istemeyiz böyle bir teselliyle,

Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan

Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece.
Gurûba karşı bu son bahçelerde, keyfince,

Ya şevk içinde harâb ol, ya aşk içinde gönül!
Ya lâle açmalıdır göğsümüzde, yâhut gül.


RİNTLERİN ÖLÜMÜ – YAHYA KEMAL BEYATLI

Hâfız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle,
Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski Şîraz’ı hayâl ettiren âhengiyle.

Ölüm âsûde bahâr ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.


SONBAHAR – YAHYA KEMAL BEYATLI

Fânî ömür biter, bir uzun sonbahar olur.
Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, târümar olur.
Mevsim boyunca kendini hissettirir vedâ;
Artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ.
Yazdan kalan ne varsa olurken haşır neşir.
Günler hazinleşir, geceler uhrevîleşir;
Teşrinlerin bu hüznü geçer ta iliklere.
Anlar ki yolcu yol görünür serviliklere.

Dünyanın ufku gözlere gittikçe târ olur.
Her gün sürüklenip yaşamak rûha bâr olur.
İnsan duyar yerin dile gelmiş sükûtunu;
Bir başka mûsikîye geçiş farz eder bunu.
Teslîm olunca va’desi gelmiş zevaline,
Benzer cihâna gelmeden evvelki hâline.

Yaprak nasıl düşerse akıp kaybolan suya
Rûh öyle yollanır uyanılmaz bir uykuya:
Duymaz bu anda taş gibi kalbinde bir sızı;
Fark etmez anne toprak ölüm mâceramızı.
Yahya Kemal Beyatlı

 

SESSİZ GEMİ- YAHYA KEMAL BEYATLI

Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli,

Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilinmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.

Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.
Yahya Kemal Beyatlı


DÜŞÜNCE – YAHYA KEMAL BEYATLI

Ülfet belâlı şey, fakat uzlet sıkıntılı,
Bilmem nasıl geçirmeliyim son beş on yılı?
İnsanlar anlaşıldı. Cihânın da sırrı yok,
Kalsaydı terkeşimde bugün tek bir altın ok
En tatlı bir hayâl için atmazdım ufkuma.

Dalsın yakında gözlerim artık son uykuma!

“Yalnız duyan yaşar” sözü, derler ki, doğrudur
“Yalnız duyan çeker” derim, en doğru söz budur.
Gördüm ve anladım yaşamak mâcerâsını,
Bâkiyse rûh eğer dilemezdim bekasını.
Hulyâsı kalmayınca hayâtın ne zevki var?

Bitsin, hayırlısıyla, bu beyhûde sonbahar!

Ölmek değildir ömrümüzün en fecî işi,
Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi.
Yahya Kemal Beyatlı

 

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

TASNİF DIŞI ŞİİRLER


-2-

MUSALLA TAŞINDA AÇAN GÜL -HÜSEYİN ATLANSOY

Yağmur bu kadar inceyken
Ağır açan bir gül kadar hafifken merhamet
Ölüm çok ağır Allah’ım
Ölüm çok ağır affet.

Hafiften bir yağmurla Allah’ım
Musalla taşında bir gül kıl beni
Usulca bir güvercin
Kaldırsın ince kırmızı giysilerimi

İznin olursa açılsın kuş dili
Söyleyiversin ince naif şarkılar
Zamanın süzgecinden geçen bedenimi
Dağıtıp savursun ruhumla birlik rüzgâr.

Hiçbir sırrını ele verme
Öl ya da ölü taklidi yap ey suretim
Dişleri kenetlenmiş çenesi bağlı
Bir ölü taklidi yap – yapabilirsen
Çünkü bir tek
Ölüler doğru fotoğraf verir.

ÖLMEK- AHMET HAŞİM

Firâz-ı zirve-i Sinâ-yı kahra yükselerek
Oradan,
Oradan düşmek, ölmek istiyorum
Cevf-i ye's-âşinâ-yı hüsrana...
Titrek
Parıltılarla yanan bir mesâ-yı mezbaha renk
Dağılırken suhûr-ı üryana,
Firâz-ı zirve-i Sinâ-yı kahra yükselerek
Oradan,
Oradan düşmek, ölmek istiyorum
Cevf-i yes-âşinâ-yı hüsrana...

Kanlı bir gömlek
Gibi hârâ-yı şemsi arkamdan
Alıp sürükleyerek.
O dem ki refref-i hestîyre sanıt olur kaaim.
Ve bir günün dem-i âlâyiş-î zevalinde
Sürüklenir sular âfâka şu le hâlinde,
O dem ki kollar açar cism i nâ-ümîde adem.
Bir derin sesle "haydi" der uçurum,
O dem,
Firâz-ı zirve-i Sinâ-yı kahra yükselerek
Oradan.
Savt-ı ümmîd-i kalbi dinlemeden,
Cevf-i hüsrana düşmek istiyorum.


BİR GÜN -YUSUF ZİYA ORTAÇ

Bir gün basacak beni de
Göğsüne bu anne toprak.
Görecekler ellerimi
Bir çınarda yaprak yaprak...

Sesim, dalda öten bir kuş,
Ruhum, fezada bir uçuş,
Bütün huzurunu bulmuş,
Bu dünyadan uzak, uzak...

Benden bir zerre her çiçek,
Benim gözlerim şu böcek,
Çiftçiler her yaz biçecek
Saçlarımı orak orak...

Dört mevsimle dolu başım,
Otlar, yapraklar sırdaşım,
Kara toprağı gözyaşını
Sulayacak ırmak ırmak...

SON ARZU - YUSUF ZİYA ORTAÇ
 
Siyah uzun saçların beyazlandığı zaman,
Aşkımızın şahidi olan yollarda gezin...
Yıllarca seni candan seven bu âşığı an,
Bir sonbahar yaprağı gibi solunca benzin...

Ey güzel, işte o gün sana en son hediye
Gönderdiğim bu şiiri oku da yavaş yavaş,
Ağla: Ben bu şairi pek çok ağlattım diye,
Ruhumu sevindirsin o bir iki damla yaş...

Köyün mezarlığından geçersen bir gün eğer
Bir kaç dakika durup bak yosunlu taşlara;
Görürsen etrafını otlar bürümüş bir yer,

Ta yanına yaklaşıp benim adımı ara...
Sonra, bırak göğsüne taktığın beyaz gülü,
Bari kabrinde gülsün bu bahtı siyah ölü.

İLGİLİ İÇERİK

YUSUF ZİYA ORTAÇ ŞİİRLERİ

ŞİİRLER

YUSUF ZİYA ORTAÇ


ANNESİZ ÖLÜ -FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL

Dün bir cenaze gömdüm bağrıma gizli gizli,
Bu küçük bir çocuktu, sarışın saz benizli:
Taş kesildi yüreğim mezarının başında.

Saz benizli bir öksüz, sarışın bir yetimdi,
Bu gömdüğüm cenaze benim muhabbetimdi,
Veda etti hayata doymadan üç yaşına.

Dünden beri gençliğim yarım, kalbim yarımdır.
Bu talihsiz mezarı benim damarlarımdır
Sinirli dallarıyla kucaklayan sarmaşık.

Neşeye hasret giden sevdamın arkasından
Ağlasın istiyorum, bir genç kadın yasından,
Ömrünü damla damla terk ederken bir âşık...

Bir genç kadın ki duysa bu vakitsiz ölümü
Matemini tutmaya kâfi görür gönlümü,
Yine hayata sevda ufuklarından güler.

Hiç can vermiş var mıdır bundan daha elemli;
Yaşarken gözü nemli, ölürken gözü nemli?
Ah annesiz ölüler, sevgilisiz ölüler!


TABUT -NECİP FAZIL KISAKÜREK

Tahtadan yapılmış bir uzun kutu;
Baş tarafı geniş, ayakucu dar.
Çakanlar bilir ki, bu boş tabutu
Yarın kendileri dolduracaklar.

Her yandan küçülen bir oda gibi,
Duvarlar yanaşmış, tavan alçalmış.
Sanki bir taş bebek kutuda gibi,
Hayalim içinde uzanmış kalmış.

Cılız vücuduma tam görünse de,
İçim, bu dar yere sığılmaz diyor.
Geride kalanlar hep dövünse de
İnsan birer birer yine giriyor.

Ölenler yeniden doğarmış; gerçek!
Tabut değildir bu, bir tahta kundak.
Bu ağır hediye kime gidecek,
Çakılır çakılmaz üstüne kapak?


CENAZE MERASİMİM -NÂZIM HİKMET

Bizim avludan mı kalkacak cenazem?
Nasıl indireceksiniz beni üçüncü kattan?
Asansöre sıkmaz tabut,
merdivenlerse daracık.

Belki avluda dizboyu güneş ve güvercinler olacak,
belki kar yağacak çocuk çığlıklarıyla dolu,
belki ıslak asfaltıyla yağmur.
Ve avluda çöp bidonları duracak her zamanki gibi.

Kamyona, yerli gelenekle, yüzüm açık yükleneceksem,
bir şey damlayabilir alnıına bir güvercinden: uğurdur.
Bando gelse de, gelmese de çocuklar gelecek yanıma,
meraklıdır ölülere çocuklar.


Bakacak arkamdan mutfak penceremiz.
Balkonumuz geçirecek beni çamaşırlarıyla.
Ben bu avluda bahtiyar yaşadım bilemediğiniz kadar.
Avludaşlarım, uzun ömürler dilerim hepinize...


RÜBAİ
Bu bahçe, bu nemli toprak, bu yasemin kokusu,
bu mehtaplı gece
parıldamakta devam edecek ben basıp gidince de,
çünkü o ben gelmeden, ben geldikten sonra da
bana bağlı olmadan vardı
ve bende bu aslın sureti çıktı sadece...


BESBELLİ -AHMET KUTSİ TECER

Besbelli ölümüm sabahleyindir.
İlk ışık korkuyla girerken camdan.
Uzan, başucumda perdeyi indir,
Mum olduğu gibi kalsın akşamdan.

Sonra koş terlikle haber vermeye,
"Kiracım bu sabah can verdi" diye,
Üç beş kişi duysun ve Belediye
Beni kaldırmaya gelsin, odamdan.

Evden çıkar çıkmaz omuzda tabut,
Sen de eller gibi adımı unut,
Kapımı bir kaç gün için açık tut,
Eşyam bakakalsın diye arkamdan.


BİR GÜN İCADİYE’DE -AHMET HAMDI TANPINAR

Bir gün İcadiye'de veya Sultantepe'de,
Bir beste kanatlanır, birden olduğun yerde
Bir kâinat açılır, geniş, sonsuz, büyülü,
Bugünün rüzgârında yıkanan mazi gülü
Dağılır yaprak yaprak hayalindeki suya
Bir başka gözle bakarsın ömür denen uykuya...


Belki en hülyalısı duyduğum masalların
O şafak saltanatı korularda dalların
Her ufku tek başına bekleyen eski çamlar
Bir sır gibi ömründen sızdırılmış akşamlar,
Ardıçla kestanenin her yıllık macerası
Harap mezarlıklarda ölülerin duası
Gelir ve tekrar doğar ölmüş sandığın aşka
Anlarsın ölüm yoktur geçen zamandan başka!


AYIŞIĞINDA SELVİLER -SELÂHATTİN BATU

Ağır ağır
Ayışığında sallanır
Kara yelpazeleri selvilerin
Karanlık kımıldar, dalgalanır
Yüzleri güler ölülerin.

Acır acır
Toprağın yarası
Vakit iki cihan arası
Canın yüceleri göresi gelir
Toprağın ışığa yunası.

Parıldar parıldar
Göklerin bir ucu
Sevgilerledir yddızlann göçü
Çatlar kabuğu
Tanrıya dek
Göklere açılır toprağın içi.

Umularla güzel, umularla ulu
Geceler yıldızlarla duygulu
Ve bunca ölüler güler yüzlü
Bunca diriler acıdan kaygılı.

Ağır ağır
Ayışığında sallanır
Kara yelpazeleri servilerin
Kişiyi yüceye, iyiye çağırır
Beyaz elleri ölülerin.


SANDUKALAR -ASAF HALET ÇELEBİ

sandukalarda can yatıyor
canlar içinde bir can var
canlar içindeki
câaan

sandukalarda yazılar var
kendi kendini okuyor
kendi kendini okuyan
yazılar

sandukalar öd ağacından
misk ile amber kokuyor
canımda tüten bir koku var
câaan

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

TASNİF DIŞI ŞİİRLER


-3-


ŞAİRİN ÖLÜMÜ -VASFİ MAHİR KOCATÜRK

Ne bir damla gözyaşı, ne yerde yaslı bir mum;
Hazin, loş odalarda ölümü sevmiyorum.
Bir çığ sesiyle nasıl inlerse bir uçurum
Benim öyle verecek kalbim son nefesini...

Titreyen dallarını açıp göklere kadar,
Hıçkıracak ney gibi sülün boylu kavaklar,
Talihimin göğsümde hapsettiği canavar
Derin çıtırtılarla kıracak mahpesini...

Ardımda binbir gönül, ıstırabımdan derin,
Matemini tutacak bir mukaddes kederin;
Ölümün gösterecek dünyaya ölümlerin
Hem en şereflisini, hem en mukaddesini...

Gözlerim çektiğimi ifşa etmese bile
Kalbimden ayrılınca ruhum gelecek dile:
Yüzbin yıllık kâinat hummalı bir vecdile
Dinleyecek ilk defa ıstırabın sesini...

Her gün bir parça daha fazla yalçınlaşarak
Bir uçurum olunca bana sevdiğim kucak,
Fırtınalı göklerden ölümüm andıracak,
Yıldırımla vurulmuş kartalın düşmesini.


AYAKLAR -AHMET MUHİP DIRANAS

Ölmüş o, ayrı düşmüş sürüden
Ayakları dışarda örtüden.

Ölmüş herkes gibi ölen insan,
Yalnız ayaklar kalmış yaşayan

Ardından ölüme düşen başın
İki kardeş bakakalmış şaşkın.

Burada ansızın susup kalmış,
Koyunları başıboş bırakmış.

Der ki, bu ayakları görenler,
Başım değilmiş düşünen meğer

Ayaklarım, az gide uz gide,
Ayaklarım, ümitler peşinde!

Yolcu ölmüş; işte ayaklar hür!
Yolcu ölmüş; ayaklar düşünür...


HER ŞEY UZAKTADIR- AHMET MUHİP DRANAS

Uzaktadır her şey; gökyüzü, deniz,
Her an peşimizden koşan gölgemiz,
Özlenen limanlar, yanan yıldızlar.
Uzaktadır her şey; anneler, kızlar...

Uzaktadır her şey, hep... yalnız ölüm,
Her yerde, her an yakınımız, ölüm.

 

RABBİM NİHAYET SANA -ZİYA OSMAN SABA


Rabbim, nihayet sana itaat edeceğiz...
Artık ne kin, ne haset, ne de yaşamak hırsı,
Belki bir sabah vakti, belki gece yarısı,
Artık nefes almayı bırakıp gideceğiz...
Ben artık korkmuyorum, her şeyde bir hikmet
Gecenin sonu seher, kışın sonunda bahar.
Belki de bir bahçeyi müjdeliyor şu duvar,
Birer ağaç altında sevgilimiz, annemiz.
Gece değmemiş sema, dalga bilmeyen deniz,
En güzel, en bahtiyar, en aydınlık, en temiz
Ümitler içindeyim, çok şükür öleceğiz...


ÖLÜMDEN SONRA- CAHİT SITKI TARANCI

Öldük, ölümden bir şeyler umarak.
Bir büyük boşlukta bozuldu büyü.
Nasıl hatırlamazsın o türküyü,
Gök parçası, dal demeti, kuş tüyü,
Alıştığımız bir şeydi yaşamak.

Şimdi o dünyadan hiçbir haber yok;
Yok bizi arayan, soran kimsemiz.
Öylesine karanlık ki gecemiz,
Ha olmuş ha olmamış penceremiz;
Akarsuda aksimizden eser yok.


CENAZE-RIFAT ILGAZ

Omuzlanınca tabutun
ilk defa kurtuldu ayakların topraktan;
pek muhteşem oldu medreseden çıkışın.
Bir dilim ekmeği çok görenler
yüzüne bakmayanlar sağlığında
dikildiler yol üstüne
bir selamla ödediler bütün borçlarını...
Üzülme, gelmiyor diye çelenkler peşinden,
mevsimsiz oldu ölümün...
Ne olurdu, bir kış daha bekleseydin,
bahar gelir çiçekler açardı...
Ölümün kimseyi sevindirmedi,
atsız arabasız kalktı cenazen.
Zaten alçakgönüllü bir adamdın,
herkesten uzak yaşadın cami avlusunda.
Ölümün de gürültüsüz olsun!


ÇÜRÜMEK ÜSTÜNE- BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU

Her şey çürüyor canım kardeşim bu dünyada
Hâtıralar bile
O hâtıralar ki kafatasından muhkem bir yerde saklıdırlar
O hâtıralar ki tüyden hafif gök mavisinden duru
Etten kemikten uzaktırlar
Bambaşka bir zaman içre yaşar dururlar
Gel demeden gelir git demeden giderler
Nur topu gibi açıldıkları olur bazan
Sonra sızım sızım sızlarlar

Her şey çözülüp gidiyor canım kardeşim bu dünyada
Birbiri içinde birbiri ardısıra
Bazan yakında bazan uzakta
Bir tad dudakta bir ses kulakta
Sen toprakta çürürsün canım kardeşim
Ben ayakta

 


ÖLÜME YAKIN -ORHAN VELİ

Akşamüstüne doğru, kış vakti;
Bir hasta odasının penceresinde;
Yalnız bende değil yalnızlık hali;
Deniz de karanlık, gökyüzü de;
Bir acayip, kuşların hali.

Bakma fakirmişim, kimsesizmişim;
- Akşamüstüne doğru, kış vakti -
Benim de sevdalar geçti başımdan.
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış;
Zamanla anlıyor insan dünyayı.

Ölürüz diye mi üzülüyoruz?
Ne ettik, ne gördük şu fani dünyada
Kötülükten gayri?

Ölünce kirlerimizden temizlenir,
Ölünce biz de iyi adam oluruz;
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış,
Hepsini unuturuz...

Orhan Veli Kanık
( 1914 - 1950 )


GECEYE KARŞI MÜDAFAA- FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA

Bu adam ölmüştür ama,
Düşmedi toprağa henüz vakit.
Hayatını devrettik ağaçlara
Kalbi kimlere ait.

Bu adam ölmüştür ama,
Başucundan ayrılamadık.
Sonsuz kederinde gecelerimizin
Nedendir hâlâ bu beyazlık.

Bu adam ölmüştür ama
Henüz durmadı nehir.
Ve nasibi muhteşem kuşlar gibi
Onu götürebilir.


AĞIR HASTA -FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA

Üfleme bana anneciğim korkuyorum
Dua edip edip, geceleri.
Haytayım ama ne kadar güzel
Gidiyor yüzer gibi, vücudumun bir yeri.

Niçin böyle örtmüşler üstümü
Çok muntazam, ki bana hüzün verir.
Ağarırken uzak rüzgarlar içinde
Oyuncaklar gibi şehir.

Gözlerim örtük fakat yüzümle görüyorum
Ağlıyorsun, nur gibi.
Beraber duyuyoruz yavaş ve tenha
Duvardaki resimlerle, nasibi.

Anneciğim, büyüyorum ben şimdi,
Büyüyor göllerde kamış.
Fakat değnekten atım nerde
Kardeşim su versin ona, susamış.


ÖLÜM NOKTÜRÜNÜ -NURULLAH GENÇ

seninle karşılaşıp solduğum andı ölüm
yüzüne baktığında tutuşup yandı ölüm

çoğaldıkça çoğalan bir sevda ülkesinde
ellerine dokundun; sana inandı ölüm

o efsunlu, yağmurlu, hercai gözlerinden
uçan kelebekleri mutluluk sandı ölüm

akkor dudaklarından ağı düştü içime
yollarında yürürken sanki insandı ölüm

viran eylediğin gün yorgun hayallerini
ayrılıkla, hüzünle, aşkla sınandı ölüm

bir ömür vuslatını bekledi boynu bükük
bilmem ki aşk uğrunda neden kınandı ölüm

süründü yıllar yılı karanlık köşelerde
benim gibi kıvrandı, kahra dayandı ölüm

her akşam tufanında harap oldu güneşim
gece baygın bir rüya, gündüz hülyandı ölüm

sensizliğin en ağır fermanıydı içimde
dudaklarımdan sızan bir damla kandı ölüm

ölüm seni sevmektir bir celladın elinde
bilmem hangi yürekte böyle sultandı ölüm

ÖLÜM –NURULLAH GENÇ

Gecenin dudağından karanlık emiyorum
Gündüzün cesedini hicrana gömüyorum

Gözlerim parça parça, kırık aynalar gibi
Yüreğim, cehenneme dönüşen bahar gibi

Yarasa kanatları bürümüş mehtâbımı
Kör bir papağan gibi açmışım kitabımı

Okuyorum; boşluğu sömürüyor ellerim
Kurşun kurşun beynime saplanmış emellerim

Nereye gittiğimi bilmeden yürüyorum
İstikbâle bir avuç hayal götürüyorum

Yüreğim, cehenneme dönüşen bahar gibi
Gözlerim, parça parça kırık aynalar gibi

Gecenin dudağından karanlık emiyorum
Gündüzün cesedini hicrana gömüyorum

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

TASNİF DIŞI ŞİİRLER


-4-

ÖLÜM –MEHMET AKİF İNAN

Gel anla ve yaşa doğrusal hüznü
Acılar güvence ölümsüzlüğe
Senden her kaçtıkça sana yaklaştım
Göç nasibim özlem kanımdır benim

Bu tenha dünyanın ürküntüsünü
Ekledim gövdeme bir parça gibi
Bir sözdür susuşun bir ince fikir
Bin yorum getirir aklıma birden

Gövdemi kurşunlar sererse yere
Kırgın bakışların değdi bilirim
Ve ölüm konuğum olduğu zaman
Duyduğun vicdanın ayak sesidir.

 

DUMAN -BEHÇET NECATİGİL

Bir dumanla dolmuş dünya
Boğucu bir duman
El yazması bir kitapta
Bir hikâye okudum:

Bakırcılar bir zaman
Bir koca kazan yaptılar.
Bakırcılar gece oldu, evlerine gittiler
kazan kaldı dükkânda
Sabah ola, aşlar pişe
Sabah ola, o da gide
Bakırcılar gittiler
Kazan kaldı dükkânda.

Kazan bekler
Saatler geçer gece
Bir büyücü gelir girer içeri
Çalıp gider bu kazanı gizlice.

Issız bir dağ başında
Ateş yakar büyücü
Yanma ateşim yanma
Ateşin elinde mi?
İçinde tılsımlı su
Kazanım kaynama
Kazanın elinde mi?

Şeytan gelir, sorar
Kaynattığın kazana
Açlık, ölüm kattın mı?
Kattım.
Fitne, fesat attın mı?
Attım.

Kazan kaynar
Kaynadıkça kara kara
Bir duman çıkar
Duman gider dağlara.

Karşı yatan yüce dağlar
Eğilin de duman geçe!
Dağlar saf, çocuk gibi
Kötülük olduğun ne bile?
Dağlardan esen rüzgâr
Dumanı iletin hele!
Rüzgâr saf, çocuk gibi
Kötülük olduğun ne bile?

Duman aşar dağları
Azar azar
Şehirlere, köylere
Duman uzar.

Odalara, evlere
Duman sızar,
Gören gözler görmez olur
Duman girer kıvrıla kıvrıla
İnsanların kalplerine kadar.

Göz gözü görmüyor bu zamanda
Bu dumanı yok etmenin çaresi
Kitap yazmıyor.


KARACAAHMET -OKTAY RIFAT

Akşamları parka çıkmaktı
En büyük eğlencesi
Şair Orhan Veli'yi
Melih Cevdet'i severdi hayatında
Ağaçlardan kavağı severdi
Yıldızları da severdi
Ve en rahat
Anasının serdiği döşekte uyurdu
Şimdi burada yatıyor


MİSAFİRLİK -CELAL SILAY

Kaydı, göğün maviliği içinden
Zamanı çizerek bir yıldız
Havuzlarda, göllerde, denizlerde...
Misafirliği bitti!

Düştü, dalın yaprakları arasından
Oluşunu tamamlıyan bir meyva
Ağaçlarda, köklerde, toprakta...
Misafirliği bitti!

Sustu, hastaların başı ucunda
Hâtıraları fısıldayan bir şarkı
Gönüllerde, içlerde, ruhlarda...
Misafirliği bitti!

Öldü, yatak yorgan arasında
Aramızda yaşamış bir kişi
Evlerde, sokaklarda, kahvelerde...
Misafirliği bitti!


ÖLÜMSÜZ -MELİH CEVDET ANDAY
"Babamı gördüm düşümde" diye anlattı,
"Öylesine ağladım, yalvardım da,
Anlamadı,
belki de hiç tanımadı."

"Elbet oğlum," dedi öğretmen Krişna,
"Ruh ölümsüzse eğer.
Ölümlü duyguları anlar mı?"

 

BAĞIŞLA -AZİZ NESİN

Ya zamanından çok erken gelirim
Dünyaya geldiğim gibi
Ya zamanından çok geç
Seni bu yaşta sevdiğim gibi

Mutluluğa hep geç kalırım
Hep erken giderim mutsuzluğa
Ya her şey bitmiştir çoktan
Ya hiçbir şey başlamamış

Öyle bir zamanına geldim ki yaşamın
Ölüme erken seviye geç
Yine gecikmişim bağışla sevgilim
Seviye on kala ölüme beş


ÇANAKKALE'DE ÖLÜM-FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA

Sen ölüm,
Evlerde pissin ama,
Dağlarda iğrençsin.

Sen ölüm,
Birinin adi silinir de,
Adin geçer ancak.

Sen ölüm,
Eli tutmaz olur da, gözü görmez olur da
Tutarsın, görürsün oralarda ancak.

Sen ölüm,
Ülkelerde kötüsün ya
Ülkelerarası daha çirkinsin.

Sen ölüm,
Sayrılıklardan sonra gelirsin peki,
Şu dev gibi, su dipdiri gençlerle isin nedir?


ÖLÜM (LEYLE İLE MECNUN) -SEZAİ KARAKOÇ

Anlatacaktım ölümlerini bir sonbahar eşliğinde
Bir kış güneşliğinde
Fakat baktım bu ölüm değil diriliştir
Tabiatı aşan bir bildiriştir
Ne güz ne sarı renk bu göçü anlatır
Bu kan rengi bu kıpkızıl öçü anlatır
Görünüşte kırmızı gerçekte yeşil
Görünüşte öç hakikatte değil
Faninin sonsuzla barışması
Affın mağfiretle yarışması
Yaprağın düşüşü değil bu toprağa
Bir yıldırım çarpışıdır dağa
Sonbahar değil ilkbahardır
Ölümden sonra ölümsüz hayat vardır
Bulutlar açılır güneş çıkar
Yağmur taneleri inci tanelerine dönüşür
Deniz çalkanır saçar ortaya hazinesini

Anladım onlar ölmediler
Ölüm adına
Ölüm maskesini takınarak
Dönüştüler bir ışığa

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

TASNİF DIŞI ŞİİRLER


-5-
ÖLÜM RİSALESİ –ERDEM BEYAZIT

Damla damla oluşuyor hayat
Ölüm kımıl kımıl
Duymak kolay
Anlatmak değil

Her an
Farkındayım
Az az öldüğümün

Bilincindeyim doğan ayın
Eriyen karın akan suyun
Ve usul usul tükenen zamanın

Tekrarlayıp duruyor saat
Vakit te mahluktur
Vakit te mahluktur

İşliyor kalbim
Eskiyor saçlarım
Ve gözlerimin en ince hücreleri

Okuyorum hayatı
Toprağın üstünden çok
Altındakilerle var olduğunu

Toprak
Ölüme aç
Ölüme muhtaç
Hayat

Ölüm muhakkak
Ve ölüm mutlak
Tek kapısıdır ölümsüzlüğün

Ölümle tanıştıktan sonra anladım
Sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın

Kesitler

Mahlukta devinen
Gürül gürül bir ırmaktır ölüm

Babalar ölür
Dolaşır eli ölümün
Saçlarında anaların oğulların

Analar ölür
Kök salar hasret yüreklere
'Bir evlat pir olsa da'
O zaman anlar ancak neymiş öksüzlük

Oğullar ölür
Bir kafes olur ölüm
Ana kalbi bir kuştur
Azad kabul etmez

Sevgililer ölür
Bir hicret olur ölüm
Bir sıla

Mesela arkadaşlar
Arkadaşlıklar vardır okullarda
Bakarsın biri gelmez bir gün
Ve artık hiç gelmeyecektir
Simsiyah bir gölge düşmüştür adeta
Bahçeye koridorlara sınıflara
Bir fısıltı dolaşır dudaklarda
Kimi kirpikleri ıslak
Çökmüş bahçenin tenha bir yerine
Elinde bir çöp resmini çizer toprağa
Anıların
Kimileri öbek öbek toplanıp
Çaresizliği dile getirirler anlamsız sözcüklerle
-Nasıl olur daha dün beraberdik
-Salıncakta İki Kişi'yi izlemiştik daha dün nasıl olur
-Geçen pazar kırlarda dolaşmıştık
''Göçmen kuşlar yerli kuşlardan daha mutlu olmalılar
Hayatı dolu dolu yaşıyorlar'' demişti unutamıyorum

Sonra bir mezarlıkta
Bir çukurun başında
Bir kapının ağzında
Herkes susar
Konuşur ölüm

Ve sürer hayat.

Bazan bir tekerlek altında
Ansızın gelir ölüm
Apansız biter sınav
Bir elektrik kesilmesi gibi
Kesilir tulu emel

Bazan ölüm vardır
Ölümden önce gelir
Mesela bir hapishanede bir hücrede yaşanır
Sorular hep yanıtsız kalır orada
Sadece konuşan rüyalardır
Yahut hayaller suskun duvarlarda
Gözler kabul eder parmaklar kabul eder
Ama beyin hep umuttan yanadır

Bazan akan bir film şeridinin
Tek kare donan bir fotoğrafı gibidir
Ölüm
Karşıda bir manga asker
Gözler namluların karanlık ağızlarını görmez de
Takılıp kalır masmavi gökyüzünde
Asılıp kalmış bembeyaz bir buluta

Ölümden uzak ölümler vardır
Gazete ilanlarında rastlanılan
Dünyaya bağlılığın zavallı
Ve muannit
Bir belgesidir
Daha çok kalanlara ait.

Bir de bir örümcek ağının ortasına düşmüş
Bir sineğin titrek bacaklarında seyretmiştim ölümü

Ölümler vardır:
Can kuş gibi uçar gider
Bir martının süzülüp
Kaybolması gibi maviliklerde

Bir Portre

Engin sakin berrak bir denize
Uçsuz bir kumsaldan ağır ağır
Nasıl yürürse insan
Sokrates öyle yürüdü ölüme

Tilmizleri ağlaşırken
O vasiyet ediyordu:
-Asklepyos'a bir horoz borçluyuz
Unutmayınız.

Ne tuhafsınız dostlar
Güçsüz kadınlar gibi ağlaşmak niye
Yükselmek varken ölümsüzlüğe

İnancına sahip olmak
İnsan olmanın şartı
Kölelikler içinde en onulmaz kölelik
Hayatın ölümcül yanına
Takılıp kalmak değil mi?

İlkin ayaklarında duydu Sokrates
Zehirin soğukluğunu
Ve yavaş yavaş ölüm
Yükseldi göğsüne çenesine

Dudaklarında donan son bir tebessümle
Bir işaret taşı da böylece
Sokrates dikmiş oldu ölüme

Ölümün Sesi

Ölümden bir işaret var her şeyde
Ölümün sesini duyuyorum şarkılarda türkülerde:
-Kışlanın önünde redif sesi var
Namluların ucunda ölümün sesi!

-Bir ay doğdu geceden oy oy
Karanlığın ağzında ölümün sesi!

-Erzurum dağları kan ile boran
Vadilerin koynunda ölümün sesi

-Ezo gelin durmuş bakar yollara
Umudun ardında ölümün sesi!

-Bir ihtimal daha var
Umuddan da öte ölümün sesi!

Kendi Ölümüme Ait Bir Deneme

Bir gün öleceğim biliyorum
Bunu her an ölür gibi biliyorum

Anamın yüreğinde bir kor
Ölene dek sönmeyecek bir ateş
Kımıldanıp duracak hep

Karım bomboş bulacak dünyayı
-N'olurdu birlikte ölseydik, deyip duracak
Oysa insan yalnız ölür
Ama o olmayacak dualarla teselli arayacak

Kızlarımın gırtlaklarında bir düğüm
Bir süre kaçacaklar insanlardan
Boşluğa düşmüş gibi bir duygu içlerinde
Sonunda onlar da kabullenecekler öylesine

Ölümüme en çabuk dostlarım alışacaklar
-Yaşayıp gidiyorduk yahu
Ne vardı acele edecek!
Diyecekler

Biliyorum yaklaşıyoruz her an
Biliyorum oruçlu doğar insan
Ölümün iftar sofrasına

Son Söz

Ve zaman döne döne
Gelmişti başlangıç noktasına
İlk yaratılış düğümüne

Mahlukatın var olduğu
Yüzüsuyu hürmetine
Evrenin Efendisinin
Kavuşmak vakti gelmişti sevgilisine.

Hayatın menbaı
Merhametin son durağı
Madeni, muhabbet ocağının
Ateşler içindeydi
Yatağında.
İltica etmişti sanki Kainat
Kutsal tenine
Hayata şafak olan alnında
Ter taneleri
Her biri insanlık çilesinden
Bir haberdi sanki
Bir an oldu
Aralandı gözleri
Sonsuzu kuşatan bakışları
Süzdü ciğerparesi Fatıma'yı
Süzdü tek tek çevresindeki
Can dostlarını
Kıpırdadı dudakları, dedi:
-Ebu Bekir kıldırsın namazı
Sonra daldı daldı uyandı
Son defa aralandı
Bakışları
Yöneldi bir noktaya
Karar kıldı bir noktada
Ve dedi:
-Merhaba ey refik-i ala!

Olacak oldu
Akıllar kamaştı
Kalpler tutuştu
Feryat ve figan gökleri tuttu
Çekti kılıcını Faruk olan
Sıçradı orta yere:
-Kim derse ''O öldü'', öldürürüm!

Ayrılık ateşinden
Ateşin şiddetinden
Sanki bendler çözülmüş
Felekler çökmüştü
Şuur tutuşmuş
Akıl iflas etmişti.

Sonra Sıddıyk olan
Yetişti geldi
Baktı baktı yatağında hareketsiz yatan sevgiliye
Mağarada arkadaşına Hicrette yoldaşına
Sonra baktı çevresine
Mahşerden önce mahşer hali yaşayan
Ashabına
Aline
Ebu Bekir dedi:

-Ey nas, susun!
Kim ki Resulullaha tapmaktadır
Bilsin ki Resul ölmüştür
Kim ki Allaha tapmaktadır
Bilsin ki Allah ölmez
Hayy ve Layemuttur

Ey nas, susun!
''İnna Lillah ve inna ileyhi raciun''

Sonra eğildi sevgilinin yüzüne
Sürdü bulutlanmış gözlerini
O güzellikler ülkesine
Baktı baktı ve dedi:
-Hayatında güzeldin
Ölümünde güzelsin
Öldün
Bir daha ölmeyeceksin
ERDEM BAYAZIT

 

ÖLÜMÜN SESİ ERDEM BEYAZIT

Ölümden bir işaret var her şeyde
Ölümün sesini duyuyorum şarkılarda türkülerde:

--- Kışlanın önünde redif sesi var Namluların ucunda ölümün sesi!

--- Bir ay doğdu geceden oy oy
Karanlığın ağzında ölümün sesi!

--- Erzurum dağları kar ile boran
Vadilerin koynunda ölümün sesi!

--- Ezo gelin durmuş bakar yollara Umudun ardında ölümün sesi!

--- Bir ihtimal daha var
Umuttan da öte ölümün sesi!

 

ÖLÜME SAYGI ERDEM BEYAZIT

Ölüm bir melek elinde gelir
Ve öper usulca çocuk yüzleri.
Belki bir gün kurtuluruz
Karıncaların yolunu şaşırtan ince rüzgarlarla
Kaplumbağaların hasret kaldığı derin tepelerde
Çocuk gibi bakalım mavi sulara
Şehirlere bakalım insanlığımızı eskittiğimiz
Sislerden dumanlardan yollara atılan
mısır koçanlarından
Belki tutarız birgün belki kurtarır bizi
Simsiyah saralım bezlerle dağları rüzgarları
Gül bahçeleri ağlasın
Dallarda salınan çocuk salıncakları ağlasın
Kırmızı balonlar bizsiz kaybolsun gökyüzünde.
Haydi sığının şehirlere
Kabuğunuza çekilin yorganınızı çekin üstünüze
Kalsın titrek ve mavi elleriniz
Bekleyin geliyor ölüm usulca
Usulca girer koynunuza.

Çamlıca 1959

 

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

TASNİF DIŞI ŞİİRLER


-6-
ÖLÜM KERE ÖLÜM KARE- İSMET ÖZEL

İsa Golgota'ya çıkarken tökezlemeden önce
Önü sıra sendeleyip ayağı burkulan bendim
Yar idim dulda saydı beni açmak isteyen gonca
Dert oldum Hira'ya beni teskine geldi Efendim

İlk ben üşüdüm sonradır Tur-i Sina'daki sağnak
Dağa çıktım kurdu geberttim beni korkuttu keme
Çalmadığım kapı kalmadı can evimden taşarak
Duyan olmadı avazım ki desin Hallaç kekeme

İlenen oylumsuz kalır kargışın imza yeri boş
Aşka düşmek eceliyse bedeni çoşturur anız
Ruh körelten çare bulmaz ilaç olmaz telaşlı döş
Pis mürekkeple çürük dil tokuşturanlardansanız

Kul beni bilmeyişin vakti ecelden kim sıyıra
Bir benim sayıklayan Adem'i imla eden adı
Bu yüzden bana değmeden dünyadan bir üvendire
Gittim çekip başımı gittim hakikat duraksadı.
İsmet Özel


ÖLÜM -HALİDE EDİP ADIVAR

Yapraklar üşürken dökülür;
Ağaçlar kışa soyunurken ölür.
Nedir acelesi ecelin?
Daha bitmeden yaşama sevincim.

Neden bu kadar soğuk ellerim?
Gözlerim aynı noktada donuk.
Nedir bu sonsuz karanlık?
Ve bu bitmeyen yalnızlık.

Nereden çıktı bu tabut?
Ne işim var benim içinde?
Ve bu kalabalık.
Yüzler; bu yüzler hep tanıdık.

Herkes bırakıp gitmiş.
Geceye sessizlik çökmüş.
Gözlerim hâlâ açık,
Ve bitmeyen yalnızlık.


MEZARLIK -BAKİ SÜHA EDİBOĞLU

Dün akşam gün batmadan
Yaşlı ölülerin arasına
Bir küçük misafir geldi.
Çocuk bahçesinde kovası kalmış
Kumların üstünde küçük küreği.
Besbelli çok yorgun hemen uyudu.
Doğruldu yerinden yaşlı bir ölü
Örttü üstünü:
Madem ki annesi burada yok,
Bu küçük kız bize emanet,
İlerde yatan bir başka ölü
Yavaşça seslendi:
Başındaki kurdelayı çözüp katlayın
Ütüsü bozulmasın.


GERÇEKTİR ÖLDÜĞÜM -BAKİ SÜHA EDİBOĞLU

Sizin gibi
Ölümü düşündüğüm çok olur
Hattâ düşlerimde öldüğüm bile
Bütün yürekler taş kesilmiş
Kendim ağlarım öldüğüme.
Şöyle iki yanı ağaçlı loş
Uzun bir yol
Gide gide tükenmez
Gide gide tükenmez
Sonu deniz.
Sular birden görününce
Nasıl koşarım bilmezsiniz.
Kaçak ruhum denizde başı boş
Gövdem karanlık bir ormanda
Darağacında sallanır.
Kardeş balıklar acır halime
Uzaktan geçen gemilere seslenirim
Beni de alın, beni de alın
Düş içinde düş görürüm
Çoğu zaman sabahı beklemeden
Gerçektir öldüğüm.
Baki Süha Ediboğlu

 

ÖLMEYEN-ÖZDEMİR ASAF

Sana geliyorum, sana,
Beni anla, içimdeki şeytan.
Yalnız sensin doğru söyleyen.
Gerekince kaçan, gerekince gelen.

Denizin yüzünde geceleyin,
Karanlıkları işleyen renkleri görmek senden.
Senden, bazı kelimelerin fark edilmemiş güzelliğini anlamak,
Unutulmuş yaşamaya başlayıvermek birden.

Sana geliyorum, doğru sana,
Susmamak için.
Çünkü sensin dinleyince dinleyen,
Bakınca bakan görünce gören.

Sevmesini iyi bilirim, düşünmeyi öğrendim.
Duydum nedir can vermeden ölmek.
Artık bütün kapıları açıp kapayabilirim.
Sen anlarsın bunlar ne demek.

Sana geliyorum, yalnız sana,
Yalansız, gizlisiz.
Olduğu gibi anlatacağım ne varsa,
Bil, bilsinler, biliniz.

Sen,
Vurunca vuran, gülünce gülensin.
Sesin, yüzün, ellerin yüzde-yüz senin.
Sen ölmeyensin

Özdemir Asaf


ÖLÜMÜN YÜKSELİŞİ VE ÇÖKÜŞÜ-ÖZDEMİR ASAF

Ne zaman bir yakını ölse birinin,
Onu ilk-ölüm sanır kalır o.

Ne zaman bir sevdiği ölse birinin,
Onu en-ölüm alır kalır o.

Ne zaman bir saydığı ölse birinin,
Onu hep-ölüm bulur kalır o.

Ne zaman bir-bildiği ölse birinin,
Onu son ölüm sayar kalır o.

Ne zaman bir umduğu ölse birinin,
Onu yok-ölüm duyar kalır o.

Ne zaman bir her şeyi ölse birinin,
Kendini ölümlerle yaşar kalır o.
Ne zaman bir kendisi ölse birinin,
Ölümlerde kendini yaşar kalır o.

Özdemir Asaf


MAHKÛMLAR- ORHON MURAT ARIBURNU

Ekseriya sabaha karşı
Kurşuna dizilir mahkûmlar
Bir sünger taşına döner
Anne sütünden yapılan heykel
Bari şu trampetler çalmasa
İnsan gürültüye gitmese


BAŞ SAĞLIĞI- BEHÇET NECATİGİL

Ben uzaklarda olmalıyım, çok uzaklarda
Acılar unutulduktan sonra
Dönmeliyim.

Ölümlerin karşısında şaşırıyorum
Ne desem ki
Düşünüyorum.

Kalanları ağlıyor gidenin
Benim gözlerim kuru
Herkes bana bakıyor, biliyorum
İçlerinden geçenleri.

Baş sağlığı dilemek
Garibime gidiyor
Ölen öldü, sen yaşa
Küçültmeye benziyor.

Beni böyle kitaplar mı yaptı ne
Kâğıtlarda gidenlere içlenip ağlayan ben
Hayattaki ölümlerde put gibi duruyorum.

Ben canavar ruhlu muyum
Bir ölü evinde tek söz söylemeden
Put gibi duruyorum.

Kimseler anlamaz derdimi
Ben uzaklarda olmalıyım, çok uzaklarda
Bir yakınım öldiimü.


BİR ÖLÜMDEN KALANLAR-BEHÇET NECATİGİL

Doğuşundan beridir sakladığı
Tanrının bir emaneti vardı.
Yatağa düştü,
Üçüncü gün akşamüstü,
Geri verdi güleryüzlü.
- Kalsın bende temelli, diye ağlar bazıları.-
“Pişirdiğim aşla, bağladığım başla gideyim,
Üç gün yatak,
Dördünde toprak olsun yerim!”, derdi.
Geleni gideni yokken gençliğinde bile,
Akşamları gizli gizli, bilinmez
Kimi gözlerdi?

Tanrının sevdiği kuluymuş,
Muhtaç olmadan öldü.
Ama gözleri yine kapıdaydı,
Belliydi birini beklediği.
Son sözü bir kadın ismi oldu, hiç duymadığım.
Lâkin anlaşılmadı gitti, söylemek istediği


OH BİR OZANIN SEVGİLİ KARISINI GÖRMEYE GİTMEK- İLHAN BERK

Kağıtlar, kitaplar, dedi, nereye elimi atsam.
Kiminde yarım kalmış, nasılsa bitmiş bir şiir
Kiminde. Hem her şey şiirlerde değil miydi?
Bir gök şiirde ağar, bir sokak şiirlerde
Gider gelirdi.
Böyle yaşayıp gidiyorduk!
Sesi,
sanki çok ötelerden gelirmiş gibi
Ezik, suskun odaları dolaştı durdu.
Masada açık duran bir kitabı gösterdi sonra.
Hepsi bu!
Böyle dedi, yüzüne kapayıp ellerini .
Alınmış gibi bir bulutun yer değiştirmesinden.

 

FARENİN ÖLÜMÜ -CAHİT KÜLEBİ
Umutsuzdu, yalnızdı, hali yoktu,
Canı çok yanıyordu günlerden beri.
Ne alnında dolaşan bir dost eli
Ne imdat isteyecek kimsesi vardı
Ne Tanrısı, ne de peygamberi.

Günlerdir karanlık deliklerde
Yanıp sönüyordu gözleri.
Sevinç değil ki paylaşılsın
Kendi kendinindi kaderi.

Sürüm sürüne dışarı çıktı.
Kıvrıldı ateşte pençeleri.
Kurtuldu rahat etti farecik,
Rahat etti dişleri.

Kibardı, incecikti kuyruğu,
Vücudu, küçücük pençeleri.
Bir makara gibi çözüldü,
Unuttu kedileri.

Farecik! Nazlıcık! Garipçik!
Canı çok yanıyırdu günlerden beri.
Kibardı, incecikti kuyruğu;
Boş koydu delikleri.

Bir varken bir yok oldu
İşte dünyamızın işleri.

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

TASNİF DIŞI ŞİİRLER


-7-


ÖLÜMLÜ İNSANLAR İÇİN – CAHİT KÜLEBİ

Hepiniz öleceksiniz!
Tanrı katına çıkacaksınız utanmadan!
Ruhlarınız koyup kaçacak sizi!
Topraklara gömüleceksiniz.

Kurtlar, böcekler, solucanlar
Sevinçle saldıracak üstünüze.
Elleriniz bomboş kalacak,
Kimse bakmayacak resminize.

Sevilmiş kadınların hayali
Dumanlar gibi dağılacak;
Faydaydı, şöhretti, merhametti
Semtinize uğramayacak.

Gözleriniz yok artık!
Dünyamızı göremeyeceksiniz!
Okşamak, gülmek, konuşmak
Yok olmuş bir selde yüzeceksiniz,

Yavaş yavaş çürüyeceksiniz.
CAHİT KÜLEBİ


ÖLÜMDEN ÖNCE -SALAH BİRSEL

Şimdi ben bu yatakta ölüyorum ya
Bir başka yatakta da ölüyordur Salâh Birsel
Bütün hayatımda kovalamıştı beni
Bu defasında da peşimi bırakmaz elbet

Aklımdan sıralıyorum da olup bitenleri
Üzülüyorum şu ara
Kimse yapmamıştır bir başkasına
Benim ona yaptıklarımı ah

Deli gibi kapılırdım öteki erkeklere ben
Salâh Birsel’e ise dudak bükerdim
O şiir düzerdi benim için
Ben gülüp geçerdim

Ama ölüm uzanıyor ya döşeğime şimdi benim
Onun da döşeğine ölüm uzanıyordur diyorum
Neden sonra neden sonra vallah
Onu özlüyorum

Bensiz geçen yıllarını meselâ
Hatırlıyorum içim burkularak
O çekingen hallerini
Titremeden anamıyorum

Ah şu anda şu anda
Duramıyorum yerimde
Salâh Birsel i düşünüyor da
Ölemiyorum


KAN -MUZAFFER TAYYİP USLU

Önce öksürüverdim
Öksürüverdim hafiften,
Derken ağzımdan kan geldi
Bir ikindi üstü durup dururken

Meseleyi o saat anladım
Anladım ama, iş işten geçmiş ola
Şöyle bir etrafıma baktım,
Baktım ki yaşamak güzeldi hâlâ

Meselâ gökyüzü,
Maviydi alabildiğine
İnsanlar dalıp gitmişti
Kendi âlemine.

ÖLDÜKTEN SONRA- MUZAFFER TAYYİP USLU

Diyecekler ki arkamdan
Ben öldükten sonra
O, yalnız şiir yazardı
Ve yağmurlu gecelerde
Elleri cebinde gezerdi
Yazık diyecek
Hatıra defterimi okuyan
Ne talihsiz adammış
İmanı gevremiş parasızlıktan


ÖLÜMÜ DÜŞÜNMEK- MUZAFFER TAYYİP USLU

Mümkün mü ağlasın annem
Mezarımın başucunda
Ben sesimi çıkarmayayım
Hayırsız bir evlat gibi
Bir bulut uçsun da
Ben başımı kaldırmayayım
Yağmur dindikten sonra
Gezinmeyeyim caddelerde
Ah, mümkün mü bir güzel kadın
Geçsin de yanımdan
Ben seyretmeyeyim
İçimi çekerek

HATIRALAR DA -MUZAFFER TAYYİP USLU


Söyle sarı saçlı daktiloya
Ben yokum artık
Vefasız dostlara hatırlat
Kimseye kalmaz o dünya..

Nasıl unuturum güzeldi yaşamak
Fakat hakkı varmış Oktay’ın
“Hatıralar da dal istiyor
Kuşlar gibi konacak.”

KUŞ MİSALİ -MUZAFFER TAYYİP USLU

Derler ki insan oğlu
Uçan bir kuş misali
Bir bakarsın burda şimdi
Bir bakarsın öldü gitti..

Ve işte dünyamız
Ağacın kuşa,
Kuşun ağaca
Benziyen bir tarafı yok..

Ben de diyorum ki
Muzaffer Tayyip adındaki insan
Güzel olan yaşadığımızdır
Bir gün öleceğimiz değil..

Belki diyorum kendi kendime
Belki de öldükten sonra
Mümkündür yaşamak.!


KARDA AYAK İZLERİ VAR -NECATİ CUMALI

Karda ayak izleri var
Vurulup düştükleri yere kadar
Yüzleri tanınmayacak bir halde
Olduğu yerde kalmış cesetleri

Onlar için hatıra yok
Saat durmuş
Onlar için değil
Yıldızlar ve bu gece
Onlar için değil, gelen güneş
Artık onların yok
Uzak şehirlerde
Sevdikleri

Artık hepsi bitti
Açlık, susuzluk ve kin
Ne matra ne ekmek torbası lâzım
Ne silâh
Elbise ve düşen şapka da lüzumsuz
Artık üşümezler ki

En güzel ocak ateşleri
Artık ısıtamaz ellerini
İsimlerini en yakın tanıdık
Söylese işitmezler
Kurt mu, dost mu, düşman mı?
Bilmiyecekler başuçlarına geleni

Artık ne tren, ne gemi
Onları getiremez bir daha.


YALNIZ ÖLÜ- SABAHATTİN KUDRET AKSAL

Ne sözünü edecek dostu
Ne ardından ağlayacak anası var

Geceleyin düşünü kuracak
Sevgilisi de olmadı yaşadığında

Bozkır ortasında boy vermiş
Tek bir çiçek kadar inançsız

Ölümün getireceği karanlık
Vız gelir şimdi ona


ÖLÜM –ÖZDEMİR ASAF

Ölüm; ben onu çiçeklerle giderken gördüm.
Ölüm; ben onu yaşamları bilerken gördüm.
Obur doymazlıkların obur açlıklarında,
Ölüm; ben onu, varlıkları silerken gördüm.

Ama bir de yokluğun ve yüreğin önünde;
Ölüm; ben seni utanç ile titrerken gördüm.


GALİBA ÖLÜYORUM -ATTİLA İLHAN

bir namlu kımıldadı kurşun su gibi aktı
trafik lambaları yeşilden sarıya geçtiler
birden nasıl düştüm farkına varamadım
ayaklarımdan tutup sanki yere çektiler
meğerse vurulmuşum seni görünce anladım
yüzün cam yeşili gözlerin bütün ıslaktı

sevim senden başka bir kızla çıkmadım
ışıklar nereye saklandılar bilemiyorum
dudakların gölgeli gittikçe gölgeli
gittikçe yalnızım galiba ölüyorum
kurşunun fena bir yerime değdiği belli
ağzım kurumuş kan içinde bıyıklarım
uzandığım kaldırım gündüzden sımsıcaktı

sağa sola savrulmuş ders kitaplarım
bunlar benim miydi bunlar benim miydi
ölümün yaklaşması hayatı değiştiriyor
tuhaf şey dünyaya nasıl yabancılaştım
oysa sevişmek güzel çalışabilmek iyi
fakültede boykot yarın sona eriyor
sınavlar belki de öbür gün başlayacaktı

sevim senden başka bir kızla çıkmadım
sevim seni sevdim yeri geldi söylüyorum
şöyle bir dokunman insanı dinlendiriyor
kimde var bu soyulmuş muz güzelliği
bu gece derini gözler içinden çıkamadığım
belleğime işlenmiş bu başak inceliği
biraz daha sokulsana galiba ölüyorum
içimde ağır ağır bir çınar devriliyor
yoksulum mutluluğum seninle yaşamaktı

karanlık bir tren sonra ansızın kalktı


SEVMEK İÇİN GEÇ ÖLMEK İÇİN ERKEN-ATTİLA İLHAN

akşamın acı su karanlığı içinden
soğuk kadife teması yalnızlığın
şuh bir kahkaha balkonun birinden
gizli işareti midir bir başlangıcın

sevmek için geç ölmek için erken

başbaşa çay elele yürümek derken
boğaz vapurları mı iskele sancak
telefonda kaybolmak sesini beklerken
insan insanı yeniler doğrudur ancak

sevmek için geç ölmek için erken

içimdeki gökkuşağı besbelli neden
bulutların içinden kuşlar yağıyor
bir şiire başlarsın birini bitirmeden
hiç kimse gözlerine inanamıyor

sevmek için geç ölmek için erken

sevmek sevildiğini bile fark etmeden
yaklaştıkça ölüm soğuk bir yağmur gibi
sevmek zehir zemberek ve yürekten
gecikerek de olsa vuruşur gibi

sevmek için geç ölmek için erken

Attila İlhan


ÖLMEK YASAK-ATTİLA İLHAN

daha önce bıçaktan hiç su içmedim
hiç kısılmadı kerpetene bıyıklarım
gururlu bir gemiyim oldum bittim
sabah olur yelkenlerimi saklarım
özgürlük dediğim yerde demirledim

üstüme varma bulutları tutamam
böyle paldır küldür gideceklerdir
gelmezsen farketmez kimseyi aramam
asıl sevdiklerim en içimdekilerdir
onlarla yaşarım eğer yaşarsam

olur mu gecemi yeşile çalmak
yıldız çivilemek parmakuçlarıma
ölüm kadar çabuksa eğer yaşamak
hiç doğmamayı isterdim ama
bir kere doğmuşum ölmek yasak


BİR DAHA ÖLMEK -ÜMİT YAŞAR

o yaşamak kadar güzel kadın
bana ölümü hatırlatıyor
onu her gördüğümde
"ya ölürsem
diyordum ya ölürsem
bu kadın benim için ağlarsa


bilsem bana acımayacağını
beni unutacağını bilsem
bu kadar ölümü düşünmezdim
o yaşadıkça ölüme inanasım geliyor

cenazeme çiçek göndermeyin
çünkü o zaman tabutumda olmayacağım
kalabalık arasında siz de varsınız
bilin ki yanınızdayım
mezarlığa kadar yürüyeceğiz el ele
avuçlarımızda bütün sıcaklığımız
öyle şiirler okuyacağım ki size
öldüğüme inanmayacaksınız

bembeyaz bir kefene saracaksınız beni
ölmeyeceğim
tahta bir tabuta koyacaksınız beni
ölmeyeceğim
üzerime toprak atacaksınız kürek kürek
yine ölmeyeceğim
sonra sağır sessizliği içinde zamanın
bir bir bırakıp gideceksiniz beni
ölmekten beter olacağım

demek o beni sevmiyor
demek o beni anlamıyor
bana içkimi verin
bana kadehimi verin
bana ellerimi verin
onun şerefine kadeh kaldırır gibi
bir daha
bir daha ölmek itiyorum


BENİM KORKUM ÖLÜM DEĞİL-ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

Geçen gün senin yanında aklıma ölümüm geldi
Sensizlik bir mızrak gibi saplandı kalbime
O son anı hatırladım, o seni koyup gidişimi
İlk defa bu kadar üzüldüm dünyaya geldiğime

Ölüm! Kaçınılmaz sonuç, o soğuk kelime
Bir gün ucuz bir fahişe gibi koynuma girecek
Yüzümde gezinecek pis ve iğrenç elleri
Korkudan büyümüş gözlerimde hayaller can verecek

Biliyorum, üzüleceksin
..........
..........

HOŞ GELDİN ÖLÜM-NEVZAT ÇELİK

Hoş geldin ölüm
Buyur otur
Saklımız kalmadı
Dök eteklerinden taşları

Ben bir rüzgarım
Özgürlük rüzgarı
Bir yürekten bir yüreğe

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

TASNİF DIŞI ŞİİRLER


-8-
DERVİŞ VE ÖLÜM -HÜSREV HATEMİ

Eser kalmasın esrikliğinden,
Güz geçti vedalaş güzelliklerle
Martifal mi okuyorlar martılar?
Ben hiç martı görmemiştim Priştine'de...
Sualler su altında kalsın abe çocuğum,
Soğuracak sorunlarını ergeç
Çelik duvarlı zindanı hiçliğin
Eser kalmasın esrikliğinden
Geçti bu tenin demi, yıprandı beden
Soba söndü tükendi mum
Hadi git yat abe çocuğum
Abe abe abe çocuğum
Abe ço..cu..ğum! ...


ÖLÜM NEDEN SOĞUKSUN ÖYLE- AHMET SELÇUK İLKAN

Kemal'in gemisinde gitti sarıldığım umutlar
İsyanım şimdi Hamit'in Makber'indedir!
Ağlasam sesimi duyar mı mısralarında Orhan Veli?
Dokunabilir mi gözyaşlarıma inceden?
YA Cahit! Bir teselli verir mi Yaş Otuzbeş'inden?
İşte eteklerimde bir yığın gümüş yaprak
İşte Haşim bakıyorum semaya ağlayarak!
İçimde çaresizliğin binbir ahı
İçimde en korkunç yalnızlıklar
Fikret'im bu gecenin de olur mu sabahı?
Bir el var sonsuzluğa alıyor beni
Bir el var çekiyor beni anılardan
Ya o karanlığı bölen sesler
Uğultular, akisler, gölgeler
Nerdesin? Nerdesin? Tecer!
Bak! Bu resme nasıl imrenmedetim
Sanırım ki gülüyor!
Hani o saadetten bile yoksunum şimdi sen kadar
Ama öyle ya Akif'im
Değil yalnız dostlara, sevgililere, analara
Daha nicelerine kucak açar bu topraklar!
Yummak ne çare elleri göğe doğru
Söyle hangi gerçekte bunca yalan var?
Acımı binlerce şiirin anlatamaz Ümit Yaşar!
Ama gel gör ağlayamıyorum gönlümce
Gel gör şuramda nasıl bir yara kanar
Zira; boş değil bu ağıt bu şarkılar
'Ağlarsa anam ağlar, gayrısı yalan ağlar..


ÖLÜM VE OĞLUM -CAN YÜCEL

Ne yaman çiğköfteymiş ki bu ölüm
Şalgam suları iniyor da şakaklarımdan
ben hâlâ susuyorum
Gözlerimle taşlarcasına bir kör kuyuyu...
Nerde kaldı bre saka kuşu
Su gibi bildiğin o su kasidesi?
Ve dudaklarımı sevsinler
bir barut bulutuyla sanki
ortadan biçilmiş bir güneş
Aynı çığlığı mı ezberleyecek dersin
akşamcılar akşama tövbe edinceye dek
Düzayaktı Attar Â'met Efendi’den Kartal Baba Tekkesi’ne
Bu seferki yolum ise
ardımdan gelen kolun
ölüsıra yürüyen kilden,
kirioz bir bayrak
epiy de yokuş üstelik
ve giderayak

Sırtına vurmuş ya da
buruşuk bir şipka biberini
Meyvahoşa koşturuyor
mork çizmeleriyle bir kırkayak
Nasıl koşturduysa tulumbacılar eskiden
yeşil tulumbalarını yangına
Yandım diye böğürmüşüm
Böğrüm yiyince böğrümden
o çiğköfteyi
YANDIM
Öyle bi kuşaktık ki biz oğlum
Yine de sen ölüyorsun
Boynuna sarılınca ben.
Ve o domuz var ya İncildeki
Cümle günahı yüklenip
Uçuruma atlayan domuz
Biz öyle bilem olamıyoruz...
Meşksiz aşklarla senlerin
Başına tacettiğimiz
O güzelim elmayı
Utanmadan o ulusal
Akbabamıza sunuyoruz
Kellerinizle birlikte.
Bu gidişle korkarım
Bi tek ses kalacak bizden
Tıkırtısı farenin
Kendi tahta
kuyruğunu kemiren
Cama vurulmuş güneş kırıldı
Nar daneleri döküldü suya
Yandım diye böğürüyorum.
Ama bu kırkayak oynunda
Öyle yakın ki ölümle oğlum
Uyak oluvermişler adeta.
Ben ne demeye hala
Sözümona bir inci gibi
Acının yanardağ bardağında
Kendi kendime eriyim?
Oysa bu dünya denen ağacın
Türkiye denen çatağında
Öyle bir oğul var ki oğul
Ölüme değil, ölüme
Yaşanmaya bi ölüm bal
Cama vurulmuş güneş kırıldı
Nar daneleri döküldü suya
Gayrı adam oldu diye babam
Oğlum beni sevse ya
Can Yücel


BAHARLA ÖLÜM KONUŞMALARI-CAN YÜCEL
I
Memelerim koparıyor
Yüzyıl süren bir yalnızlık
dile gelmişçesine
Nasıl nasıl bir sevinç yarabbi!
Ve ağrıya
ağrıya tabi,
ağraya
ağraya ağbi...
Nakkaş Tepe de ancak
bezmimize böyle gelmiştir
Gelincikleri ve Nazım Hikmet’leriyle
Yerbilimsel bir hapisten sonra

II
İçimdeki karanlığı patlatacağım
Zifiri bir su akacak
kamışımdan toprağa
Bir kedi yavrulayacak
köpek dişli bir kedi
Ve böğürtlenler köpürecek ağzından
Yedikçe
kendi
kendini
mayhoş
Ya da Posta Nazırı dedemden kalma
Mors’un en morundan bir karga
Konacak karşıki direğin doruğuna
Düşmanlarım öyle doldurmuşlar ki onu
Ne kadar taşlasan boş
oynamıyor yerinden
Ben kargadan korkmam ama
bunun gözleri baykuş
Ve tüyleri güngörmedik deniz dipleri kadar ıslak
Ve ötüyor
ötüyor
ötecek
Beni ışığa bağlayan
(Bağlayın beni ışığa!
Gerin telleri gerin!)
beni ışığa bağlayan
o gelin telleri
o gelin telleri
kopuncaya dek...
Akpembe bahar yelkenleriyle
Güneşin rüzgarına gerilmiş
bir badem ağacı gibi...
İçimdeki karanlığı patlatacağım
Ve beynimin en ölümcül yaşlarıyla
ağlaya
ağlaya
Yepyeni bir insan
pırıl pırıl bir can
bitecek toprağa...

III
İki çöpçü geliyordu karşıdan.
Biri
(Aynen Selahattin-i Eyyubi Haçlılar
Seferinden, sanırsın, pos bıyıklarıyla
Tarihin, süpürmeye gelmiş Prens Adalarını)
Öbürüne
(Marmara’yı bizim Yaşar Küklopsunun o
Anavavza gözüyle dünyanın en güzel
atlarının nered
..........
..........


BİR EFLATUN ÖLÜM – BEHÇET AYSAN

kırgınım, saçılmış
bir nar gibiyim
sessiz akan bir ırmağım
geceden
git dersen giderim
kal dersen kalırım
git
dersen
kuşlar da dönmez, güz kuşları
yanıma kiraz hevenkleri alırım
ve seninle yaşadığım
o iyi günleri,
kötü
günleri bırakırım.
aynı gökyüzü aynı keder
değişen bir şey yok ki
gidip
yağmurlara durayım.
söylenmemiş sahipsiz
bir şarkıyım
belki
sararmış
eski resimlerde kalırım
belki esmer bir çocuğun dilinde.
bütün derinlikler sığ
sözcüklerin hepsi iğreti
değişen bir şey yok hiç
ölüm hariç.
aynı gökyüzü aynı keder.


HÜZÜN, SEVİNÇ VE COŞKUNLUK İÇİN -TURGUT UYAR

“öyle pek derin değil ölüm denilen ırmak
sezmeksizin geçivereceğiz öte yana”
bu kadar bile değil
sezmeksizin yaşanır bile arasıra
yalnız akşamın alacasında
bir sakız sardunyasının tozunda
bindenbire Gümüşane’de
ya da Üsküdar’ın ortasında
yenilgiyle bitince kavga

ölüm ölüm
üstün değilsin aşka

sevinç çılgın bir taraktır saçlarımda
oradan oraya savurur parmaklarımı
caddeleri karışlarım ürkütmez
yarasını okşarım birinin
sevgilimin saçlarını da
ve uzakta bir kış gecesinde
bir mutlunun düşlerine girdiğimi anlarım
bindenbire Kars’ta
ya da Ordu’nun Perşembe’sinde
ürperten bir dalga
ıslatır hepimizi
ıslatır ne kelime

ey dirim
memelerin hep dursun ağzımda

çünkü tarihin ve büyük coşkusu doğanın
kendiliğinden bizden yana
araçlar gereçler silahlar
ve bunları yapanlar
Kerim Mustafa Nazmi Usta
ve çoğalma gücümüz
ve kalbimiz
ve onun çılgın tutkusu
bir esir olarak her yanımızda
başlı başına bir angarya
ne denir
çılgın bir mücevher yakınlığında
ya o büyük coşkun su
birdenbire Diyarbakır’da
Elbistan çarşısında
tam bakırlar dövülür
tam gümüşler işlenirken
tam tonozlanırken saplar
tam bir tanker bir virajda

işte tam o sıra
tam o sıra


YUVARLAK HESAP- METİN ELOĞLU

İşin ucunda çıkarımız var mı?
Bunu böyle düşüneceksin.
Hısım,
Kâr hanesi ne âlemde?
Ona bak...

İstanbul yoksa yok,
Sensizlikse sensizlik,
Acırsa acır, ne yapalım,
Ölüm ölüm bir ölüm!


TEREKE

Ben ölürsem ölürüm, bir şey değil;
Ne olursa garip eşyama olur.
Bir hayır sahibi çıkar mı dersin,
Mektuplarımı iade edecek?
Ya kitaplarını, ya şiir defterim?
Yanarım bakkal eline düşerse.
Kim bilir bu döşekte kimler yatar,
Hangi rüyaları örter bu yorgan!
El sırtında böyle zarif duramaz,
Ismarlamadır elbisem, pardösüm;
Her ayağa göre değil kunduram;
Bu kravat ben bağladıkça güzeldir;
Bu şapkaya kimse böyle giyemez.


DALGIN ÖLÜ- CAHİT SITKI TARANCI

Dün güzel bir kadın geçti
Kabrimin yakınından.
Doya doya seyrettim
Gün hâzinesi bacaklarını,
Gecemi altüst eden.
Söylesem inanmazsınız,
Kalkıp verecek oldum,
Düşürünce mendilini;
Öldüğümü unutmuşum.


ÖLÜM -CAHİT SITKI TARANCI

Sözünde durmadı mavi gökler;
Gün kararıyor gitgide ölüm.
Akşam yeli nedameti söyler;
Nedamet yer etti bende ölüm.
Ne yapsam, gün doğmuyor gönlümce;
Sudur akar kendi bildiğince,
Hangi pencereye koşsam gece;
Gitmiyor bu can bu tende ölüm.

Ne vefasız geçmişten hayır var,
Ne gelecekler imdada koşar,
Çoktandır tekneyi aldı sular;
Çoktandır ümitler sende ölüm.
Cahit Sıtkı Tarancı


OTUZ BEŞ YAŞ – CAHİT SITKI TARANCI

Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne?
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünüyorsunuz;
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim:
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayâl meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hâtırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız

Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm târumar.

N’eylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında.

CAHİT SITKI TARANCI


SANATKÂRIN ÖLÜMÜ- CAHİT SITKI TARANCI

Gitti gelmez bahar yeli;
Şarkılar yarıda kaldı.
Bütün bahçeler kilitli;
Anahtar Tanrıda kaldı.

Geldi çattı en son ölmek.
Ne bir yemiş, ne bir çiçek;
Yanıyor güneşte petek;
Bütün bal arıda kaldı.
Cahit Sıtkı Tarancı


KORKTUĞUM ŞEY- CAHİT SITKI TARANCI

Gün çekildi pencerelerden;
Aynalar baştan başa tenha.
Ses gelmez oldu bahçelerden;
Gök kubbesi döndü siyaha.

Sular kesildi çeşmelerden;
Nerden dolacak bu taş nerden,
Nergislerin açtığı yerden
Ey kuş uçurtmayan ejderha?

Ne yardan geçilir, ne serden;
Korkuyorum bu gecelerden.
Bel bağladığım tepelerden
Gün doğmayabilir bir daha.
Cahit Sıtkı Tarancı


FÂNİ DÜNYA - CAHİT SITKI TARANCI

İlk günden alıştığımız emektar aydınlık,
Anne yüzünde, dost yüzünde, evlat yüzünde;
Her sabah başlayan şeye doymadık,
Düşümüz gerçeğimiz ne varsa yeryüzünde.
Gökyüzü belledik şu ürperen maviliği,
Başımız darda kalınca el açtığımız yer;
Gökyüzüdür avutan akıllıyı deliyi,
Gökyüzünde bulutlar uçurtmalar ümitler.

Her mevsimiyle insanı ayrı ayrı saran,
Bunca güzelliği nasıl koyup gideceğiz;
Yaman çalacak o çalmayası saat yaman,
Geçmiş ola bir kez yumuldu mu gözlerimiz.

Cahit Sıtkı Tarancı


GÜN EKSİLMESİN PENCEREMDEN- CAHİT SITKI TARANCI

Ne doğan güne hükmüm geçer,
Ne halden anlayan bulunur;
Ah aklımdan ölümüm geçer;
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.
Ve gönül Tanrısına der ki:
– Pervam yok verdiğin elemden;
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

TASNİF DIŞI ŞİİRLER


-9-
ÖLÜ- FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA

Hangi mahallede imam yok,
Ben orada öleceğim.
Kimse görmesin ne kadar güzel,
Ayaklarım, saçlarım ve her şeyim.

Ölüler namına, azade ve temiz,
Meçhul denizlerde balık;
Müslüman değil miyim, hasa,
Fakat istemiyorum, kalabalık.

Beyaz kefenler giydirmesinler,
Sızlamasın karanlığım havada.
Omuzlardan omuzlara geçerken sallanmayayım,
Ki bütün azalarım hülyada.

Hiçbir dua yerine getiremez,
Benim kâinatlardan uzaklığımı.
Yıkamasınlar vücudumu, yıkamasınlar,
Çılgınca seviyorum sıcaklığımı…
Fazıl Hüsnü Dağlarca

 

ÖLÜMÜ DÜŞÜNMEK- MUZAFFER TAYYİP USLU


Mümkün mü ağlasın annem
Mezarımın başucunda
Ben sesimi çıkarmıyayım
Hayırsız bir evlat gibi

Bir bulut uçsun da
Ben başımı kaldırmıyayım
Yağmur dindikten sonra
Gezinmiyeyim caddelerde

Ah, mümkün mü bir güzel kadın
Geçsin de yanımdan
Ben seyretmiyeyim
İçimi çekerek


ÖLÜ KALMIŞ BİRİ YAŞIYOR HER İKİSİ -EDİP CANSEVER

Hatırlanmasıydın sanki
Su üstü düzgünlüğünde bir yakılın
Anısını kaybetmiş bir çakılın
Oeııiz diplerinde seğirtirkenki.

Şimdi sen öldükten sonraki güzelliğindesin
Sırtın denizi yalayan gemi ipleri gibi
Biçilmiş bir çayırdır yarı kapalı duran gözlerin
Güneşin altında
Hızım süzüyorken asfalt yolun
Bir gidiş de olabilir bu bir bekleyiş de.

Ben doğduğum günkü kadarım
Sense bir ölüm sonrası güzelliğinde
Basaraktan geçeceğiz yeniden
Yeniden yeniden yeniden
Daha öfkeli
enikken bıraktığımız ayak izlerimize.

 

ÖLÜ MÜ DENİR- EDİP CANSEVER ŞİİRLERİ

Ölü mü denir şimdi onlara
Durmuş kalpleri çoktan
Ölü mü denir şimdi onlara
Kımıldamıyor gözbebekleri
Ölü mü denir peki
En büyük limanlara demirlemiş
En büyük gemiler gibi
Kımıldamıyor gözbebekleri
Ölü mü denir şimdi onlara.
Suratları gergin
Suratları kararlı
Belli ki çok beklemişler
Kabuğundan çıkan bir portakal gibi gelen sabahı
Suratları gergin
Bir savaş alanına benziyor suratları
Dudakları nemli
Son defa kendi etini öpüp
Yani son defa gerçek bir insan etini
Hazla kapanmışlar öyle
Geçirmiyor gövdeleri soğuğu
Geçirmiyor sıcağı da
Ve ikiye ayrılmış bir nehir gibi bacakları
Akıyorlar sonsuza
Ölü mü denir şimdi onlara.
Kimse hüzünlü olmasın
Sırası değil huğunun daha
Bir gün bir şehrin alanında
Bir mermer yığınının gözlerine
Omuzlarına düşerse bir çınar yaprağı
Hüzünlensin yasayanlar o zaman
Sırası değil huğunun daha.
Öylesine sıkılmış ki yumrukları
İyice sıkılsın yumruklar
Saklansın diye bir armağan gibi bu katilik
Öylesine sıkılmış ki yumrukları
Kimse hüzünlü olmasın
Kimse hüzünlü olmasın diye
Sırası değil huğunun daha.
Unutulsun bir gövdeye duyulan hasret
Unutulsun bu alışılmış duyarlık
O kadar sade, o kadar kalabalık ki
Unutulmaya değer onların insan gövdeleri
Ve unutulmalı mutlaka
Dolsunlar diye yüreklere
Dolsunlar damarlara.
Ölü mü denir
Ölü mü denir şimdi onlara

 

ÖLÜMÜN KONUMU - EDİP CANSEVER

Ölüsünün ağzında bir düzlüğün ölüsü
Ben kendimi isterim her yerdeki bir yerde
Ayak bileklerimin üstünde iki kıvrım
Unuttuğum bir şey var, onun içinde
Ve yadırgadığım. Ben kendimi taşırım
İçinde olmadığım bir güne
Bir yaprak biçiminde - boşluksa tırtıl -
Bir de işte tek kalmanın acısı, bir de
Nemli toprakta yüzükoyun
Yokluğuma kar biriktiren yazla birlikte.

İmgesiyim ölümün.


ÖLÜM -ERCÜMENT UÇARI

Önce hafiften bir sızı dolaştı vücudumda
Hafif aşkı andırır bir sızı
Ayaklarım yavaşça soğumaya başladı
O saat anladım
Bu yüzün bu kirpiklerin artık benim olmadığını
O saat ölümün bir kız gibi çıkageldiğini
Geç de olsa anladım

Sonra seni düşündüm
Kusursuz bir mayıs günü
Seni bekletmenin ne demek olduğunu
Kanım vücudumda ağır ağır dönüyordu
Ağır ağır bir perde iniyordu hayata

Her yokluk bu gözümün kapanmasında
Bu canım gökyüzü var bu ağaç bu kuş yeryüzünde
Bu parmaklarımın doyasıya gelin olduğu şehir
Karım henüz çiçeği burnunda

 


ECELDEN ÖTE -TALÂT SAİT HALMAN

Başlarken umutsuz yüreğin son seferi
Özlem avutur yarım kalan sevgileri
Aşk cennete ermekle sönüp gittiği an
Bir başka ecel doğar ölümden ileri


BAŞKA ÖLÜM

Bir başka ölüm var ilk ölümden sonra,
Başkaldırıyor bücür ve aç tanrılara.
Bir başka ölüm var son ölümlerden öte,
Hiç girmeyecek sığ ve ucuz bir mezara.


YAMAN ÖZLEM

Dün ölmeyi özledim - ecel itti beni;
Aşk yorgunu bir yolcu geçip gitti beni.
Sonsuz yaşamak isteyenin harcı ölüm;
Yokluk, yaman özlemiyle eskitti beni.


GÖMÜT

Önderler uyurken sayısız er gömülür;
Destanlara yalnız apoletler gömülür.
Sultanları aydınlatan avizelere
Açlıktan ölen gözdeki son fer gömülür.


ÖLMEYİ ÖĞRENMEK

Kör tanrılar öğrenmeyecek ölmesini,
Bir ekmeği âdil ve eşit bölmesini.
Her tanrı, günahlarla cezalarla sağır,
Hiç duymayacak bir ulu aşkın sesini.

DURGUN ECEL

Yüzgeç, sevi bilmeyen kulaçlarla ölür;
Orman, öpmez olmuş ağaçlarla ölür...
Cennet coşarak yaşar, yaman çıldırarak;
Sevdaya deva bulmuş ilâçlarla ölür.


ÖZGÜ ÖLÜM

Ölmek, sevecen bir ufka sürmektir atı.
Yarsın bize hiç açılmasın Tanrı katı...
Biz gölde, ağaçta, kuşta sonsuz yaşarız;
Heykellerin olsun ölümün saltanatı.


BİR ELİŞİ TANRISI İÇİN AĞIT -ECE AYHAN

Peki nasıl oldu da hatırladı denizde boğulduğunu
nasıl oldu da peki anlatamıyorum biliyorsun

Öyle ölüme düşkündü ki biyoloji sıfır
bir şarkı yiyor şimdi şapkalarını orospular eksiliyor

Ama yok ne olur ağlama böyle ama yok
şunun şurasında tramvaysız, çocuk olmak turunç olmak

Kantocu peruz sahiden yaşadı mı patron?


BEN KANDAN ELBİSE GİYDİM HİÇ DEĞİŞTİRSİNLER İSTEMEZDİM- SEZAİ KARAKOÇ

Kendinden bir şeyler kattın
Güzelleştirdin ölümü de
Ellerinin içiyle aydınlattın
Ölüm ne demektir anladım

Yer değiştiren ben değildim
Farklılaşan şendin
Sendin bana gelen aynalarla
Sendin bana gelen şendin

Artık ölebilirdim
Bütün İstanbul şahidim
Ben kandan elbiseler giydim
Bundan senin haberin var mı


ÖLÜM VE ÇERÇEVELER – SEZAİ KARAKOÇ

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı
Garip bir yolculuk, tren ve geyve
Bir hançer bölüyor, ah... rüyalar
Bir rüya, bir hançer, bir el: ve, ve, ve..

Lambalar yanıyor hafif ve sarı
Gece kar yağacak sabaha kadar
Toprakta et, kemik çatırtıları...
Yarı ölüleri bir korku tutar,
Değince bir taşa kafa tasları,
- Ölüler ki yalnız tırnakları var,
Ve yalnız burkulmuş diz kapakları...

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı,
Esmer delikanlı, hatıra ve kan.
Yeşil gözlü kızın hıçkırıkları,
Sızıyor bir kapı aralığından,
Lambalar yanıyor hafif ve sarı

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı
Açıyor elini göğe bir kadın
Uzuyor, uzuyor altın saçları
Uğrunda ölünen güzel kızların
Lambalar yanıyor hafif ve sarı
Çocuklara açar mağaraları
Güngörmemiş kuşlar ve örümcekler
İlân-ı aşktan dil balıkları
Aşina suları çabuk terkeder.
Lambalar yanıyor hafif ve sarı
Bakıyor ateşe, küle böcekler.
Köpekler parçalar kanaryaları
Mektupları bir boz ağaç kurdu yer
Baykuşlar ötüyor harabelerde
Yanıyor lambalar hafif ve sarı

Bir kaza kurşunudur her yerde
Süvarisiz şaha kalkan atları
Bir ruhun ışığı vardır göklerde
Lambalar yanıyor hafif ve sarı
Ötüyor baykuşlar harabelerde.

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı
Titriyor yıldırım düşmüş gibi yer
Bekledi arzuyla karanlıkları
Anneler, babalar, erkek kardeşler:
Tâ içinden duyar ani bir ağrı
Bir hüzün şarkısı tutturur gider
Anneler, babalar, erkek kardeşler...

Lambalar yanıyor hafif ve sarı
Her yatak dopdolu, bir yatak bomboş
Bir neşe şarkısı tutturur gider
Birinci, ikinci, üçüncü sarhoş
Kurşunlar sıkılır göklere doğru
Serçe yavruları havada titrer
Lambalar yanıyor hafif ve sarı...
Bir lamba yanıyor hafif ve sarı
İnce yelkenleri alıyor yeller
Titretir kalpleri ve bayrakları
Gemiden toprağa uzanan eller...
Lambalar yanıyor hafif ve sarı
Bir yosun köküne hasret kalacak
Gizli hazineler, su yılanları...
İnce yelkenleri alıyor yeller
Bir lamba yanıyor hafif ve sarı

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı
Beyaz pelerinli hür tayfaları
Kendine bağlar siyah kediler
Titriyor gönüller ve kara bayrak
Bir yosun köküne hasret kalacak
Gemiden toprağa uzanan eller
Bir lamba yanıyor hafif ve sarı
Bir lamba yanıyor hafif ve sarı
Garip bir yolculuk, tren ve geyve
Bir hançer bölüyor, ah... rüyaları:
Bir rüya, bir hançer, bir el: ve, ve, ve...
RE

 

ÖLÜM VE ABLAM-AHMET NECDET

Ölüm ölümdür benim canım ablam.
Bilirsin: Soğuktur yüzü.
Döşümüze düşen kara bir güneş
Geceye çevirir gündüzümüzü.

Ölüm ölümdür benim güzel ablam,
Görürsün: Çürür her ağaç,
Dalından kopan bir yaprak gibi
Toprağa karışır bir tutam saç.

Ölüm ölümdür benim tatlı ablam,
Duyarsın: Tükenir sözün gözü,
Yine de söyler dilsiz bir ağız
Sakladığı o gizi.

Ölüm ölümdür benim şirin ablam,
Koklarsın: Gölgesiz bir çiçek.
Çırpındıkça aynasında zamanın
Kanar o gül, kanar dikensiz yürek!

Ölüm ölümdür benim gülüm ablam.
Girersin: Evin kapılı,
Birinden çıkıp da İkincisine
Taşıyarak öncül ü ve ardıl'ı.

Ölüm ölümdür benim eşsiz ablam,
Varırsın: Neye mi, nereye mi?
Hiç kimsenin gülü, de bana artık:
Yoksa hiçbir şey'e mi?

ÖLÜM ve ZAMAN - HİLMİ YAVUZ

şiir ne? sonbahar içinde sonbahar
hoca kesik kesik yürüyordu
bir sur, bir suret, bir sure
çelebiyse uça uça yürümüştü
gökyüzü boydan boya tennure...
seviştik: bir gövde, bir karşı-gövde
sevişmek kendini erguvan
diye bilse de olur, bilmese de...

aşklar belli belirsiz yükseliyor

yollar belli belirsiz yükseliyor

yollar yakut uzaklıklardır
ve onlara ulaşmak, kim bilir
ne kadar, ne kadar zor...
yunus yana yana yürüdüydü
 mevlânâ döne döne
bense kana kana yürürdüm
bir şair, neydi adı, şöyle diyor:

bir gülün biraz daha gül,
bir hüznün biraz daha hüzün
                    oluşu gibiydik
ayrıyken de, birlikteyken de...
yaşadık: bir kayboluşun kayboluşu

şiir belli belirsiz yükseliyor

aşkları kendimle bezedim
ben aldım şiirin yılkısını
                     ben ürettim..
ve 'bir yazın kendi içine doğuşu...
(ya da, ona benzer bir şeyler)
                        diyebilmek...
yürüdüm: dile gelmek-
gelmemek arası bildiğim yerde
Ölüm! Sözün alçalan kışı
Ölüm! toplananın dağılışı:
Kitap, hüzün ve gövde...

Ölüm belli belirsiz yükseliyor


BİR AĞAÇ ÖLÜSÜ-ÖZDEMİR İNCE

Kaç akılsız taşkının, kaç bulanık selin dölüyüm,
bir boşluk gibi kaldım işte bir yol kıyısında,
yanımda birkaç kedi ölüsü, gözleri açılmamış yavrular.

Bir yaşlı kadın bulsa beni, güneşte kurutsa
ve ocağa atsa en sağır soğuğunda önümüzdeki kışın,
konuşsa benimle, ellerini görsem, kemiğe yapışmış derisini.

Mutluyum bu yazgımdan, ne mutlu, ne mutlu bana,
bir darağacı olmadım gözyaşı ve kan kokan siyaset meydanında,
karyolasına çakılmak isterdim misk kokulu gelinin,

tabut da olabilirdim genç bir ölüye, olmadım ama.

Böyle düşünüyor dünkü sellerin sürüklediği yaşlı ağaç
ve dilini şaklatıyor turunç reçeli yemiş gibi.


ÖLÜMDÜ ADI -ÜLKÜ TAMER

Ölümdü adı onu ilk gördüğümde,
Sonraları da hiç değişmedi;
Kalesinden gösterdiler bir şehrin onu,
Onu gördüm ve ormanı gördüm uzakta,
Ne yapsam değişmeyecekti adı.

Bir kılıç verdiler bazı savaşlar için,
Arkasından bir ev kurdular bana;
Bir kazma verdiler bazı savaşlar için,
Arkasından bir ev kurdum onlara;
Akşamları çiçeklerle uğraştım biraz,
Yaşlanır, çiçek olurdu bazı komşularım,
Akşamları yemek yerdim bazılarıyla;
Biz toplandıkça büyürdü ölüm, adı ölümdü,
Şehir büyüdükçe azar, çıkardı çarşılara.

Adı ölümdü çünkü onuu yarattığımız zaman,
Her akşam kanardı dudaklarındaki kuş
Ölümdü adı ona her gece taşındığımda
Alışkın olduğum bir darağacından,
Gülerken boğazının karanlık boşluğuna
Ölümdü, sokaklarında dolaşırdı şehrin,
Saat kulesini getirmişti uykularıma.

O kadar ölümdü ki, o kadar da çalışkan.
Kimseler kurtaramazdı beni ölümden başka

 

ÖLÜMDEN KONUŞACAKTIK-METİN ALTIOK

Evet sırasıdır ölümden konuşacaktık,
İntiharın ebruli ipliğiyle
Bir düğün gecesinde senin
Yakası işlemeli giysinden.
Kapı kapı dolaşıp, etamin ve goblen
Örtüler satan bohçacı ölümden.
Boynuna taktığın eğri taneli
İki sıra inciden konuşacaktık,
Seni ürküten tren sesinden,
Ayı gölgeleyen tekinsiz gecede
karşımıza apansız çıkıveren
O ihtiyar dilenciden.
Gel ölümden söz etmeden önce
Bir şeyler içelim seninle.

Buğulu bir bardağın içinde,
Buzlu ve limonlu bir votkayla birlikte
Konuşalım ölümden.
Bir Samanyolu olsun masamızın üstünde.
Hadi gel konuşalım,
Sulanmış bir taşlığın serinliğinde.
Akşamsefaları içinde.
Bir masa birkaç sandalye
Ve ikimiz ölümden konuşalım,
Senin ağzında gül. benimkinde menekşe.

Yarına var mısın söyle?
Doğacak çocuğa, çığlığa, ishak kuşuna.
Rüzgârın savurduğu tonuma,
Kavağın pamuğuna var mısın,
Bir ağacın kavına,
Deri değiştirmesine yılanın,
Kozadan çıkan kelebeğin,
Hatmiye, kekiğe, atkestanesine?
Hadi gel öyleyse ölümden konuşalım.
Belki de tümüyle aykırıdır gerçeğe,
Ama ne olursa olsun biz yine

Ölümden konuşalım seninle.
Ölüm de vardır yaşadığımız her şeyde.
Bir bardak çatlarsa durduğu yerde,
Bir aşk ansızın biterse,
Ayna kırdırca yüzünle birlikte,
Zamanıdır konuşmanın ölümden.
Bir çiçek olağanüstü güzellikte
Açıvermişse bir sabah,
Bir topal aksamadan yürümüşse,
Hadi gel ölümden konuşalım;
Yüzünü al basmış hasetçiden
Ve onun elindeki kum değnek bile
Filizlenir bizim sevgimizden.

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

TASNİF DIŞI ŞİİRLER


-10-


ANNE, VAKTİYDİ, İYİ Kİ ÖLDÜN! -FİKRET DEMİRAG

Sen öyle annelerden değildin, olamazdın da;
serin yaz geceleri çıplak omuzlarında lahuri şal
mum ışıkları altında, Türkçe tangolar eşliğinde
bir ‘yaz bekârı romantiği yle ‘Aşk yemeği’ yiyen,
gümüş çatal-bıçak, dalgaların sesini dinleyerek...
İyi ki 'öyle bir anne' değildin, anne!

Sen nasıl bir anneydin? Yuvadan atılmış yavru
bir kuştun; 'besleme’ sesini korkudan yutmuş,
gönül kanatları kırık-kırgın, bir zengin eşiğinde.
Sen nasıl bir anneydin? Kendi yavru kuşlarını
zengin eşiklerine düşürmemek için, yıllarca
zeytin taneleri gibi toplayandır günleri, yerden.

Lalenin çoktaan masal olduğu bir sokakta, yıllardan
'yaşlı periler’e artık yer olmayan bir yıl, aylardan
bir hüzün-eylülünde, günlerden ıssız bir gün,
“SON” dedin, ve bize hüzünler hüzünler bıraktın,
suçluluk duyguları, her şeye sağır boş vakitler...
Daha çok kaldıramazdın bu dünyayı, iyi ki öldün!


ÖLÜ TADI -MEHMET TANER

Soğumuş yemekler ölü tadında
Yağlı mağara duvarları;

Çıkıp gitmedikçe kış, içimizden
Fırtınalar
Suç, ölü tadında.

Dönüp gelen kalgı;
- İkindi’yi kıldım mı,
Yedim mi Sabah’ı?

Bulutlar
Yapılar arasında
Tanıdık fısıltı.

Sustu salâ,

Ahşap merdivenli, dökük
Bir otel ahçısı;
Kaldım
Babanı tadında.


BEYAZ BİR GEMİDİR ÖLÜM -BEHÇET AYSAN (1949-1993)

sen hu şiiri okurken ben
belki başka bir şehirde
olurum

kötü geçen bir güzü
ve umutsuz bir aşkı anlatan

rüzgârla savrulan
kâğıt parçalarına
yazılmış

dağıtılmamış
bildiriler gibi

uzun bir yolculuğa hazırlanan
yalnız bir yolculuğa.

çünkü beyaz bir gemidir ölüm

siyah denizlerin hep
çağırdığı

batık bir gemi

sönmüş yddızlar gibidir

yitik adreslere benzer
ölüm

yanık otlar gibi.

sen bu şiiri okurken
ben belki başka bir şehirde
ölürüm.

Ana rahmimdi gittiğim her yer
Dünya diye avundum.

Küller güz ağaçları duvar dipleri
Yazgınızdı büyüdüğüm.

Güneşin sevincini
Yıldız mezarlarına gömdüm.

Bitti kalbin suçu
Suya su demeyi öğrendim.

Acı güzellik
Sana inandım senden korktum.

Anladım ve öldüm
Bir hoş mutsuzluk içinde yaşadım*

 

ÖLÜM MELEKLERİNİ KISKANMAZ -HAYDAR ERGÜLEN

Ben o melekli şarkılar söyleyen ölümü
eski akşamların birinde dinlemiş olmalıyım
zamanın bir su gibi akıp geçtiği
ve bundan çok sıkıldığımız o siyah kasabada
hatırlayacak kadar yaşamışım meğer bazı şeyleri
öyleyse anlatabilirim öyle ağır ki her şey
zamanın geçmek bilmediği bu yağmur sonrasında
Nastenkayı hatırladım, ‘Beyaz Gecelerin in kadını,
iki sene birisine iğneyle tutturulmuş
vaziyette yaşadım’ diyordu, ölüm de bana
öyle geliyordu: Hangimizdik bir türlü düşmeyen
diğerinin yakasından? Yeterince iğretiydi zaten
benim hayatım ve ölümün ne kârı olacaktı
bilmem böylesine düştü düşecek birinin ziyan
ömründen? O günden beri, ne zamansa o
diyemem, yağmurun anısını üzmek olur bu,
hem ölümü hem hayatı omuzlanma öylesine
tutturulmuş iki iğne ile taşıyorum, hangisi
kopsa benden önce melek düşecek ve o an
Çökecek omuzlarıma zaman, ve üstümde boş kalan
göğe doğru bir karanlık yükselecek külün ağırlığından,
iğreti bir bulut ne anlarsa yağmurlu zamanlardan
ben de onu anlıyorum bir provada gibi
birbirine öylesin? tutturulmuş ölüm ile hayattan
anladım iğreti olan daha çok yoruyor
insanı bir şeye sıkıca tutunmaktan! Yine de
bıktım: Herkes tutunamayan'. herkes tutmamak için
hayatı yakasından, ölümü bir ucundan, hayatla
bağlıyor kendini sıkı sıkıya ve bir labirent gibi
dolambaçlı yollardan geçilerek ulaşılsın istiyor ona
kim ulaşabilir, o hem ulaşılmaz hem tutunamayan!' Bir
bilge aramıyorum kurtarsın diye bizi tuzaktan,
şair sözü de yeterince sıradan ve doğru olabilir bazen:
Hayatını nasıl tutuyorsan ölümünü de öyle
tutarsın ve hayat incinmez bundan, ölümse
meleklerini kıskanmaz böyle tutkuyla kucaklanmasından!


BÖCEK -SUNAY AKIN

Usulca verir misiniz
son nefesinizi
yolunu şaşırmasın
diye yastığınızda
gezinen
böcek


AMA ÖLÜM – SUNAY AKIN

Özgürlük kitabının
sayfaları arasına
cellatların kurduğu
darağacındaki ip
yarım kalan
sayfayı gösteriyor
okumaya devam edecek
nice insana
Evlilik fotoğraflarının yırtılarak
kırılan çerçevelerin
sokağa atılan
tahtalarıyla çakılıyor
çocuk tabutları
Hiçbir genç kız
taşımıyor kolyesinde
sevgilisinin fotoğrafını
ama ölüm
sayfaları oyulmuş
bir aşk romanının
içine gizliyor
tabancasını...
Sunay Akın


BEN ÖLÜRSEM- KÜÇÜK İSKENDER

ben ölürsem karakulumu bulamayacaklar
ne bir aşk zerafeti
ne bir hayâl tâbiri., küçücük ömrüm
hep rüzgâr gülleri kokacak!

bir sinek cenazesinden dönmüşüm de sanki
ağzım burnum kanyak
denizden yeni çıkartmışlar yağmurun ölüsünü
mevsimlerden napalm günlerden ilkbahar

hummalı sabrımın glayöllü dağ köyleri
sana hasret şakımak mı yakışacak
çok arayacak çocukluğum esas sırrını
benim yüzüm bir kedi amipidir
ben ölürsem o kendiliğinden çoğalacak!

ben ölürsem karakutumu bulamayacaklar
ne bir buz yorgunluğu
ne bir sinema perdesi yırtık., küçücük kabrim

bir çocuk kalbi gibi haylaz olacak!


BİR GÜN ÖLÜRÜM BEN -SALİH BOLAT

bir gün ölürüm ben
milad benim adımla başlar
alnımda at koşturur kanlı çocuklar
bileme nereye yağar
sokak ortasında bıraktığım yağmur
hangi hayatı savurur içimde büyüttüğüm fırtına
yüzümden bir kuş sürüsü havalanır
birden bir şarkıyı susar
kitaplarımda altını çizdiğim yerler

bir gün ölürüm ben
belki bir gece treninin camına düşer başım
dışarıda bir telgraf teli çizip gider karanlığı
içerde yolcular uyuduğumu sanır
yalnızca bir kız düşürdüğüm gülücükten anlar öldüğümü
yakama bir gözyaşı iliştirir

bir gün ölürüm ben
belki yığılıp kalırım bir dostun kollarında
güz vurgunu bir çınar gibi dökülüp kahrım
her yaprağım kendi rüzgârından sorumlu tutulur
tâ ki bir uzak kışlada toplanma borusu çalınır
tüfeğini yitirmiş bir asker suçluluğuyla giderim
derin sessiz ışıklı bir göl gibi
kendi kıyametimi beklerim

bir gün ölürüm ben
belki bir ölüm tezgahında terler içinde
hiç acı duymam seni düşündüğüm için
o anda kar fırtınasına tutulmuştur
dağ başında bir çiçek
ama ölmekten korka korka ölürüm
yaşamayı sevdiğim için


RÜBAİLER -ÖMER HAYYAM

Bir geldi mi derin ölüm uykusu,
Biter bu dünyanın dedi-kodusu.
Ölenden bir haber bekler insanlar:
Ne söylesin? Bilmez ki ne olduğunu!

Öldük, dünyayı şaşkın bırakıp gittik;
Yüzlerce incimiz vardı delinmedik.
Sersemliği yüzünden bilgisizlerin
Renk renk düşünceler kaldı söylenmedik.

Can yoldaşı dostlar çekildi gittiler
Ecel çiğnedi hepsini birer birer
Yan yana oturmuştuk hayat sofrasına
Bizden birkaç kadeh önce sızdı gittiler.

Feleğin çarkı dönmeyecek madem muradımca
Gökler ha yedi kat olmuş, ha sekiz, bana ne?
Ölüm bütün isteklerimi yok ettikten sonra
Ha dağda kurt yemiş beni, ha mezarda karınca. ;

Ölüp yok olma korkuların saçma
Yoktan vara yükselen dalda oldukça;
Sevgiyle İsa gibi dirilmişsin sen;
Ölüm yok artık sana dünya durdukça.

Dilerim ölünce şarapla yıkanayım
Şarap şiirleriyle talkınlanayım
Mahşer günü arayan olursa beni
Meyhanemin önündeki topraktayım.

Benim halimden haber sorarsan,
Bir çift sözüm var sana, yürekten:
Sevginle gireceğim toprağa,
Sevginle çıkacağım topraktan.


AĞIT -MEVLANA
Kadr-i gam ger çeşm-i şer bigristi
Rûz u şebhâ tâ seher bigrîstî
Göz gamın ne olduğunu bilseydi,
gökyüzü bu ayrılığı çekseydi,
padişah bu acıyı duysaydı;
göz gece demez gündüz demez ağlardı,
gökler yıldızlarla, güneşle, ayla
gece demez gündüz demez ağlardı,
padişah bakardı ününe,
tacına, tahtına, tolgasına, kemerine,
gece demez gündüz demez ağlardı.

Gül bahçesi güzün geleceğini duysaydı,
uçan kuş avlanacağını bilseydi,
gerdek gecesi bu özlemi görseydi;
gül bahçesi hem güle hem dala ağlardı,
uçan kuş uçmaktan vazgeçer ağlardı,
gerdek gecesi öpüşmeye, sarılmaya ağlardı.

Zaloğlu bu zulmü görseydi,
ecel bu çığlığı duysaydı,
cellâdın yüreği olsaydı;
Zaloğlu savaşa, yiğitliğe ağlardı,
ecel bakardı kendine ağlardı,
cellât, yüreği taş olsa, ağlardı.

Kumru, başına geleceği duysaydı,
tabut, iiııe gireni bilseydi,
hayvanlarda bir parça akıl olsaydı;
kumru selviden ayrılır ağlardı,
tabut omuzda giderken ağlardı,
öküzler, beygirler, kediler ağlardı.

Ölüm acılarını gördü tatlı can,
koyuldu işte böyle ağlamaya.
Olanlar oldu, gitti dostum benim.
Şu dünya bir altüst olsa, ağlasa yeri var,
öylesine topraklar altında kalmışım.
(Türkçesi: A. Kadir)


AYRILIK -MEVLANA

Cenazemi gördüğün zaman
"ayrılık-ayrılık" deme!
Öldüğüm gün tabutum yürüyünce,
bende, bu dünya derdi var sanma.

Bana ağlama, "yazık-yazık, vah-vah" deme.
Şeytanın tuzağına düşersen
vah-vah'ın sırası o zamandır,
yazık-yazık o zaman denir.

Cenazemi gördüğün zaman "ayrılık-ayrılık" deme.
Benim buluşmam, görüşmem o zamandır.
Beni mezara koyunca "elveda" demeye kalkışma.
Mezar cennet topluluğunun perdesidir.

Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret.
Güneş'le Ay'a, batmadan ne ziyan gelir ki?

Sana batma görünür amma o, doğmadır, parlamadır.
Mezar, hapis görünür amma can'ın hapisten kurtuluşudur.

Yere hangi tohum ekildi de bitmedi, yetişmedi?
Niçin insan tohumuna gelince bitmeyecek,
yetişmeyecek zannına düşüyorsun?

Hangi kova suya salındı da dolu olarak, çekilmedi?
Can Yusuf'un kuyuya düşünce niye ağlasın?
Bu tarafta ağzını yumdun mu, o tarafta aç.
Çünkü artık hay-huyun mekansızlık aleminin boşluğundadır.

 

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

TASNİF DIŞI ŞİİRLER


11

ÖLÜM GELECEK VE SENİN GÖZLERİNLE BAKACAK- CESARE PAVESE
(İtalya. 1908 - 1950)

ölüm gelecek ve senin gözlerinle bakacak –
sabahtan akşama dek, uykusuz,
sağır, eski bir pişmanlık
ya da anlamsız bir ayıp gibi
ardını bırakmayan bu ölüm.
Bir boş söz, bir kesik çığlık,
bir sessizlik olacak gözlerin :
Böyle görünür her sabah
yalnız senin üzerinde
kıvrımlar yansıtırken aynada.
Hangi gün, ey sevgili umut,
bizler de öğreneceğiz senin
yaşam olduğunu, hiçlik olduğunu.
Herkese bir bakışı var ölümün.
ölüm gelecek ve senin gözlerinle bakacak.
Bir ayıba son verir gibi olacak,
belirmesini görür gibi
aynada ölü bir yüzün,
dinler gibi dudakları kapalı bir ağzı.
O derin burgaca ineceğiz sessizce.
(Türkçesi: Cevat Çapan)


DÜŞLÜYOR ÖLÜMÜNÜ RUHİ BEY - EDİP CANSEVER

Niye ölmemeli öyleyse
Yaşamak mutlu bir devinimse.

Ölüsünü bekliyor Ruhi Bey
Bir yanda Ruhi Bey bir yanda ölü
Ve görmemek ister gibi ölüyü
Oturmuş bir iskemleye.

Ben ki bir ölüyü beklemekle geçirdim geceyi
Bir ölüyü ve ölünün bütün inceliklerini.

Getirdiler beni sayrılar evine bir sabah
Asansörle yukarı çıkardılar
Tertemiz bir yatağa yatırdılar - ben böyle istedim böyle oldu -
Oda numaran 283'dü aklımda doğru kaldıysa
Pencereden tepeler görünüyordu, bulutlar ve birtakım kuşlarla devinen tepeler
Yakınımdan geçiyordu bazı kuşlar da
Beyaz bir saat asılıydı duvarda. Duvarın her yerinden
Bembeyaz saatler asılıydı
Ve her şey o kadar beyazdı ki, ayrıntılar
Yılların eklem yerlerini gösteriyordu sanki
Ve bütün eklem yerlerinde koskocaman bir ölü
Ruhi Beyin ölüsü
Hepsi de ur gibi beni
Sarmıştı ur gibi Ruhi Beyi
O gün sigara içtim akşama kadar
- İkinci gün aldılar sigaramı -
Ve saatler biraz sarardı
Sarardı bütün ayrıntılar.

Ve otuz sekizin altına düşmedi ateşim
Yataktan kalkamadım
O gece uyuyamadım sabaha kadar
Koridorlarda ayak sesleri, bağrışmalar
Kapı gıcırtıları ve acayip sesler

Bilmem böylece kaça çıktı beklediğim ölüler.

Üçüncü gün kan şişeleri, tüpler, serumlar
Doktorlar, hastabakıcılar
Aralıksız girip çıkmalar
Gidip gelmeler
Tepelerden pencereye akan kuşlar
Pencereye sıvanan kuşlar
Ve benim mutluluğumun altında
Kararıp yitti bütün ayrıntılar
Bir daha görünmedi
Ve artık hiç görünmeyen
Şişeler, tüpler, serumlar.

Ve o gün ilk defa ölüsünü gördü Ruhi Bey
Soğumuşgövdesini gördü
Donuk gözlerini, durmuş kalbini
Gördü neye benzerse bir ölü.

- Ben Ruhi Bey nasılım
- Mutlusunuz Ruhi Bey.

Yarın gazetelerde çıkacak ilanlarım
Ruhi Bey öldü
Bu ölüm töreninde mutlaka bulunacağım
Bir daha görmek için ölümü
Çelenkler yığılacak avluya
Ki benim sayısız ölülerime
Yaldızlı yapraklarını kıpırdatarak bakacaklar
Sevgiyle
Ve babam elinde gümüş kırbacıyla
Bir başına bir ölü
Annem bir limon görüntüsünün önünde giyinmiş ölümlüğünü
Ölüler halinde duracak onlar da
Dışımdaki ölüler, içimdeki ölüler
Bir alaşım halinde, donuk güneşin altında
Ve benim mutluluğumun altında
Akıp gidecek bütün kötülükler
Ölümün armaları gibi
Akıp gidecekler en sonunda

Niye ölmemeli öyleyse
Yaşamak mutlu bir devinimse.


YALANCI DÜNYAYA KONUP GÖÇENLER-YUNUS EMRE

Yalana dünyaya konup göçenler
Ne söylerler, ne bir haber verirler
Üzerinde türlü otlar bitenler
Ne söylerler, ne bir haber verirler

Kimisinin biter üstünde otlar
Kiminin başında servi söğütler
Kimi masum, kimi güzel yiğitler
Ne söylerler, ne bir haber verirler

Toprağa karışmış nazik tenleri
Söylemeden kalmış tatlı dilleri
Gelin duadan unutman bunları
Ne söylerler, ne bir haber verirler

Yunus der ki gör takdirin işleri
Dökülmüştür kirpikleri kaşları
Başları ucunda hece taşları
Ne söylerler, ne bir haber verirler
YUNUS EMRE


GELDİ GEÇTİ ÖMRÜM BENİM-YUNUS EMRE

Geldi geçti ömrüm benim, şu yel esip geçmiş gibi.
Hele bana şöyle gele, şu göz açıp yummuş gibi.

İşbu söze Hak tanıktır, bu can gövdeye konuktur,
Bir gün ola çıka gide, kafesten kuş uçmuş gibi.

Miskin Adem oğlanını, benzetmişler ekinciye,
Kimi biter, kimi yiter, yere tohum saçmış gibi.

Bu dünyada bir nesneye, yanar içim, göynür özüm,
Yiğit iken ölenlere, gök ekini biçmiş gibi.

Bir hastaya vardın ise, bir içim su verdin ise,
Yarın orda sana gele, Hak şarabın içmiş gibi.

Bir miskini gördün ise, bir eskice verdin ise,
Yarın orda karşı gele hulle donun biçmiş gibi.

Yunus Emre bu dünyada iki kişi kalır derler,
Meğer Hızır İlyas ola Âb-ı Hayat içmiş gibi.

Yunus Emre


GELMİŞ İKEN BU YERLERİ GEZELİM –PİR SULTAN ABDAL

Gelmiş iken şu dağları gezeyim
Ölüm ile ayrılığın elinden
Dertsiz bulamadım derdim yanayım
Ölüm ile ayrılığın elinden

Yaz gelince bulanayım coşayım
Elim ile mezarımı eşeyim
Beri gel sevdiğim helallaşayım
Ölüm ile ayrılığın elinden

Ölüm geldi yolun bize uğrattı
Firkat geldi yana yana ağlattı
Kesti ciger pare pare doğrattı
Ölüm ile ayrılığın elinden

Günahsız kardaşlar günahım tartar
Hasretlik yüzünü yüzüme sürter
Her kime söylesem yakasın yırtar
Ölüm ile ayrılığın elinden

Pir Sultan Abdal'ım dertlerim firak
Alışmış yanıyor şu dertli yürek
Bir dahi gelemem menzilim ırak
Ölüm ile ayrılığın elinden


ÖLÜM ARDIMA DÜŞÜP DE YORULMA-KARACAOĞLAN

Ölüm ardıma düşüp de yorulma
Var git ölüm bir zaman da gene gel
Akıbet alırsın komazsın beni
Var git ölüm bir zaman da gene gel

Şöyle bir vakitler yiyip içerken
Yiyip içip yaylalarda gezerken
Gene mi geldin ben senden kaçarken
Var git ölüm bir zaman da gene gel

Çıkıp boz kurtlayın ulaşamadım
Yalan dünya sana çıkışamadım
Eşimle dostumla buluşamadım
Var git ölüm bir zaman da gene gel

Karac'oğlan der ki derdim pek beter
Bahçede bülbüller şakıyıp öter
Anayı atayı dün aldın yeter
Var git ölüm bir zaman da gene gel

 

BİR AYRILIK BİR YOKSULLUK BİR ÖLÜM-KARACAOĞLAN

Vara vara vardım ol kara taşa
Hasret kodun beni kavim kardaşa
Sebep gözden akan bu kanlı yaşa
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm

Nice sultanları tahttan indirdi
Nicesinin gül benzini soldurdu
Nicelerin gelmez yola gönderdi
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm

Karac´oğlan der ki kondum göçülmez
Acıdır ecel şerbeti içilmez
Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm

Karacaoğlan

 

ŞAŞIRDIM KALDIM-CAHİT SITKI TARANCI

Şaşırdım kaldım nasıl atsam adım;
Gün kasvet gece kasvet.
Bulutlar, sisler içinde bunaldım;
Gök mavisine hasret.

Olmuyor seni düşünmemek Tanrım,
Ummamak senden medet.
Suyun dibine vardı ayaklarım;
Suyun dibinde zulmet.

Kalmadı ümidin soluk ve cılız
Işığında bereket.
Ve ölüm, kapımda kişner, sabırsız
Bir at oldu nihayet.


ÖLÜME DAİR-NAZIM HİKMET RAN

Buyrun, oturun dostlar,
hoş gelip sefalar getirdiniz.
Biliyorum, ben uyurken
hücreme pencereden girdiniz.
Ne ince boyunlu ilâç şişesini
ne kırmızı kutuyu devirdiniz.
Yüzünüzde yıldızların aydınlığı
başucumda durup el ele verdiniz.
Buyrun, oturun dostlar
hoş gelip sefalar getirdiniz.
Neden öyle yüzüme bir tuhaf bakılıyor?
Osman oğlu Hâşim.
Ne tuhaf şey,
hani siz ölmüştünüz kardeşim.
İstanbul limanında
kömür yüklerken bir İngiliz şilebine,
kömür küfesiyle beraber
ambarın dibine...
Şilebin vinci çıkartmıştı nâşınızı
ve paydostan önce yıkamıştı kıpkırmızı kanınız
simsiyah başınızı.
Kim bilir nasıl yanmıştır canınız...
Ayakta durmayın, oturun,
ben sizi ölmüş zannediyordum,
hücreme pencereden girdiniz.
Yüzünüzde yıldızların aydınlığı
hoş gelip sefalar getirdiniz...
Yayalar-köylü Yakup,
iki gözüm,
merhaba.
Siz de ölmediniz miydi?
Çocuklara sıtmayı ve açlığı bırakıp
çok sıcak bir yaz günü
yapraksız kabristana gömülmediniz miydi?
Demek ölmemişsiniz?
Ya siz?
Muharrir Ahmet Cemil?
Gözümle gördüm
tabutunuzun
toprağa indiğini.
Hem galiba
tabut biraz kısaydı boyunuzdan.
Onu bırakın Ahmet Cemil,
vazgeçmemişsiniz eski huyunuzdan,
o ilâç şişesidir
rakı şişesi değil.
Günde elli kuruşu tutabilmek için,
yapyalnız
dünyayı unutabilmek için
ne kadar çok içerdiniz...
Ben sizi ölmüş zannediyordum.
Başucumda durup el ele verdiniz,
buyrun, oturun dostlar,
hoş gelip sefalar getirdiniz...
Bir eski Acem şairi :
«Ölüm âdildir» — diyor,—
«aynı haşmetle vurur şahı fakiri.»
Hâşim,
neden şaşıyorsunuz?
Hiç duymadınız mıydı kardeşim,
herhangi bir şahın bir gemi ambarında
bir kömür küfesiyle öldüğünü?...
Bir eski Acem şairi :
«Ölüm âdildir» — diyor.
Yakup,
ne güzel güldünüz, iki gözüm.
Yaşarken bir kerre olsun böyle gülmemişsinizdir...
Fakat bekleyin, bitsin sözüm.
Bir eski Acem şairi :
«Ölüm âdil...»
Şişeyi bırakın Ahmet Cemil.
Boşuna hiddet ediyorsunuz.
Biliyorum,
ölümün âdil olması için
hayatın âdil olması lâzım, diyorsunuz...
Bir eski Acem şairi...
Dostlar beni bırakıp,
dostlar, böyle hışımla
nereye gidiyorsunuz?


YİNE ÖLÜME DAİR -NAZIM HİKMET

Zevcem,
ruhu revanım
Hatice Pîrâyende,
ölümü düşünüyorum,
demek ki arteryo skleroz
başlıyor bende...
Bir gün
kar yağarken,
yahut
bir gece,
yahut
bir öğle sıcağında,
hangimiz ilkönce,
nasıl
ve nerde öleceğiz?
Nasıl
ve ne olacak
ölenin son duyduğu ses,
son gördüğü renk,
kalanın ilk hareketi
ilk sözü
ilk yediği yemek?
Belki de birbirimizden uzakta öleceğiz.
Haber
çığlıklarla gelecek,
yahut da ima edecekler,
ve kalanı yalnız bırakıp
gidecekler...
Ve kalan
karışacak kalabalığa.
Yani efendim, hayat...
Ve bütün bu ihtimâlât
1900 kaç senesinin
kaçıncı ayı
kaçıncı günü
kaçıncı saatinde?
Zevcem,
ruhu revanım
Hatice Pîrâyende,
ölümü düşünüyorum,
geçen ömrümüzü düşünüyorum.
Kederli
rahat
ve hodbinim.
Hangimiz ilkönce
nasıl
ve nerde ölürsek ölelim,
seninle biz
birbirimizi
ve insanların en büyük dâvasını sevebildik
- dövüştük onun uğruna -,
«yaşadık»
diyebiliriz.

 

ÖLÜMÜN SIRRI-NAZIM HİKMET

Ölümün sırrını sordum bir gence
Güldü de bu âni suale önce
Ölüm dedi, ölüm bir hiçtir bence
Gençliğimi yalnız aşk ile ördüm
Rast geldim ak saçlı bir ihtiyara
Lanetler ederdi bir eski yâre
Sorunca ölümü dedi bir çâre
Çünkü rüya gibi bir hayat sürdüm
Bu sırrı sormağa karar verdim ben
Hayatı hicranla dolu ölüden
Baktı boş gözlerle âyet okurken
Dedi ben hayatı ölümde gördüm

 

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

TASNİF DIŞI ŞİİRLER


12

İMAM CAFER KULLARIYIZ-ŞAH HATAİ

İmam Cafer kullarıyız
Sohbetimiz nihan olur
Ölmezden evvel ölüyüz
Cana vasl olan can olur

İmam kulları derilir
Yol erkan sohbet sürülür
Mahşer sorusu sorulur
Bunda âli divan olur

Bunda kibr ile kin olmaz
Hem sen olup hem ben olmaz

 

BİZ BU DÜNYADA BİR KUŞUZ-SEYYİT NİZAMOĞLU SEYFULLAH

Biz bu dünyada bir kuşuz
Her yana uçup gezeriz
Hakk’ın nimetlerinden yeyip
Suların içip gezeriz

Yolumuz üstünde bizim
Ecel derler bir tuzak var
Hiç ondan korkumuz yoktur
Kanatlar açıp gezeriz

Ön son yollarımız oğrar
Ol tuzağa bir gün bizim
Kurtulmağa derman yoktur
Yok yere kaçıp gezeriz

Üstümüzde avcı durmuş
Boğazlamak ister bizi
Yüzbin türlü fikirleri
Biz kesip biçip gezeriz

Seyyid Nizamoğlu eken
Bunda anda biçer derler
Gözümden kanlı yaşları
Anınçün saçıp gezeriz


ÖLÜM - TAMER DURAN

Ölüm…
Bir sessizlik
Ölüm…
Şekilden öteye hiç bir şey
Şekil…
Usta bir heykeltraşın
Hünerli ellerinden çıkmış
Muazzam bir eser
Eser ki bir anlatım
Eser ki bir kompozisyon
Eser ki bir anı bir mazi
Bir ifade, görüntü
Oysa ölüm…
Ölüm umutların yok oluşu
Ölüm sessizlik
Ölüm ifadesizlik
Yaşarken konuşan, düşünen
Yaşarken yürüyen, koşan
Soran, cevap veren
Bazen üzülen, bazen sevinen
Bazen gülen, bazen ağlayan
Oysa ölüm…
Ölüm cevapsızlık
Ölüm sonsuza dek yok oluş


ÖLÜME EĞİLMEK -AZİZ NESİN

Uyumaya değil
Rüyalarıma gidiyorum
Orada yaşayacağım isteğimce
Uyanıkken hiç yaşayamadığım
Hepsi de gençti güzeldi
Sevdim sevildim diye aldanarak
Son gördüğüm onlar olacak
Bunca yıldır sevgiye dayanamadığım
Ölüme değil
Sonsuzluğa gidiyorum
Orda dinleneceğim gönlümce
Yaşarken hiç mi hiç dinlenemediğim
Kalemim yine elimde
Kağıtlarım da önümde
Son uykusunda düşecek başım
Sağlığımda hiç eğmediğim

 

DOSTLAR BENİ HATIRLASIN -AŞIK VEYSEL

Ben giderim adım kalır,
Dostlar beni hatırlasın.
Düğün olur, bayram gelir,
Dostlar beni hatırlasın.

Can bedenden ayrılacak,
Tütmez baca, yanmaz ocak,
Selam olsun kucak kucak,
Dostlar beni hatırlasın.

Açar solar türlü çiçek
Kimler gülmüş, kim gülecek
Murat yalan, ölüm gerçek,
Dostlar beni hatırlasın.

Gün ikindi akşam olur,
Gör ki başa neler gelir,
Veysel gider, adı kalır
Dostlar beni hatırlasın


KARA TOPRAK -AŞIK VEYSEL

Dost dost diye nicesine sarıldım.
Benim sadık yarim kara topraktır.
beyhude dolandım, boşa yoruldum
Benim sadık yarim kara topraktır.

Nice güzellere bağlandım kaldım
Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum
Her türlü istediğim topraktan aldım
Benim sadık yarim kara topraktır

Koyun verdi, kuzu verdi, süt verdi
Yemek verdi, ekmek verdi, et verdi
Kazma ile dövmeyince kıt verdi
Benim sadık yarim kara topraktır

Adem'den bu deme neslim getirdi
Bana türlü türlü meyve bitirdi
Her gün beni tepesinde götürdü
Benim sadık yarim kara toopraktır.

Karnın yardım kazmayınan, belinen
Yüzün yırttım tırnağınan, elinen
Yine beni karşıladı gülünen
Benim sadık yarim kara topraktır

İşkence yaptıkça bana gülerdi
bunda yalan yoktur herkes de gördü
Bir çekirdek verdim, dört bostan verdi
Benim sadık yarim kara topraktır.

Havaya bakarsam hava alırım
Toprağa bakarsam dua alırım
Topraktan ayrılsam nerde kalırım
Benim sadık yarim kara topraktır.

Bir dileğin varsa iste Allah'tan
Almak için uzak gitme topraktan
Cömertlik toprağa verilmiş Hak'tan
Benim sadık yarim kara topraktır.

Hakikat istersen açık bir nokta
Allah kula yakın, kul da Allah'a
Hakkın gizli hazinesi toprakta
Benim sadık yarim kara topraktır.

Bütün kusurumu toprak gizliyor
Melhem çalıp yaralarım düzlüyor
Kolun açmış yollarımı gözlüyor
Benim sadık yarim kara topraktır.

Her kim ki olursa bu sırra mazhar
Dünyaya bırakır ölmez bir eser
Gün gelir Veysel'i bağrına basar
Benim sadık yarim kara topraktır.


BEYAZ BİR GEMİDİR ÖLÜM -BEHÇET AYSAN

sen bu şiiri okurken
ben belki başka bir şehirde olurum

kötü geçen bir güzü
ve umutsuz bir aşkı anlatan

rüzgarla savrulan
kağıt parçalarına
yazılmış

dağıtılmamış
bildiriler gibi

uzun bir yolculuğa hazırlanan
yalnız bir yolculuğa.

çünkü beyaz bir gemidir ölüm

siyah denizlerin hep
çağırdığı

batık bir gemi

sönmüş yıldızlar gibidir

yitik adreslere benzer
ölüm

yanık otlar gibi.

Sen bu şiiri okurken
ben belki başka bir şehirde
ölürüm.


ÖLÜRSEM… -MARİNA TSVETAYEVA
(Rusya, 1892 – 1944)

Ölürsem, iki kızıltıda ölürüm! Biri ve öbürü,
ikisi bir yahut – ısmarlanmaz!
Çerağımın gerçeklense, ah, iki kez sönümü!
Bir akşam kızıltısında ve bir de sabah!

Geçti raks yürüyüşüyle yeryüzünden!- Göğün kızı!
Eteği güllerle dolu! – Goncanın incitmemiş zerresini!
Ölürsem, iki kızıltıda ölürüm! – Salmaz Tanrı
Benim kuğu ruhum üzerine şahin gecesini!

Narin elimde henüz and içilmemiş bir haçla,
Ayrılış esenlemesiyle cömert göğe doğru atılırım.
Kızıltının çatlağı – ve yanıtlayan gülümseyişin çatla…
Son soluğumun hırıltısında ben şair kalırım!
Türkçesi: Azer Yaran

 


KİM BU YABANCI -JEAN COCTEAU

(Fransa, 1892 – 1963)

………………-Paul Eluard’ın ölüsü başında-
Kim bu mermerden yabancı
Ak döşeğe uzatılmış
Sanki yatak darağacı
Ayaklar asılı kalmış
Sanatına sığdırmak güç
Oyun bu bize ettiğin
Yalan, yüzün diye ürkünç
Bir kalıp koyup gittiğin
Demir maske kadar sende
Tuhaf durur bu mumdan yüz
Gövden bir bent ki önünde
Gelip dize varır deniz
Bu odada sanki biri
Bir karanlık işler görmüş
Düşten bir duvara sanki
Gölgeden merdiven kurmuş
Bir hırsızın işi bu iş
Ne ettiği bir bilinse
Öz yüzünü al›p gitmiş
Bir kopya koyup yerine
Ölüm, her diriye düşman
Çalmış ellerini bile
Bize taze pınarlardan
Can suyu getirir diye


Türkçesi: Hüseyin Demirhan

 

ÖLÜMÜN BIYIKLI RESMİ - AHMET OKTAY


Bilmiyor Rembrandt daha,
yalnız peynirden
ve akarsulardan konuşuyor
değirmenci Felemenk;
nice acılar süzdü paletinden
Paris yollarına düştü ama
henüz Van Gogh da çırak.
Cesaretin bebeklikten başladı,
boya dediğin zaten
tüfek gibi kullanılır
haylazlığa, şuna buna karşı.
İki tur danstan sonra
alnın alnından öperdi ustan Picasso
masmaviye kesince
birazdan bu kırk yıllık kavak.
Boş ver ılımanlığa falan
nasılsa vaktin var coğrafyaya
kışın da gitmesin leykekler
oturt bakalım bacanın üstüne,
kar da yandan çarklı yağsın:
bir muştu gibi dinleyelim
damlara, koyaklara inen sesini.
İmzanı at, portakalını ye,
böyle yapılır sevinç resmi.
-Sevinç nedir baba?
Çarşıdan döndüm nar ayıklıyorum sana
parmaklarım uçtu uçacak,
diyelim günlerden Pazar
ütünün kordonunu onardım
boyadım mutfaktaki dolabı,
ellerimin sevinci de bunlar.
Dişlerinin sevinci bitmez saymakla,
kavun-karpuz toprakçıldır
su içerken omzuna dayar testiyi
mendil bağlar başına;
canerik mayhoşluğun birimi
fındık eşkiya gibi bastırır da
Haziran vermez geçit.
Vermez hüznünden kimselere
gün sayar, yol izler
arkadaşım Balaban Cerit.
Öyle sevinecek ki
dönünce babası mapustan
bir mimoza olup fışkıracak
duvarlardan, bahçelerden, parklardan
sana anlattığı ölü martı.
− Ölüm nedir baba?
Durmuştuk bir çeşme başında
inerken Mut’a doğru
− Ölüm nedir baba?
ölüm nedir peki?
Ah!
Bıyıkları yeni terlemiş bir ağbi.
Ahmet Oktay

 

ÖLÜM HAKKINDA KISA ŞİİRLER

 

SUYA SU DEMEK -ŞÜKRÜ ERBAŞ

Bu da oldu
Gök bahçesinde boğuldum.
Işık içimde kaldı
Bildiklerimden soğudum.
Söz her şeydi
Yalnızlıktır unuttuğum.
Bir tel saç imiş
Yirmi dokuz harf çarpıldığım.

 


ÜŞÜR ÖLÜM BİLE – ÜLKÜ TAMER

Bir ormanda tutup onu
Bağladılar ağaca
Yumdu sanki uyur gibi
Gözlerini usulca...

Bir soğuk yel eser
Üşür ölüm bile
Anlatır akan kanı
Beyaz
..........
..........

BABASI UZAKTA ÖLDÜ -GÜLTEN AKIN

Uzaktım uzattım ertelendi görüşlerim
Kendi kendine ölüm kendi kendine tören
Silinen bir kızmışım aslında
Adamın ve babamın defterinden

 

ÖĞÜT- ÖZDEMİR ASAF

Ölenleri unutma
Ama
Yaşayan var ise
Onu sev
Sev ama

 

BİLDİRİ

bizler savaş ölüleriyiz,
Bundan böyle karşı karşıya değiliz,
Bildiririz.
ÖZDEMİR ASAF

 

ÖLÜM
Maviyi anlarsın.
Denizi anlarsın,
Mavi denizi
Zor anlarsın...

ÇAN-ÖZDEMİR ASAF
Çocukların her gün yaşam günüdür;
Doğum günü yaşlıların hüznüdür.

 

ÖLÜM GÜZEL ŞEY-NECİP FAZIL KISAKÜREK

Ölüm güzel şey budur perde arkasından haber
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber

Necip Fazıl Kısakürek

 

EDİP CANSEVER -CEMAL SÜREYA

Yeşil ipek gömleğinin yakası
Büyük zamana düşer.

Her şeyin fazlası zararlıdır ya,
Fazla şiirden öldü Edip Cansever.

 

ÖLÜM- CEMAL SÜREYA
Ölüm geliyor aklıma birden ölüm
Bir ağacın gövdesine sarılıyorum.

 

ÜSTÜ KALSIN- CEMAL SÜREYA
Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.

Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.

Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir..
Üstü kalsın.

Bu içeriğin hazırlanmasında Simge dergisinin ÖLÜM sayısından ve internet sitelerinden yararlanılmıştır.

 

 

BİR ÖLÜNÜN MEKTUBU - YAVUZ BÜLENT BAKİLER

Hazret-i Süleyman’a bile kalmadı dünya 
Baki olan bir tek Allah 
Bütün günahları size bırakıp 
Ölmüşüz elhamdülillah 
Kaygumuz yok bizim yiyip içmekten 
Üstümüz başımız temiz. 
Bir şey yediğimiz yok ki zaten 
Oruçluyuz hepimiz. 
Gün aşırı Kabristana bir ölü getirirler 
Kalkıp “hoş geldin” deriz. 
Canimiz sıkılırsa geceleri uzayıp 
Akan yıldızları seyrederiz. 
Oyuncaksız, salıncaksız küçük ölüler 
Yeni arkadaşlar tanır. 
Kimse ağlayamaz ki zaten burada 
Büyük ölülerden utanır. 
“Öldük de kurtulduk Allah’a şükür” 
Bir ölü arkadaş hep böyle söyler. 
Bize yanmak bilmem nenize gerek 
Kendi halinize ağlayın siz diriler… 
Hem sonra neye ağlarsınız bilmem 
Elinizle sardınız, elinizle yutunuz. 
Kiblegâha yönelen kabrimizde 
Öylesine mes’uduz. 
Bu mektubu size yazdığım için 
Kızacaklar: -Dilin durmaz ki diyecekler 
Ölürken çenemin unutkanlıktan 
Bağlanmadığını nereden bilecekler? 
Hepsinin cani sıkılacak muhakkak 
Zebaniye deseler olmaz. 
Hoş işin sonunda ölüm yok ama 
Yine de korkarlar biraz…

 

GELİN KIZIN ÖLÜMÜ- YAVUZ BÜLENT BAKİLER

Bir gelin gömdüler telli duvaklı 
İnsan bakmaya kıyamaz. 
Garipçe yatar kabrinde gözleri ağlamaklı 
Elleri beyaz beyaz… 
Yaslı bir ölü dedi ki; -Sakin kabrinde, 
Dikenli otlar bitmesin… 
Âdettendir teker teker nöbet bekleyin her gece 
Baykuşlar gelip ötmesin… 
Asırlık ölüler kalkar kabrinden 
Sevaptır kızcağızın garip gönlünü avutur, 
Gülünç gülünç fıkralar, masallar anlatırlar 
Gelincik öldüğünü çoktan unutur… 
Bir ömrü ikiye bölmüşüz gayrı 
Baza öylesine mesut, öylesine derbederiz 
Kimselere zararımız yok bizim 
Kendi halimizce yaşar gideriz… 
Yalnızlık öylesine işlemiş içimize 
Anadan, babadan yardan uzağız. 
Hani bir küçücük ölü: “Ah anneciğim” dese 
Kalkıp hüngür hüngür ağlayacağız… 
Bilmezsiniz siz diriler, lacivert gecelerde 
Yıldızlarla göz gözeyiz. 
Böyle geçer günlerimiz, her ne hal ise 
Biz ölüler biz bizeyiz.

 

İLGİLİ İÇERİK

YAVUZ BÜLENT BAKİLER ŞİİRLERİ

ŞİİRLER

YAVUZ BÜLENT BAKİLER

 

ÖLÜLER - ZİYA OSMAN SABA

Ölüler, ölüler nerelerdesiniz?
Ölüler, bir bilinmez yerdesiniz.
Artık gündüzleriniz gece,
Bütün günleriniz: dün.
Artık her sözünüz sükût,
Her işaretiniz gizli.
Tutuyoruz nasihatlerinizi...
Ölüler, ölüler her yerdesiniz!
Ne zaman aynaya baksam,
Görünüveriyor babam...
Bahçem, odam, sofam,
Nereye geçsem, nereye çıksam;
Hatıram!
Her yerde sizden bir eser.
Gökyüzünde bir bulut
Bıraktığınız sesler
Yakın güneşe, aya.
Dokunabilsem oraya,
Kiminiz konuşacak,
Kiminiz gülecek,
Eski günler gelecek.
Ölüler bilebilsem gittiğiniz yeri,
Ruhum, muradına erecek;
Annem döşeğimi serecek,
Toprağınız toprağım,
Aranızda yatacağım.

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

ZİYA OSMAN SABA ŞİİRLERİ

 

ÖLÜM HAYATI  KUŞATALI BERİ –İSMAİL UYAROĞLU

Kül yağıyor gökten
Kül renginde güneş
İki şey örtüyor kırları
Kül ve leş
 
Neye uzatsam elimi dağılıyor
Bütün eşyalarda ölümün tozu
Aynı anda yakıyor genizleri
Öfkenin ve göz yaşının tuzu
 
Kimi kanla besleniyor kelimelerin
Kimi kelimeler paslı
Ne kadar kafiyesi varsa hayatın
Hepsi de ölümle cinaslı
 
Ve ölüm hayatı kuşatalı beri
İki şey yan yana gelişiyor evlerde
Babalar bıçak biliyor
Analar yaslı

ÖLÜMÜM BAHAR OLSA - ADNAN YÜCEL

Öfkelerim kadar küçük bu gece çığlığı
Düşlerim kadar büyük
Duygularım kadar karmaşık nasıl anlatsam
Çıksam şimdi çöl suskunu sokaklara
Dallara yürüyen sular gibi çıldırsam
Baharı muştulamak adına kapılar çalsam
Hangi ana böler ki uykuların
Özgürlüğü yeryüzüne bayrak yapsam

Hiç mi hiç sevmiyorum yorgun yağmurları
Ne kırları çıldırtıyor ne dağları
Yağdı mı Toroslarca yağmalı yağmur
Seller coşturup barajlar taşırmalı
Bir yudum su demekten aciz yürekler
Ya ses verip haykırmalı ya boğulmalı

Ey ateşe sürülmüş ölümler ülkesi
Ufuk çizgilerinde silikleşen anılar
Kutsal soygunlar yasal vurgunlar
Çöplük kumbaralarda biriken çocuklar
Hiçbir dilden
Hiçbir sözcük yetmiyor anlatmaya bu akşam

Kuş kanadında bir bulut mu yalnızlık
Belirsiz bir hüzün çiseliyor yine
Düş yorgunu kirpiklerden akşam üstüne

Kaya çatlağında köknar çılgınlığı benimki
Kıraçlara kahreden tohum dargınlığı
Yağmursuz gülmeyi bilmiyor ki kuraklık
Beynimi yüreğime nasıl haykırsam bu akşam
Bu akşam hiç yaşamamış olsam
Bir badem çiçeği sürsem şimdi namluya
Beynime sıksam
Ölümüm bahar olsa nasıl anlaşılsam

BEYAZ BULULAR ALTINDA -BAHATTİN KARAKOÇ

Açmayın yüzünü ölünün
O üstünde yatıyor şimdi
Vakitsiz solmuş gülünün

Ağlatmayın kızını ölünün
Melekler kalıbını alıyor şimdi
Kanatları yolunmuş dilinin

Silmeyin izini ölünün
Melekler kalıbını alıyor şimdi
Üstüne serilecek halının

Çalmayın sazını ölünün
O bütün notaları unuttu şimdi
Tılsımı bozuldu elinin

İri kanatlı kuşlar götürdü yazını ölünün
O sonsuza bakan bir başak gibi
Kilidi sökülmüş yolunun



ÖLÜM ŞARKISI-CEVDET KUDRET SOLOK

Ölmüşüm… Yanımda hiç kimseler yok;
Vücudum, soğumuş bir yataktadır,
Ruhum, karanlıkta kaybolan çocuk
Gibi başucunda ağlamaktadır.

Artık her şeylerim uzaklaşıyor,
Beni bırakıyor elbiselerim;
Ayağım başından ayrı yaşıyor,
Alnımın terini duymuyor derim.

Kulağım sesleri duyarmış gibi,
Boşluğun içinde açılmış kalmış;
Arkasında hâlâ göz varmış gibi
Gördüğüm bir derin hayale dalmış.

Elimle yüzüme dokunabilsem
Besbelli yüzümü tanımaz elim;
Hangi yana, hangi yana çevrilsem
Eşyama, kendime sahip değilim.

Ah bakın! Bir çile iplik halinde
Boşluklara doğru süzülüyorum
Dünyanın en tatlı geldiği günde
Bu ben öbür benden süzülüyorum.

VII

Rüzgar değmez oldu artık yüzüme,
Gün ışığı kapıma boş yere gelir;
Kötü bir düş gibi dolar gözüme,
Bu toprak bana dağ, size tepedir!

Toprak yukarda, gül, aşağıda yılan!
Elimde kelepçe, gözümde burgu!
Toprak, kemiğimden etimi soyan
Hırsız, kanlı katil, kefen soyucu!

Bütün uzuvlarım bana darılmış,
Kulağım unutmuş artık sesimi;
Hepsi ayrı ayrı hayale dalmış,
Bu omuz, bu ayak bu el benim mi?

Girdiğim çukurdan iki facia:
Burda karınca dev, insan noktadır;
Toprağın altında bir zaman daha,
Tırnaklar ve saçlar uzamaktadır!

Ölüler, ölüler, koşun imdada!
Ölüler, sizin en yoksulunuzum!
Ölüler, koşun ki öbür dünyada
Topraktan bir sema ile mahpusum!

Yağmur çisil çisil üstüme yağar.
Tabiat kardeşim yasıma ortak;
Şehrin üzerinde uçan bulutlar
Serviler ucunda sallanan bayrak!


Şimdi sonu gelmez maviliklerde
Yağmurlar ruhumu yıkamaktadır;
Tenimin ruhumdan koptuğu yerde
Bir gizli facia kanamaktadır.

Acımı duyamaz oldu kimseler
Bana bir tahammül ver “aklıselim”;
İnsanlardan ayrı kaldığım yeter,
Yetişir onları göremediğim!

Yetişir yetişir yalnız yaşamak,
Kimselere görmeden her yeri görmek;
Yokluğu içimde her an taşımak,
Ziyayı işitmek, sesleri görmek…

Usandım buluttan, aydan, yıldızdan;
Elverir yürümek samanyolunda;
Usandım elinden ey dipsiz zaman,
Ey sema, ey sonu gelmiyen kıta!

Ağaçlar, özledim serin ve asil
Gölgeniz altında uyuklamayı;
Artık böyle her gün yakından değil,
Uzaktan görmeyi özledim ayı.

Ey dünya, cazibe kuvvetin nerde?
Artık beni kurtar semadan kurtar;
Sar beni sarmaşık, çek beni dere,
Bana elinizi verin ağaçlar!

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

TASNİF DIŞI ŞİİRLER


-13-

ÖLÜ MÜ DENİR- EDİP CANSEVER ŞİİRLERİ


Ölü mü denir şimdi onlara
Durmuş kalpleri çoktan
Ölü mü denir şimdi onlara
Kımıldamıyor gözbebekleri
Ölü mü denir peki
En büyük limanlara demirlemiş
En büyük gemiler gibi
Kımıldamıyor gözbebekleri
Ölü mü denir şimdi onlara.
Suratları gergin
Suratları kararlı
Belli ki çok beklemişler
Kabuğundan çıkan bir portakal gibi gelen sabahı
Suratları gergin
Bir savaş alanına benziyor suratları
Dudakları nemli
Son defa kendi etini öpüp
Yani son defa gerçek bir insan etini
Hazla kapanmışlar öyle
Geçirmiyor gövdeleri soğuğu
Geçirmiyor sıcağı da
Ve ikiye ayrılmış bir nehir gibi bacakları
Akıyorlar sonsuza
Ölü mü denir şimdi onlara.
Kimse hüzünlü olmasın
Sırası değil huğunun daha
Bir gün bir şehrin alanında
Bir mermer yığınının gözlerine
Omuzlarına düşerse bir çınar yaprağı
Hüzünlensin yasayanlar o zaman
Sırası değil huğunun daha.
Öylesine sıkılmış ki yumrukları
İyice sıkılsın yumruklar
Saklansın diye bir armağan gibi bu katilik
Öylesine sıkılmış ki yumrukları
Kimse hüzünlü olmasın
Kimse hüzünlü olmasın diye
Sırası değil huğunun daha.
Unutulsun bir gövdeye duyulan hasret
Unutulsun bu alışılmış duyarlık
O kadar sade, o kadar kalabalık ki
Unutulmaya değer onların insan gövdeleri
Ve unutulmalı mutlaka
Dolsunlar diye yüreklere
Dolsunlar damarlara.
Ölü mü denir
Ölü mü denir şimdi onlara



ÖLÜMÜN KONUMU - EDİP CANSEVER


Ölüsünün ağzında bir düzlüğün ölüsü
Ben kendimi isterim her yerdeki bir yerde
Ayak bileklerimin üstünde iki kıvrım
Unuttuğum bir şey var, onun içinde
Ve yadırgadığım. Ben kendimi taşırım
İçinde olmadığım bir güne
Bir yaprak biçiminde - boşluksa tırtıl -
Bir de işte tek kalmanın acısı, bir de
Nemli toprakta yüzükoyun
Yokluğuma kar biriktiren yazla birlikte.

İmgesiyim ölümün.



ÖLÜMÜN SESİ –ERDEM BEYAZIT


Ölümden bir işaret var her şeyde
Ölümün sesini duyuyorum şarkılarda türkülerde:

--- Kışlanın önünde redif sesi var Namluların ucunda ölümün sesi!

--- Bir ay doğdu geceden oy oy
Karanlığın ağzında ölümün sesi!

--- Erzurum dağları kar ile boran
Vadilerin koynunda ölümün sesi!

--- Ezo gelin durmuş bakar yollara Umudun ardında ölümün sesi!

--- Bir ihtimal daha var
Umuttan da öte ölümün sesi!


ÖLÜME SAYGI –ERDEM BEYAZIT

Ölüm bir melek elinde gelir
Ve öper usulca çocuk yüzleri.
Belki bir gün kurtuluruz
Karıncaların yolunu şaşırtan ince rüzgarlarla
Kaplumbağaların hasret kaldığı derin tepelerde
Çocuk gibi bakalım mavi sulara
Şehirlere bakalım insanlığımızı eskittiğimiz
Sislerden dumanlardan yollara atılan
mısır koçanlarından
Belki tutarız birgün belki kurtarır bizi
Simsiyah saralım bezlerle dağları rüzgarları
Gül bahçeleri ağlasın
Dallarda salınan çocuk salıncakları ağlasın
Kırmızı balonlar bizsiz kaybolsun gökyüzünde.
Haydi sığının şehirlere
Kabuğunuza çekilin yorganınızı çekin üstünüze
Kalsın titrek ve mavi elleriniz
Bekleyin geliyor ölüm usulca
Usulca girer koynunuza.

Çamlıca 1959


GECEYE KARŞI MÜDAFAA - FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA

Bu adam ölmüştür ama,
Düşmedi toprağa henüz vakit.
Hayatını devrettik ağaçlara
Kalbi kimlere ait.

Bu adam ölmüştür ama,
Başucundan ayrılamadık.
Sonsuz kederinde gecelerimizin
Nedendir hala bu beyazlık.

Bu adam ölmüştür ama,
Henüz durmadı nehir.
Ve nasibi muhteşem kuşlar gibi
Onu götürebilir.


ÖLÜM - İLHAN YÜKSEL

Bende bilmezdim ölümün
İnsana yakın olduğunu
Ana rahminden alınıp
Kabir’e konulduğunu

Bunca yıllık şu ömrümüz
Değersiz akçe imiş de
Öğrenirmiş de şu insan
Onu da bu son gidiş de

Bir yaprak gibi dökülür
İnişi başlar yavaştan
Yaprak döker insan ölür
Ne farkımız var ağaçtan

Alıp buradan götürdüğün
İki tahta bir top kefen
Eş bildiğin dost gördüğün
Kimse gitmezmiş giderken

Adin şöhretin varlığın
Çabuk unutur kalanlar
Eşim dostum bildiğin
İşte şu gülendir ağlayanlar

Bu tabuta aldıkların
Dar bir yere götürülür
Yürümezse adımların
Ağı, ağır yürütülür

Bizim gibi şu yatanlar
Ağır akça yiğittiler
Üstüne toprak atanlar
Sırası geldi gittiler

Bu yolculuğun sonunda
Ne var geri dönmez giden
Yoksa işler mi yolunda
Köşk mü taht mı var inciden



KUŞUN ÖLÜMÜ - İSMET ÖZEL


Kuş damdan düşünce
sarışın bir yürüyüşüdür artık ölümün
bir yağmurdur açılan kuraklığa
bir yağmurdur kulübesi nisandan
ve onun ayaklarına dolanan o gökyüzü
kansız yüzleridir diri kuşların
kuş düşünce damdan

kuş düşünce damdan
kızlar saçlarıyla ölümü düşünürler
uzun bacaklı tanrılar koşuşur sokaklarda
kuş öldü herkes mi arıyor
gençlik mi yürüyor herkese ve mi arıyor
onun gözlerini satılan çarşılarda
kuş öldü kanadının altındaki o yara
yağmurun karanlığını getiriyor geceye
yağmurun ırmaklarını getiriyor geceye
kuş öldü
küçücük bir yorgunluktu ölmeden önce.


öldü, kim ısıtır artık onun ellerini
suların aynasında üşüyen ellerini
suların saygısıyla üşüyen ellerini.

Şiir Kitabı, S. 75




ÖLÜM UZAKTIR DERSEN

Kalabalığı terk et ibret almak istersen,
Mezarlıklara bir git, ölüm uzaktır dersen.
Doğar doğmaz ölen var, yüz yaşını geçen var,
Ölüm bir teskeredir eğer Rabb'e askersen.



SON YOLCULUK

Son yolculuk başlarken şu musalla taşında,
Fani ömür bitecek herhangi bir yaşında,
Münker-Nekir meleği başlar çetin sorguya,
Dostlar dua ederken mezarının başında.


GİTTİLER - İBRAHİM SAĞIR

Azalıyor kabir ile aramız,
Dostlar birer birer göçüp gittiler.
Ne zaman bilinmez ama sıramız,
Hepsi birden bire uçup gittiler.

Çıkacağız bu dünyanın kolundan,
Olgun meyve düşer gibi dalından,
Dost omzunda mezarlığın yolundan,
Ahirete kanat açıp gittiler.

Böyle işler her dem İlâhî yasa,
Öğütür hayatı çile, gam tasa,
Arkada kalanlar düşerler yasa,
Artlarından hüzün saçıp gittiler.

Dünya şöyle bir kenara itince,
Sağlık, sıhat, yavaş yavaş yitince,
Sermayei ömürleri bitince,
Ecel şerbetinden içip gittiler.

Ebedi kalanı göster cihânda,
Bütün sevgililer hep öte yanda,
Üç beş zaman oyalanıp bu handa,
Mezar kapısından geçti gittiler.

Yenildiler bu dünyanın bârına,
Bakmadılar ticaretin kârına,
Attılar her şeyi arkalarına,
Ebedî âlemi seçip gittiler.

Ölümünü konu koşu duydular,
Esvapların birer birer soydular,
Namaz için musallaya koydular,
Üç beş metre kefen biçip gittiler.


SESSİZLİK ŞEHRİ - İBRAHİM SAĞIR

Sessizlik şehrine bir dost götürdük,
Ne hatır sordular, ne hâl sordular.
Hânesine husulünce yatırdık,
 Ne adres sordular, ne yol sordular.

          Bura sakinleri hepsi lâl olmuş,
          Kalkmış sen ben farkı, bir emsal olmuş,
          Geçmiş hayatları hep masal olmuş,
          Ne nakit sordular, ne mal sordular.

Bir küçük tümseğe dönmüş bedenler,
Saklanmış toprağın altına tenler,
Unutmuş dünyayı önce gidenler,
Ne asır sordular, ne yıl sordular.

          Buraya gelenler atmış dertleri,
          Bir uzun sükûta katmış dertleri,
          Geride kalana satmış dertleri,
          Ne petek sordular, ne bal sordular.

Adları kazınmış hece taşına,
Yatmışlar uyurlar yalnız başına,
Bakmazlar yabanın kurdu, kuşuna,
Ne bülbül sordular, ne çil sordular.

          Gece nedir, gündüz nedir bilmezler,
          Güneş, sema, yıldız, bedir bilmezler,
          Üşümezler, urba, setir bilmezler,
          Ne aba sordular, ne çul sordular.

Üstlerinde otlar bitmiş yolmazlar,
Bayram gelir, seyran gelir gülmezler,
Dost ahbabı ziyarete gelmezler,
Ne zambak sordular, ne gül sordular.

          Nişanları sade şu taşlarıdır,
          Selviler çiçekler sırdaşlarıdır,
          Yağmurlar belki de gözyaşlarıdır,
          Ne deniz sordular, ne göl sordular.

 

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

TASNİF DIŞI ŞİİRLER


-14-

ÖLÜMÜ DE KUSACAĞIM - KÜÇÜK İSKENDER

çınar ağaçları ölüm orucunda
hasarat ayaklarımla geldim geceye
bu şehir şimdilik şurda unutulsun
uzun bir bıçak vardı ya avucumda
kendi kendini kanatırdı sessizce

sevdiğim adamın adı: sokak adları
sokak atları ve sokaksız yalnızlığım
içimde tuzlu bir mağma taşırmışcasına
yüzüme geldim yüzümde kuru çam yaprakları
çamlar dediysem inanmanız da gerekmez
pencerelerden sarkıtılan
kaçık erkek çorapları... aaah! ölüm!
zulmettikçe hicvedeceğim seni
içeceğim anasını satayım
kusacağım da! her yere bakan gözlerimle...
tut elimden istanbul!
tut elimden pis orospu!
tut ki elim sana bir mektup gibi kanasın
tut ki elim bir an olsun sıcak
bir an olsun bir sübyan ağlayışı gibi
imzasız kalsın!




KUŞ - MEHMET ATİLLA MARAŞ

Ölüm ve uyku, ölüm ve uyku
hep o suskun kuş
gece gündüz penceremize gelir.

Haberi yok hamam böceğinin
ezilmeden ne bilsin
ölüme yalnız gidilir.

Görmez çok korkulu düş
genç bir ihtiyar
yaşlı bir çocuk
biz istersek her şey sevilir.

Ölüm ve uyku, ölüm ve uyku
hep o suskun kuş
gece gündüz penceremize gelir.



SESSİZ ÖLMELİ-MEHMET ATİLLA MARAŞ

Ve çıkıp gelmelisin, rüyalardan, masallardan serüvenlerden
Bana beddualar etmelisin, kalbimden vurmalısın beni

Bu yalan, yanlış kuralları kim koymuş niçin koymuş demeden
Değiştirmelisin hemen, senin hissene düşenleri

Sevgine ihanet edenleri, tek tek vurmalısın mesela
Devirmelisin kara yere, o nazik, nazenin bedenleri

Lüzumu yok olanı, tutup kolundan atmalısın kapı dışarı
Ha orada olanları, her nasılsa, ha buraya gelenleri

Yerli yerine koymalısın her bir şeyi yeniden
Çarşıları önce yıkılan, şehirleri, evleri, ev içlerini

Yapacağını yap artık görelim, boşuna ipe un serme
Deme iki de bir de ah ne yapmalı, ne etmeli

Alnından kurşunlamalı sonunda onu, beni ya seni
Bir güzel ölmeli insan, ölünce, sessiz sedasız ölmeli...



GELİNLİK KIZIN ÖLÜMÜ - MELİH CEVDET ANDAY

Salâ verilirken kalktık kahveden,
Cumaydı, yılın en beklemiş günü,
Yemeni gibi üstünde tabutun,
Gölge veren ağaçsız bir gökyüzü.
Kızın babası yanımızda, boyu uzun,
Zayıf, ağzında mırıltılar.
On köylü, iki subay, bir tezkereci er,
Sıralandık ahşap mescidin avlusunda,
Namaz kılmadı adam, ağlamıyordu da,
Alnı bir uzun sabrın kabaran gelgiti,
Sürgün duvarı bekleyişin,
Dünyaya çok yakın bir gece gibi.
Aldık cenazeyi sarsmadan, iğreti
Ve hafif, gözlerimiz yerde,
Kayıp bir tayın izini süreriz sanki.
Kapılarda başları çatkılı kadınlar  
Sallanıyorlardı sisli giysilerinde  
Yüklüğe saklanmış çevreler gibi soluk,
Bölünmüş gibi yılın en katı ekmeği  
İmece sofrasında hıçkırığın,
Kim bilir kaç ölümden kalma saçı gibi.
Susmuştu çekirgelerin kabuğu,
Toprak kumruları güneşin,
Ve köpeklerin yediği kemiksiz sabah,
Susmuştu göğün sarnıcı, boş.
Cemaat yürüyordu kaplumbağa gibi,
Mezarlığa doğru yüzyıldan,
Sarısabırların yanından, acelesiz.
Ayrık otu yolmaya gidiyor sanırsın,
Davul vurmaya, ay tutulmuş,
Tarladaki yarılmış toprağı görmeye,
Susuzluğun kirli rengini, ayıbını,
Dağa taşa vurmuş açlığı.
Dayanan dayanır, yağsız bulgular ve ahlat,
Gençleri alır ölüm ilk ağızda,
Sabah yıldızının uğrağı.
Böğürtlensiz mezarlığa vardığımızda,
Bir melek lale sümbül dikiyordu,
Lalelerden birini aldı adam,
Girdi kızının mezarına,
Sarıldı, öptü, bıraktı laleyi sonra,
Kefenin üstüne, uykusuz.
Yedi çocuğu gömülüymüş, söylediler,
Bizi aç bırakan bu toprak
Açlıktan ölenlerle beslenir, dediler.
Dönüşün bir kişi omuzladı tabutu,
Toz toprak içinde vardık kahveye,
Yaşlı adam doğru çeşmeye gitti,
Elini yüzünü yıkadı konuşarak
Kendi kendine, duasız, bir tanrı gibi.




ÖLÜLER KONUŞUYOR - MUZAFFER TAYYİP USLU
 

I

“Ben veremden öldüm
Belki ölmezdim
Sıkıntım olmasaydı
Paradan yana”     

“Ben de cephede öldüm
Süngü taktım
Hücuma geçtim
Ve kâfi geldi tek bir kurşun
Veda etmek için hayata
Varşova önlerinde.”

“Ah ben bir hiç yüzünden öldüm
Bir gece açık kalmıştı üstüm
Soğuk aldım.
Önce yatağa düştüm
Sonra da toprağa.”

“Beni tramvay çiğnedi
Sultanahmet’te
Olur şey değil
Ben burada
Ellerim ve ayaklarım orada
Hâlâ inanamıyorum öldüğüme.”

“Beni doğururken ölmüş annnem
Zaten, zayıf bir kadınmış zavallı
Ben de öldüm işte yirmi yaşında
Açlıktan ki o ayrı mesele”

-II-

"Bir ümit vardı içimde yaşarken
"Belki diyordum kendi kendime
"Belki öldükten sonra
"Mümkündür yaşamak
"Ekmek elden
"Su gölden
"Onu da kaçırdım şimdi elimden
"Söyleyin ne yapayım ben?..

"Ne kadar yanıyorum bilseniz
"Böyle vakitsiz öldüğüme
Giyemedim bir defa bile olsun
"Yeni yaptırdığım elbiseyi...

"Ya ben,
"Bir kızı sevmek üzereydim
"Sarı saçlı."

"Beni doğururken ölmüş annem
"Zaten, zayıf bir kadınmış zavallı
"Ben de öldüm işte yirmi yaşımda
"Açlıktan ki o ayrı bir mesele
"Annemi arıyorum şimdi
"Öldüğüm günden beri,
"Bir türlü bulamıyorum."

III

“Ölümü düşünmemek de varmış
Bilmedik sağlığımızda
Elden ne gelir?
Yaşamaktasın
Elin tutar
Yürür ayağın
Sıkıntı mı bastı
Şarkı söyle efendim, şarkı
Hem ne güne duruyor sanki
Gökyüzü olsun
Deniz olsun
Ne güne duruyor?”

“Hiç de pişman değilim öldüğüme
Her şey bitmişti zira
Usanmıştım artık
Gökyüzünü seyretmekten
O kadar çok hâtıram vardı ki
Karıştırıyordum birbirine”

"Dünyaya bir daha gelirsem
Aklı başında bir insan olacağım
Akşamları erken uyuyuyacağım
Ne işim var öyle meyhanelerde
Pazarları
Parklarda gezineceğim
Karımla."

"Ben onu bunu bilmem
Şunu bilirim
Şunu söylerim
Ölmek veya ölmemekte
Bütün mesele
Bütün mesele
Yetişir ki insan ölmesin
Akşamları uyuyup sabahları uyansın
Ve saçları dağılsın rüzgârda
Yetişir."



BİR GENÇ ÖLÜ - NECMETTİN HALİL ONAN


Tez geçme atlı, dur, kim olursan ol,
Bir lahzâ ruhumun ahım dinle!
O günden beridir bu kimsesiz yol
İlk defa titriyor ayak sesinden.

Düşün ki, bu yerde bir akşamüstü
Bir garip can verdi yirmi yaşında.
Kalbine kudurmuş kurtlar üşüştü
Kar kana boyandı bu dağ başında.

Ah yolcu, köyüme yolun giderse
Bak, şimdi nicedir güzel nişanlım;
Halimi deyiver “Ne oldu?” derse
Saçları dalgalım, endamı şanlım.

Girerken irkilme, köyün dışından
Ansızın bir yanık ses yükselirse.
Çekinme çılgınca haykırışından
Bir kadın yoluna koşup gelirse.

O kadın, -umduğu gelecek sanıp
O yerde bekliyor yüz bir akşamdır;
O, her gün bir başka ümitle kanıp
Yolumu gözleyen garip anamdır.
1928


 

GEL BUYRUĞU - HÜSEYİN NİHAL ATSIZ


Tanrının 'gel' buyruğu tatlılıkla erince
Ona doğru can kuşu nice uçmasın, nice?
Ne yaşamak tasası, ne dünyanın yasası,
Ne de bir kaygı kalır can yükünü derince.

Bu dirlik bir kılıçsa ölüm onun kınıdır;
İkisini birlikte verirler bir verince.
Ecel dedikleri şey erlerin kevseridir;
Gözünü kırpmadan iç, içme çağı erince.

Bir yumunca gözünü, kaybedince özünü
Çalamazsın sazını öyle inceden ince
Ne güneş kalır, ne ay; ne ırmak akar, ne çay;
Dünyaya gelmedin say yağız yere girince.

Bildiğin, neyse unut, Tanrı'ya kavuştun tut,
Bir gün ölüm meleği seni yere serince.
Şu gördüğün ne varsa birer damladır,
Bir denize akıyor hepsi yerli yerince

Bitiş gördüğün baştır, mezar beşiğe aştır,
Ölü diriye eştir, düşün biraz derince.
Atsız! Ölüm gerekmek teninde can yaşarken,
Sen burada olmazsın ölüm kanat gerince...
 



ÖLÜME ÖVGÜ - NAHİT ULVİ AKGÜN


Sen olmasan duyar mıydım gerçekten
Özlem nedir acı nedir ayrılık ne
Ölüm sana övgüler düzenleme
Boynumun borcu olsun yürekten
Ölüm seni seviyorum inan ki
Hani alırsın diye sevdiğimi
Hep korku hep tasa içindeyim
Yani yaşamın daha içindeyim
Ölüm seni seviyorum şaşma buna
Sen olmasan bilir miydim hançeri
Ölüm seni seviyorum yaklaş daha
Yaşamın görünsün görkemli albenisi
Ölüm seni duymasaydım derinden
Düşünebilir miydim evreni
Evren ki renk renk bin bir görünümde
Saçılır şenlik fişekleri gibi
Ölüm seni kucaklıyorum seviden
Nelerle tanıştırmadın ki beni
Sana borçluyum duyularımın keskinliğini
Seni yaşadıkça var olduğumu yeniden



BABASI ÖLÜNCE ŞAİRİN – NURULLAH GENÇ


Gökler yıkılmış, can dağlarına kar yağmıştır
Güneş ansızın infilâk edip kararmıştır
Ruh nâlândır akşamleyin göğüs kafesinde
Nasıl da handândı bir bayram arifesinde
Bir rüyadan uyanmış, ferahfezadır şimdi
Bilmezsiniz, yâr burcundaki o yiğit kimdi
Bakışları neden öylesine parlıyordu
Çektirdiği son fotoğrafında ağlıyordu
Bir vedâ iklimiydi gözlerinden yayılan
Belki O’dur, aşkıyla ölüp şehîd sayılan

Ömrünce dünya için ne şikâyet, ne bir âh
Peygamber çiçekleri kokan yolcu: Seyfullah
Bir ömür kutlu bahçelerde gezinip durdu
Yüreğimi sonsuzluğun rengiyle doldurdu
Gidince, çöktü birden muhayyel saraylarım
İntizara gömülecek günlerim, aylarım
Sesinin yankısı var hâlâ kulaklarımda
Sevdiği sözler kıvranıyor dudaklarımda
Hasret yakacak yurdumu yıllar yılı artık
Emanetini bir gül gibi kabrine bıraktık





ÖLÜM VAR – KUDDUSİ


Cem’ eyleme bu cîfe-i murdarı, ölüm var,
Kenz etme sakın dirhem ü dinarı, ölüm var.

Şeddad ile Nemrud’u ölüm neyledi fikr et,
Mahvoldu kamu asker ü cahları, ölüm var.

Karun ile Fir’avnı düşün var ise aklın
Kurtaramadı kenzleri anları, ölüm var.

Zikr eylese çok ölümü insan uyanır heman,
Der nefsine hiç işleme isyanı ölüm var.

Kuddusî-i miskin sözünü tut, sana der ki:
Hakk(ı) isteyelim, neydelim ağyarı, ölüm var.



VASİYET - ORHAN SEYFİ ORHON


Dostlarım, toplanın öldüğüm zaman;
Riyayı, o günlük bir yana atın!
Tutunuz tabutumun bir kenarından;
Bir derin çukura beni fırlatın!

Kalınca büsbütün sizden uzakta,
Vücudum çürürken kara toprakta,
Uzanın rahatça sıcak yatakta
Yaşamak gururu içinde yatın!

Yüz yüze getirmez bizi asırlar,
Meydana vurulsun saklanan sırlar
Sayılsın şahsıma ait kusurlar.
Korkmayın içine yalan da katın!

Anlayım: Kimlermiş dost sandıklarım;
Muhabbetlerini kıskandıklarım?
Anlayım: Ne boşmuş inandıklarım;
Şu yalan hayatı bana anlatın!

Dostlarım, anmayın artık adımı!
Siliniz gönülden eski yâdımı!
Kırınız, sonuncu itimadımı:
Ölünce bir daha aldatın beni!

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

TASNİF DIŞI ŞİİRLER



-15-

ÖLÜMDEN SONRA - ORHAN SEYFİ ORHON


Şu toprak, sonunda şu zalim toprak;
Yiyecek bir aç kurt gibi etimi!
Bir mezar kazması bir gün bulacak;
Koynunda çatılmış iskeletimi.

Muhakkak bilirken ben de bir hiçim,
Yok olmak fikrini almıyor içim.
Veriyor hayata başka bir biçim.
Alıyor bugünkü şahsiyetimi.

Dostlarım koyunca beni mezara;
Çekilip gidecek birer kenara.
Hiç kimse duyamaz yaşıyanlara,
O anda kuduran husumetimi.

İsterim konmadan üstüme taşım
Dirilse bir lahza gömülen naşım.
Mezardan dehşetle dikilse başım,
Bağırsam yoklayıp son kuvvetimi.

Desem ki: Örterken beni topraklar,
Bırakıp kaçınız, kaçın alçaklar!
S izlere geçiyor bendeki haklar
Aldınız elimden hüviyetimi!

Şu toprak, sonunda şu zalim toprak,
Yiyecek bir aç kurt gibi etimi!
Bir mezar kazması bir gün bulacak
Koynunda çatılmış iskeletimi.





ÖLÜM - OSMAN SARI

Beklemiş beklemiş birden gelmiş ölüm
Sanki bin yıl beklemiş beni bulmuş ölüm

Kuşatmış her yandan bütün yolları tutmuş
Herkesi bir av gibi önüne katmış ölüm

Siz niçin böyle dimdik ayaktasınız dağlar
Sanki sizi görmemiş sizi unutmuş ölüm

Ey bir türlü doymayan gözleri zulmün
Seni de vurmak için pusuya yatmış ölüm

Ey zulüm denizleri köpürüp taşan
Her yanı tutmuş ölüm her yanı tutmuş ölüm

Nerede bir can varsa ağını atmış ölüm
Kendi hiç uyumamış bizi uyutmuş ölüm

Beklemiş beklemiş birden gelmiş ölüm
Sanki bin yıl beklemiş beni bulmuş ölüm




ÖLÜM - TAMER DURAN


Ölüm…
Bir sessizlik
Ölüm…
Şekilden öteye hiç bir şey
Şekil…
Usta bir heykeltraşın
Hünerli ellerinden çıkmış
Muazzam bir eser
Eser ki bir anlatım
Eser ki bir kompozisyon
Eser ki bir anı bir mazi
Bir ifade, görüntü
Oysa ölüm…
Ölüm umutların yok oluşu
Ölüm sessizlik
Ölüm ifadesizlik
Yaşarken konuşan, düşünen
Yaşarken yürüyen, koşan
Soran, cevap veren
Bazen üzülen, bazen sevinen
Bazen gülen, bazen ağlayan
Oysa ölüm…
Ölüm cevapsızlık
Ölüm sonsuza dek yok oluş
 


REFİK DURBAŞ - OĞLUM ÖLÜM


Tenim kurudu hasretinden
Sulara adamıştım senin
Sulardan narin bedenini
Gözümde yaş kurudu oğul

Göklerin poyrazına
Bağışlamıştım senin
Ölümünü, benim ecelimi
Bağrımda taş kurudu oğul

Ateşin rahminden çalmıştım
Benim ihtiyarlığımı, senin
Sevdalara kurban ömrünü
Yaşmağımda kan kurudu oğul

Vazgeçtim ben ecelimden
Sen de gel vazgeç bugün olsun
Hayın ölümden, zalım ölümden
Canevimde can kurudu oğul
HÜLASA-RÜŞTÜ ONUR
Ben ölsem be anacığım
Nem var ki sana kalacak
Ceketimi kasap alacak,
Pardösömü bakkal
Borcuma mahsuben...
Ya aşklarım
Ya şiirlerim ne olacak
Ya sen ele güne karşı
Nasıl bakacaksın insan yüzüne
Hülasa anacığım
Ne ambarda darım
Ne evde karım var.
Çıplak doğurdun beni
Çıplak gideceğim



BİR PANSİYONER ARKADAŞIN ÖLÜMÜ - RÜŞTÜ ONUR
 
-1-
Odası odama bitişik
Islık çalardı geceleri
Arada bir
Mektup alırdı memleketten.
 
Son mektubu
İadeli teahütlü
Okumak nasip değilmiş meğer.
Bir de paketi geldi
Bayram çöreği göndermiş annesi.
 
-2-
Şu duvarın arkası da, ölmüş.
Duyan var mı?
Kim verdi suyunu.
Hayır ölmemiş
Halsiz yatıyor biçare.
Bakın gözleri gülüyor.
 
-3-
Onu götürdüler omuzlarında,
Yalnız potinleri,
Ve elbiseleri kaldı odasında.
Çıplak gidiyor… Üşüyecek.
Ceketimi versem giyer mi dersin.
 
-4-
Günaydın diyorum,
Odasından geçerken.
Odası boş
Penceresi açık.
Gelecek herhalde dostum,
Açık kalsın kapısı…
 
-5-
Beyhude çevirmeyiniz,
Radyolarınızın düğmelerini
Ne ajans söyleyecek
Ne gazeteler yazacak,
Şarkısı bittiğini dostumun.
Yağmur gine yağacak
Rüzgâr gine esecek
Gine bulutlar sarkacak
Dallarımızdan.
 
Tuhaf olacak söylemesi
Esvaplarını kimler giyecek
Ve acep kimler soracak Allah’a,
Bütün bulutların
Ne işe yaradığını,
Şarkımız bitince bu şehirde.


ŞAİR LEYLÂ SOKAĞI-RÜŞTÜ ONUR

Payıma düşen toprak parçası
Senin de payına düşer.
Ayrılık gayrılık yok
Ölüm mukadder nasıl olsa,
Ama henüz vakit erken
Daha gün
Karşı apartmanın balkonunda
Dur bakalım hele.
Ben salatamı satayım
Şair Leylâ sokağında
Sen gene koş,
Bez fabrikasındaki
Tazgahının başına…
 


İSİMSİZ-RÜŞTÜ ONUR

Ölüm içimde
Ölüm dışımda
Ölüm katısız aşımda
Ölüm kuru başımda
 
Bir avuç toprak sana
Bir avuç toprak bana
Dünyada değilse de
Mezarlıkta yan yana.
 
Sen ev sahibi
Ben kiracı
Şu bir işsiz adam
O bir patron
Bu bir serseri
Öte yanda bir mirasyedi.
 
Dünyada değilse de
Mezarlıkta yan yana.
 
(1 Kasım 1942)


VEDA - RÜŞTÜ ONUR

Verin ellerinizi dostlar verin,
Bir başka iklime gidiyor gemim.
Verin ellerinizi dostlar verin,
Renklerle sesleri örüyor mevsim.
 
Bir başka limanda yelken ve direk,
Bize unutturacak yolculuğu...
Ve belki de bir okyanus çocuğu
Günleri selâmlayacak gülerek.



ÖLÜVERSEM - SABAHATTİN KUDRET AKSAL

Bir gün bir akşam vakti ölüversem
kimseler duymasın kimseler duymasın
bir gün bir aksam vakti ölüversem

ve sen o saatlerde uykudasın
telaşa düşmeyin telaşa düşmeyin
böyle vakitsiz çekip gidersem


ÖLMEKSE - SABAHATTİN KUDRET AKSAL

Ölmekse, ölüyü bıraktık
En güzel geceye! Ve dışarda
O koyu maviyle beslenmiş tok
Gökyüzü! Işıl ışıl yıldızla!

Uyu koyun koyuna Sonsuz'la!


YAPAYALNIZ - SABAHATTİN KUDRET AKSAL

Ünlü savaşçı Julius Caeser
Marcus Antonius, ozanlar
Kralı Homeros, Petrarca
Bilge Platon, bilge Seneca
Rafaello ya da ermiş Jeanne
Louis bir, Louis iki, tiran
Valezquez, Rembrant, Tiziano
Yakınçağ kişisi Edgar Poe
Pierre Bonnard, Auguste Renoire
Ne çok milyonlar, adı yoklar
Bil ki senin gibi tümü de
Yapayalnız gitti ölüme...



BİR ŞAİRİN ÖLÜMÜ - SALAH BİRSEL

Kimse inanmaz
Benim hafif-makineliyle öldüğüme
Veya ayrıldığıma dünyadan.

Benimde başkentte bi odam
Şiir kitaplarım
Üniversitede adım
Ve arkadaşım vardı.

Ünüm de olurdu
Yaşasaydım...
 

SEVDİM SENİ EY İNSAN - SALAH BİRSEL

Ben ölmem
İşimi bilirim ben
Ecel zangoçlarını bile
Bir çırpıda atlatırım

Sıfır denize yuvarlasanız
Lime lime doğrasanız kafamı
Bu odalardan bu kitaplardan
Ayrılamam ayrılamam

Dört elle yapışırım sokaklara
Mavilere beyazlara abanırım
Güzellikler beni yormaz
İnan olsun yaşlanmam

Hiçbir şeyden ürkmem
Kim ne derse desin
Ey insan seni sevdim
Ben ölmem ben ölmem

İLGİLİ İÇERİK

CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ

DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ

HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ

KONULARINA GÖRE ŞİİRLER

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI İLE İLGİLİ ŞİİRLER

19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA HAFTASI ŞİİRLERİ

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI ŞİİRLERİ

ATATÜRK ŞİİRLERİ

ÖLÜM ŞİİRLERİ

TÜRKÇE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

ÇANAKKALE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

İSTANBUL İLE İLGİLİ ŞİİRLER

BAŞÖRTÜSÜ ve ÖRTÜNMEK İLE İLGİLİ ŞİİRLER

AY ŞİİRLERİ

MARŞLAR

ÇOCUK ŞİİRLER

 

 


-16-

 HÜLASA - RÜŞTÜ ONUR

Ben ölsem be anacığım
Nem var ki sana kalacak
Ceketimi kasap alacak,
Pardösümü bakkal
Borcuma mahsuben.

Ya aşklarım,
Ya şiirlerim ne olacak
Ya sen ele güne karşı
Nasıl bakacaksın insan yüzüne

Hülasa anacığım;
Ne ambarda darım,
Ne evde karım var.
Çıplak doğurdun beni,
Çıplak gideceğim



GENÇ ÖLMEK -ERGİN GÜNÇE

Ay mıdır kar mıdır pencerede
Boğulmuş çocukları martılara taşıyan
Kara köpek karşı kıyıda uluyor
Bence o çocuk öyle gülmemeli

Atları çayıra saldım diş kamaştıran erik ağaçları altına
Nisan toprağı kalbimde ağarıyor
Bence o çocuk öyle gülmemeli
Şimdi bir kadın çay demlese

Bahçemdeki korkuluk nar ağacıdır
Erken ölmüş, iyi giydirilmiş
Sular soğuyor ovada duran ince gölgesinde
Büyük ateşler, kuytu köyler gibi

Alınlarına vişne çiçekleri yağan
O kızlar, delikanlılar ve lohusalar
Oyulmuş bir bebektirler ıhlamurdan
Kestane mangalları, masallar, talikalar

Ölüm alışsın artık bize
Bir dans gibi bahçemize gelsin
Gelsin otursun ılık minderimize

Bence o çocuk öyle gülmemeli
Ay kar gibidir pencerede
UZAKTA ÖLEN İÇİN AĞIT - ERAY CANBERK
aklınızda mı uzakta ölümler olduğu
kaç kişi gitti dövüştü ve vuruldu

gelir mi gelmez mi kim bilir
kim bilir hangi uzak yaban ellerde
ya bir bozkır şehrinde bir akşam üstü kadar hüzünlü türkülerle
durmadan gider mi yoksa

kaçamaklar yaşanır biline biline
insan içinde taşır yangınını
günden güne gözleri bir başka adam olur
bir başka kadındır ayrı düştükçe sevilir günden güne

ve akşam dönerken vururlar kekliği
ceylanın tuzağa düştüğü an
ve yamaçları kar tutan bir şehrin tenhalığından
insan bir umut çıkarır gizli gizli

sonbra gurbetin tadı türkülerden bilinir
ve kara saplanır tirenler
bir dağın körfezine çekilmiş kuytu şehirden
yeniden bir başka gurbete gidilir
bir de uzaklarda ölümler olunca
gidip de dönmeyenler akla gelir
yollarla akşamlarla alaca karanlıklarla
araya giren dağlar hiç geçit mi verir

her şeyin tam kendi olduğu zamanda
anmak dururken yaşayan biri gibi
aklına düşürmüş de gurbete gideni
ağıt düzüyor uzakta ölenin anısına

1963-68


ÖMRÜMÜN MOR SAATLERİ-BÜLENT GÜLDAL

Kokusunu alınca
göç mevsiminin
can kuşu çırpınır
ten bahçesinde
fırtınalı pervazdan
savrulur ömür
giriverir usulca
kırların türküsüne


Köpüklere biner gider
sesler ve görüntüler
bir an da kesilir
aşka güller açtıran
kayaları aşındıran
taylarla yarışan
sımsıkı bacakların
özüne biçim aranır
patlamaya hazır gülden


Kokusu olurum yağmurun
kayadaki çiçeğin
utanırım okşandıkça
aşk merdiveni gibi
kendime kapanırım
nasıl patlar bir dünya
koparıldıkça anlarım


Ömrün mor saatlerinde
yeni öğrendiğim
ıssız türküde
biçim seçer özüme
sınırsız kımıltıdan
onarır kendini
yaşam ipliği
dantel olur gül dalına
yakama yapışan ölüm

Dize / Mayıs 2000



BİR ÖLÜNÜN ARKASINDAN -ZİYA OSMAN SABA

Ey ölü, az daha yaşatmak isterdim seni,
Habersiz bırakıp gittiğin evde.
Giysen hazır duran terliklerini,
Odalarda dolaşsan, öksürsen
Toplasan bu yaz da bahçende yemişleri,
Az daha ömür sürsen.
Gözlerimin önünde hep boyun bosun,
Nasıl girerdin şu kapıdan, memnun
Şu iskemleye otururdun.
Avuçlarımda, ılık, el sıkışın,
Bana bakışın...
Nasıl uzatırdın bana şu sürahiyi?
Seyrederdik uçan bulutları, geçen gemileri.
Nasıl son defa konuştun, son defa güldün?
Nasıl öldün?..
Nasıl öldü, Yarabbim, nasil öleceğiz?
Hangi sonsuz geceler, iklimler geçeceğiz,
Bundan sonra da bir gün aynı sofrada
Oturacak mıyız bir daha!..

 
AHRET - ZİYA OSMAN SABA

Bu garip dünyada ben yadırgadım yerimi...
Yıllardan sonra bir gün görüp çektiklerimi,
Tanrım, bir meleğine emredecek: -Yetişir!
Gözlerimi o saat sessiz kapayacağım.
Beni bekleyedursun artık ılık yatağım,
Bütün yorgunluğumu alacak bir teneşir
Bir yükü atmış gibi sırtımda bir hafiflik,
Oraya geçmek için aşacağım bir eşik.
Başım bir defa olsun dönmeyecek geriye.
Bir el gözlerimdeki perdeyi sıyıracak.
Onları bulacağım!.. Ve annem şaşıracak:
“Görmeyeli ne kadar büyümüş oğlum” diye.



ÖLÜM- ZÜLFİKAR YAPAR KALELİ

Ölüm kurtuluştur ölüm mutluluk
Alınları yere sürmektir ölüm
Muhabbete hicret etmek kutluluk
Güzün defterini dürmektir ölüm

Üstünlük takvayla kıymet işince
Gönüller gül açmaz ses gürleşince
Artıyla eksiler nötürleşince
Şekilden şekile girmektir ölüm

Dünyaya aşığın gözüyle bakmak
Bulutun üstünden abayı yakmak
Aşk ile gönülden gönüle akmak
Dünyadan öteyi görmektir ölüm

Gönlünü sevdaya pazar ederek
Nefsi yenik bitkin bizar ederek
Hakikat bağına nazar ederek
Dünyayı ayağa sermektir ölüm

Yufka yürek ile tatlı dil ile
Vakarlı hal ile gonca gül ile
Dünya metahını itip el ile
Köpek nefse öğüt vermektir ölüm

Marifet dost olup dostu güldürmek
Her aza'yı bin parçaya böldürmek
Şu yılan şu akrep nefsi öldürmek
Ölmeden ölüme ermektir ölüm



ÖLÜM ÇARKI - BÜLENT GÜLDAL

Karabük'de ocaklar yanar içimde
Tuzla'da vinçler hep başıma düşer

Yeri göğü yiyenler doymaz bir türlü
adını kader koyarlar işbilmezliğin

Cehenneme uzanan yoldur kuyular
kömür kokar gaz kokar ölüm kokar

Bir kısır devrandır döner ha döner
alt kata düşmandır üst kattakiler

Sıradan bir spordur iş kazaları
sırıtır durur varyemez kodamanlar

'Hep bana rab bana'cıların gözlerinde
bir ceylan sürüsüdür aş peşinde koşanlar

Ne de güzel kurmuşlar çatılarını
yasalarla yalanlarla ilâhi vaatlerle

Paraya tapanların tezgâhlarında
karınca dualarına sığınır ömrüm

Alınır elimizden yaşamın şaşmaz alfabesi
bize mahalle mektepleri onlara özel okullar

Feri çekilir gözlerin duyulmaz yürek tıpırtısı
Bürünür kara kaftanlara dertop olmuş yaşamlar

Ölüm madenlerinin ateşten birer kuşu
paslı tersanelerin kopan cıvatalarıyız

Bir değil binimiz bir an da ölüverse de
ucuz ah vahlara konu olur adımız

Bu işsizlik bu yoksulluk bu çaresizlik içinde
kapılarda meleşir sürüsüne bereket kuzular

Sakın aldanmayın kirli kürsülerin hıçkırıklarına
ölüm çarkı acımasızca dönecektir o kuzularla


(Kar Ed. Dergisi; Mys.-Hzrn.sayısı,2010)




MEZAR YAZISI - ALFRED DE MUSSET

A dostlar, öldüğüm zaman benim
Bir söğüt dikin mezarıma!
Ağlamaklı yapraklarını severim,
Soluk rengi de gider hoşuma;
Ve ağırlık etmez toprağına
Gölgesi yattığım yerin...





KİM BU YABANCI - JEAN COCTEAU

-Paul Eluard’ın ölüsü başında-

Kim bu mermerden yabancı
Ak döşeğe uzatılmış
Sanki yatak darağacı
Ayaklar asılı kalmış

Sanatına sığdırmak güç
Oyun bu bize ettiğin
Yalan, yüzün diye ürkünç
Bir kalıp koyup gittiğin

Demir maske kadar sende
Tuhaf durur bu mumdan yüz
Gövden bir bent ki önünde
Gelip dize varır deniz

Bu odada sanki biri
Bir karanlık işler görmüş
Düşten bir duvara sanki
Gölgeden merdiven kurmuş

Bir hırsızın işi bu iş
Ne ettiği bir bilinse
Öz yüzünü alıp gitmiş
Bir kopya koyup yerine

Ölüm, her diriye düşman
Çalmış ellerini bile
Bize taze pınarlardan
Can suyu getirir diye

Türkçesi: Hüseyin Demirhan



PAN ÖLDÜ - EZRA POUND

"Pan öldü.Yüce Pan öldü.
Ah! Eğin başlarınızı, siz kızlar hepiniz,
Ve ona çiçeklerden bir taç örün.


    "Yaz gitmiş yapraklardan,
Sazlar da kurumuş belki,
    Nasıl taç örebiliriz artık,
Nasıl toplarız çiçek demeti?"


"Dilim varmıyor, Sultanlar.
Ölüm hoyratın biriydi hep.
Dilim varmıyor, Sultanlar.
Ne sebep gösterecek ki
Alıp gitti Efendimizi
Böyle kuru bir mevsimde?"


Çeviri: Yaşar Anday - Melih Cevdet ANDAY

 

İLGİLİ İÇERİK

CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ

DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ

HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ

KONULARINA GÖRE ŞİİRLER

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI İLE İLGİLİ ŞİİRLER

19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA HAFTASI ŞİİRLERİ

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI ŞİİRLERİ

ATATÜRK ŞİİRLERİ

ÖLÜM ŞİİRLERİ

TÜRKÇE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

ÇANAKKALE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

İSTANBUL İLE İLGİLİ ŞİİRLER

BAŞÖRTÜSÜ ve ÖRTÜNMEK İLE İLGİLİ ŞİİRLER

AY ŞİİRLERİ

MARŞLAR

ÇOCUK ŞİİRLER

 


-17-

SAVAŞTA ÖLENLER - PAUL ELUARD

Her yer tıklım tıklım ölü   
Acı boğacak beni boğacak beni  
Otlar yalnızlıktan kupkuru  
Ama suçlu ben değilim ben değilim  
Katillerle bir olmadım olmayacağım da  
Özgür kalacağım işte böyle bir başıma  
Ve insanoğluna bundan sonra da  
Ne ölüm dokuncak ne dirim.  
 

Çeviren : A. KADİR / Asım BEZİRCİ




ÖLÜM - PABLO NERUDA

I
Dünyaya birçok kez gelmişim
Yok olmuş yıldızların dibinden
Ellerimde tuttuğum
Ölümsüzlük bağlarını dokuyarak
Şimdi öleceğim yeniden
Vücudumu örten toprağa sarınarak!

II
Ne papazların sattığı
Gökyüzünden bir parça aldım.
Ne de tembel zenginler için
Metafizikçilerin,
Düzüp koştuğu, karanlıklardan.

III
Ölüm içinde yoksullarla bir olmak istiyorum
Göğü elinde tutanların kamçıladığı
İnceleme yeteneği olmayanlarla!
Şimdiyse ölüme hazırım
Beni saran bir elbise gibi
Sevdiğim renkten
Boyu posuma tıpatıp; uygun
Ve benim için gerekli olan
Beni saran bir elbise gibi!  




ERKEN ÖLÜYE MEKTUP - HÜSEYİN YURTTAŞ

silinmiş izlerin geçtiğin bütün yollardan
ardından bıraktığın anılar gittikçe flu
ne güneşin görünüyor ortalıkta ne yağmur kokusu havada
şimdi her şey gecede sinsi yağan karla örtülü

bizi sorma soğudu birden içimizin kuytuları
ağzımızda kaldı ağıtlarımızın tortusu
bırakıp denizleri çekildik kış karanlıklarına
ıssızlığımıza düşen hep o bir damla su

yanılgılarımız yanık izleri gibi bedenlerimizde
bir bir kayıyor avuçlarımızdan sevgi yumağı yürekler
dünle yarın farklı elbet, ama bugün hep aynı
erişemediğimiz uçurumlarda soldu çiçekler

bir muska gibi gizli gizli taşıyoruz seni
tenimizin sıcaklığına karışmış öyle saklısın
bu dünya bildiğin gibi değil bizi de öldürecek
erken ölmekte galiba çok haklısın




ÖLÜM ve UNUTULMAK - ALİ MÜMTAZ AROLAT

Bir gün kışı hatırlatan bir akşam
Ruhumda son kalan mana uçacak,
O gün dinlenecek vücudum ancak,
Kulaklarım kurşun ve gözlerim cam.

Birden örtülecek önümde dünya
Bir anda silinip yakın uzaklar
Beni tahtalara uzatacaklar;
Bitecek yaşamak, bu yarım rüya.

Her dakika biraz daha kırılan
Kalbim parçalanmış, yazık, içimde.
Artık ıstırap yok, artık içimde
Çöreklenmiyecek hergün bir yılan.

Kapatacak bana aşina bir el
Gözlerimi kesik hıçkırıklarla
Oh, kalbe batmayan bu kırıklarla
Her yasa yabancı kalmak ne güzel!..

Seneden seneye ve ağır ağır
Gömüleceğim ben de ine ine
Hareketsiz ve kör, dilsiz ve sağır,
Boş bir karanlığın derinliğine...




ÖLSEM DE BİR KALSAM DA BİR - MEHMET KARABULUT

Bahtım kara oldu benim
Anılarım tek tesellim
Bir taş kadar yok değerim
Ölsemde bir kalsamda bir

Kana döndü gözümde yaş
Eriyorum yavaş yavaş
Bastın benim bağrıma taş
Ölsemde bir kalsamda bir

Kor ateş bu akan kanım
Azap oldu dört bir yanım
Neye yarar sensiz canım
Ölsemde bir kalsamda bir

Musalla taşı yolumda
Ecel yürür bak kolumda
Böyleymiş benim sonumda
Ölsemde bir kalsamda bir




BEYAZIT'TA, KIŞ, PAZAR SABAHI - HÜSREV HATEMİ

Ten tortusu topraktadır
Cân neden damıtıldı ki...
Üstelik uçurdun gitti.
Garip imbiksin ey ölüm!
Bahar seni buhar eyler
Hayat çökertir toprağa,
İmbikten üstün imbik mi?
İstanbul’u damıtan kim?
O da öte yana geçmiş...
Sarıgüzel yangını mı,
Oldu bunun başlangıcı?
Sen ey ölüm kırlangıcı,
Konar gibi yaparsın da;
Yüzümüze bir değersin,
Sonra beklenmedik anda,
Alıcı kuşa dönersin.
Sevda sahip çıkmaz bize,
Bizi ölümden saklamaz;
Üstelik ihbar da eder
Sazlar, susmasanız şimdi,
Bir rind gibi karşılamak
Güzel olacak zâlimi.
Oysa, buna da bırakmaz,
Felç, prostat ve siare...
Tekrir-i müzakere mi...
Görüşme yinelemesi
İstemeliyim Tanrıdan,
-Yeni Elest kurultayı-
Tanrıya demeliyim ki
"Seven, ölmeli mi seni?"
Kaygusuz’un Filibesi
Onu aşkla seven kimdi?
Bu sözü kim anlayacak,
Kimler kimin kurbanı ki?
Garip imbiksin ey ölüm.
Ey ölüm garip imbiksin!

 

ÖLMEYEGÖR- HALİL SOYUER

Mevsim ne olursa olsun
Kapın vurulur ansızın
Tükenir cümle korkular
Düşer göklerden yıldızın.

Bilinen meresimle
Başlar mutantan sefer
Teşyie gelenlerin
Yüzünde sahte keder

Güneş yine doğar birazdan
Bozmaz istifini dünya
Giden gittikten sonra
Kalanlar pişman güya

Simsiyah aynalardan
Geçmez artık hayalin
Silinir yavaş yavaş
Gönülden hatıran, sevgin

Her iki âlemden de
Çıkar mirasın pazara
Albümlerde resmin kalır
Tek hatıra

 

SELAM OLSUN -YUNUS EMRE

Bu dünyadan gider olduk
Kalanlara selam olsun
Bizim için hayır dua
Kılanlara selam olsun

Sela verin kastımıza
Gider olduk dostumuza
Namaz için üstümüze
Duranlara selam olsun

Ecel büke belimizi
Söyletmiye dilimizi
Hasta iken halimizi
Soranlara selam olsun

Eceli gelenler gider
Hepsi gelmez yola gider
Bizim halimizden haber
Soranlara selam olsun

Tenim ortaya açıla
Yakasız gömlek biçile
Bizi bir asan vechile
Yuyanlara selam olsun

Derviş Yunus söyler sözün
Yaş doludur iki gözün
Bilmeyen ne bilsin bizi
Bilenlere selam olsun

 

HASTANEDE ÖLDÜĞÜM GÜN- HALİL SOYUER

Bir gün ecel alır elbet beni de
Bu yalan dünyada bâki kim kalır.
Fırın kadar sıcak yatak içinde
Derisi buz tutmuş bir cisim kalır.

Doktor gelir der ki: bu telâş niye?
Üç kişi çağırır kaldırın diye.
Yavaşça koyarlar beni sedyeye
Yatağım, yorganım, su tasım kalır.

Karıma dul derler, kızıma yetim
Henüz çürümeden toprakta etim
Unutulur gider mevcudiyetim
Ne adım anılır, ne yasım kalır…

 

GEÇERKEN-CAHİT SITKI TARANCI

Cenaze geçiyor caddeden,
Mahallede sâri bir sükût;

Başlar sarkmış her pencereden,
Omuzlarda sallanan tabut.

Unutulmuş her günkü tasa,
Son günü düşünmede herkes;

Hakka şükürdür, olsa olsa,
Göğüslerden çıkan her nefes

ÖLÜME DAİR- BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU

Ölümü zararsız bir mahlûk haline getirmek istediler
Göz yaşını icat ettiler.
Kimisi tuzunu az buldu kimisi çok,
Velhasıl beğenmediler.
Ölüme kardeş gibi ısınmak istediler;
Kabristanın tuttular elinden
Şehrin orta yerine getirdiler.
Taş üstüne taş kodular
Üstüne nakış oydular.
Serviler açıldı orta yerinden
İçerisine rengârenk kuşlar
Yemyeşil dualar dolduruldu.
Ölüme kardeş gibi ısınmak istediler.
Şiiri seferber eylediler
Dolaştı asırlarca mısralar kabir kabir
Salındı servilerden yiğit besteler
Şiiri seferber eylediler
Ve elbirliği ile
Gökyüzünün en münasip katında
Mükemmel bir cennettir kuruldu
Ve üzerimize güller
Mezkûr cennette har vurup harman savurdu ölüler


ÖLÜLER DİLENİYOR- BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU

Turuncu yol iki dilim
Ve bir incecik yağmur yağardı
Birdenbire mezar taşlarında açılıverdiler
Yaprağı beyaz, dikeni beyaz
Avuçları bembeyaz güller
Ve Ölüler dilenmeğe başladı.
Turuncu yol iki dilim
Mezar taşlarım öpelim gelin,
Hem niçin ağaç alıp başını
Bu kadar uzaklaşsın ölülerimizden
Biz en büyük günahımız gibi
Saklayalım canımızı geçerken
Servi boy undan utansın
Toprak şehvetinden!
Turuncu yol iki dilim
Mezar taşlarını öpelim gelin.
Yalnız Allah rızası için söyleyin
Murdar hatmilerin arkasında
Ölüler dilenmesin


185-BİR CENAZE ALAYI - ENİS BEHİÇ KORYÜREK ŞİİRLERİ

Yedi ifrite dönmüş yedi büyük günahın
Omuzlarında giden bu tabut acab kimin?..
Allah’ım, bu cenaze bana benden çok yakın:
Bu benim en kıymetli, en fazla sevdiğimin!..

Bu ölen bir ruh idi, bir faninin varlığı;
Onu şimdi bekliyor yokluğun mezarlığı.
Bu ruh ölmeyecekti, fakat öldürdüler, ah
 Şu mel'un yedi cellat, şu yedi büyük günah!

Ardınca ağlaşıyor bir kafile genç kadın:
Bunlar hep bu ölümün dul kalan emelleri...
Hepsinin yüzü solgun, saçları darmadağın,
Boşlukta çırpınıyor ince, berrak elleri.

Alayın arkasından, çılgınca haykırarak,
Rastladığı her şeyi dişleriyle kırarak,
Bu ruha ait olan ceset -iki kolunda
İki iblis asılı-ilerliyor yolunda...

 

SON DİLEK - ŞİNASİ ÖZDENOĞLU

Biliyorum, yakında öleceğim
İstiyorum ki bu sahipsiz ülkemde
Bütün yollar tertemiz
Bütün alınlar açık
Ve parklar yemyeşil olsun…

İnsanlar mert olsun isterim
Zenginler daha cömert
Herkes haksızlıklara direnir olsun..

……………………….

At toprağı üstüme
Gönder beni o sonsuz zamana
Gideceğim yer aydınlık olsun !...



ÖLÜMDEN DE GÜZEL- ŞİNASİ ÖZDENOĞLU


Ölümden söz etme bana
Bu bahar gününde
En uzun ayrılıktır ölüm
Belki de sonsuz ayrılık...

Bırak beni seveyim
Yeni bir gündür başladığım
Ölümden söz etme bana
En çetin ayrılıktır
Belki de sonsuzu aramak...

Nasıl yaşarım orada?
Bunca sevgiliden ırak?
Ne kadar da yakın ölüm
Ne kadar da uzun ayrılık...
Bırak beni seveyim
Ölümü unutarak...

Sonsuz özgürlüktür ölüm
Ölümden de güzel: Yaşamak


ÖLMEYECEĞİM - AHMET TUFAN ŞENTÜRK

Masmavi gökyüzü, yemyeşil dağlar
Kuşlar, çiçekler, böcekler
Cıvıl cıvıl gülen, oynayan çocuklar
Güzeller, çirkinler, hastalar, sakatlar
Tümünüzü içten gönülden sevdim
Tümünüz benden bir parça, ayıramam
Bende severek çarpan bu yürek var ya
Gören gözlerim, duyan kulaklarım
Düşünen başım, söyleyen bu dilim var ya
Göreceğim, duyacağım, seveceğim
Öldürseler bile ölmeyeceğim...

Beni sevseniz de olur, sevmeseniz de
Ben seviyorum ya, bu bana yeter.
Açla açım, tokla tokum, mutluyla mutlu
Gülenlerle gülen, ağlayanlarla ağlayan
Hastalarla hasta, ölenlerle ölen benim
Hayır hayır hayır öldükçe yaşayan
Koskoca bir evren kadar yüreğim
Sevgi, sevdikçe çoğalır, gerçek olan bu
Verimli toprak örneğin
Öldürseler bile ölmeyeceğim...

Bıçak tutmayı da tetik çekmeyi de bilirim
Ama kararlıyım, tutmayacağım, çekmeyeceğim
Sevgi tohumları ektim evrene
Susuz yağmursuz da kalsa yeşerteceğim.
Sevmek, sevilmek, yaşamak varken
Dövüşmek, ölmek, öldürmek niye?
Küslüğün yerine barış
Korkunun yerine güven
Yüreklerden tüm kötülükleri sileceğim.
Göreceğim, duyacağım, seveceğim.
Öldürseler bile, ölmeyeceğim,
Ölmeyeceğim, ölmeyeceğim...


ÖLÜ ÖNCESİ - ERCÜMENT UÇARI

düştü düşecekti
acıdan yok olup
içinden çürük
kurtlar kemiriyor

son dallarını eğdi ağaç
sallandı uçlarında yapraklar
karnının içinin gürültüsünün
ritminin acısındaki

iri dalga sesleri
gökler gürüldüyor
ruhunun karanlığı
derin sessizliğin

çisil çisil ve iri yağmur yağıyor
iskelelerin altı kaplı kum taş
bulantı uykusuzluk uyku
düşsüz uzun süre süren

boş kovalar labirentlerinden
akıyorlar yağmura
mini mini çiçekler bahar
ölümün kovuğu

şeker kavanozları ve raflar
duvarda tüfek kızılderililerden
kalma zaman ve sıkıntı
dubaların altı kıllı midye

boş balık sepetleri
akıntıdaki ağlar
pislik yer çöp
silah harbileri

insan hayaletleri
yaklaştı durdular
belki duvardaki
güneşli badana döküntüleri

ölüm kokusu çello çalıyordu
duyabilenlere duyurabilen
zayıf vücutlara ait
yatakların başında

fülüt sesleri
ipek kokuluydu
çiçek desenleri
dizilmiş

90-ÖLÜLER BULUŞTU- KERİM AYDIN ERDEM

Seni hiç beklemiyordum
Demek sonunda sen de öldün
Çoktandır buradayım işte
Gelirken kimleri gördün?

Yalancıktan ağladı mı dostların
Saksıdaki son karanfil soldu mu
İşlerini bir yana bırakıp
Bizlere de selâm yollayan
Oldu mu?

Artık kalmadı düşüncen
Yerin yuvan burası
Bakalım kaç adım gelecek
Cennetle cehennem arası.

Bazan kırlara çıkıyoruz
Gökyüzünü buluyoruz sesimizle uyanan
Dünyanın iç yüzünü görüyoruz
Şehre indiğimiz zaman.

Sen de aramıza genç yaşta karıştın
Üzüntüden en güzel ağaç dallarını kırsın
Birazdan öteki ölüler de gelir
Tanışırsın.



SAYFA:20/ 191-200

91-BİLİNEN GERÇEK-TÜRKAN İLDENİZ

En güçlü mısraların buruklaştığı yerde
Umudum yitecek, biliyorum
Bakışın güzelliğe, toprak diriye susamış bir kere
Biliyorum

Birbiri ardınca sürüp gider ağrılarım
İnsan sevgisi, ölüm korkusu uç uca
Hayata tutku dağlarca da olsa
Bu yürek bir gün soğuyacak
Biliyorum.

Beklemekle geçti ömrümüz
Günler günleri kovalamakta
Yıllardır edilen dua gerçekleşmedi henüz
Yeşilliğine sığındığımız dallar,
Yapraksız kaldı bir anda.

Karanlığı boğuk boğuk gecelerin
Bakire sabahları yok, biliyorum
Sonsuz ışık ancak
Evrenler ötesinde.

Silmek kolay değil alın yazısını
Yaratılmışız, yaşıyoruz, karınca kaderince
Hayata sımsıkı sarıldığımızda
İstesek de, istemesek de
Saatler ansızın duracak
Biliyorum.


HOŞ GELSİN ÖLÜM-MUHSİN SALMAN

Güzel sevmek var iken
Çirkine ne gerek var
Güllerin gölgesinde
Neden bir engerek var

Tanrı yaratmış Âdem’i
Kaburgadan Havva’yı
Hâlâ yola koymuşken
Bozmayalım havayı

Cennet mahmur gül bahçe
Cehennem ateş isyan
Katranlar kazanına
Nasıl konur bir insan

Rahata varmak varken
Nedir işkence zulüm
Mahpus olmaktan ise
Varsın hoş gelsin ölüm


ÖLÜM- RECEP GARİP

Ölümü gelir diye bekledim de bekledim
Ölümü güllerle kendime kelepçeledim.

Yaklaşır gibisin, sislisin, isli, perişan
Bahtımın rüzgârını savursun da borazan.

Haydi, durma doldurmana bak sen de heybeni
Güne hazır olmalı ölüm bulunca seni.

Ömrünce bekledin gidenler gelmedi geri
İçimde bir zemheri esiyor dünden beri.

Ne yapsak boş, ne söylesek anlamsız değilmiş
Doğduğum günden beri dünya gerçek değilmiş.

Ölüm gizli bir sırmış incecik ipek perde
 Görürmüş gören gözler uyanınca her yerde.

Sandım uzaklarda beyaz atlıdır ölüm
Sevgiliye kavuşunca solmazmış gülüm.


ÖLÜM GAZELİ- MURAT SOYAK

ömür dediğin bir varmış bir yokmuş gider
bunca çile, bin kaygı, geldiği gibi gider

yalan dünya efendim, hemencek unuttuğumuz
elde kalan nedir, benim dediğin uçar gider

delice öfke, kırık kalp, yeter gayrı yenildiğimiz
bir’den başlar hayat, bir’e doğru gider

garip sözler garip, dışarıda hesap üstüne hesap
kalktı göç eyledi canım, dost iline gider

yakın oluşta hüner, gerisi oyun, sayılı günler
adrese teslim emanet, gerçek yurduna gider

ses verdiğim dünyada kim var kim yok
an gelir veda makamında, her kişi yalnız gider


95. ÖLMEK-YAVUZ BÜLENT BAKİLER

Çağırırsın bir gün beni de ölüm
Ansızın vurabilirsin kapıma
İster istemez gelirim:
Bir güzel kadına, bir güzel kıza
Bakarken ölebilirim.

Arkamda bir yığın sevap ve günah
Belki bir gece yarısı, belki bir sabah...
Çeşmeler daha türkülü, ırmaklar daha gümrah
Akarken ölebilirim.

Bütün kaygılarımdan arma arına
Bilmem ki çıkar mıyım, çıkmaz mıyım yarma
Kızımın resmi için odamın duvarına
Bir çivi çakarken ölebilirim.

Yüreğim çepeçevre, damar damar gam
Ah bu derdi yazmakla, çizmekle anlatamam
Evimin lâmbasını belki bir akşam
Yakarken ölebilirim.

Düşündüm musalla saltanatımı
En son bineceğim tahta atımı
Bir ayna önünde kravatımı
Takarken ölebilirim.

Çağırırsın bir gün beni de ölüm
Ansızın vurabilirsin kapıma
İster istemez gelirim:
Bir güzel kadına, bir güzel kıza
Bakarken ölebilirim.

AREFE GÜNÜNDE ÖLÜM-YAVUZ BÜLENT BAKİLER

Arefe gününde bir taze mezar
Öylesine boynu bükük, yalnız, çaresiz...
Yönelmiş bir köşede tek başına Allah'a
Dokunsam doğrulacak sanki altında yatan
Toprağı nemli daha.

Ve bir adam çömelmiş mezarın baş ucuna
Bir elinde buruşuk bir beyaz mendil
Diğerinde açılmış Kur'an-ı Kerim
Okuyor mu, ağlıyor mu hiç belli değil.

Ah sormayın kimdir bu bayramlara çıkmaya
Acısı içimde ayrı bir gamdır.
0 toprakta yatan kız kardeşimdir.
Kur’an okuyan babamdır.

 

NETİCE-YAVUZ BÜLENT BAKİLER

Kocaman şamdanlarınız sönecek birdenbire
Bir ömrü ikiye böleceksiniz.
İsteseniz de istemeseniz de
Siz de bizim gibi bir gün öleceksiniz.

Siz de bizim gibi bir gün öleceksiniz:
Garipçe, yetimce, dulca...
Allah göstermesin ama, belki çeneniz
Bağlanmayacak usulca.

Siyah saçlarınızı bir rüzgâr savuracak
Arzularınız kadar güzel, arzularınız kadar sıcak
Bir ölüm meleği gülecek pırıl pırıl
Ağzınız açık kalacak.    

Allah'ın rahmeti yağacak üstünüze
Avuç avuç, kucak kucak.
Ve sessiz sedasız yolculuğunuz
Fatihalarla başlayacak...

ÖLÜM –OKTAY RIFAT
Bir çam gibi boylu
Bir boğa gibi güçlü
Bir başak kadar sarıydı
Ama ölüm
Ayırt etmeden kırar insanları.


NE MÜMKÜN-BEDRİ RAHMİ EYÜPOĞLU
Ölüme kardeş gibi ısınmak istediler
Fakat ne mümkün ölüme ısınmak, ne mümkün!.
Can ağlar dururdu giderayak
Hâlbuki ona ne güzel şeyler öğretmişlerdi
Ahretini karış karış donatmışlar
Toprağını gelin gibi süslemişlerdi
Ne mümkün ölüme ısınmak, ne mümkün!...

Toprağa değer değmez taş kesildi sureler
Dili tutuldu âyetlerin
Çil yavrusu gibi dağıldı
İlâhiler Ve korkularından
Krepdöşenden donlarına işediler
Tombul parmakları kınalı nankör melâikeler.


100-VEDA- İSMAİL CEM
Çok ileri bir tarihte
Çok yaşlı olarak
Sessizce ayrılmalıyım
Kimseye pek gözükmeden
Ve kimseyi rahatsız etmeden.

Masamın üzerinde
Dünden kalan işler
Tamamlanmamış yazılar
Okunmayı bekleyen kitaplar
Ve anılar ve umutlar.

Filleri kuyruğundan çekerek
Tepeleri aşırtmaktı görevim
Günler bitti filler tükenmedi
Ben elimden geleni yaptım
Gerisini siz tamamlayın.

Boşa geçmedi hayatım
Daha fazlası olabilirdi ama
'Buna da şükür' demeliyim
İşte sevgili dostlar
Ben böyle veda etmeliyim

İLGİLİ İÇERİK

CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ

DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ

HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ

KONULARINA GÖRE ŞİİRLER

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI İLE İLGİLİ ŞİİRLER

19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA HAFTASI ŞİİRLERİ

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI ŞİİRLERİ

ATATÜRK ŞİİRLERİ

ÖLÜM ŞİİRLERİ

TÜRKÇE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

ÇANAKKALE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

İSTANBUL İLE İLGİLİ ŞİİRLER

BAŞÖRTÜSÜ ve ÖRTÜNMEK İLE İLGİLİ ŞİİRLER

AY ŞİİRLERİ

MARŞLAR

ÇOCUK ŞİİRLER